Felsefe Light - XXXIX

-
Aa
+
a
a
a

Fichte'nin felsefesini artık biliyoruz. Biz şu doğa felsefesi ne menem bir şeydir ona bakalım.

 

Fichte'de doğanın belirli sınırlamaları vardır. Doğanın mutlak ben’in bireysel bilinçteki bir ürünü olduğu ve yalnızca irade için bir engelleyici ya da harekete geçirici olarak hizmet ettiği anlamına gelen "doğa ödevmizin gerecidir" görüşü Schelling’e doyurucu gelmemişti. "Önce doğayı anlamak lazım" diye düşündü. Bunu yapabilir miydik acaba? Doğayı bizimle akrabalığı olduğu için, sürekli devinen bir anlama gücünün anlatımı olduğu için, doğada akıl, yaşam ve amaç bulunduğu için kısacası bizimle özdeş olduğu için, evet, anlayabilirdik. Doğayı bizden ayıran şey bilinç eksikliğidir. Bizimle birleştiren, yani özbilinçsiz doğa ile özbilinçli anlığa ortak olan, şey ise etkinliktir, kendini belirleyen amaçtır, mutlak irade ya da bendir, herşeyin onun içinde bulunduğu ve ondan ilerlediği ve herşeyi kavrayıp sarmaladığı dünya ruhudur. Yani doğa da bizim gibi kendi hedefleri doğrultusunda aynı gizemlilikte ve aynı canlılıkta yaşayıp gitmektedir.

 

Schelling’in doğanın görülür ruh, ruhun da görülmez doğa olduğu yolundaki bu düşüncesi romantik düş gücünü dürtüleyiverdi tabii ki. Derhal dünyayı yaşayan ve anlama gücü olan bir olgu olarak düşünen ve ona bir tür sevecenlik ile yaklaşan şairler sardı piyasayı.

 

Schelling bu şairlerden tabii ki çok daha akıllı bir insandı. O doğanın fenomenlerinin aklın izlerini bilinçsizce izlediği yargısına vardı. Doğa en yüksek hedefine, özbilince insanda erişir, doğa ve anlığın kökensel özdeşliği de burada ortaya çıkar diyerek insanı doğanın içerisine usturuplu bir şekilde soktu. İslamın "İnsan en şerefli yaratıktır" cümlesi ile özetlediği biraz mistik, biraz bencil, biraz romantik ancak sınırsızca doğru yaklaşımı ile doğanın en tepesindeki yeri de insana ayırdı.

 

Bu noktadan sonra artık sadece sözcüklerin dünyasında dans etmek mantıklı olmazdı. Maddeye de ruha verilen önem verilmeli idi. Mantıksal adımlar metafiziğe hapsedilmiş felsefinin kendime sınırsız açıklıklar bulacağım derken arkasını kilitlediğini ve çıktığı yumurtanın kabuğunu beğenmediğini göstermeye başlamıştı. Dünyada işbaşında olan bir diyalektik süreç olmalıydı. Bu süreçte birbirine karşıt iki etkinlik, yani sav ve karşısav, daha yüksek bir sentezde birleştirilip uyuma getirilmeli ya da en azından uzlaştırılmalı idi. Yoksa kaos olurdu ama hiç öyle bir şey yoktu dünyamızda. Schelling buna üçlülük yasası der; etkinin ardından tepki gelir; karşıtlıktan ise bir uyum ürer. Bu uyumla oluşan sentez de bir gün tekrar ayrışır ve zıtlıklar haline gelir. Yani sonsuz bir devinim vardır.

 

Materyalizm hoşgeldi.

 

Zaten Schelling bu düşünceyi doğanın ayrıntılarına da uygulamaya başlar hemencecik. Şiir ile bilim birbirlerinin içine geçer ve bu üçlülük yasası derhal itme, yerçekimi, manyetizma, elektrik, kimyasal olaylar kadar duyarlık, üreme, tiksinti gibi yarı somut ya da soyut kavramlara da uygulanır.

 

Felsefi gelişiminin son evresinde Schelling dinsel bir gizemciliğe ulaşır. Dünyayı Tanrıdan bir düşüş olarak tasarlar. İnsana düşen kendine tanınan süre içerisinde ruhunu bencillikten sıyırarak tanrıya geri dönüşü becermesidir. Bunu gizemli bir sezgide gerçekleştirmek mümkündür.

 

Hıristiyanlığın Nirvanası yani.

 

Schelling son dönemine ''olumlu felsefem'' der. Bu evrede artık ilgi alanı tamamen tanrısal bildiriş ve mitoloji felsefesi ya da teosofidir. Vardığı son noktada artık Tanrının hakimiyeti gereği olgunluk ve mükemmellik ile karşılaşmayı beklediği açıktır. Artık Schelling'in felsefesi evrenin yaşayan, evrimlenen bir sistem olarak, her parçanın kendi yerinin olduğu ve bu parçaların da bütünün hizmetinde bulunduğu bir mekanizma olarak tasarlandığı bir kamutanrıcılık (panteizm - vahdet-i vücudiye yani Tanrı benim (En el hak) biçimidir.

  Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling (1781-1858)

 

Schelling'i Hegel ile karıştırmamak lazım. Panteizm iki yönlü gelişme gösterir. Naturalist Panteizm (doğalcı kamutanrıcılık) ve Materyalist Panteizm (maddeci kamutanrıcılık)Schelling'in çıktığı yönde ayrımcılık minimuma iner. Örneğin artık özne ve nesne, biçim ve madde, ideal ve gerçek birdirler, birliktedirler ve ayrılmazdırlar. Bir çoktur ve de çok birdir.Bunlar bana iki ayrı şeyin yani iki karşıt şeyin son derece masumane bir araya geldiğini söylüyor. Yani materyalizm ile romantizm birbirlerini bu durumda reddetmemelidirler.

 

Her iki Kant ardılı filozofumuz, yani Fichte ve Schelling, romantik eğilimlerine karşın mantıksal yöntemi kullanarak deneyim dünyasını ve bunların olmazsa olmazlarını açıklamaya çalıştılar. İkisi de dinamik realite görüşünü kabul ettiler ve ikisi içinde ideal ilke etkin ve canlı bir süreç oldu.

 

Ve Hegel bayrağı devralır...

 

Schelling idealizmi doğaya doğru çekiştirmiş, doğa ve anlığı mutlak bir ilkenin evriminde bireysel ve toplumsal yaşamda, tarih, bilim ve sanatta kendilerini anlatan evreler olarak tasarlamıştır. Eleştirel bilgi kuramının sonuçlarını biyolojiye uygulamış sonunda da zorunlu düşünce biçimlerini zorunlu varlık biçimleri ile özdeşleştirmişdir.

 

İşte George Wilhelm Hegel bu noktadan sonra bayrağı eline alır ve felsefik yapıyı bu iki filozofun görüşleri üzerinde geliştirmeye başlar. Mantıksal bir yöntem kullanacağı konusunda Fichte ile görüş birliğindedir, sonra bu mantığı biyoloji ya da metafizik ile özdeşleştirmede de Schelling ile anlaşır. Ayrıca realiteyi canlı gelişen bir süreç olarak tasarlamada ikisiyle de anlaşır. Ancak burada Hegel ilk yumruğu vurur. Tamam akıl ve tüm varlık özdeştir ancak doğa akla altgüdümlüdür. Buna da şu açınımı getirir;

 

Realist olan akılcıdır, akılcı olan da realist.

 

Öyleyse tarihte olduğu gibi doğada da bir mantık vardır ve evren aslında bir mantıksal sistemdir. Tüm devinim ve eylem yani tüm yaşam bilinçsiz bir düşünmeden başka bir şey değildir. Bütün bu sürecin anlamı en yüksek gelişiminde yatar. Yani mükemmelliğe erişmekte. Bu da gerçeklik ve iyiliğin oluşmasıdır.

 

Mükemmellik, mükemmellik diye tepinen bu büyük filozofun koleradan ölmesi ne çelişkidir değil mi?

 

Peki bu ideale giden yol ne olarak adlandırılacak? Tabii ki evrim. Dünya statik değildir, devinir, dinamiktir; böylece düşüncedir, akıldır; gerçek kavram etkin, devinen bir süreç, bir evrim sürecidir. Evrim sürecindeki yüksek evre aşağı olanın realize olmasıdır, aslında aşağı olanın olmayı amaçladığı şeydir; bu anlamda, aşağı olanın gerçekliğidir, aşağı olanın amacıdır, aşağı olanın anlamıdır. Aşağı biçimde gizli olan yüksek olanda belirli hale gelir ya da açık kılınır. Süreçteki her evre kendinden önceki tüm evreleri de kapsar ve bundan sonra olacakları da gösterir; her evrede dünya hem bir ürün hem de bir kehanettir.

 

Şu yukarıdaki paragrafta herkes kendine ait olanı bulacaktır. Bulamayanın da zaten bulmak hedefidir. O da bunu anlayacak hale gelmeyi hedefleyecektir.

 

Anlayamayanlar üzülmesin zira aşağı biçim yüksek olanda olumsuzlanır, yok olur. Yani ileride geçmişteki anlamsızlık ortadan kalktığı gibi gizlenecek ve insan aşağı biçimini unutacaktır. Biz buna kısaca diyalektik süreç diyoruz.

 

Hegel diyor ki; "Tohum kendisinde başka birşey amaçlar, tohum olmak tohumun kendi gerçekliği değildir, bir başkası olmak, bir başka şey olmak dürtüsü onun yaşam sürecinin tek hedefidir." Yani kendisi ile çelişir ve kendini aşma dürtüsünü taşır.

 

Birey farklı mıdır? Dünü bugün ile aynı olan kayıpta değil midir? Diyalektik materyalizm benden dışarı mıdır ki ben çelişkiyi maddi açıdan düşünmeyeyim?

 

Çelişki olmasaydı herşey ölü, herşey dışlanmış olurdu ancak çelişki de tüm öykü değildir. İşte bu nokta sabah diyalektik materyalizm ile kalkıp akşam diyalektik materyalizm ile yatanların çelişkisidir. Bazı ideolojik kitaplar kutsal kitaplar ile yarışma gafletine düşmüşlerdir. Çelişkinin babaannesi de zaten burada yakayı eleverir. Sırtını metafiziğe yaslayan kitabı "replace" eden sırtını materyalizme dayayan kitap olmuştur. Olmuştur da sanki başı göğe mi ermiştir? Dünya durdukça silüeti başımızın üstünde durası Marx hazretleri emeğe kutsallık kazandırdığı ideolojisi ile en çok emeği ezmiş, emeğe hakaret etmiş, emeği horlamış insanın insan olma vasıflarını piç etmiş, ideolojisini din aymazlığının kötü bir kopyası haline getirip koskoca bir dönem insanlığını laboratuarlarında kobay olarak kullanmıştır.

 

Günümüzde halen insana yapılan zulümü az bulan ve biraz daha deney yapmadan bu projeden vazgeçilmemesi gerektiğini söyleyen şaşkınlar elbet çıkacaktır.

 

Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831)

Ne yazık ki Hegel bu ideolojinin kapısını açanlardan bir tanesidir. Gerçi o rüyasında bile görmemiştir düşündüklerinin bir gün dünyanın başına çorap olacağını, ancak örümcek ağlarını örmektedir.

 

Her neyse; evrimde önemli olan sadece başlangıçta neyin varolduğu değildir. Sonda neyin olduğu ya da tahmin edilebilecek son da önemlidir. Gerçeklik bütünde yatar. Evrim başlangıçtan bitişe bir bütünlük taşır. Şey amacında değil, ama yerine getirilişinde tüketilir. İşte bu son cümleyi alın ve diyalektik materyalizmin kışkırttığı ve oluşturduğu ideolojiyi Hegel’in bu son cümlesinde otopsileyin. Sonunda Hoca’nın dediğine geleceksiniz;

 

"Ben yaptım ama ben de beğenmedim."

Bu yazı dizinin başlarında bir yerde demiştim galiba. Bir felsefe sistemi yıkılır ve o yıkıntıların üzerine bir başka felsefe sistemi inşa edilir. İnşaat sırasında da eski sistemin yapı taşlarından ekonomi gereği elbet yararlanılır. Şey amacında değil, ama yerine getirilişinde tükeniyor ise felsefe de elbette sonuçlar ile ilgilenir. Bir sonuç bir başka sonuçtan nasıl doğar, hatta bir sonuç bir başkasınından nasıl zorunlu doğar bunlar felsefede gösterilmediyse o felsefe sade suya tirit çorbadan ileri gidemez. Düşünürün buradaki görevi bu sebep–sonuç ve hatta sonuç–sonuç ilişkisindeki bilinçsizce işlemenin farkına varmak ve kavramların diyalektik evrimini dünyanın nesnel evrimi ile çakıştırmaktır.

 

Bu ikisi bir kere çakıştı mı gelsin diyalektik materyalizm, gitsin diyalektik materyalizm.

 

Tüm felsefe sistemleri iflas edecek ve insan düşüncesi sebeb–sonuç ilişkisinde emek–kapital çelişkisinin belirlediği dar bantta seyretmeye başlayacaktır. Bundan öte felsefe lümpen olmak ile cezalandırılmak üzeredir.

Haftaya: Hegel'e devam...