Felsefe Light - XXIII

-
Aa
+
a
a
a

Augustinus

 

Fakat ey dinleyenler, size diyorum: Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik edin, size lanet edenlere hayırdua edin ve size hakaret edenler için dua edin. Bir yanağına vurana öbürünü de uzat, senin abanı alandan gömleğini de esirgeme. Senden her isteyene ver ve senin eşyanı alandan geri isteme.İsa bunları söyledi, onlar Engizisyon Mahkemelerini kurdular. Bakalım İsa'dan yola çıkan bu din hangi görüşlerin etkisine girmiş.Aurelius Augustinus 354 yılında pagan bir baba ile koyu Hıristiyan bir annenin çocuğu olarak doğdu. Kartaca'da felsefe öğrenirken Hıristiyanlık ve Manicilik ile tanıştı. Manikhaios adlı İranlı bir bilge tarafından kendine vahiy geldiği iddia edilerek kurulan bu din çok sıkı kuralları olan ve yeniden doğuş üzerine biçimlenmişti. Kötü ruhlar tekrar tekrar bedenlenirken iyi ruhlar cennete gidiyordu ölünce. Çocuk yapma, şarap içme, et yeme ve daha neler neler yasaktı bu dinde. Şaraba ve serüvene düşkün Augustinus'u sarmadı Manicilik. Kartaca'dan İtalya'ya dönüşü herşeyi değiştirdi. O artık annesi gibi Hıristiyandı.Neydi onu böyle yapan? Tanrı eğer varsa, özü gereği 'iyi'dir. İyi olan Tanrının yarattığı evrende 'kötü' nasıl açıklanabilir o zaman? Demek Tanrıdan uzaklaşma söz konusudur. O zaman iyiyi hedefleyip Tanrıya yaklaşmak için çaba sarf edilmeli.Onun felsefesinin çıkış noktası 'hakikat' problemidir. Mutlak doğrunun varlığını ancak zamanın belirleyeceğinden etkilenmeyen yani zamandan bağımsız ve aynı zamanda oluş-yokoluş sürecinden de bağımsız bir bilgiye ulaşmak ile bulunabilir. Augustinus kendini kitaba bağlamış ve doğru yolu bulduğuna inanmıştır. Artık onun için 'şey'in yadsınmasına götürebilecek sınırsız kuşkuya yer yoktur. Yadsıyamadığımız apaçık birşey vardır: kuşku kabul eden bir 'ben', bir 'ruh'. Bu kadar kuşkulanabildiğimiz şeylerin bile varlığından eminiz. Yani bir benimiz ve bir ruhumuz olduğundan bu kadar eminsek, diğer şeylerin varlığından kuşkulanmamız bile gerekmez.Eğer düşünebildiğimiz bir Tanrı var ise zaten bu Tanrının varlığının en büyük kanıtıdır. Değişmeyen mutlak doğru bilgi, ancak onu olanaklı kılan, öncesiz-sonrasız, kendi içerisinde eksiksiz bir varlığın var olması ile olanaklıdır; ve bu Tanrıdır.Peki bu insanı mutlu etmeye yeter mi? Hayır, bu insanı huzurlu etmeye yeter. Kozmos hem yaratılış olarak hem de değerler sistemi olarak hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Küçük balık hiçbir zaman büyük balığı yiyemez. Dolayısı ile insan Tanrının evrende kendisine verdiği yeri bilmeli ve ona göre davranmalıdır. Ahlaki yaşama ancak sevginin itici gücü ile ulaşılabilir. Eğer bu sevgiyi 'ben'e yöneltirseniz ters teper ve sizi Tanrı'yı hor görmeye kadar götürebilir. O halde sevginizi daha üstün birşeye yöneltmelisiniz. Böylesine bir yönelişin ulaşacabileceği en üst basamak Tanrısal 'agape - sevgi'den pay almaktır. Bu insan için en büyük mutluluk ve dinginliktir.Roma İmparatorluğunun çöküşü ve yerine gelen kaos halk tarafından İmparatorluğun geleneksel pagan dininden uzaklaşmasının cezası olarak algılanırken, Augustinus fırsatı kaçırmadı. Bu dönem yapıtı olan 'Civites Dei - Tanrının Devleti' bir yandan Hıristiyanlık ideolojisini savunuyor, bir yandan da kilisenin temel tarih görüşünün oluşumunu sağlıyordu.Augustinus'a göre tarih boyuna kendini tekrar eden bir süreç değildir. Tarih insanın işlediği ilk günah ile başlar. İnsan kendi iradesi ile Tanrı'nın inayetine yeniden kavuşamaz; kibirin getirdiği günah ve kir buna engel olur. Temizlik için arınma yani kendisini kurban etmesi gereklidir. Bu olanak ise ancak seçilmiş insanlara verilmiştir.Peki kimdir bu seçilenler? İnananlar bittabii. Özgür iradeleri ile sualsiz sorgusuz Mesih İsa'ya inananlar. Baba İsa'yı bir kez daha gönderecek ve O da seçilmiş olanları toplayarak Tanrının Devletine, Civites Dei'ye götürecektir. Şeytanı seçenler ise Yeryüzü Devletinde kalacaklardır.İnsanlık Tarihi, Tanrının Devleti ile Şeytanın Devleti (Civitas Diaboli) arasındaki savaşın ve bu devletlerin güçlerinin birbirlerinden gittikçe daha çok ayrılmalarının sürecini kapsar.Augustinus tüm Ortaçağa egemen olan Hıristiyan ideolojisinin felsefi temellerini atmıştır. Hıristiyanlık kanımca ona İsa'dan daha çok borçludur.

Aslında bu keşiş de Augustinus ile çağdaş. Ona da az dokunayım.Keşişimizin adı Pelagius. Günah kavramı üzerine genel felsefesi de. İlginç bir bakış açısı var:Tanrı iyi ve ahlaklıdır. Yarattığı herşey de iyidir. Bu yüzden insan doğası gereği kökensel olarak kötü olamaz.Zaten bebekler kötü değildir ki...Peki bizi saran onca kötülük nedir o zaman? İnsan özgür bir yapıya sahip. Tanrı onu böyle yaratmış çünkü özgürlük iyi olan bir şey. Adem de doğası gereği özgürdü ancak bu özgürlük günah işleyip işlememeyi de kapsayan bir özgürlüktü ve seçimini günah işlemekten yana kullandı.Pek çoğumuz gibi.Ancak günah kuşaktan kuşağa iletilen bir şey değil, çünkü her insanın kendi özgür iradesi var. İnsan bu irade ile günaha direnebilir ve iyiyi isteyebilir.Hıristiyanlık, İsa ve İncil Tanrının insana bu özgürlüğünü iyiye kullanmada yardımcı olarak gönderdiği hediyelerdir.Daha sonra kilise bu hediyelerin içerisine kendini de koydu.Vaftiz ve İsa'ya inanç göksel krallığa kabul edilebilmek için zorunludur. Tanrı herşeyi bilen olduğundan insanların yaşamlarında hangi seçenekleri seçmelerinin doğru olduğunu bilir ve onlara bu edimlerinin sonucu vereceği ödül ve cezaları belirler.Bu günah meselesine benzer yaklaşım Augustinus'tan da gelir ve tüm suç Adem'e atılır.Adem günahı seçip seçmemekte özgürdü ama günahı seçti ve sadece tanrısal armağanı yitirmekle kalmadı, aynı zamanda tüm insan soyunu da bozdu ve günaha açık hale getirdi.Non passe non peccare - Ve artık günah işlememek insan için olanaksızdır.İnsan günaha özgür girmiş ve oradan özgürlüksüz çıkmıştır.

Haftaya: Skolastik Düşünce