En iyi 10 pazar

-
Aa
+
a
a
a

Salı Pazarına mı gidelim, ortak pazara mı girelim?

 

Hazır statlarımızı bir kez daha gündeme getirmeye çalışırken, bana göre bir başka faciayı daha tartışmaya açalım. Bu faciamızda semt pazarları. Aslında semt pazarlarına facia demek hata. Semt pazarları olgusu da genel düşünce sistematiğimiz içerisinde kentleşme mantığımızın bir sonucu. Aslında facia olan düşünce sistemimiz. Bir facianın da mutlu sonla noktalanması söz konusu olamayacağından sonuçta elimizde bir de bu semt pazarları kâbusu var.

 

Semt pazarından yana olan kişilerin ilk söyleyecekleri, adı üstünde pazarın o semtte, yani eve yakın kurulması. Doğal olarak genelde bir bedel ödenmeden veya çok az ödenerek buraya ulaşılabilmesi. İkinci sav, semt pazarlarında genelde taze ve ucuz ürün satıldığı. Hatta bazı pazarlarda sadece gıda ürünlerinin değil “markalı” giyim ve diğer her türlü eşyanın da çok ucuza satıldığı iddiası bilinen gerçek. Toplam olarak sonuçta semt sakininin taze ürüne çok ekonomik bedeller ile sahip olduğu vurgulanıyor. 

 

Sayın okurlar, bir ekonomik düzende bireylerin bir ürünü ucuza alıyor görünmeleri toplum bazında o ürünün ucuza mal edildiği veya alındığı anlamında değildir. Yani Neriman hanımın pırasayı 1,000,000 TL ucuza alıyor olması gerçekten kâr ettiğini göstermez. Ancak Türk insanı için maliyet kavramı da bu kadar basittir. Türk insanı için toplumsal maliyetin düşürülerek, o maliyet içinde de kendine düşen payın azalması gibi bir kavram söz konusu değildir. Doğrudan, görünürde bana maddi bir getiri var ise benim için sorun bitmiştir, zaten önemli olan da ben olduğum için, başka sorun da yoktur. Benim her zamanki saplantı fikirlerimden sonra ne demek istediğimi ve konunun semt pazarları ile ilişkisini biraz daha açayım.

 

Ucuz pırasanın gerçek maliyeti

 

Semt pazarları genelde tamamen ana cadde üzerinde veya ana caddeye doğrudan ilişkili bir alt cadde/sokak üzerinde kurulurlar. (Bazen bu kurulum yeri öylesine garip olur ki mecburen pazarın içinde araç trafiğine de izin verilir.) Bu pazarların benim bildiğim en meşhurlarından ve en büyük facialardan biri Kadıköy Salı Pazarı’dır. Birçok ana caddenin ve çevre yolu girişinin kesişme noktasında kurulan bu pazar yeri trafiği tam anlamı ile felç eder. Semt pazarlarında tek sorun pazara tahsis edilen alan değildir. Biz mutlaka bu alanın dışına tezgah kurarız. Araçlarımızı olası ölçüde yakınına bırakmaya çalışırız. Hiçbir zaman için pazar dışına çıkıldığında yayalara ayrılmış noktadan (böyle bir nokta, hatta ışıklı uyarı olsa da, olmasa da) değil, tamamen kafamıza göre istediğimiz yerden elimizde ağır filelerle ana cadde üzerinde yürürüz. Sonuçta trafiğin ilerleme hızını durma seviyesine getiririz. Bu noktada artık maliyet kavramı değişmiştir. O pırasanın maliyetinin üzerine, gereksiz yere sürekli dur kalk yüzünden yakılan benzinin, kirletilen havanın, bizler için hiç önemi olmayan (aslında paha biçilemeyecek) zamanın, o pazar alanında eğer başka bir şey yapılsaydı elde edilecek gelir kaybının, o arazinin pazar bittikten sonra temizlenmesi için harcanan iş gücü ve araçlar ile kayıt dışı ekonomi hareketlerinin bedelini eklemek zorundasınız.  (Belediyeler pazar yerleri için bir kira alıyor olabilirler. Ama cadde ortasında satılan nohutlu pilav için bir şey yapıldığını hiç sanmıyorum.) (Gürültü ve görüntü kirliliğinden bahsetmiyorum.Bu kavramların kaçımız için önemi olduğunu bilmiyorum.)

 

Sayın okurlar, bu ekstraların bedelini İtalyanlar veya Fransızlar ödemiyor. O pırasayı biraz ucuza aldığımızı sanırken biz ödüyoruz. Şimdi Salı Pazarı örneğini biraz daha inceleyelim. Bu pazar haftada bir gün kurulmuyor. Salı tüm arazide, cuma bir bölümünde sadece gıda olarak, cumartesi-pazar yine bir bölümünde her türlü malzeme için kuruluyor. Yani haftada dört gün değişen oranlarda o güzergâh yavaşlıyor. Şimdi kaldırın pazarı. O arazinin altını kapalı otopark yapın. Üstünü yeşil alan ve bu alan üzerinde küçük estetik gazete kitap, pastane vb satış noktaları, yürüyüş parkuru, çocuk parkı, birkaç tenis kortu, basketbol sahası yapın... Ne kadar çok şey değişecek, değil mi? Biraz daha ileri düşünelim. Hemen yakınında Fenerbahçe stadının da yıkıldığını ve aynı şekilde düzenlendiğini varsayalım. Evlerimizin yakınında bir vaha olmayacak mı burası? Biraz daha ileri gidelim. Ali Sami Yen stadının da yıkıldığını, İnönü stadının da yıkıldığını, Acıbadem perşembe pazarının ve diğer tüm ana arterlere açılan pazarların kalktığını varsayalım. O zaman daha güzel bir çevrede hareket etmeyecek miyiz?  

 

Şimdi semt pazarı savunucularına dönelim tekrar. Peki ucuz ve taze ürün tedariki ne olacak? Sayın okurlar, bir şey yoktan var olmaz, vardan yok olmaz kuralını hepimiz biliyoruz. Bu pazarlarda satılan ürünler çöpe atılmayacak veya yetiştirilmekten vazgeçilmeyecekler. Bu ürünler aynı arz talep kuralları içerisinde bize bir yerde ulaşacaklar. Belediyelerin şu anda da süren sabit pazar uygulamaları  genişletilebilir rahatlıkla. Sabit pazarların yaygınlaştırılması sürecinde mevcut semt pazarları daha dar sınırlara çekilerek bir süre daha varlıklarını sürdürmeleri sağlanabilir. Bu konuda önemli olan, tercihimizin ne olduğu. Tavrımızı çok açık bir şekilde belirlersek (her iki yönde de) sonuçlarını alabiliriz. Bizi ancak Salı Pazarına sokacak düşüncelere mi, yoksa çağdaş dünyaya sokacak düşüncelere mi sahibiz sorusunun cevabını vermek zorundayız.