Bir Haftalık, Tamamı Renkli 'Muhalefet' Arası!!!

-
Aa
+
a
a
a

1. Sosyal Hareketler ve Aktivist Araştırma konferansı

IV. Dünya Sosyal Forumu’nun o muhteşem atmosferi ile kıyaslandığında son derece mütevâzi olsa da, gittikçe yükselen ‘renkli itaatsizlik hareketi’ne katkı yapan toplantılardan biri de, 22-25 Ocak tarihleri arasında İspanya’nın (diğer bir değişiyle Katalunya’nın) Barcelona kentinde gerçekleştirildi. Düzenleyicileri tarafından verilen 1. “Sosyal Hareketler ve Aktivist Araştırma” başlığı ile internete düşen bu çağrı, kendisini sosyal hareketlerin içerisinde araştırmacı ve/veya aktivist olarak tanımlayanları; (yeniden) yaratmaya, (yeniden) düşünmeye, (yeniden) keşfetmeye ve ‘aktivist araştırma’nın odak noktasından bilgiye ve onun üretimini sahiplenmeye davet ediyordu.

Oldukça geniş, kapsayıcı bir konu ve içerik dizini içerisinde, çağrıya cevap verenler, organizasyon komitesi ve hazırlık sürecinin yardımıyla belirlenen atölye ve toplantılarda,

memleketlerinden getirdikleri pratik ve teorik birikimlerini birbirleri ile paylaştı. Lakin, çoğunluğu Barcelona Otonom Üniversitesi’nden bir grup akademisyen ve Barcelonalı aktivist-araştırmacıların oluşturduğu konferansa katılım, biri Bolivyalı diğeri Arjantinli (ki ikisi de Barcelona’da yaşıyorlardı), tamamen Avrupa kıtasındandı. Bu da, konu Sosyal Hareketler olunca, bazı çalışma alanlarına girme imkanını zorlaştırıyordu. Öte yandan, sadece toplantı saatleri içerisinde değil, atölyelerin gerçekleştiği yerden konaklanan yerlere, yemek düzeninden toplantılar sonrası aktivitelere kadar herşey bu mütevazı çalışmanın ruhuna uygundu. O vakit, şimdilik toplantının nasıl geçtiğine ara verip, organizasyonun diğer hâli-pür meâli vesilesiyle birazcık (oldukça biraz hem de) Barcelona kenti muhalefet coğrafyası üzerinde gezinelim.

 

L’Ataneu

Öncelikle konferansın yapıldığı yerden biraz bahsetmek lazım. Konferans bir üniversite anfisi yada bir belediye salonunda değil 9. Mahalle olarak adlandırılan ve yirmi-otuz yıl öncesine kadar kent sanayisinin işçilerini konuk eden bir banliyö iken, sonradan gerçekleştirilen ulaşım ve yapılaşma hamlesiyle, dışarıdan bakıldığında bir orta sınıf yerleşkesine dönüşen mahallenin kültür-eğitim merkezinde gerçekleşti. Sadece bu mahallede değil, Barcelona’nın diğer bazı bölgelerinde de bulunan ‘Ataneu Popular’  isimli bu yerler, çok kısa özetlenirse oldukça büyük ve aktif ‘Halkevler’i . Ataneu, 1970’lerde terk edilmiş bir fabrika iken mahallede yaşayan insanlar (ve örgütleri) tarafından işgal edilen ve sonrasında belediye ile ortak yönetilen, içerisinde tiyatrodan resime, müzikten bilgisayara, vatandaşlık haklarından sirk cambazlığına kadar hayli geniş bir alanda eğitim imkanı tanıyan, bu eğitimlerin gönüllüler ve profesyoneller tarafından verildiği bir merkez. Öte yandan, sadece eğitim vermekle kalmayıp, mahallelinin sorunları için biraraya gelip tartışabildikleri, atölye çalışmaları düzenledikleri, merkezi yöneten ve merkeze destek veren gruplarla beraber alternatif/dayanışmacı ekonomik modeller geliştirdikleri, üretim kooperatifleri kurdukları ve okullarla sürekli ilişki kurarak bilgi/birikim ve deneyimlerini yakındaki öğretim kurumları ile paylaştıkları bir sosyal-kültürel alan. Yani sözün kısası, mahalle aktif, yoğun katılımlı, ‘üretken’ bir meclis. Bununla beraber, içeri adım attığınız an farkedeceğiniz üzere oldukça politik ve ‘aktivist-sever’ bir ortam. Hâl böyle olunca da, katıldığımız konferans gibi etkinliklere evsahibi olmaktan son derece memnun oldukları gibi, kendi deneyimlerini anlatmak ve öteki deneyimleri dinlemek için de başından sonuna konferansta yer aldılar. Detaylı bilgi için (Fransızca ve İspanyolcası olanlara sadece) www.noubarris.net/ataneu adresine bakılabilir.

 

Can Masdeu

Başka türlü bir yaşamı, sadece konuşarak değil yaşayarak örgütleyen bu grubun internet sayfasından yaptığım alıntıyla açıyorum;

“Devrim mutfakta başlar: Çünkü büyük sosyal dönüşümler, yerel toplulukların gelişimi ve kişisel evrim birlikte gerçekleşir.... İçinde yaşayarak, ve tabii ki zevk alarak...”.

Başladığımız rotaya dönersek, nerede konakladığımızdan (ki pek istikrarlı olduğu söylenemez) da bahsetmek gerekir. Önceden akredite olduğumuz için zaten tüm katılımcıların kalacağı yerler komite tarafından belirlenmişti. Buna göre de kimimiz evlerde, kimimiz sosyal merkezde, kimimiz de yakındaki bir işgal evinde kaldık. Bahsedeceğim yer de doğal olarak benim ilk iki günümü geçirdiğim yer olan ‘squad’ yani işgal evi. Tam da kent merkezinin bittiği nokta da yer alan (Herhalde İstanbul gibi bir yerde yaşayan biri için oldukça gariptir ‘kentini bittiği nokta’ lafı), ve ağaçlar arasından yürüyerek çıktığınız bir tepede bulunan Can Masdeu, aslında 11. yy.’da şapel olarak yapılmış, 16. yy.’da büyük bir binaya dönüştürülmüş, yaşadığımız yüzyılda da, 50 sene boş kaldıktan sonra 10 sene önce aktivistler tarafından işgal edilmiş oldukça görkemli bir yapı. İşgalciler eve girdiklerinde son derece harap ve bakımsız olan bu bina, hiç bir maddi ve özel katkı alınmadan bu insanlar tarafından onarılmış (tabii ki sadece içi), içi ve dışıyla beraber yıllar sonra alternatif bir yaşam biçimine ev sahipliği yapmaya başlamış. Aslında tamamen ayrı bir yazıyı hak eden bu pratiği, diğer bölümlere haksızlık yapmamak için, bir web adresiyle www.canmasdeu.net burada noktalayıp, hem kendi sözlerinden hem benim gözlerimden özetlemek istiyorum.

“Başladığımızdan beri, Can Masdeu’da bir çok gerçeklik biraraya geldi; Sosyal aktivistler, alternatif medya, tüketici kooperatifleri, dayanışma grupları, mahalle sakinleri, sanatçılar, meraklı insanlar, yaşlılar, bahçeciler, bisikletçiler ve gezginler... Herkes buraya gelip, buranın imkanlarını sömürebilir ve ilhamlarını toplumla paylaşabilir...”

“Biz, pasif topluma aktiviteler öneren organizatörler değiliz... Tam tersine, yapacakları aktivitelerin rahat yapılmasını sağlayan evsahipleriyiz...”

Gelmeden önce söylemişlerdi, uyku tulumunuz yanınızda olsun diye. Ben de öyle yaptım, dört katlı evdeki onlarca odanın birindeki, zengin mahallelerde sokağa atılan, daha sonra da komün tarafından buraya getirilen yatakların üstüne eşyamı attıktan sonra; evsahiplerinden -ki Katalanlar ağırlıkta olsa da, ev dünyanın her tarafından aktivistlere açık- Şili’li bir arkadaş sayesinde, hem evi hem de projelerini tanıma fırsatı bulduk. En önemli uğraşları tarım (elbette ki organik). Hem kendilerinin hem de mahallenin kullanması için organize ettikleri bahçeleri var. Yemeklerinin ana menüsünü tamamen buradan sağlıyorlar. Bilumum sebzeyi sürekli karıştırarak her gün alternatif bir yemek hazırlamayı beceriyorlar. Ekmeklerini evdeki fırında hazırlıyorlar, içme suları musluktan. Önce biraz garip gelse de, sonradan mide alışıyor. Et yemiyorlar. Lakin ‘soya’ya et yemeği süsü vermede üstün bir kâbiliyete sahipler. Tavuk kümesleri var, tavukları da sadece yumurtası için besliyorlar. Evin bir üyesinin 2 yıldır evde hazırladığı bira hem içeriden hem de dışarıdan o kadar ilgi görmüş ki, şimdi dışarıya kulübe yapıp tezgahı genişletiyor. Yani ileride, ‘ev’ ve komüne projeleri için iyi bir kaynak daha yaratılmış olacak. Evin altyapısı olmadığı için, içeride sadece elektrik kullanıyorlar, duş ve tuvalet dışarıda. Hava nasıl olursa olsun (ki kışın bile bahar havası vardı), duş yapmak istiyorsanız, bahçede kendi yaptıkları güneş sisteminin ısıttığı su ile duş almak zorundasınız. Tuvaletiniz gelmişse, sizi ya ektikleri bahçeye ya da özel bir kulübeye gönderiyorlar. Ki sadece mideye giren değil çıkan  konusunda da ne kadar hassas olduklarını anlıyorsunuz. Evde tüketilen herşey sürekli bir recycle ve kompost sürecine tabii tutuluyor. Onlar da söyledi, ‘en iyi gübrelerden biriymiş insan dışkısı’... Çamaşırlarını kendi yaptıkları, merdanesi bisiklet pedalıyla dönen çamaşır makineleri ile yıkıyorlar. Ulaşımda ağırlıkla bisiklet kullanıyorlar. Kullanmakla kalmıyorlar, bir kulübeyi tamamen bisiklet tamiri atölyesine çevirip, hem kendilerinin hem de mahallelinin bisikletleri için sürdürülebilir bir mekanizma yaratmayı da beceriyorlar. Daha başka şeyler de yapıyorlar elbet, ama eve dönüp, dışı gibi içi de organize olmuş bu mekan-eyleme bir göz atalım. Öncelikle eve bir koldan girdiğinizde sizi, oradan buradan toplanmış eşya artıkları ile yapılmış sanat eserleri karşılıyor. Bu yönüyle ev sanki bir süreğen sergiyi andırıyor. Duvarlar, masalar, koltuklar, sandalyeler rengârenk. Bazı duvarlarda fresk çalışmaları bile var. Öte yandan evin odaları da çalışma odasından yoga odasına, kütüphaneden çeşitli atölyelere kadar iyice fonksiyonelleştirilmiş. Ama benim en ilgimi çeken bunca sadelik ve basitlik içerisinde biraz garip kaçan “Infospai” adlı bilgi mekanı idi. Bir çok bilgisayarın yer aldığı, hem evdekilerin hem de dışarıdan gelenlerin ücretsiz internet kullandıkları, sanal muhalefet organize edilen ve Linux öğrenilip, öğretildiği bir mekan. Bu arada politik-hacker’lık kursunu da eklemek lazım.

Sözün kısası, sözlerini ve pratiklerini ürettikleri kadar, tüketilenler üzerinden de kuran ve ayak bastıkları gezegeni maddi varlıkları ile fazla rahatsız etmeyip, edenlerle de uğraşmak konusunda oldukça inatçı davranıp, aynı zamanda bu gezegeni ihya eden bir cemiyetin mekanından bahsetmek elzemdi. Çünkü toplantıda konuşulanlar kadar önemli olduğunu hissettiğim bu pratik, hem mütevazılığı hem de iddiası ile ‘Başka Türlü bir Dünya’yı inşa sürecine tam da kent yaşamı içerisinden önemli katkılardan biri idi.

 

Konferansa dair...

Konu sosyal hareketler gibi oldukça geniş, kışkırtıcı ve zengin bir alan olunca, toplantıya gelirken daha baştan birçok tartışmayla ilişkimin sadece dağıtılan program üzerindeki başlıklarda kalacağını biliyordum. Çünkü aynı anda bir salonda “Eylemci olmak, insan politik eyleme nasıl katılır, eylem sırasında neler hisseder, eylem ve kolektif grup ilişkisi...” toplantısı varken, diğerlerinde “Karşılaştırmalı Kent Sosyal Hareketleri deneyimleri”, “Kimlik yönelimli eylem formları” başlıklı yuvarlak masa karşılaşmaları sahne alıyordu. Hoş, Dünya Sosyal Forumu’nun bunun onlarca katı olan eş zamanlı başlık pratiğine bakıldığında yine de şanslı olduğumuzu söylemek gerekir. Doğal olarak, seçimi politik refleksime ve çalışacağım tez konusunun özel önceliklerine bırakıp, 3 günlük programımı oluşturdum.

Gezegenin hal ve gidişatını göz önüne aldığımızda itaatsizlerin renkli cemiyetinin eylem formları dışında, söz formlarına ve deneyimlerine tanıklık yapmak her zaman olduğu gibi heyecan vericiydi. Toplantının yapısı dikkate alındığında, katılımın çoğunun akademiden geldiğini belirtmek gerekir. Çoğu Avrupa’dan, üniversitelerde lisans veya doktora derecelerinde sosyal hareketleri çalışan bu insanlar, neredeyse bütün konuşmalarında amentü gibi akademi-kuram, bilgi ve eylem üçgenine alternatif söylemlerle girişirken, özellikle yerleşik akademik ve entelektüel mülkiyet hegemonyası/locasına olan tepkilerini ve kavgalarını anlatıyorlardı. Ve ağız birliği yapmışcasına kendilerini akademisyen olmaktan önce aktivist olarak tanımlıyorlardı. Aslında, her türlü tanımlama şeklinin de sorunsallaştırıldığı ve eleştirel bakıldığı bu ortamda, böylesi bir ikili eşleşmede taraf tutmanın ne kadar anlamlı olduğu tartışılır. Öte yandan tartışmalarının içeriğine bakıldığında, özellikle Sosyal Hareketler kuramının üstlendiği iki kıta olan Kuzey Amerika ve Avrupa kıtasındaki yaygın çalışma şekline karşı da eleştirel bir bakışın anatomisi gözlemlenebilirdi.

Sosyal hareketleri çalışırken beyaz antropolog olmak mı, yoksa eylemin içerisinde ‘yerli’ olmak mı? Çelişkiyi tanımlarken, kendini o çelişkinin dışında tanımlayıp, çelişkinin taraflarını analiz ederken çelişkiden bağımsızlaşmak ne kadar mümkün? Akademiden bir müddet ayrılıp, nükleer atıkların ulaşımını engellemek için eylem yapan, nükleer karşıtları ile, bir-iki sene yaşayıp, oradan harekete dair bir  çalışma çıkarıp, ondan sonra tekrar akademiye dönüp, cevaplar kümesinin orgazmı içinde kıvranmanın  tutarlılığı ile bizatihi o süreç içersinde yer alan bir aktivist olarak, o hareketi çalışırken eleştirel olmayı becerebilmenin karmaşıklığı... Sorular, cevaplar, sorular ve yine sorular ve en sonunda cevap iddiası taşımayan çıkarımlar. Yani kuramın o engin denizinde,  en iyi oltayı seçerken, kullanılan metodu, özneyi ve öğrenme dinamiklerini sürekli eleştiriye tabii tutabilmek. Ne esiri olmak, ne de efendisi olmak. Öte yandan, gündelik hayatın ve üst üste binen birikimlerin ışığında her an kuramsal kılcal damarları, zamanın ve koşulların spesifikliği üzerinden yaratabilmeye muktedir olabilmek...

Toplantıyı ayrıntısı ile merak edenleri www.investigaccio.org adresine göndererek, yazının bu kısmında beni oldukça etkileyen ve Barcelona’da çok yaygın olan İnfospai (bilgi mekanı)’lerden bahsetmek istiyorum. Ki bu merkezden  bir grup, konferans sırasında copyleft (copyright’ın karşıtı)/entelektüel mülkiyet ve bilginin dolaşımının özgürleştirilmesi üzerine bir atölye çalışması düzenlediler. Organizatörlerin dağıttıkları konferans bilgi formunun bir yerinde, internet kullanmak isteyenler için ücretsiz İnfospai adresi verdikleri zaman, herhalde toplantıya katılanlara özel/kısa dönemli bir olanak sağlanmış diye düşünmüştüm. Lakin bu mekana uğradığımda bizim memleketin Internet cafelerinden oldukça farklı, herkesin serbest olarak faydalanabileceği bir internet ortamı ile karşılaştım. Öte yandan bu ortam sadece net bağlantısı sağlamakla kalmıyor, sahip olduğu büyükçe mekan sayesinde dergi, broşür, kitap vb. gibi yayınlar çıkarmak isteyenlere mizanpajdan, editörlüğe, baskıdan, dağıtım olanaklarına kadar ellerindeki her türlü teknik kapasiteyi ve birikimi sunuyorlar. Artı, bu tür yayınları çıkaracak insanlara bu tip olanakların dışında, biraraya gelme, toplantı yapma ve kuramsal destek istenirse bunu karşılıksız sağlama imkanı da tanıyorlar. Ortada bu kadar bilgisayar ve teknik olanak olunca, tabii ki “Linux” kursları, politik web sitesi yapımları, ve sanal alem üzerinden oldukça yaratıcı politik propaganda sürümlerinin yayılımı gibi imkanların da varlığını belirtmek lazım. Ne gibi mi? Mesela, yaygın medya ortamlarından alınmış herhangi bir ünlü markanın reklamı, pek keyifli ve estetik müdahaleler, montajlar ve kes-yapıştırlarla, bir anda ‘iyi niyetli’ propaganda aracına dönüştürülebiliyor. Mesela, İngiltere Savunma Bakanı’nın kendi sözleri ile, Irak’a müdahale etme nedenlerinin arka planını ‘ibretle’ izlerken, meşhur bir içecek bir anda ciddi bir savaş-karşıtı markaya dönüşüyor, ve her daim Bush ve yerel örnek olarak da Aznar’ın absürd politik reklamcılığının, adbusters (advertisment busters- reklam avcıları) elinde nasıl ‘şahane’ aktörlere dönüştüğünü görebiliyorsunuz. En güzeli de, Infospai’den edineceğiniz her yayının ve ürünün arkasında, bandrollü copyright amblemi yerine sloganlı copyleft imzası görmeniz. Yani, “istenilen sayıda, izin alınmadan çoğaltılabilir ve dağıtabilir. Tek şartla, kâr gözetmeden!”...

Gezegenin her yerinde, hiç bir kural ve sınır tanımadan, insanlığın vicdanına karabasan gibi çöken melânetler dizinine karşı yürüyen bu itaatsizler treninin güzel duraklarından biriydi Barcelona. Ki, tarihi olarak da böyle bir yaftayı tekrar ve tekrar taşımak bu kent için manidar olsa gerek. Öte yandan, Franco’ya karşı edinilen yenilgiye rağmen, muhalefetin ve direnişin ruhunu bir şekilde dağlarında, sokaklarında ve duvarlarında izleri kalan bu birikim, şimdilerde başka bir nesille, başka bir dinamikte ve en önemlisi çok çeşitli biçimlerde, birçok yaratıyla devam ediyor. Hâl böyle olunca da olası bir “Barcelona da bir toplantı yazısı”, Barcelona yazısına dönüşüyor. Ama, toplantıdan bağımsız olmayan, dünyayı değiştirmek isteyenlerin, kendilerini değiştirme pratikleri ve dünyayı değiştirme araçlarının zenginliğini kapsayan bir yerden feyz alarak.

Konferansın son gününde, L’Ataneu’da bir de güzel konser izledik; Manu Chao ile beraber çalışmış bir vurmalı grubundan. Bu vesileyle, yazıyı, Barcelona’yı oldukça sık ziyaret eden ve ara sokak barların önemli müdavimlerinden alternatif küreselleşmenin en güzel melodilerini söyleyen bu küçük adamın  metroda yolculuk yaparken, ‘Esperanza’ durağı öncesi duyduğu mekanik ses vesilesiyle yazdığı şarkının ismiyle kapamak lazım:

“Proxima Estacion: Esperanza” “Bir sonraki durak: Umut”.