Aralık 2012

-
Aa
+
a
a
a

Ocak, Şubat, Mart, NisanMayıs, Haziran, Temmuz, AğustosEylül, Ekim, Kasım, Aralık

Aralık 2012

Dinlemek için:

İndirmek için: mp3, 36.7 Mb.

21 Aralık’ta kış gündönümü geldi, Mayaların takvimi sonuna erdi ve biz hâlâ buradaydık. Dünya da halen bildiğimiz gibi dönmeye devam ediyordu. Ama – tekrar etmek gerekirse – şimdilik!

Çünkü, asıl korkmamız gereken kıyamet, yani küresel iklim değişikliği gerçekten gelmiş, kapımıza dayanmış durumda.

2012, ürkütücü aşırılıklarla dolup taşan bir yıl oldu. Rekor sıcaklar, tarihî kuraklıklar, cehennemî orman yangınları, Kuzey Kutbu buzlarının tümden erimesi, ‘Frankeşfırtına’ Sandy... 20. yüzyıl ortalamasının üstünde sıcaklıkta seyreden 333. ayı da geride bıraktık. Yılın yoğun gündemi son ayda da durmak bilmedi. Ne doğa olaylarından derin bir nefes alabildik, ne savaşlardan, ne de iktidar kavgalarından...

Yılın son ayında gelen raporlar ekosistemlerin altüst olduğunu, biyolojik çeşitliliğin, yani canlılar âleminin hızla çöküşe gittiğini söylüyordu. Yeryüzünün en soğuk bölgeleri en hızlı ısınıyor, 26 milyon kilometrekarelik Batı Antarktika (Güney Kutbu) buzlarında çözülmenin sanıldığından 2 kat hızlı olduğu saptanıyor, bu yıl 52 gigaton (milyar ton) olan global sera gazı salımlarının, önümüzdeki birkaç yıl içinde 41- 47 gigaton arasında bir yere oturtulmasının şart olduğu belirtiliyordu. 2012 ABD’de kuraklık, fırtına ve sel gibi olaylar yüzünden tarihteki en pahalı 2. yıl olarak kapanırken, 2013’ün gelmiş geçmiş en sıcak yıllardan biri olacağına kesin gözüyle bakılıyordu.

 Donan nehirden Moskova'ya bakış. 

Karakışın gelişi Aralık ayından belli oldu. Avrupa’nın doğusunda, Ukrayna’da eksi 28, Rusya’nın başkenti Moskova’da eksi 30 derece görüldü, hepsi evsizlerden 300’den fazla insan soğuklardan hayatını kaybederken, hava sıcaklığının eksi 60’lara ulaştığı Sibirya’da ise 24 saat içinde 800’den fazla insan hipotermi tanısıyla hastaneye kaldırılıyordu.

Çin’de aşırı soğuklardan ötürü alarm durumuna geçilirken, Hindistan’da soğuk hava 25’den fazla insanın canına mal oluyor, İngiltere'yi yeniden sel alırken, İskoçya'da nehirlerin taşması yüzünden çok sayıda aile evini boşaltarak, Noeli sular altında karşılıyordu. ABD’nin güney ve kuzeydoğu eyaletlerinde kar fırtınası ve hortumlarda 15 kişi öldü ve 1000’in üzerinde sefer iptal edildi.

Karbon emisyonu salımının en yüksek olduğu ülkelerde aşırı iklim olayları devam ederken, Türkiye’de de durum pek farklı değildi. İstanbul’da yoğun kar yağışı nedeniyle okullar tatil edildi, Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde sağanak yağmur nedeniyle Amik Ovası'ndaki 100 bin dekar ekili arazi su altında kaldı. Kurutulan Amik Gölü üzerine inşa edilen Hatay Havaalanı geçen seneki gibi sulara gömülüyor, uçaklar göl haline gelen havalimanına inmeye çalışıyordu.

Ülkenin bir diğer köşesinden, İzmir’den bir başka felaket haberi geldi. Radikal Gazetesi İzmir Gaziemir’de bulunan bir kurşun döküm fabrikasında gömülü halde nükleer atık bulunduğu haberini manşetten yayınladı. 2 yıl önce hurda malzemeleri parçalayan ve eriten bir firma hurdalardan geriye kalan zehirli atıkları bahçeye gömmüştü. Radyoaktif maddeler ve kurşun gibi zehirli atıkların toprak tarafından kusulduğu alanda çocuklar oynuyordu.

2007’de burada inceleme yapan ve toprağa gömülü yüksek seviyede radyoaktif atık bulduktan sonra bölgenin güvenlik çemberine alınmasını isteyen Türkiye Atom Enerjisi Kurumu yetkililerinin çağrısı, yetkililerce mantıklı bulunmamış ve önlem alınmamıştı.

 

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım da yine aynı mantıksızlık durumuna ama farklı bir bakış açısıyla dikkatleri çekiyor ve “Radyasyon tehdidi nükleer tesisin tahrip olması ile ortaya çıkar. Böyle bir şey yok İzmir'de. Makul ve mantıklı olalım,” çağrısı yapıyordu.

 

Türkiye artık bir nükleer çöplüğe sahip olduğunu öğrendiği gün, Rusya Devlet Başkanı Putin İstanbul’u ziyaret ediyordu. Belarus diktatörü Alexander Lukaşenko'ya göre Putin’in judo yaparken belini incittiği gerekçesiyle ertelenen gezi nihayet gerçekleşmişti, ama Erdoğan’ın konuğuna işaret ettiği sandalyeye oturmakta bayağı zorlandığı görülüyordu Putin’in. Aynı ziyarette Putin’e eşlik eden dışişleri bakanı Lavrov da Başkanı gibi sakata gelmişti: İstanbul’da kaldığı otelde düşüp elini kırdığı söylendi, ama dudağındaki patlak ve yarık konusunda bir açıklama yapılmadı. Bu durumlara rağmen, başta nükleer santrallerin güvenliği ve inşası da olmak üzere pek çok konu müzakere edildi. Tabii “mantık” sınırları dahilinde.

 

Aralık’ta Mısır’da muhaliflerce boykot edildiği için, katılım oranının yüzde 32,9 gibi düşük olduğu ‘tartışmalı’ yeni anayasa referandumuna Müslüman Biraderler’in desteği ile yüzde 63,8 oranla evet kararı çıkıyordu, ama Tahrir meydanına doluşan Mısırlı düzinelerce kadın, “köktendinci” buldukları bu anayasanın kadın haklarını ve özgürlüklerini budayacağını belirterek saçlarından bir bukle kesiyordu. “Kadının tâcı, saçı değildir,” diyordu bu kadınlar, “kadının başının tâcı, özgürlükleridir!”

 

Suriye’de helikopterle şehirlerin üzerine deniz mayınları atılırken, muhaliflerle Esad’a bağlı birliklerin çatışmaları tüm şiddetiyle devam ediyordu. Esad’a bağlı uçakların fırında ekmek kuyruğunda bekleyen yüzü aşkın insanı bombalayıp öldürdüğü haberi, insanlık daha ne kadar irtifa kaybına uğrayabilir sorusunu sorduruyordu. Fakat ertesi gün bazı uluslararası haber ajanslarında bombalanan yerin bir fırın değil, muhaliflerin karargâhlarından biri olduğu kuşkusu dile getirilince, şair Fikret’in mısraını biraz tersinden okumak bile akla geliyordu: “alçal ki yerin bu yer değildir...” Yıl sonunda Suriye İnsan Hakları Örgütü, ülkedeki şiddet olaylarında başlangıçtan bu yana yani 21 ayda 45 binden fazla kişinin öldüğünü  bildirdi. Ayda 2143 ölü. Her ay!

 

Türkiye’de ise, bir diğer ‘tartışmalı’ kararın sonucunda, Hrant Dink’in “ölüm fermanı” niteliğindeki Yargıtay kararında imzası olan yüksek yargıçlardan Mehmet Nihat Ömeroğlu Türkiye’nin ilk kamu başdenetçisi (ombudsmanı) olarak yemin töreniyle görevine başladı. Demokratik ülkelerde vatandaşın devlet karşısında ezilmesini önlemekte yardımcı bir mekanizma olarak yaratılmış ombudsmanlık müessesesi, Türkiye’de biraz yanlış algılanmış, süper güçlü vatandaşa karşı âciz devletin korunması şeklinde anlaşılıyormuş gibiydi sanki.

 

Öte yandan, hakkında 3 kez beraat kararı çıkmasına rağmen, bir hukuk muamması haline gelerek yargılanmasına devam edilen sosyolog Pınar Selek’in davası olanca tuhaflığı ile 2013 yılına devrolurken, “peki suç aleti olan bomba nerede?” sorusu bu sene de ortamıza konmuş bir bomba gibi açıkta kalıyordu.

 

Yıl sonunda Türkiye’de bütçe bir kez daha şeffaflıktan tamamen uzak bir şekilde Meclis’te onaylandı ve bu soru da yine ortada kaldı.

 

Son 5 yıl içinde Türkiye’nin demokrasinin gelişmesinde yayınlarıyla önemli rol oynayan Taraf gazetesinde Aralık ayında büyük bir yaprak dökümü yaşandı. Genel yayın yönetmeni Ahmet Altan, genel yayın yönetmeni yardımcısı Yasemin Çongar, Neşe Düzel, Murat Belge ve Pakize Barışta gazeteden istifa ettiler.  

New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi CPJ’in, 'Türkiye'nin gazeteci hapseden ülkeler arasında en kötüsü' olduğunu açıklamasının geldiği günlerde Taraf gazetesine bir darbe de Başbakan’dan geliyor, Erdoğan kişilik haklarına saldırıldığı gerekçesiyle, gazetenin eski başyazarı Ahmet Altan ve gazeteye karşı açtığı davada 15 bin lira tazminat kazanıyordu.

 

ABD’nin Mars’ta organik bileşiklerin bulduğunu açıkladığı Aralık ayında, Dünya yörüngesine Çin’den Göktürk-2 adlı uyduyu fırlatarak 25 uyducu ülke arasına giren Türkiye’nin asıl sorunu ise gökyüzünde değil, yeryüzünde beliriyordu.

 

 

ODTÜ, 18 Aralık 2012

 

Fırlatmayı gerçekleştirecek tuşa basmak için Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ne refakatinde 3 bini aşkın sayıda polis kuvveti ile gelen başbakan Erdoğan, ODTÜ öğrencileri tarafından protesto ediliyor, polis de protestolara gayet sert müdahale edip, bir öğrenciyi gaz bombası ile kafasından olmak üzere, onlarca öğrenciyi çeşitli yerlerinden yaralıyordu.

 

Olaylar sonrasında polisin tutumunu eleştiren ODTÜ öğretim görevlileri önce Başbakan’ın “yazıklar olsun, görevi bırakın, meydanlara çıkın” mesajına, ardından da, İstanbul, İTÜ, Galatasaray ve Recep Tayyip Erdoğan Üniversitelerinin de aralarında bulunduğu çeşitli üniversite yönetimlerinin öğrencilerin “yanlış şiddeti”ni eleştirdikleri bildirilere maruz kalıyordu.

 

Ama ODTÜ öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin yalnız olmadıkları kısa sürede görülecekti. Birçok üniversitede hem öğrenciler, hem de öğretim görevlileri ODTÜ’lülere destek eylemleri gerçekleştirildi, karşı bildiriler yayınlandı, kınama mesajına imza atan rektörler kınandı ve istifaya davet edildi. Yılın son günlerinde Türkiye, evrensel akademik özgürlüklerin ne olup ne olmadığı meselesini son 30, hatta son 50 yılda olduğu gibi harıl harıl tartışmakla meşguldü.

 

 "Idle No More" hareketi yayılıyor.

 

Yılın son günlerinin en önemli gelişmelerinden biri de, Kanada’da Saskatchewan yöresinde 4 yerli kadının hükümeti protestosu ile başlayan hareketin birkaç hafta içinde dalga dalga yayılarak bütün Kanada’yı saran bir bozkır yangınına dönüşmesiydi. “Idle No More” (Bundan Böyle Boş Oturmak Yok) adını taşıyan hareket, hükümetin yerlilerin toprak ve sularını özelleştirip işletmek için çıkardığı tartışmalı bir torba kanuna karşı bir dizi protesto olarak başladı. Ardından ülke çapında bir siyasi dönüşüm hareketi halinde yayıldı. Yerliler ve çevre aktivistleri, başbakan Harper’ı yerli halklarla yaptığı antlaşmalara uymaya, çevrecilerle diyalog başlatmaya ve Birinci Kavimler denen yerli (Kızılderili) topraklarından geçirmek istediği katran kumları boru hatlarını reddetmeye çağırıyorlar.

 

Sosyal medyada mesajlarını yayan hareket, birçok Kanada şehrinde gösteriler yapıyor, sayısız “tartışma platformu” düzenliyor, belli başlı otoyolları tıkıyor, alışveriş merkezlerinde birden kalabalıklaşan insanlarla gösteriler düzenliyor, geleneksel davullar eşliğinde halka dansları yapıyordu... Dünyanın birçok yerinden de gittikçe yükselen bir destek almaya başlayan hareketin en önemli simalarından biri, 11 Aralık’tan itibaren açlık grevi yapan Reis Theresa Spence idi. Reis, halkı için ölmeye hazır olduğunu, tarihî antlaşmalara saygı konusunda Başbakan Harper kendisiyle görüşmeyi kabul edene kadar da açlık grevini sürdürmekte kararlı olduğunu açıkladı.

 

2012 yılı işte böyle büyük bir kaos içinde harala gürele geçti. Şimdi hepimizin gözleri 2013’e çevrili. Yazar ve aktivist Rebecca Solnit, 2013’ün hem hepimiz, hem de gezegenimiz için “Sıfır Yılı” olduğunu söylüyor. Kendi kârlarını azamileştirmek için gezegeni çatır çatır yakmayı göze alan bir avuç şirkete karşı en büyük mücadelenin, “son kavga”nın olacağı yıl bu... “Kavgaya girerseniz,” diyor Solnit, “Bazen kazanırsınız. Ama girmezseniz, her zaman kaybedersiniz.”

 

Evet, neresinden bakarsak bakalım, 2013 tam anlamıyla bir kavga yılı olacak, burası kesin.

 

Hepinize kavga dolu, mutlu bir yeni yıl dileriz. 

 

Ocak, Şubat, Mart, NisanMayıs, Haziran, Temmuz, AğustosEylül, Ekim, Kasım, Aralık 

Açık Radyo Aralık 2012 Bülteni:Aralık ayında Açık Radyo'da neler oldu? Konuklarımızdan ve konularımızdan bazıları şöyleydi: