Ağustos 2011

-
Aa
+
a
a
a

 

Dinlemek için:

 

İndirmek için: mp3, 23 Mb.

 

Ağustos ayı Temmuz’dan devam, şiddet olaylarıyla açılıyordu. PKK’nın bir ay içindeki saldırılarında çoğu asker 45 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. Son olarak Hakkari Çukurca’da bir askeri birliğin pusuya düşürülmesi sonucu sekiz asker ve bir korucu hayatını kaybetmiş, bazıları ağır 14 asker yaralanmış, devletin zirvesinden sert mesajlar gelmişti. Böylece yeni Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in komutasındaki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’taki hedeflere ilk hava harekatı başlamış oldu. Altı günlük harekâtın sonunda Genelkurmay, bilançoyu, vurulan 200’den fazla hedefte, 145 ilâ 160 PKK’lının öldürüldüğü şeklinde duyurdu, sivil alanlara zarar verilmediğinin altını çizdi.

 

Hava harekatına tepki gösteren merkezi Irak yönetimi, Türkiye’ye nota verdi, Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi de kınadı. Ancak aynı günlerde Hakkari’de mayın patlaması sonucu üç asker daha hayatını kaybedince, savaş uçakları bir kez daha havalandı, 120 nokta daha vuruldu. Hava harekâtları esnasında Kuzey Irak’ta en az yedi sivil hayatını kaybetti. Hava harekâtları, İstanbul ve Diyarbakır’da protesto edilmek istendi, ancak olaylar çıktı. Taksim’de toplanan gruba çevik kuvvet müdahale etti. Hakkari’de sınırda TSK’nın operasyonlarını protesto eylemi düzenleyen gruba polisin müdahelesi sonucu yaralanan BDP Van teşkilatından Yıldırım Ayhan hastanede öldü. Sınıra yürümek isteyen aralarında BDP milletvekilleri ile Barış Anneleri İnisiyatinin de olduğu yaklaşık 1,500 kişiye Valilik izin vermedi. Türkiye Barış Meclisi’nin sağduyu çağrısı ise dikkate alınmak bir yana, fark edilmiyordu bile.

 

KCK davasına Diyarbakır’da devam ediliyor, milletvekilliği düşürülen Hatip Dicle dahil 152 sanığın yargılandığı dava, Kürtçe savunma krizi aşılamayınca, sanık avukatlarınca yine boykot ediliyordu. Mahkeme bu kez de boykot uygulayan avukat için suç duyurusunda bulunuyordu. BDP’li Selahattin Demirtaş, davanın Kürtçe’nin yargılandığı bir davaya dönüştüğünü söylüyor, Hatip Dicle ise, Yüksek Seçim Kurulu'nun vekilliğinin iptali kararıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruyordu.

 

Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in orduya yönelik “özeleştirisi” ve 27 nisan e-muhtırasının Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinden kaldırılması Ağustos ayına damga vuran olaylardan oldu. “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” davasının sanığı albay Dursun Çiçek, “internet andıcı”nın gerçek olduğunu itiraf ediyor, ancak, “irtica ile mücadele eylem planının gerçek olmayıp, sadece kâğıt parçası olduğunu savunuyordu. Öte yandan, Ermeni er Sevag Şahin Balıkçı'nın ölümüne ilişkin açılan davadan tahliye çıktı. "Bilinçli taksirle adam öldürmekten" 9 yıl hapsi istenen er Kıvanç Ağaoğlu serbest bırakılıyordu.

 

Susurluk hükümlüsü Ayhan Çarkın’ın ifadeleri doğrultusunda, 6 eski özel harekat polisi nihayet tutuklanıyor, Almanya’daki Deniz Feneri davasıyla bağlantılı olarak, İstanbul’ da başlatılan soruşturmayı yürüten üç savcı ise pek anlaşılamayan bir gerekçe ile HSYK tarafından görevden alınıyordu.

 

Hükümetin nükleer sevdası devam ediyor, nükleer karşıtı hareket de giderek hız kazanıyordu.  Rusya’nın Mersin Akkuyu’ya kuracağı nükleer santral çalışmaları için, personelini Silifke’de bir otele yerleştiren şirket, protestoların hedefi oldu. Nükleer Karşıtı Platform ve Greenpeace üyeleri, Rus personelin kaldığı otelin önünde protesto gösterisi yaptıktan sonra, Bozyazı ilçesindeki belediye sahilinde “nükleere karşı direniş için çadır kampı” kuruluyodu. Yaklaşık 700 kişilik bir grubun santralin şantiye alanına girmesi üzerine arbede yaşanıyordu.

 

Aylardır Fukuşima felaketinin sonuçlarıyla uğraşan Japonya, Sinop’ta kurulması planlanan nükleer santral ile ilgili süreçten resmen çekildiğini açıklarken Enerji Bakanı Taner Yıldız, Japonya’nın tamamen çekilmediğini, alternatif teklifler sunduğunu söylüyordu. Japonya Başbakanı Naoto Kan ise, deprem ve tsunamininin yanı sıra, nükleer felaket ile mücadelede etkisiz kaldığı eleştirileri karşısında istifa etmişti bile. 

 

 

 

İngiltere, Fukuşima’daki kazanın ardından, topraklarındaki nükleer atık işlenen tek tesisi kapatma kararı alıyordu. Biz ise yine tersine, yani Mersin’e, Akkuyu’ya gidiyorduk.

 

Ağustos ayı, şike iddialarının gölgesindeki Türk futbolu için de önemli gelişmelere sahne oldu. Bir yandan şike soruşturması devam ediyor, hemen hergün futbol camiasından yeni isimler ifadeye çağrılıyor, diğer yandan Futbol Federasyonu krizi yönetmekte son derece yetersiz kalıyordu. Federasyon, şike soruşturmasına adı karışan takımlara ilişkin nihai karar için, iddianamenin hazırlanmasını bekleyeceğini duyurdu.  Ancak bu açıklama, Disiplin Başmüfettişini İstanbul’a gönderen UEFA’yı tatmin etmemiş olacaktı ki, şike soruşturmasında adı geçen Fenerbahçe Şampiyonlar ligine katılmaktan men edildi. UEFA, lige Fenerbahçe’nin yerine Trabzonspor'un alınacağını açıkladı. Federasyon ve Süper Lig kulüpleri, günden geceye aldıkları bir kararla bu sezon Süper Lig'de play-off sisteminin uygulanmasında anlaştı. 

 

Mısır’da devrik lider Hüsnü Mübarek’in yargılanmasına başkent Kahire’de başlandı. Mübarek, salona kurulan büyük bir kafesin içinde sedyede yatar vaziyette ifade verdi, Hüsnü Mübarek ve 2 oğluyla birlikte, dönemin güvenlik şefi ve 6 üst düzey polis yetkilisi, ayaklanma sırasında aşırı güç kullanılması emrini vermek ile suçlandılar. Mübarek ve mahdumları, tüm suçlamaları reddetti.

 

Libya’da 42 yıllık Muammer Kaddafi rejimi fiilen sona erdi. NATO destekli Libyalı muhalifler, şiddetli çarpışmaların ardından başkent Trablus’u ele geçirmeyi başardı. NATO, Kaddafi’nin savaşı kaybettiğini duyurdu. Ancak artık “devrik lider” olarak anılan Kaddafi kayıplara karıştı. Kaddafi, arada bir yayınlanan ses kayıtlarında, sonuna kadar savaşacağını söylüyor ve Libyalılar’ı da “hapçı hainlere” karşı birlik olmaya çağırıyordu.

 

İsyancılar ise, Yeşil Meydan’da, hatta Ankara’da kutlamalar yapıyor, Kaddafi’nin posterleri üzerinde tepiniyordu. 6 aylık çatışmalarda ölü sayısı 50 bini bulmuştu: Ayda 8 bin, günde 280, saatte 12 ölü!

 

Afganistan’daki savaş biteceğine ağırlaşıyor gibiydi. ABD Afganistan'da 10 yıldır süren işgal boyunca, bir gün içinde ve tek bir saldırıda en büyük kaybını 2011 Ağustos’unda yaşadı. Taliban’ın Bir NATO helikopterini düşürmesi sonucu 30’u Amerikalı, 38 asker hayatını kaybediyordu.  Afganistan’da ay içinde toplam 66 askerini kaybeden Amerikan ordusu için Ağustos son 10 yılın en kanlı ayı olarak açıklanıyordu.

 

Öte yandan ABD kan dökmekten de geri kalmıyordu haliyle. Pakistan'da ABD'ye ait insansız hava araçları bir evi vuruyor ve tamamı sivil, çoluk çocuk 25 kişi hayatını kaybediyordu.

 

Suriye’de şiddet bu ay iyice arttı. Ülke, Beşar Esad karşıtı gösterilerin başlamasından bu yana, en kanlı haftasonunu yaşıyordu. Suriye ordusunun, rejim karşıtlarını hedef aldığı saldırılarda sadece Hama kentinde en az 100 kişi öldü, toplam ölü sayısı ise 150’yi buldu. Ankara-Şam ilişkilerinde de gerilim bu ay artmaya başladı. Şam’a giden Dışişleri bakanı Davutoğlu, Esad ile altı saatlik bir görüşme gerçekleştiriyor, Cumhurbaşkanı Gül akan kanın durmasını isteyen mektup gönderiyor, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon telefonla arayarak, muhaliflere yönelik şiddetin durmasını istiyordu. ABD Başkanı Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a ilk defa resmen görevi bırakma çağrısı yapıyor; Almanya, Fransa ve İngiltere de bu çağrıya destek veriyordu. Beşar Esad’a görevi bırakma çağrısı yapanlar arasına ilginç bir isim de katıldı. Ülkesinde muhaliflerin öldürülmesi emrini vermekten halen yargılanan Mısır'ın devrik lideri Hüsnü Mübarek, Esad'a kan dökmek yerine, istifa etmesi çağrısı yapıyordu.

 

Aynı dönemde İsrail ve Mısır arasında tansiyon yükselmişti. Filistinli militanların Mısır sınırına yakın Eylat’ta iki otobüse düzenlediği saldırılarda dokuz İsrail vatandaşının hayatını kaybetmesi ve İsrail askerlerinin karşı ateşinde Mısır sınırları içindeki beş Mısır polisinin ölmesi, gerginliği had safha çıkarmıştı. İsrail’in Gazze’ye hava saldırılarında da, aralarında çocukların da olduğu en az 20 Filistinli öldü. Kahire’deki İsrail karşıtı gösteriler ve Mısır’ın, Tel Aviv büyükelçisini geri çekme tehdidinin ardından, Tel Aviv, Kahire’den resmi olarak özür diledi. Bu arada Arap ülkelerindeki isyan hareketleri, İsrail'e de sıçramış görünüyor ve başkent Tel Aviv ve Kudüs başta olmak üzere, 11 kentte eşzamanlı düzenlenen ve yaklaşık 450 bin kişinin katıldığı gösterilerde “sosyal adalet” ve “ucuz konut” çağrıları yapılıyordu. Tel Aviv’de sokakları mesken tutanlardan bir gencin elindeki pankartta “bu çadırı bile bana ailem aldı” yazıyordu. Başbakan Netanyahu ise, Arap ülkeleri diktatörlerine özenmiş olacak, hazine arazilerini bedava dağıtma gibi vaadlerde bulunuyordu.

 

 

Londra sokakları, Ağustos 2011

 

İngiltere'nin başkenti Londra'da Mark Duggan adlı siyahi gencin polis tarafından öldürülmesini protesto gösterileri ayaklanmaya dönüştü. Londra’da başlayan gösteriler, kısa zamanda Bristol, Birmingham, Manchester ve Liverpool gibi kentlere sıçradı. Onlarca mağaza yağmalandı, çok sayıda bina ve araç ateşe verildi. Olayların şiddeti karşısında İtalya'da tatilde olan İngiltere Başbakanı David Cameron, tatilini yarıda keserek ülkesine dönmek zorunda kaldı. Kriz komitesini toplayan Cameron, korku kültürünün sokakları ele geçirmesine izin vermeyeceklerini vurgulayarak, olayların arkasında çetelerin bulunduğunu belirtti.

 

5 gün süren olaylarda 5 kişi hayatını kaybetti, 1,500’ü aşkın kişi “şiddete başvurma ve yağma”dan tutuklandı. Mahkemeler harıl harıl 24 saat çalışırken, çok sayıda kişinin beklenenden daha ağır cezalara çarptırıldığı gözleniyordu. Hatta Facebook üzerinden isyana katılma çağrısı yaptıkları gerekçesiyle iki kişi 4'er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Olaylar büyük ölçüde hiçbir umudu kalmamış bir alt sınıfın ayaklanmasından çok, basit bir yağma ve haydutluk olarak aksettiriliyordu. Türkiye’deki basının önemli bir bölümü de milliyetçilik ve şovenlikte değilse de, habercilikte sınıfta kalanlar arasında yer alıyordu. Zira ilgi çeken “haber”, İngilizlerin, yağmacıları sopalarla püskürten Türkler’e teşekkür için, sahibi Türk olan işyerlerinden alışveriş kampanyası başlattıkları söylentisi oldu.

 

Almanya'nın başkenti Berlin'de de protestocular, hükümetin politikalarına ve yüksek kiralara tepki gösterdiler. Protestocular, 3 gecede toplam 50 aracı ateşe verdi. Alman polisi, "ayaklanmanın siyasi sebeplerle çıktığını, İngiltere'dekine benzer olaylar için hazırlık yaptıklarını" açıklıyor, göz korkutuyordu. İspanya'nın başkenti Madrid sokaklarında, ekonomik, siyasi ve sosyal sistemi protesto eden eylemcilere polis müdahale ediyor, çok sayıda gösterici yaralanıyordu. Seslerini daha geniş kitlelere duyurmayı hedefleyen sistem karşıtları indignados’lar, Madrid’den Brüksel'e doğru yürüyüş başlatıyordu.

 

Uzun Sıcak Yaz’ın belki de en dikkate değer olayı ise Washington DC’de Beyaz Ev’in önünde gerçekleştirilen 2 haftalık dev iklim eylemi idi. Bilinen en kirli ve kirletici yöntemlerle Kanada’nın Katran Kumlarından çıkarılan petrolü ABD rafinerilerine taşıyacak 2700 kilometrelik dev petrol boru hattına, ya da ‘Yeryüzünün En Büyük Karbon Bombası’nın Fitili’ne karşı, her yaş, cins ve meslekten insanlar, kitleler halinde o yapış yapış yaz günlerinde sivil itaatsizlik eylemi yaptılar.

 

Washington DC., Beyaz Saray'ın önü, Ağustos 2011

 

İki haftalık oturma eylemi boyunca 1,252 kişi “emre itaatsizlik”ten tutuklandı. Boru hattının yapımına karşı çıkan 617,478 imzalı bir dilekçe Beyaz Ev’e sunuldu.

 

Ağustos sıcaklarının en “can yakıcı” işlemlerinden biri de yine gezegenin ahvali konusunda, ama bu sefer Türkiye’de gerçekleşti[rildi]. Meclis’ten geçirilmeden iktidar tarafından apansız çıkarılan bir kanun hükmünde kararname ile ülkenin bilumum doğal varlıkları, yapılandırılmak ve yönetilmek üzere, yeni kurulan Çevre ve Şehircilik bakanlığına devredildi! Gazeteci Pelin Cengiz’in deyişiyle “Bu kanun

hükmünde kararnamenin hükmünde çevre mevre artık yok”tu.

 

Aynı günlerde, Brezilya’nın Sao Paolo kentinde, yüzlerce çevreci ve Amazon yerlisi, dünyanın 3’üncü büyük hidroelektrik santrali Belo Monte’nin inşasına onay verilmesini protesto ediyor, petrol devi Shell, Nijerya’nın delta bölgesinde yaşanan 2 ayrı petrol sızıntısının çevreye verdiği zarar yüzünden açılan davada, sızıntıda sorumluluğu olduğunu kabul ediyordu.

 

Batı’da bunlar olurken son 60 yılın en ağır kuraklığını yaşayan Afrika ülkesi Somali'de üç bölgede daha kıtlık ilan ediliyor, ülkede açlık nedeniyle son üç ayda beş yaşın altındaki 30 bin çocuğun hayatını kaybettiği açıklanıyordu. Ayda 10 bin, günde 300 ölü çocuk! Türkiye’de ise Somali’deki durum siyasi şov malzemesine dönüşüyor, önce Başbakan Erdoğan içinde bir çok ünlüyü barındıran bir heyet ile Mogadişu’ya gidiyor, onun ardından da CHP lideri Kılıçdaroğlu, Somali’yi ziyaret ediyordu.

 

Afrika boynuzunda kuraklık devam ederken BM, su ve gıda kaynaklarının idareli kullanılması çağrısı yapıyor ve küresel ısınma sonucu yağmur alan bölgelerin değişmesinin, gıda ve su kaynaklarında yaşanan sıkıntıyı arttırabileceğini kaydediyordu. Yalnızca Afrika kıtasında, bu yüzyılın sonunda tarım ürünlerinde yüzde 15 ila 30 oranında azalma beklendiği ifade ediliyordu. Aşırı iklim olayları bu ay da devam ediyor, ABD'nin doğu kıyılarında 11 eyaleti vuran Irene kasırgasında 44 kişi hayatını kaybediyordu.

 

Ödüllü gazeteci ve aktivist Chris Hedges’in söylediği doğru muydu acaba? Şu anda kıyamet yarışı çevrenin çöküşü ile küresel ekonomik çöküş arasında mı cereyan ediyordu. Ve öyleyse, acaba önce hangisi bizi götürecekti? Yoksa, ikisi birden aynı anda mı götürecekti?

 

OcakŞubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık