Antroposen ve Hayvanlar: Empati ekoloji geçmişten bugüne ilişkilerimiz

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, Kapadokya Üniversitesi Öğretim Üyesi Sinan Akıllı ile antroposen kavramına insan ve hayvan ilişkileri üzerinden değerlendiriyor.

""
Antroposen ve Hayvanlar: Empati ekoloji geçmişten bugüne ilişkilerimiz
 

Antroposen ve Hayvanlar: Empati ekoloji geçmişten bugüne ilişkilerimiz

podcast servisi: iTunes / RSS

Bu programda, çevreci beşeri bilimler ve türler arası adalet çerçevesinde antroposen perspektifinden insan ve hayvan ilişkilerini ele aldık. İnsanın doğayı domine ettiğini ve diğer canlılarla olan ilişkilerinde merkezi bir rol oynadığının altını çizdiğimiz söyleşide, bu ilişkilerin karşılıklı etkileşim içinde evrildiğini ve insan merkezli olmayan bir anlayışla ele alınması gerektiğini vurgulamaya çalıştık. Atla insan ilişkisi de türler arası etkileşimin önemli bir örneği olarak incelendi. Atların insan hayal gücü ve hareketliliğine katkısının tarihsel önemi dikkat çekiciydi ve bu ilişkinin insan kültürü ve evrimi üzerinde derin etkileri olduğu da oldukça açık. Programda, sürdürülebilir bir gelecek için insanın diğer canlılarla olan ilişkisinin önemine vurgu yaparken, çevresel krizlerin üstesinden gelmede beşeri bilimlerin rolü tartıştık.

Satırbaşları:

  • Beşeri bilimler hem ortaya çıkışları, hem de önerdiği çözümler açısından esasen toplumsal olan çevre krizlerinin aşılmasında kilit önemi olan anlamlı tartışmaların yapılmasını kolaylaştırmaya çalışan bir saha diyebiliriz.
     
  • İlk insanın gidip bir atın sırtına oturduğu an ateşin keşfinden daha anlamlıdır.
     
  • Diğer canlılarla birlikte düşünebilmek - diğer canlılarla olan ilişkilerimizi, bu alanda da oldukça bilinen Amerikalı biyolog ve filozof Donna Haraway, bunu ifade ettiği şekliyle yani birlikte evrilme gerçeği ve onun yanında gelen saygı çerçevesinde, o nosyon çerçevesinde şekillendirdiği yoldaş türler anlayışı odağında yeniden kurgulamak.


Utku Perktaş: Merhaba, iyi akşamlar herkese. Antroposen Sohbetler’e hoş geldiniz, ben Utku Perktaş. Bugün program konuğum Doç. Dr. Sinan Akıllı. Sinan Bey, Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu ve şu an Kapadokya Üniversitesi'nde Öğretim Üyesi. Bugün, programda kendisiyle ilginç bir konu konuşacağız; çevreci beşeri bilimler ve türler arası adalet çerçevesi içinde antroposen perspektifini bu çerçevenin içine yerleştirip, insan - hayvan ilişkileri. Dolayısıyla ben çok girişi uzatmak istemiyorum. Bugün konu ilginç olunca Sinan Bey'e söz vermek istiyorum ama önce Sinan Bey'e bir hoş geldiniz demek istiyorum. Sinan Bey hoş geldiniz, nasılsınız? Davetimi kabul ettiniz, eksik olmayın. Çok memnun oldum, iyi ki geldiniz...

Sinan Akıllı: Çok teşekkür ederim, iyiyim. Sizinle böyle bir söyleşide bulunmaktan dolayı da çok mutluyum. Programa katkı yapma fırsatı sunduğunuz için ve davet ettiğiniz için de ben çok teşekkür ederim.

U.P.: Sağolun, varolun. Şimdi ben önce aslında şöyle bir şey söyleyeceğim; sizi tanımak isteyebilir dinleyicilerimiz. Ben de açıkçası Buket Hanım'ı burada bir anmak isterim, sağolsun, Buket Hanım sizin isminizi bana önerdiğinde ve siz de davetimi kabul ettiğinizde ben çok memnun olmuştum. Program öncesinde biraz akış üzerine de çalıştık ama şimdi sizin genel bir perspektifinizinden dinleyicilerimiz çok kısa sizi tanısa, böyle bir girişle başlasak nasıl olur? Sözü ben size versem bu anlamda.

S.A.: Tabii ki, memnuniyetle, teşekkür ederim. Söylediğiniz üzere Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezunum, doktoram oradan. Daha sonra farklı kurumlarda da çalıştım ama en son 2018’den beri Kapadokya Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyorum. Bugünkü konumuzun da yani doğrudan ilintili olduğu bir şekilde aslında Sayın Buket Uzuner'den duydunuz ismini, onun da yakın çalıştığı Prof. Dr. Serpil Operman hocamızın yönetiminde kurulan, Türkiye'de ilk ve yanlış bilmiyorsak ve şu anda hala tek çevreci Beşeri Bilimler Uygulama ve Araştırma Merkezi bünyesinde de çalışmalar yürütüyorum. Buradaki İngiliz Dili Edebiyatı bölümü de oraya doğrudan bağlı aslında. Hatta şöyle ilginç bir detay da var, belki programında da ismi Antroposen Sohbetler olunca, eğer yanlış bilmiyorsam bu merkezin yönetmeliği ile antroposen kelimesi ilk defa Türkiye Cumhuriyeti mevzuatına girdi.

U.P.: Ben bilmiyordum bunu, çok güzel.

S.A.: 2018’de Resmi Gazete'de yönetmeliği yayımlandı bu merkezin, o zaman kuruldu resmi olarak. Herhalde antroposen kelimesi mevzuatımıza ilk defa o zaman girdi diye düşünüyorum.

U.P.: Ben bunu bilmiyordum.

S.A.: Öyle tahmin ediyorum. 

U.P.: Evet evet, güzel.

S.A.: Tabii ki. Sayın Buket Uzuner’in de Tabiat Dörtlemesi romanları çok kıymetli. Bilim kurgu edebi türünün Türkiye'deki temsilcisi demek hiç yanlış olmaz, en önemli temsilcisi de demek hiç yanlış olmaz. Kendisiyle de, farklı vesilelerle de, hatta bugün üzerinde biraz konuşacağımız insan - hayvan ilişkileri üzerine fikir alışverişinde bulunmuştuk. Kendisi de üniversitemiz ziyaret etmişti. Bu konuları çalışan kişiler, bizler, hep birbirimizi buluyoruz ve bugün de sizinle karşılaştık bu programda. 

Bunun dışında burada, üniversitede yayın serilerimiz var. Beşeri Bilimler Yayın Serisi üzerinde Beşeri Bilimlerin Elli Rengi, Çevreci Dijital, Tıbbi ve Post-human Sesler adlı bir yayını yakın zamanda çıkardık. Bu konuda bir taraftan Türkçe literatürüne katkıda bulunacak, bir taraftan da uluslararası boyutta çalışmalar yapmaya çalışıyoruz. Benim kendi kişisel çalışmalarım da yaklaşık son on yıldır eleştirel hayvan çalışmaları, insan hayvan çalışmaları diye de bilinen alan içerisinden - bu alanda yol alıyorum diyebilirim kısaca.

U.P.: Çok teşekkür ederim, çok sağolun bu güzel giriş için. Şimdi o zaman ben zaten girişte de bahsettim, bugün bir perspektif çizmeye çalışırız. Antroposen perspektifinin içine esasında beşeri bilimler ve türler arası adalet çerçevesini koymaya çalışacağız insan - hayvan ilişkileri bağlamında. Ben yavaş yavaş sorularıma geçeyim istiyorum. Şimdi benim ilk sorum, sizle de konuştuk bunu, yazıştık, daha doğrusu Antropsoen Çağ'da insan - hayvan ilişkisini anlamak neden bu kadar kritik?

S.A.: Tabii. Herhalde bunu önce şöyle düşünmek lazım; insan aslında hiçbir dönemde kendisi dışındaki canlılardan bağımsız bir şekilde var olmadı ve Antroposen Çağ dediğimiz çağın tanımına baktığımız zaman bunu aslında kendisi dışındaki diğer canlılarla, özellikle bazıları da öne çıkan hayvanlarla beraber bizi buraya getirdi. Yani bu tecrübe, Antroposen olgusunun gerçekleşmesi sadece Homo sapiens'in kendi başına yaptığı bir iş değil. Kavramın bu yönde eleştirileri de var; bir yandan hâlâ insanı merkeze alan bir yaklaşım gibi geliyor gibi. Ama tabii daha geniş perspektiften bakıldığında, bunun öyle olmadığını elbette hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla, sadece bir türün değil, çok sayıda türün birlikte faaliyetleriyle, ortaklıklarıyla gelişen bir durumun aslında sonucu Antroposen Çağ. Eğer biz bunu böyle yapmazsak yine sadece kendimizi öne çıkarıyoruz gibi bir hataya düşmüş oluyoruz. Bunu anlamamız çok önemli. Yani diğer taraftan hem kendimizi insan olarak, hem de doğayı, kendi tarihimizi anlamak için biz bu ilişkileri, diğer hayvanlarla olan ilişkilerimizi detayıyla anlamak zorundayız. Aksi halde bizim anlayışımız ve çalışmalarımız eksik kalıyor. 

En basitinden felsefi olarak bile insanın ne olduğunu anlamak için öncelikle hayvanın ne olduğunu bilmeye ihtiyacımız var. Yani bu doğa felsefesinin başladığı, en azından Batı’da Aristoteles'in eserlerinden itibaren bunun böyle olduğunu söylemek yanlış değil. Ama baktığımızda ne felsefi, ne de biyolojik açıdan böyle bir ayrım yapmanın çok da mümkün olmadığını ya da çok da kolay olmadığını artık görüyoruz. İnsanlar ve diğer hayvanlar birlikte evrimleşti, birlikte evrildi ve Antroposen Çağ'ın koşullarını birlikte yarattık.

U.P.: Evet. Bu çağ için evet, onlarla birlikte etkileşim içindeydik ve insanın aslında biraz domine ettiği bir dönemden bahsediyoruz.

S.A.: Bugün olduğundan çok daha fazla içiçe yaşıyorduk bu hayvanlarla, insan olmayan diğer hayvanlarla. Onları işçi olarak kullandık, besin olarak kullandık, sembol, metafor olarak kullandık ve bugün hala kullanıyoruz. Bu gerçek ortadayken, son 15 yıldır aslında güçlü bir şekilde gelişen eleştirel hayvan çalışmaları alanında daha çok alışkın olduğumuz hayvan hakları veya hayvan refahı gibi konularla birlikte bugün artık öncelikli olarak bu birlikte evrimleşme süreçlerinin ve hayvanları kullanma biçimlerinin kültürel, edebi, sanatsal sahalarda nasıl gerçekleştiğini analiz etmeye çalışıyoruz. Bunu eskiden nasıl yapmış olduğumuz, bize bundan sonra yapmamız gerekenlerle ilgili dersler verir, fikirler verir. Bu, bana göre zaten hiç ayrı olmadı ve yaptığımız hiçbir şeyde de, bundan sonra da olmayacağız. O yüzden bunu anlamamız, detayıyla anlamamız, insan merkezci olmayan bir yerden anlamamız çok önemli.



U.P.: Çok teşekkür ederim, çok iyi oldu, bu ilk soruyla böyle başlamak gerçekten güzel bir giriş oldu. Şimdi o zaman çevreci ve beşeri bilimler Antroposen Çağ'da insan hayvan ilişkilerini anlamak için hangi bilgi ve davranış sahalarına odaklanıyor diye bir sormak istiyorum ve bunu aslında biraz da şöyle genişletmek istiyorum; türler arası adalet için önerilen çözümler veya modeller bu anlamda nelerdir acaba?

S.A.: Şimdi belki şuradan başlamak lazım; çevreci beşeri bilimler alanı nerelere bakıyor, hangi alanlara odaklanıyor? Ama bugünlerde tıpkı antroposen kavramında olduğu gibi yani çoban kavramı için olduğu gibi yakın zamanda daha sık ve yaygın duymaya başladığımız diğer bir kavram var; sürdürülebilirlik.

U.P.: Evet.

S.A.: Bu kavramla neredeyse eş zamanlı olarak...

U.P.: Artık hayatımızın bir parçası oldu sürdürülebilirlik. Özellikle bir iklim değişimi aslında ağızlara pelesenk oldu, bir de sürdürülebilirlik... Artık her kesim toplumda konuşuyor bunu.

S.A.: Evet. Sürdürülebilirlik çabasında aslında ekolojik bilimlerin ve beşeri bilimlerin birlikte hareket etmesinin zorunlu olduğunu düşünen bir perspektifi var en genel anlamda. Çevreci, beşeri bilimlerin yani adı çevreci beşeri bilimler olarak kullanıyoruz ama bir taraftan da doğası gereği çok interdisipliner ve işbirliği içerisindeki bu çalışmaların yapılması gerektiğinin de gayet bilincinde olarak ve o çaba içerisinde hem Türkiye'de, hem de bu alanın geliştiği diğer ülkelerde çalışmalar bu şekilde. Sebebi de şu aslında; biliyoruz ki doğa bilimciler, en genel anlamda fiziksel süreçleri inceler. Sosyal bilimciler ise toplumsal süreçleri ele alır. Ama beşeri bilimciler, fikirler, değerler, dil, kültür ve tarih üzerinde yoğunlaşır. Şimdi bu ayrımı düşündüğümüzde çevreci beşeri bilimlerin genel çalışma alanına giren dilbilim, felsefe, kültürel çalışmalar, edebiyat, sanat tarihi, tarih ve ilahiyat gibi alanlarda insan toplumlarının, doğal kaynakların, zengin, küresel, biyolojik ve kültürel mirasın sürdürülebilirliği için insanların doğa ile olan ilişkilerine dair inançların incelenmesi gibi bir çaba var - en altta yatan değerler, en altta yatan fikirler. Bunları nasıl ifade ettiğimiz ve tarihte bunları nasıl önce tecrübe ettiğimiz önemli bir unsur haline geliyor burada. Yani beşeri bilimler hem ortaya çıkışları, hem de önerdiği çözümler açısından esasen toplumsal olan çevre krizlerinin aşılmasında kilit önemi olan anlamlı tartışmaların yapılmasını kolaylaştırmaya çalışan bir saha diyebiliriz. 

Yani evet, sayısal veriyle, ölçümlerle elbette yapılan çalışmalar var ama çevre krizi esası itibariyle toplumsal bir kriz, kültürel bir kriz - bizim davranışlarımızdan, bizim dünyaya bakış açımızdan kaynaklanan bir kriz. Dolayısıyla çözümünde de bilim sahalarının bir rolünün olması gerektiğine inanan bir çalışma alanı. Belki de çok kısaca alt başlıkları aslında biraz sıralamam gerekir ise bu alanda, bu alan kapsamına giren disiplinlerde neler yapılıyor, nerelere bakılıyor?

Mesela, modernleşme çağı bağlamında doğa kavramının insan tarafından manipüle edilişi ve yeniden icat edilişi sorgulanıyor. Doğa dediğimizi biz nasıl kurguladık, nasıl manipüle ediyoruz, nasıl icat ediyoruz? Mesela, sürdürülebilirlik kavramı özünde değerlerin sorgulanması ile birlikte neyi sürdürmeliyiz ve neden sürdürmeliyiz sorularını içeren bir kavram bir taraftan da. Felsefe alanı bunu sorguluyor ve çevre tarihi de giderek güçlenen bir alan; insanların, doğanın geri kalanıyla olan etkin ve etkileşimlerinin tarihini daha derinlemesine anlamaya çalışıyor. Kültürel, entelektüel çevre tarihi, bir alt alan bir kültürde çevrenin nasıl temsil edildiğini, bunun o toplumla ilgili neyi ifade ettiğini ortaya koymaya çalışıyor. Siyasi çevre tarihi, çevre konusundaki yasal düzenlemeleri, resmi politikaların tarihini ele alıyor. Biz neyi nasıl düşünüyorduk, nasıl regüle ediyorduk, şimdi ne yapıyoruz, sonrasında ne yapmalıyız anlamaya çalışıyor. Aslında belki de özetle insan değerlerinin, inançlarının, korkularının ve kültürel yönelimlerinin insan davranışını şekillendirmede ki rolünü değerlendirme isteği ve becerisi daha çok bu alanların odaklandığı konular diyebilirim. 

Sorunuzun diğer kısmı, türler arası adalet kısmına gelecektim; evet, bu kadar bu çalışma yapılıyor ama bu ne sonuca varıyor, bunu bilmek de önemli çünkü bir çözümü ve önerisi olmadığı zaman tabii ki biraz boş tartışmalar haline dönüşebiliyor bunlar. Ama en temel yani farklı disiplinlerden bahsettim ama bunların ortak paydada buluştuğu yerler diye listeleyebileceğimiz birkaç genel çerçeve olduğunu söyleyebilirim; en başında da dilde ve kültürde bulunan doğa kültür ayrımı. Böyle bir ikili karşıtlık düşüncesi var akıllarında hep - doğa başka bir şey, kültür başka bir şey. Bunun geçersiz olduğunu anlamak ve anlatmak yani bir insanın ürettiği otomobille bir kunduzun akarsu üzerinde yaptığı barajın birbirinden çok farklı olmadığını, onu öyle görmeye başlamak. Diğer bir ortak payda da insan merkezci başka bir mantık ifadesi ile de kullanılıyor; insan merkezci paradigmayı yıkmak. Bunun yerine eko merkezci bir paradigma yerleştirmek yani ‘her şeyin merkezinde biz varız’ düşüncesini bir yana bırakıp, mevcut ekosistemin bir parçası olarak sadece varlığımızı özümsemek, bunu benimsemek.

U.P.: Bu biraz da empati kurmayı gerektiriyor galiba. Çünkü karşı tarafın, diğer canlıların gözünden de kendimize bakabilmek ya da doğaya bakabilmek gerekiyor.

S.A.: Diğer canlılarla olan ilişkilerimizi tabii ki onlarla birlikte düşünebilmek. Bu alanda da oldukça bilinen Amerikalı bir biyolog, filozof Donna Haraway, bunu ifade ettiği şekliyle yani birlikte evrilme gerçeği ve onun yanında gelen saygı çerçevesinde, o nosyon çerçevesinde şekillendirdiği yoldaş türler anlayışı odağında yeniden kurgulamak aslında; ‘Biz yoldaş türleriz, hepimiz birbirimizin yoldaş türleriyiz’. Bunu böyle düşünmeye başlamak ve az önce söylediğim şeye ek yapacak olursam, doğayla yani bu konuşma bağlamında da hayvanlarla - ya da eleştirel bitki çalışmaları diye bir alan da gelişiyor yakın zamanda -  onlarla birlikte düşünmek, onlarla birlikte bir şeyleri yapmaya, şekillendirmeye çalışmak, bu çok yakın zamanda benim de çok çarpıcı bulduğum bir örnek var, birkaç ay önce medyada görmüştüm; Chicago'da bulunan bir büyük kongre merkezi binası, oldukça yüksek bir gökdelen ve belli bir göçmen kuş türünün göç hattı üzerinde yapılmış ve bu bir cam bina. Cam olduğu için geceleri ayırt edemiyorlar o binayı göçmen kuşlar ve her yıl yüzlercesi oraya çarpıp hayatını kaybediyor. Sabahları o binanın girişinden, zemininden maalesef ölü bedenleri toplanıyor. Yani bu tür örnekler üzerinden onlarla birlikte düşünmeliyiz. Evet, biz gökdelen yapmayalım değil, yapalım, yapmamız gerekiyorsa mutlaka yapalım ama başka canlıların ihtiyaçlarını da düşünelim, onlarla da birlikte hareket edelim gibi daha genel bir anlayış bu. Kısaca böyle özetleyebilirim ortak çözümü.

U.P.: Yani buradaki aslında çözüm önerisi bu empatiyi net bir şekilde kurabilmek, biraz onların gözünden de kurguladığımız ortamlara bakabilmek, dolayısıyla da daha sürdürülebilir bir ortam yaratmak. Çok teşekkürler Sinan Bey. 

Şimdi aslında akış da gayet güzel olmuş, böyle adım adım gidiyoruz. Şimdi biz bu kaydı 10 Ocak'ta alıyoruz. Sinan Bey ile de daha öncesinde bir üzerinden geçmiştik ve gayet de güzel bir çerçeve oluşturduğumuzu görüyorum ben. İnsanın şimdi diğer başka türlerle de yoldaşlıkları var ve sizin de ilgi alanınız bu anlamda, bu yoldaşlık içerisinde, atla insan ilişkisi üzerine. Bu da aslında atın evrimi biyolojide çok önemlidir. Çünkü atın evrimine ilişkin bütün kanıtlar açıkçası o fosil kayıtlara baktığımız zaman atı çok güzel takip edebiliriz. Dolayısıyla atın aslında ayrı da bir yeri var biyolojide. Evrimsel biyolojide bir takım şeyleri anlayabilmek için, o evrimsel mekanizmaları da anlayabilmek için atla insan arasında her zaman bir ilişki olduğunu biliyorum. Ben sizin gibi bilmiyorum, o kadar derin değil ama bunu biliyorum. Sizin de ilgi alanınız bu. Ben bu at - insan ilişkisini özellikle öne çıkarmanın sebebini size bir sormak istiyorum çünkü dediğim gibi, biz biyologlar için de önemli bir şey bu.

S.A.: Teşekkür ederim. Tabii ki ben de biyolojik detaylarına hakim değilim ama şöyle bir detayı biliyorum; mesela bizde 46 kromozom var, onlarda 64.

U.P.: Evet. 

Atlar olmasaydı bugün bilgisayarlarımız da olmazdı, çünkü atlar bizim hayal gücümüzü tetikledi

S.A.: Detayları da okuyup anlamaya çalışıyorum aslında yani kendi kişisel bir ilgim vardı bir taraftan ama daha sonra bunun bir akademik ilgiye dönüşmesi benim için son yedi, sekiz yıl içerisinde olan bir konuydu. Bu tabi şunu fark etmemle başladı; az önce anlattıklarımdan da yola çıkarak, biz sadece kendimiz olduğumuzu düşünüyoruz. Yani ben bir edebiyat akademisyeniyim, edebiyat eserleri incelerim, onun eleştirilerini yaparım ama öyle bir fark ediyoruz ki artık bugüne kadar biz o anlatılarda, o öykülerde, o hikayelerde sadece insanların yaptığına bakmışız. Orada hayvanlar da var, onlar ne yapıyor? Biz onlarla hep beraberdik, bunu düşünmek hiç aklımıza yakın zamana kadar gelmemiş ve ondan sonra düşünmeye başladık. Kendi uzmanlığım olan Viktorya Çağı, 19. yüzyıl - bir taraftan Endüstri Devrimi’nin sonrasında makinelerin birçok şeyi devraldığını varsaydığımız bir çağ. Ama araştırıp bakınca görüyorsunuz ki tam aksine atların kullanımı Viktorya Çağı’nda, Endüstri Devrimi sonrasında artıyor - azalmıyor. Çünkü artık şehirleşme başlıyor, şehirlerde taşıma için atlar kullanılmaya devam ediliyor ya da farklı kültürel semboller, metaforlar ya da sınıf göstergeleri olarak kırsallarda cins atlar ki onun da yeri ayrı Türk tarihinde. 

Türk atlarının tarihle kesişen önemli yerleri var. Aslında uzun lafın kısası Türk tarihiyle kesiştiği yerlerden de bahsederken, bugün İngiliz safkan yarış atı diye bildiğimiz atın genetik atasının bir Türkmen atı olduğunu 10 yıllık bir araştırmayla bulan, benim de sonrasında tanışıp iyi bir dostluk geliştirdiğim Galli yazar ve araştırmacı Jeremy James. Bu konuda çıkardığımız bir özel yayın vardı ‘Atın Gizemli Mantosu’ adıyla ve ben kendim tercüme etmeye çalıştım. O makalesinde anlattığı gerekçeler aslında benim de at insan ortaklığını, at insan ilişkisine bu kadar düşkün olmamın sebebi. Aslında şunu söylüyor; atlar olmasaydı bugün bilgisayarlarımız da olmazdı çünkü atlar bizim hayal gücümüzü tetikledi. Makalede ateşin keşfinden bile daha önemli bir şeydir ilk insanın gidip bir atın sırtına oturduğu an, bu, ateşin keşfinden daha anlamlıdır diyor. Sebebi de şu tabii ki; hareketlilik, mobilite... Bir gündoğumu ile günbatımı arasında gidip geldiği mesafeyi çok daha genişletti at. İnsan beyninin, insan gözünün görebildiği şeylerin edinebileceği tecrübelerin hacmini, türünü o kadar çok genişletti ki bizim hayal gücümüzü ateşledi resmen ve onun sonrasında gelen her şey oradan başladı gibi bir iddiası var, ben de katılırım. 

En son yaptığım yakın zamandaki bir çalışmamda da aslında son yayınlarımdan bir tanesinde de, roman adıyla bildiğimiz edebi türün atlar olmasaydı olmayacağını ya da bizim bugün gördüğümüz, bildiğimiz şekilde olmayacağını anlatmaya çalıştım. Yani aslında tabii ki o da temel mesele; hareketlilik yani insanın A'dan B'ye gitmesi, atın burada sağladığı avantaj. Ama diğer taraftan da hala bugün bile insanların herhangi başka bir hayvanla birlikte yaptığı tek sporun binicilik olduğunu düşünecek olursak, o ortaklık her zaman çok önemliydi. Dünyanın her yerinde büyük tarihi olayları resmeden tasvirler, heykeller, sanat eserlerine baktığımızda orada göreceğimiz iki tür; bir tanesi Homo sapiens, diğeri Equus caballus.

U.P.: Çok güzel, çok teşekkürler. Gerçekten yine ilginç bilgiler vardı bu sorunun içinde de, eksik olmayın. Şimdi aslında neredeyse süremizi tamamladık gibi, az bir zaman kaldı. Şimdi benim son bir sorum var, çok hızlıca size onu sormak istiyorum ve bu akışa uygun bir şekilde onu da çok merak ediyordum ben. Antroposen Çağ içinde insan - hayvan ilişkisini incelediğimizde bu ilişkilerin küresel çapta çevresel etkileri nasıl şekillendiriyor ve sürdürülebilir bir gelecek için aslında rol oynuyor? Aslında üç farklı soru içerisinde bunların cevabını biraz bulduk gibi ama belki birkaç cümleyle sizden bir cevap alabilirim. 

S.A.: Tabii ki konular, çevre ve insan - hayvan ilişkileri, diğer canlılarla ilişkilerimiz ya da yerküre sistemi olduğunda burada doğal olarak her şeyin küresel olarak algılanması lazım. Yani evet, yerel bir şeyler yaşıyoruz ama Covid pandemisinin bize gösterdiği gibi bu konuların hepsi her zaman iklim krizi gibi olduğunda bunlar her zaman küresel. Bunu böyle daha yerel bazlı düşünmek çok mümkün değil diye düşünüyorum. Ama sürdürebilir gelecek ve küresel çapta baktığımızda bu bağlamda en çok konuşulan şeylerden bir tanesi endüstriyel et üretimi. Bunun gerektirdiği tarımsal üretim ve bu tarımsal üretimin gerektirdiği tatlı su kullanımı ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinin yol açtığı metan gazı salımları biraz daha yaygın bilinen bir konu. Ama bütün bu faaliyetlere baktığımızda aslında biz bir protein türünü başka bir protein türüne dönüştürüp tüketmek için bu yıkıma yol açıyoruz. Bir taraftan bu tüketimi yapıyoruz ya da mevcut tarım arazilerinde humuslu toprak yüzeyinin incelendiğini biliyoruz. Bunun için yağmur ormanlarının tarıma açıldığını ama bunun da bir yıkıma götürdüğünü biliyoruz. Ama diğer taraftan da bizim başka türlerle kaldırım edeceğimizden daha fazla yakınlık ya da temas içerisine girmemize yol açıyor. Covid malum, bunlardan bir tanesinin örneğiydi. Hatta bu taraftan bahsederken Jason W. Moore'un ‘kapitalosen’ kavramı da bunları bu bağlamda biraz daha derin açıklayan bir konu ve burada belki de en son gelecek için bizim dikkat etmemiz gereken şey ki çevreci beşeri bilimler içerisinde yeni gelişen bir alan; mavi beşeri bilimler yani sudaki yaşam. Biz hep biraz gözardı ediyoruz bunu. Onunla da birlikte bu mevcut biyoçeşitlilik kaybını büyük bir risk olarak görüp buna yönelik de bizim perspektiflerimizi değiştirmemiz gerekiyor gibi görünüyor.

U.P.: İyi ki söylediniz bunu da. Ben de hemen hemen her programda yani sıklıkla tekrar etmek istiyorum; biyoçeşitlilik bizim için 3,8 milyarlık bir dünya mirası ve bu dönemde bunu hiç olmadığı kadar hızla kaybediyoruz. Sinan Bey, çok teşekkür ederim. Şimdi son olarak bir şey daha söyleyeyim -  benimle paylaştığınız için çok mutlu olmuştum. Yazdığınız şiirle belki programı kapatmak çok güzel olacak. O yüzden ben yine sözü size bırakacağım. Sonra dinleyicilerimize iyi akşamlar deyip, programı yavaş yavaş kapatacağım. Sizin yazdığınız “Ben Antropos” şiiri sözünü de size bırakıyorum. Ben okuyunca çok beğendim, çok etkilendim, eksik olmayın.

S.A.: Ben de çok teşekkür ederim bunu kabul ettiğiniz için. Tabii ki bütün bu yaptıklarımız bir taraftan bir edebiyat çalışanı olarak bana ne hissettirdiğini yazıya dökmeye çalıştım. Tabii ki daha genel, daha evrensel bir çerçeve içerisinde kurgulamaya çalıştım.

BEN, ANTROPOS

Kronos’un bu krallığında,
Hangi acıların bu duvarlara saklı olduğunu,
Ve hangi sessiz öykülerin bu taşlarda yaşadığını,
Belki de hiç bilemeyeceğim.

Belki de Güneşin oğlu akılsız Feyton arabasını yine,
Yere çok yakın sürüyordur bu günlerde;
Ya da kibirli İkarus yine balmumu kanatlarını takmış,
Güneşe çok yakın uçuyordur bu günlerde.
Yoksa Promete’nin tanrılardan çaldığı ateş mi 
bu günlerde gözümü kör edip beni yakan?
Belki de hiç bilemeyeceğim.

Belki de asla hatırlamayacağım
İnsanlığımın alçakgönüllü toprağın humusundan geldiğini;
Ve o humusa geri döneceğimi.
Belki de hiç bilemeyeceğim.

Ama yine de, Ben, Antropos, deneyeceğim. 
Ölümü iki kez aldatmış Sisifus misali,
Kayama sahip çıkmayı ve onu taşımayı,
Dik tepelere doğru,
Kavuran güneşin altında.
Ölümü üçüncü kez aldatmaya yetecek mi?
Ben, Antropos, belkide hiç bilemeyeceğim.

Sinan Akıllı - 31.08.20231

S.A.: Teşekkür ederim.

U.P.: Ağzınıza sağlık, çok teşekkürler. Ben de okuduğumda çok etkilenmiştim. Böylece programın sonuna geldik. Katıldığınız için tekrardan size teşekkür ediyorum. Çok keyifli, çok verimli, üretken bir söyleşi oldu, eksik olmayın.

S.A.: Çok teşekkür ederim davetiniz için.

U.P.: Ben bu vesileyle dinleyicilerimize de iyi akşamlar diliyorum. Önümüzdeki haftalarda yine Antroposen Sohbetler’de buluşacağız. Hoşça kalın, iyi akşamlar diliyorum.

S.A.: İyi akşamlar.


1 Türkçe çeviri 09.01.2024, Açık Radyo - Antroposen Sohbetler yayını için