"Marmara Denizi nasıl nitelenir bilmiyorum, foseptik olarak niteledik"

-
Aa
+
a
a
a

Geçtiğimiz hafta Altın Saatler Programı’nda, Hidrobiyolog Levent Artüz ile 28 Ağustos-4 Eylül 2021 tarihleri arasında Marmara Denizi'nde gerçekleştirilen MAREM araştırmasının bulgularını konuştuk.

Son MAREM araştırması
 

Son MAREM araştırması

podcast servisi: iTunes / RSS

(22 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Altın Saatler programında yayınlanmıştır.)

 

Gürhan Ertür: Açık Radyo’da Altın Saatler programını dinliyorsunuz. Bugünkü programı Mehmet Nuray Aydınoğlu, Argun Yum, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ ve ben Gürhan Ertür birlikte sunuyoruz. Halen evlerimizdeyiz ve programın kaydını Feryal Kabil arkadaşımız gerçekleştirecek. Açık Radyo’nun teknik ve idari ekibine bu zor dönemde sesimizi sizlere ulaştırdıkları için çok teşekkür ederiz. Efendim, bugün 22 Eylül Çarşamba ve saat şu anda 11:30, siz bu kaydı yine bugün saat 15:30’da dinleyeceksiniz. Telefon numaramız alan kodu 212 343 40 40, elektronik posta adresimiz acikradyo.com.tr. Altın Saatler programlarının ses kayıtlarını Açık Radyo’nun internet adresinden, podcast bölümünden dinleyebilirsiniz. Bugünkü programımızın destekçileri Halil Elçioğlu ve Yaprak Biren’e teşekkürlerimizi iletiyoruz. Bugün program konuğumuz hidrobiyolog Levent Artüz. Levent bey hoş geldiniz efendim.

Levent Artüz: Hoş bulduk, iyi günler!

GE: Merhabalar! Evet arkadaşlar sizler de hoş geldiniz! Nuray hocam, Muzaffer, Elvan

…: Merhabalar!

GE: Bugün Levent beyle birlikte MAREM projesinin son raporunu, daha doğrusu son bilgilerini konuşmak istiyoruz. MAREM nedir? Marmara Denizi'nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi. Kısa bir bilgi vermek gerekirse, 1954 yılında başlatılan ve 2005 senesinden bu yana Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı bünyesinde sürdürülen MAREM kapsamında 6 Ocak 2021 tarihinden itibaren bugüne Marmara Denizi genelinde toplam 200 istasyon ve 450 farklı noktada sürdürülen deniz çalışmalarında kütlesel müsilaj oluşumunun durumu ve Marmara Denizi Ekosisteminde Bıraktığı Etkiler isimli alt başlıklı farklı disiplinlerce yürütülen kimyasal, fiziksel, biyolojik, oşinografi, kimya, ağır metal, mikrobiyoloji, ihtiyoloji -yani balık bilim- ve hidrobiyoloji konularında deniz çalışma ayağı 4 Eylül 2021 tarihinde sonuçlandı. 28 Ağustos tarihinde başlamıştı. Söz konusu çalışma ayağına MAREM çalışma ekibinin yanı sıra Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Haliç Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Trabzon Su Ürünleri Merkezi Araştırma Enstitüsü, Türkiye Kimya Derneği üyesi olan bilim insanları ve Bağımsız Su Ürünleri Mühendisleri ekibi katılmıştır. Son çalışmanın bilgileri bu. Evet Levent bey, bu araştırmaları Marmara Denizi'nin hangi bölgelerinde gerçekleştirdiniz ve araştırmaya ilişkin daha detaylı bilgileri sizden rica ediyoruz efendim.

LA: Evet tüm Marmara su kütlesinde yani yatayda bakacak olursanız Karadeniz’den Ege Denizi'ne kadar yani Boğaziçi’nin Karadeniz çıkışından aşağı yukarı iki mil Karadeniz’e doğru, Çanakkale Boğazı’nın Ege çıkışından iki mil Ege Denizi'ne doğru olmak üzere yatayda tüm Marmara Denizi. Dikeyde de artık teknoloji çok geliştiği için derinlik boyunca bir saniyelik intervaller halinde yani bir saniyelik kesitler halinde tüm Marmara Denizi su kütlelerini incelemiş olduk. Tabii biz buna genelde baktığımız zaman 6 Ocak tarihinde başladık, 6 Ocak 2021 tarihinde başladık. Başlama hikayemiz de oldukça ilginç, biz normal şartlar altında kış seferini şubat ayında gerçekleştiriyoruz, genellikle de şubat ayının ikinci yarısında. Ancak yılbaşından itibaren, yani Aralık’ın 31’inden itibaren diyeyim geçen senenin, bize balıkçılardan balık ölümleriyle ilgili videolar gelmeye başladı. Özellikle Tekirdağ, Kumbağ, Marmara Ereğlisi bölgelerinde kamuoyunda dip balığı olarak nitelendirilen bentik balıklarda yani bentik organizmalarda ciddi ölümler ve bunların karaya vurmasıyla ilgili çok sayıda video gelmişti. Biz ne oluyor derken hemen akabinde yine aynı hattın biraz daha batısında bu sefer pelajik balıklarda yani su kütlesinde yaşayan balıklarda üst seviyelerde bunlarla ilgili istavrit, gümüş gibi balıklarla ilgili gene çok videolar gelmeye başladı. Kıyılar dolu, bayağı büyük kitleler halinde ölmüşler. Bu videolar gelince biz de biraz öne çektik, 6 Ocak’ta başladık ama bu balık ölümleri bizim için fenomendi. Yani denizdeki özellikle kimyasal oşinografide çok ciddi değişimler vardı. Zaten oldum olası değişiyordu ama çok ciddi değişimler diyorduk ama bunu çözemedik açıkçası. Mart ayında geldiğimizde çalışmalara devam ederken de müsilajı yaratan organizmanın büyük patlamalar halinde olacağını sezdik ve ondan sonra da müsilaja yoğunlaştık. Fakat daha sonra öğrendik ki geçen senenin yani 2020 senesinin Kasım-Aralık aylarında dünyanın en kirli nehri olan, akarsuyu olarak kabul edilen Ergene Nehri'nin kirletici unsurları kuşaklama kolektörleriyle toplanıp -arıtma diyelim- arıtma tesislerinden geçirilip daha sonra bunlara 50 kilometre yeraltından yol kat ettirildikten sonra Tekirdağ açıklarından 4,5 km açığa ve 47 metre derine deşarjının başladığını, hatta bunu törenle filan değil gizli kapaklı olarak başladığını öğrendik ve bütün taşlar yerine oturdu. Yani geriye kalan balıkların ölümü diyelim, o balık ölümlerinin sebebi ve denizdeki özellikle kimyasal oşinografideki bu patlamalar şeklindeki farkların nereye bağlanması gerektiği açıkça ortaya çıktı. Büyük bir ihtimalle de yani %99,9 ihtimalle de yaşadığımız müsilaj olayını belirleyen, zamanını ve boyutlarını belirleyen unsur da Ergene derin deniz deşarjını, derin deniz deşarj filan değil alt akıntının konveyörü olarak kullanılması prensibinin başlatılmış olması olduğu ortaya çıktı. Durum bu. 

GE: Elvan’ın bir sorusu var.

Elvan Cantekin: Levent hocam tekrar merhaba. 

LA: Merhaba!

EC: Şimdi bu derin deniz deşarjı olayı 2019’a mı tarihlenebiliyor? Yani biraz hemen bu sene başında gerçekleşen bir şey değil galiba değil mi? Daha önce hayata geçirilmiş bir proje bu?

Marmara'yı kirletici bütün unsurlar Ergene Nehri'ne veriliyor

LA: Hayır, yani bunun inşa süreci çok daha öncelere dayanıyor. Yani biz buna bugünkü durumu 2013’te bile Barolar Birliği’nde ve birçok yerde yapmış olduğumuz sunumlarda bugünkü durumu modellemiştik ama fiilen devreye girmesi 2020 senesinin Kasım-Aralık ayı. Bu da televizyona çıkan bir görevlinin, bakanlık düzeyinde bir görevlinin söylemi sonucunda öğrendiğimiz bir tarih ve ondan sonra baktığımızda 2020 senesinin Kasım-Aralık aylarında deşarj başladı. Ondan evvel de bir vana patlaması var. Bu bir gazetede yayınlandı ve vananın patladığı bölgede tarım arazileri ve topraklar kullanılamaz bir hale geldi. Hakikaten de halen öyle. Dediğim gibi bu Kasım-Aralık ayında başladı -Aralık’ın başı diyelim ortalamasına- Ocak’ın 6’sında biz balık ölümleriyle karşılaşmaya başladık ki bu süreç birbirine gayet uyan zaman dilimlerini içeriyor.

GE: Ben hemen, bu derin deşarj öncesinde Ergene’nin bütün suları toprağa mı veriliyordu? Nasıldı? Yani 2020 yılı öncesindeki durumu da bir kısaca özetlemeniz mümkün mü acaba?

LA: Tabii Ergene, bütün buradaki kirletici unsurlar Ergene Nehri'ne veriliyor ve Ergene Nehri de Ege’ye akıyor yani Kuzey Ege ile sonlanıyor. Şimdi burada yapılan, daha evvel tüm uygulamalarda yapılan bu derenin iki yanına borular döşendi; bunların adı kuşaklama kolektörü. Kirletici unsurlar dereye boşaltılmak yerine bu borulara boşaltıldı. Bunlar da bu borularda toplandıktan sonra ki bunlar çok kompleks atıklar, yani kimyasal bazlı kompleks atıklar, bunlar da bir arıtma tesisinden geçirildi ancak bu arıtma tesisi biyolojik arıtma tesisi, yani atık kimyasal ağırlıklı atık ve kompleks atık; yani siz 2000’e yakın OSB’nin, fabrikanın imalathanelerinin atıklarını bir araya topluyorsunuz -bunu zaten arıtmanın imkânı yok, bunun mutlaka yerinde arıtılıyor olması lazım- ondan sonra da zamanında bakanlığın ve bakanlığın açıklaması üzerine “biz bunu arıtıyoruz ancak biz bunun renk ve tuz sorununu halledemedik” diye açık açık beyanda bulundular. Renk dedikleri görüntüde, yani bulanıklık, aynı zamanda belirli boyar pigmenteler. Tuz dedikleri de sofra tuzu değil, arsenik ve siyanür tuzları vb. benzer zararlı tuzlar. Yani bunlar zaten arıtmanıza, yani kimyasal arıtma yapmadığınız müddetçe bunları zaten arıtma imkanına sahip değilsiniz. Fakat aynı şekilde -hani karikatürlerdeki pasaklı hizmetçinin çöpü halının altına süpürmesi misali- bu arıtılmamış -yani yeterli diyelim hadi yine iyi niyetle davranalım- yeterli olarak arıtılmamış atıklar ve kirlilik yükü çok fazla olan atıklar 50 kilometre taşınıyor. 50 kilometre taşındıktan sonra 4,5 kilometre deniz içinde yol kat ettiriliyor, 47 metre derine bunlar deşarj ediliyor ve bunun adına “derin deniz deşarjı” diyorlar ama bu derin deniz deşarjı değil, bu ta 1989’larda bize “kazandırılan” yandaş bilimin de yardımıyla Marmara Denizi'nin alt kesiminde bulunan Akdeniz kökenli akıntının taşıyıcı bant olarak kullanılması. Yani atıkları buraya deşarj ediyorsunuz, bunlar Karadeniz’e taşınıyor. Bunların sadece yeri değişiyor nitelikleri değişmiyor. Hatta biliniyor ki bunun, bu akıntının ancak %10’u Karadeniz’e ulaşıyor, diğeri de Marmara Denizi içerisinde karışıma uğruyor. Yani biz 32 senede Marmara Denizi'ni mahvettiğimiz yöntemle şimdi o taşırdığımız bardağa, Ergene ile bir kova su daha ekliyoruz, ki durum da ortada. Yani çalışma sonuçlarını söylememe gerek yok; oksijen yok, canlı çeşitliliği yok, deniz rengi yok ki biz kendi renk kartelamıza griyi eklemek zorunda kaldık. Çünkü Ergene deşarjından kaynaklanan bir yarım daire içerisinde renkli kitle koyulaşarak grileşti. Marmara Denizi nasıl nitelenir bilmiyorum, yani foseptik olarak niteledik, farklı bir su kitlesi olarak niteledik ama bu haliyle söylenecek bir laf bile yok. 

GE: Argun’un bir sorusu var efendim, sonra da Nuray hocanın.

Argun Yum: Aslında ben tabii Levent hocanın söylediklerini tekrar etmiş gibi olacağım. Ben 2001 yılında Trakya’da bir ilaç fabrikası inşaatında çalıştım ve o zaman Ergene Nehri işte böyle kirletilmiş olarak akıyordu 2001 yılında. Bizim genel olarak bu konudaki hassasiyetimiz çok düşük, tepkimiz çok sınırlı. Şakır şakır boşaldı Ergene senelerce Kuzey Ege’ye. Şimdi de onu döndürmüşüz Marmara Denizi'ne boşaltıyoruz ve denizin 47 metre derinliğine boşaltmakla da sanki her şey yolundaymış gibi bir beklenti içindeyiz. Çok üzücü bir durum bu aslında. 

GE: Evet Nuray hocam.

Nuray Aydınoğlu: Levent bey şimdi anladığımız kadarıyla siz büyük ölçüde bu Marmara’daki kirliliği Ergene’ye bağlıyorsunuz. Ergene’nin Ege Denizi yerine Marmara’ya deşarj edilmesine bağlıyorsunuz. Peki daha önce, yani Marmara’ya deşarj edilmeden önce, sizin daha önceki yayınlarınızdan da hatırlıyoruz, aslında problem yok değildi, o zaman da problem vardı. Çünkü Marmara Denizi sizin tabirinizle bütün çevredeki belediyeler tarafından ve endüstri tarafından foseptik olarak kullanılıyor. Yani biraz önce ifade ettiniz ama bu şöyle bir yanlış bir izlenim de olmasın diye belirtiyorum. Yani Ergene olmasaydı bu problem olmazdı gibi bir izlenim de söz konusu değil değil mi?

"Aynı mantaliteyle biz çok yakın bir sürede Karadeniz’i kaybedeceğiz"

LA: Şimdi şöyle, demin söylediğiniz gibi biz 1989 senesinde Marmara Denizi'ni öldürdük, yani Marmara Denizi o tarihte öldü. Ondan sonraki süreçte de biz Marmara Denizi'nin çürümesine şahit olduk. Bu süreci biz eğer bir bardak suyu taşırmak olarak nitelendirirsek, bu süreç oluyordu, zaten olacaktı da ama biz Ergene ile bu taşmış bir bardağa bir kova su daha ekliyoruz. Yani şu anda etrafı berbat ediyoruz. Yani biz bu Ergene deşarjıyla, yani o kirlettiğimiz yükün üzerine eklenecek Ergene deşarjıyla ve aynı mantaliteyle biz çok yakın bir sürede Karadeniz’i kaybedeceğiz ve bu ortada. Ondan sonra da kuzey Ege’yi çok ciddi bir risk altına sokacağız. Yani mesela bizim üzerine konuştuğumuz müsilaj olacaktı belki yine ama bunun boyutlarını ve zamanını kontrol eden mekanizma Ergene derin deniz deşarjıyla başladı. 2007’de olan müsilaj yine aynı denizde, 2007’de olan da Marmaray hafriyatının Çınarcık çukuruna boşaltılmasıyla başladı. Bunlar tetikleyici unsurlar. Bir süreç var; biz o süreci yavaşlatmak yerine üzerine üzerine giderek gün geçtikçe hızlandırıyoruz. Yani biz üstel olarak, eksponansiyel olarak Marmara Denizi'ni kirletmeye devam ediyoruz, gördüğümüz müsilaj gibi olgulara rağmen. Onun için Ergene deşarjı çok önemli. 

GE: Evet yani daha öncesinde Nuray hocanın da belirttiği gibi çeşitli belediyeler tarafından, özellikle de herhalde İstanbul Belediyesini kastediyorsunuz, çünkü derin deşarj bildiğim kadarıyla Marmara’da ilk İstanbul Belediyesi kanalıyla başlamıştı. Verdiğiniz tarih de son derece enteresan, o günden bugüne biz bir dolu bardağın üstüne tam da sizin anlattığınız gibi bir kova suyu boca etmiş vaziyetteyiz. Şimdi bugünlerde televizyonlarda çok konuşuluyor, işte Marmara’da herhangi bir müsilaj kalmadı, yüzeyde de kalmadı, dipte de kalmadı. Sizin bu konuda bulgularınız nedir Levent bey?

LA: Yani müsilaj büyük bölümüyle Marmara Denizi'nde mevcut. Yani biz bunu tanımlayamıyoruz; yani bilimsel olarak bizim müsilajla ilgili bilgimiz çok sınırlı. Yani biz bile MAREM ekibi olarak tek yoğun çalışan ekibiz diyebilirim, 2007’den beri çalışmamıza rağmen bizim bile bilgi dağarcığımız yetersiz. Ancak işte bu yaz topladığımız bilgilerle biraz daha iyi. Şimdi müsilaj elastik bir yapıya sahip. Yani belirli bir şekli yok. Gökteki bulutları düşünün, aynı o şekilde, sürekli form değiştiriyor. Siz gerçekte bulut olmayan bir gökyüzüne bile baktığınızda su zerrecikleri oradadır. Siz görmeseniz de bulutu oluşturan unsurlar yerindedir. Aynı bu bulut gibi hareket ediyor müsilaj. Şu anda müsilaj Marmara Denizi'nin tüm derinliklerinde mevcut fakat farklı formda. %5-10 arası bir kesimi bakteriyolojik olarak parçalanmış durumda ki bu gayet normal. Esasında çok daha fazlasının bugüne kadar parçalanmış olması gerekirdi ama bu prosesi suda yaratacak çözüm oksijen miktarı. Marmara Denizi'nde ne yazık ki yeterli değil, hatta neredeyse birçok bölgede yok. Ancak o zaman da söylemiştim, bu çok büyük bir biyokütle. Yani bu bir besi yeri ve organik madde müsilaj. Bunu parçalayan bakteriler sorun yaratacak demiştim, o yaratmaya başladı. Çünkü Vibrio türü bakterilere rastladık bunu parçalayan. Bunlar da balıklarda çok ciddi sindirim yoluyla ilgili hastalık yaratıyor. Mesela şu anda istavritlerde çok ciddi enfeksiyon var. Yaptığımız mikrobiyolojik çalışmalar sonucunda ortaya çıktı. Bu -şu anda göç dönemindeyiz- sindirim yoluyla geçen, balıklar arasında bir hastalık. Mesela yukarıdan gelen palamut veya Karadeniz’den gelen lüfer bu balıklarla beslendiği zaman bu enfeksiyonu alma ihtimali çok yüksek ve göç yolu boyunca da Akdeniz’e bunu taşıma ihtimali çok yüksek. Aynı şekilde geri dönüş yolunda da ilkbaharda iş tersine işleyip bu hastalığın Karadeniz’e taşınma ihtimali çok yüksek. Bir diğer unsur da tümüyle parçalandığı zaman boşta kalan bakteri kütlesi, bakteri biyokütlesi -ki o da en az müsilaj kadar büyük bir organik madde olacak- o da ayrı sorunlara sebebiyet verecek. Yani bizim Marmara Denizi'nde yapmış olduğumuz ince bir kolyenin ipini kesmek. Her bir boncuğu bir tarafa dağıldı. Bizim bunu toplama ihtimalimiz yok. Ancak ve ancak ortamı biraz düzeltme ihtimalimiz var, onu da hiç görmüyoruz. İşte bir eylem planı açıklandı, hukuki alt yapısı daha hâlâ yerine getirilmedi, hâlâ kâğıt üzerinde eylem planı olarak duruyor. Bir de işte Ergene demin anlattığım gibi, yani biz kirletmeye tam gaz ve gittikçe artan dozda, Marmara Denizi'ni kirletmeye devam ediyoruz ne yazık ki.

GE: Önemli bir nokta da belirtiyorsunuz, çünkü bu Vibrio grubu bakteriler sadece balıklarda kalmıyor, midyede kalmıyor, ıstakozda kalmıyor, aynı zamanda bu enfeksiyonun insanlara da geçebileceğini tespit etmişsiniz ve bu konuda çok net bir örnek veriyorsunuz. 2016 yılında Ankara Numune Hastanesi tarafından bir olgu sunumunu, 15 yaşında bir kadın hastada orta kulak iltihabına neden olduğunu da belirtiyorsunuz. Bu konuda da kısa bir bilgi rica edebilir miyiz? Yani buradan şöyle bir sonuç çıkıyor sanki; Marmara’dan çıkmış olan herhangi bir balığı yemenin de insanlarda önemli enfeksiyonlara yol açabileceği gibi bir sonuca da ulaşmak mümkün müdür? Bu çıkarım doğru mudur? diye de sormak istiyorum. 

"Büyük olasılıkla çok büyük riskler ve tehlikeler var önümüzdeki dönemde"

LA: Ben insan sağlığı uzmanı değilim. Ben ortamla ilgili konuşabilirim ama şunu söyleyeyim, yani şu an itibariyle Türkiye’de çiğ balık tüketimi olmadığı için, yani sindirim yolu bazında büyük bir tehlike olduğunu zannetmiyorum şu an itibariyle. Bir de Türkiye’de ısıl işlem gördükten sonra yeniyor genellikle. Yani bunu tabii şimdilik diyoruz, ilerisi için bir şey diyemem. Yani ben yiyorum şu an itibariyle balığı, balık tüketiyorum, balık kıymetli bir protein. Ancak ileride ne olacağı belli değil ama bundan öncesi bu problem balık stoklarını çok ciddi bir şekilde etkileyecek. Yani bizim istihsalimiz düşecek. Yani insanı etkileyecek ama hastalık olarak değil. Zaten iki sene evvel de Marmara Denizi'nde belirli bölgelerde, işte ne bileyim, Menekşe plajı içinde, yani denize girdiğimiz zaman orta kulak enfeksiyonu ve açık yaramız varsa ciddi enfeksiyonlarla karşılaşma ihtimalimiz bugünkünden daha düşük değil, zaten öyleydi. Yani bundan 10-15 sene evvel Çekmece’de yapılan bir sörf yarışında bütün sörfçüler orta kulak iltihabıyla hastaneye kaldırıldılar. Zaten Marmara Denizi enfeksiyon bakımından da çok sağlıklı bir deniz değildi. 2000’li senelerden itibaren bu trend çok ciddi bir şekilde arttı. Hatta biz o dönemlerde Marmara Denizi'ni bir foseptik çukuru olarak niteledik ama insan sağlığına direkt etkilerini ben bir insan sağlığı uzmanı olmadığım için bilemem yani o yolu, o etkileri bilemem. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Marmara Denizi geçen sene, evvelki sene, ondan evvelki sene bu açıdan ne kadar sakıncalıydıysa bu sene de o kadar sakıncalı, arasında fark yok Marmara Denizi'nin. Ancak balık stokları açısından, yani istihsalimiz açısından tabii olabilir diyoruz. Yani kesin konuşamayız ama çok büyük olasılıkla çok büyük riskler ve tehlikeler var önümüzdeki dönemde. Mesela biz istavritte bunu bulurken yine aynı şekilde tüketilen karidesle ilgili de çalıştık. Bentik bir organizma olan karideste bu hastalığa rastlamadık. Mesela bu da çok sevindirici bir şey ama bugün itibariyle rastlamadık. Bu sebeple de ilk defa MAREM’de bir sene boyunca çalışacak Tekirdağ’da bir izleme istasyonu kurduk ve evvelsi gün bir anlamda devreye girdi. Çok sık aralıklarla izleme programını bir sene boyunca bu istasyonda devam ettireceğiz. Bu vesileyle de Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’ne bu izleme projemiz ve ondan evvelki izleme projemizle ilgili yapmış olduğu yardımlar dolayısıyla, TESKİ’yi açması bize laboratuvar sağlaması dolayısıyla da çok teşekkürlerimi sunmak isterim.

GE: Evet önemli bir gelişme. Elvan’ın bir sorusu var. 

Elvan Cantekin: Ben biraz önce sizin söylediğiniz noktaya geri dönmek istiyorum; örnekler de verdiniz, Menekşe plajındaki sörfçüler ya da başka alanlarda denize girenlerde orta kulak iltihabının olması. Şimdi bu Marmara Denizi kıyısında, İstanbul da dahil olmak üzere, bir sürü belediye tarafından işletilen plajlar var, ayrıca turistik tesisler var. Buralarda deniz suyunun kontrolünün yapıldığı gibi bir bilgiye sahibiz. Söylediklerinizle kafamızda soru işaretleri uyandı. Deniz suyu testleri yapılırken bu söylediğiniz bakteriler incelenmiyor mu? Bunlar dikkate alınmıyor mu? Hakikaten bu plajların açık olması böyle bir durum söz konusuysa nasıl mümkün oluyor?

LA: Onu bilemiyorum, onu ilgili kurum ve kuruluşlara sormak lazım, hatta hayret ediyorum birçok bölgede denize girmek, mavi bayraklar, teşvik de ediliyor. Bu nasıl oluyor? Bunu da bilmiyorum, bir şey diyemem. Yani şimdi denize girmek dediğiniz zaman şimdi belirli kriterleri yok bunun. Yani o tamamen size bağlı olan bir olay. Yani beğenirsiniz girersiniz, beğenmezsiniz çıkarsınız. Yani bununla ilgili, insan sağlığıyla ilgili olan unsurları çok umursadığımız da söylenemez denize girmeyle ilgili. Yani denizi, düz, dalgasız ve göreceli olarak pırıl pırıl gördüğümüzde denize giriyoruz ama yani buradaki sorun denize girmek veya “balıkları tüketelim mi, tüketmeyelim mi?” sorunundan çok öte bir sorun. Yani bizim bunu bu noktalara indirgemememiz lazım. Bu noktalara bu ölçümleri yapıp da girebilirsiniz, “giremezsiniz” diyenler cevap versin. İş bundan daha büyük. Yani çok kıymetli olan balık stoklarını zaten kaybettik. Yani Marmara Denizi bağlamında 124 tane ticari öneme sahip, yani alınıp satılan balık türünü artık bulamıyoruz. Ben size 2-3 tane balık ismi söylesem belki onu bile bilemeyeceksiniz. Yani bizim çocukluğumuzda alımı, satımı yapılan çok kıymetli balıklar. Mesela Kömürcü Kayası desem, İstrangilos desem bunları tanıyacak adam çıkmayacak, yok, bunları kaybettik ama göç balıklarımız var ve göç yolu da Marmara Denizi. Bunlar işte ağırlıkla Karadeniz’le Akdeniz arasında göç yapıyorlar. Bunlarla ilgili de zaten çok büyük problemler var; geçmişte bunlarla ilgili kampanyalar yapıldı, bunlar “lüfer ne olacak?” kampanyaları veya büyük balık, küçük balık kampanyaları. Zaten aşağıya göçen bir istihsalimiz var, su ürünleri üretimi. Mesela, ne bileyim, Marmara Denizi'nde orkinos yok, Marmara Denizi'nde kılıç balığı gibi kıymetli balık yok ki Beykoz Dalyanında avlanırdı ben çocukken. Bunların üzerine biz eğer balık stoklarımızı yok olma noktasına getirirsek, Karadeniz’i de Marmara’ya döndürürsek bu iş artık uluslararası bir soruna gelir. Yani Marmara Denizi bir ülkenin sahip olduğu tek deniz dünyada, başka yok. Biz bunu el birliğiyle yok ettik. Ancak şu anda bir arıtma tesisini çökertme havuzu gibi kullanıp buradan Çanakkale Boğazı yoluyla, Ege’ye, Boğaziçi yoluyla da Karadeniz’e deşarj yapıyoruz, böyle düşünün. Yani biz etrafımızda o taşan bir bardak suya eklediğimiz bir kova suyla yayılan taşmış su artık her yeri kaplayacak. Yani bizim artık daha büyük düşünüp bir an evvel Marmara Denizi'ni alıcı ortam olarak kullanmaktan acilen vazgeçmemiz lazım. Bunun için de ilk yapacağımız iş Ergene deşarjını ve akabinde diğer deşarjları da programlı olarak tamamen ortadan kaldırmak olmalı. Bunun dışında yapabileceğimiz hiçbir şey yok. 

GE: Evet çok teşekkürler. Bir kısa ara verelim Levent bey, müzik parçası dinleyeceğiz. Ondan sonra programımıza ikinci bölümle devam edeceğiz. 

(Müzik arası)

GE: Açık Radyo’dayız, Altın Saatler programının ikinci bölümündeyiz, bugün konuğumuz hidrobiyolog Levent Artüz. Marmara Denizi'nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesinin son araştırmasının sonuçlarını konuşuyoruz. Elvan, senin bir sorun var sanıyorum.

"Bizim acilen eylem planı değil eyleme ihtiyacımız var"

Elvan Cantekin: Evet. İlk bölümde konuştuk, esasında Levent beyin söyledikleriyle baktığımızda durum hakikaten “tiping point” derler ya geri dönülmesi imkansız noktaya gelmiş gibi gözüküyor. Bir ara sözünü de etti Levent bey, bu müsilaj görsel bir felaket haline geldiğinde hemen bir yankı uyandırdı ve acil bir eylem planı ortaya kondu. Şimdi bu iki söylediğini yan yana getirirsek, bu eylem planı artık hemen hemen geri dönülmez noktaya gelmiş durumu düzeltme açısından geçerli bir çaba mıdır? Bu konuda neler yapıldı? Aynı zamanda kendisi de söyledi bunun altyapısı da hazırlanmadı mevzuat açısından. Bu konudaki düşüncelerini almak isteriz, yani bir umut ışığı bulmaya çalışıyoruz Levent bey bu söylediklerinizin arkasından. Var mı böyle bir şey?

LA: Şimdi eylem planına baktığınız zaman yani bu 21, 22 maddelik eylem planı olumlu öğeleri içeriyor. Yani bunu söylemek gerek ancak kâğıt üzerinde yazılacak olumlu öğelerin Marmara Denizi'ne ne faydası olacağını açıkçası bilmiyorum. Yani iki ay mı, üç ay mı oldu bu eylem planı açıklandığından bu yana ama bununla ilgili, hukuksal alt yapıyla ilgili bir girişimin olduğunu ben duymadım. İnşallah ben duymamışımdır da vardır. Eğer bununla ilgili olarak bu kadar önemli bir konuda, yani bir ülkenin tamamen sahip olduğu bir denizi taammüden, bile bile biz yok ettik. Bununla ilgili ben beklerdim ki örneğin Mecliste konsensüs halinde bütün partiler toplanıp bu eylem planıyla ilgili olan maddeleri, bununla ilgili kanuni düzenlemeleri öncelikle ve bir an evvel geçirsinler ve bunlar hayata girsin ama bunları görmüyoruz biz. Yani biz bunun yerine bu geçen dönemde çalıştaylar, işte ne bileyim konferanslar, konuşmalar, bu tür eylemlerle geçirdik bu dönemi. Yani bizim acilen eylem planı değil eyleme ihtiyacımız var. Bizim dediğim Marmara Denizi'nin eyleme ihtiyacı var ama böyle bir şey yok. Yani mesela bir Müsilaj Komisyonu kuruldu, hâlâ çalışmalarına devam ediyor. Bilmiyorum ne çıkacak müsilaj konusunda ama çıktıktan sonra da ne olacağını da bilmiyorum. Yani şöyle örnek veriyorum ben; diyelim ki deprem oluyor, ne yaparsınız? İlk önce elektriği, doğalgazı kapatıp dışarı kaçarsınız. Bizim de Marmara Denizi'nde müsilaj sonrasında yapmamız gereken elektriği ve doğalgazı kapatmak. Yani deşarjları bir süreliğine durdurup bir önümüze bakmak. Biz böyle bir şey yapmadık. Bir de üzerine Ergene’yi ekledik. Her gün yeni bir deşarj ekleniyor. İşte birçok yerde arıtma tesisleriyle ilgili belediyeler bazında ÇED toplantıları yapılıyor ama bakıyorum hepsi deniz kenarında ve hepsinin deşarjı var. Yani biz aynı yöntemle devam ediyoruz. Hani Einstein’in söylediği gibi, aynı eylemi yapıp farklı sonuçlar bekliyoruz. Bunun adını da o zaman Einstein koymuş, ben şimdi tekrar etmeyeyim.

GE: Evet. Muzaffer’in bir sorusu var. 

Muzaffer Tunçağ: Evet. Hocam ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsünün bir raporu yayınlandı geçen gün. Onlar olumlu işaret de görür gibi bir ifade kullanmışlar. Bu konuda bir incelemeniz var mı? Biliyor musunuz bu raporu?

LA: Raporu basından takip ettiğim kadarıyla biliyorum. Yani çok olumlu bir yan açıkçası ben orada göremedim, bilmiyorum. Yani bu olan zaten bizim 2000’li senelerden beri rapor ettiğimiz bir durum, yani oksijen sıfıra yakın değerlerde düşüyor. Bu müsilaj sonrasında da doğal olarak müsilajın biyokütlesi dolayısıyla bu trend çok hızlandı. Yani zaten ortada olan durumlar bunlar. Daha evvel de söylendi, biz de yine 2000 yılından beri anoksi, yani oksijenin bulunmadığı bölgeler olduğunu dile getiriyorduk. Hatta bununla ilgili uluslararası yayınlar da yaptık bu bölgelerle ilgili. Bunlar zaten olan olgular. Benim sevindiğim nokta, birçok kurum ve kuruluş artık zamanında üzerini örtmeye çalıştığı olguları kabul eder duruma geldi. Bu Marmara Denizi açısından kötü; yani artık üstü örtülemeyecek boyutlarda bu olumsuz olgular ortaya çıkmış anlamına geliyor ama onun dışında baktığınız zaman yani bu verilen verilere göre, yani her şeye rağmen, üstü örtülmeye çalışılmasına rağmen verilen verilere göre Marmara durumunun vahameti açık açık ortada. Bu bağlamda deminki soruya bunu bağlayacak olursak acilen işin yapılması gerek. Yani şöyle söyleyeyim, şu anda söylenenler, olumlu dediklerimiz, rahmetli dostum, av arkadaşım Raif Erten’in söylediği bir laf vardı: Birisi oturuyormuş köy kahvesinde “bu sene kiraz çok bol olacak” demiş. “Nereden anladın?” demişler. “Canım öyle çekti” demiş. Yani bizim olumlu dediklerimiz bundan ibaret!

GE: Ben hemen bu konudaki habere kısaca değinmek istiyorum. 20 Eylül’den, iki gün önceki bir haber. Olumlu ifade edilen kısım, görünürde bir müsilajın kalmamasına ilişkin ama onun dışında çok önemli bir saptama var ODTÜ’nün raporunda: “Ege’ye çıkmayan kısmı muhtemelen yüzeyde bir oksijen faturası keserek bakteriler tarafından çözülmüş, bozulmuş görülüyor. Şu andaki verilerimizle bunu söyleyebiliriz. Tabii ki bunun ilk sonucu bir oksijen faturası kesmiş olması Marmara’ya, yani müsilaj bu faturayı kesmiş. Haziran ayına göre şu an oksijen azlığı daha da ciddileşmiş durumda bazı bölgelerde. Özellikle İstanbul’un güneyi de olan Doğu Marmara’da, İzmit Körfezinde oksijen azlığı çok ciddi boyutlara ulaşmış durumda. 22 metreden sonra bir balığın girebileceği kadar oksijen kalmamış durumda. Bu haziran ayında 30 metreydi, 28-30 metre gibi bir banttaydı. Bunda müsilajın bir rolü olduğunu düşünüyoruz” diyor. Şimdi buradan hareketle yani Marmara Denizi'ndeki birçok problemden birisi diye anlamamız gerekiyor herhalde değil mi Levent bey müsilajı? Çünkü bahsetmiş olduğunuz bakteriler var, bunların enfeksiyona yol açma ihtimali var, balık çeşitliliğinin azalması, hatta canlı çeşitliliğinin denizde azalması var. Bunların hepsini bir araya getirdiğimiz zaman çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Ancak medyanın bir kısmı bu ODTÜ araştırma gemisiyle gerçekleştirilen çalışmanın olumlu tarafını yani müsilaj artık görünmüyor tarafını o kadar ön plana çıkarttılar ki kamuoyunda oluşan algı maalesef böyle oldu “a, tamam artık müsilajdan kurtulduk”. Müsilajdan kurtulduk ama problem daha da büyüyerek devam ediyor. 

"Esas problem Marmara Denizi alt akıntısının konveyör olarak kullanılması"

LA: Yani şöyle düşünmek lazım; müsilaj nihai bir ürün. Yani müsilaj olmasaydı, eğer müsilajın etkisi olmasaydı önümüzdeki sene veya ondan sonraki sene bugün gördüğümüz durumla zaten karşılaşacaktık. Yani esas problem müsilaj değil, esas problem Marmara Denizi alt akıntısının konveyör olarak kullanılması. Hatta zamanında bu kullanılırken, dediğim gibi, yandaş bilim insanları tarafından “Marmara’da balıklar daha iyi beslenecek, güldür güldür alt akıntı Karadeniz’e akıyor” diye bununla ilgili beyanatlar veren, bununla ilgili özellikle Cumhuriyet Gazetesi’nin Bilim ve Teknik ekinde sayfa sayfa bunu savunan kişiler de var. Açıp onlara bakmak lazım. Yani buradaki sorun müsilaj değil. Oksijenin azalmasındaki sorun da müsilaj değil. Evet müsilajın bir etkisi var sadece ama esas sorun derin deniz deşarjı adı altında Marmara Denizi'ne 32 senedir atıkların seyrelmesini ve bunların Karadeniz’e ulaşmasını uman zihniyet. Bunun bugün itibariyle yanlış olduğunu zaten görüyoruz. Yani bugün müsilaj olmasaydı da oksijen seviyelerinde çok ciddi düşmeler görecektik, hatta belki bugünkü durumu gelecek sene görecektik müsilaj olmasaydı. Şunu iyice anlamamız lazım; sorun müsilaj değil, müsilaj nihai bir ürün, sorun Marmara Denizi'nin kirletiliyor olması, nokta bu.

GE: Elvan’ın sorusu var.

EC: Evet bu kirlenmeden bahsediyoruz ama özellikle müsilajın görünür hale geldiği dönemlerde, ilk dönemlerde bu müsilajın bir nedeni olarak da küresel ısınma, deniz suyu sıcaklıklarının artışı gösterilmişti. Bu konuda sizin düşünceniz ne? İkinci sorum da şu; demin dediniz ya hani “doğalgazı ve elektriği kesip evi terk etmek lazım ilk önlem odur”. Bu da biz bütün bu deşarjları engellesek süreç nasıl normale döner, ne kadar bir zaman aralığı gündemde olur? O konuda bir bilgi verebilir misiniz, bir tahminde bulunmak mümkün mü bilimsel olarak?

LA: Yani tahminde bulunmak çok zor. Yani şunu söyleyeyim bir; kesinlikle söyleyebileceğim tek şey, 1989 öncesi Marmara Denizi'ne hiçbir şekilde geri dönme ihtimalimiz yok. Bu bir; ikincisi bizim Marmara Denizi'yle ilgili tüm deşarjları sihirli bir değnekle ortadan kaldırsak bile Marmara Denizi'ni rehabilite etmemiz yüzlerce sene sürecektir. O da Marmara Denizi'nin oşinografik evrimine, kendi evrilmesine göre değişecek bir süreç olacaktır. Ancak şu önemli, yani Marmara Denizi'ni biz bugüne kadar mahvettik, bundan sonra Marmara Denizi, -yani bizim buradaki insanların, buradaki balıktan bu bölgedeki kuştan veya bu bölgedeki herhangi bir canlıdan bir farkı yok- Marmara Denizi artık etrafına zarar vermeye başladı, etrafındaki canlılara zarar vermeye başladı. Şimdiye kadar içindeki canlılara zarar veriyordu, bu dışındaki canlılardan biri de biziz. Yani bunu engellememiz lazım ilk önce. Yani acilen yapmamız gereken, yani elektriği, suyu kapamak dediğimiz şey bir kere Marmara Denizi'ni alıcı ortam olarak kullanmamak. Bunun için birinci adımda en kolay yapılabilecek, bunu arttıracak unsur olan Ergene deşarjını durdurmak, çünkü onu durdurmak kolay. İkincisi de diğer deşarjlar için belirli bir zaman tanımak, mesela Eylem Planı’nda vardı; önümüzdeki dört senede besleyici tuzların yükünü %40 olarak azaltmak. Çok basit. Yani bununla ilgili siz düzenlemeleri koyarsınız, herkes bununla ilgili olan çalışmalarına başlar belediyelerde, sanayide. Hatta şöyle yapılabilir; pandemi döneminde olduğu gibi X fabrikası eğer 10 birim kirletiyorsa denir ki “sen altı ay çalışacaksın, arıtma tesisi bittikten sonra full kapasiteye geç” birisi beş birim kirletiyorsa “sen sekiz ay çalışacaksın, ondan sonra arıtma tesisini yapıp, geri kazanım esaslı arıtma tesisini yapıp full olarak çalış” diye. Böyle bir programa alınabilir ve bunun hukuki alt yapısı yapıldıktan sonra hayata geçirilir. O zaman bilemediğimiz 4-5 sene sonra siz Marmara Denizi'ne olan girdilerin çok büyük bir bölümünün ağır yükü %90’ını ortadan kaldırırsınız. Ondan sonra önümüze bakabiliriz artık “Marmara Denizi için ne yapabiliriz?” diye. Yani bu doğalgazı ve elektriği kapatmak bölümü. Ondan sonra artık binayı nasıl inşa edebiliriz, oksijen seviyeleri nasıl yükseliyor, besleyici tuzların durumu ne? Bunları izleyerek ondan sonraki planı ve programı, yani binayı yeniden inşa etmeyle ilgili ortada bir fikir jimnastiği, ancak ondan sonra yapılabilir. Ondan sonra sizin sorduğunuz sorunun cevabı verilebilir. 

GE: Evet Levent bey, şu anda Karadeniz’in, Ege’nin ve Akdeniz’in riski nedir sizce? 

LA: Karadeniz’in riski çok büyük. Yani şunu söyleyebilirim; yani bizim elimizdeki verilere göre yakın bir gelecekte, hatta böyle Marmara gibi 30 sene filan değil, çok daha kısa bir gelecekte Marmara Denizi gibi Karadeniz’i de aynı tablo altında görmemiz kaçınılmaz. Onu söyleyebilirim, eğer bu uygulamalar devam ettirildiği takdirde. Şimdi Kuzey Ege’ye geldiğimiz zaman orayı da çok ciddi anlamda risk altına sokuyor, hatta kuzey Ege’yi bırakın Ege Denizi'ni çok ciddi bir şekilde risk altına sokacak. Yani müsilaj olgusu olduğu zaman, bunun, Ege’nin de bundan etkilendiğini gördük. Yani bu bir süreç zaten. Şimdi biz Marmara Denizi'ni bir arıtma tesisinin önündeki çökertme havuzu gibi kullandığımız müddetçe biz Ege’ye ve Karadeniz’e sürekli deşarj yapıyoruz anlamına geliyor. Yani orasını da -orası için bir zaman söyleyemem, yani oşinografik yapısı çok farklı Ege Denizi'nin hidrografik ve oşinografik yapısı- yani orasını çok ciddi risk altına sokacağız. Ne kadar zamanda olur bilemem ama Karadeniz’i çok kısa bir süre sonra aynı Marmara Denizi gibi kaybedeceğiz. Durum bu.

"Marmara Denizi'nde hiçbir şart altında bir derin deniz deşarjı yapma imkanına sahip değilsiniz"

GE: Evet, yani bunun için de Karadeniz’de müsilaj çıkacak falan filan gibi şeyle de uğraşmamak lazım benim anladığım kadarıyla çünkü müsilaj görünürde olan bir şey. Denizin yüzeyinde hepimizin gördüğü hatta elle tutulur bir şey ama zaten sizin çok önemle birçok programınızda vurguladığınız gibi 1989 yılından itibaren Marmara Denizi'ni kaybettiğimizi belirtiyorsunuz. Bu son derece, tabii ki önemli. Bu arada aynı zamanda Ege ve Karadeniz’de de derin deşarj olduğunu da biliyoruz, değil mi efendim? Bu konuda sizin bilgileriniz nedir acaba?

LA: Evet yani Karadeniz’de de Ege’de de derin deniz deşarjı, hatta tüm denizlerimizde yapılıyor. Ben çevre mühendisi değilim ama Marmara’da yapılan yani Marmara Denizi, Ege Denizi ve Karadeniz’den çok farklı iki tane su kütlesini barındıran çok farklı hidrografik yapıya sahip; dünyada eşi benzeri olmayan bir su kütleleri toplamı Marmara Denizi. Marmara Denizi'nde kitapta yazan derin deniz deşarjı adı altındaki uygulamayı yapma ihtimalimiz yok oşinografik yapısından. Bunu Ege’de yapabilirsiniz, Karadeniz’de yapabilirsiniz. Kitapta yazdığı gibi, yani şu anda yapılan gibi demiyorum, teknik olarak Marmara Denizi'nde ama kitapta yazdığı gibi olanı da yapamazsınız ama Marmara Denizi'nde yapılan derin deniz deşarjı değil zaten. Marmara Denizi'nde, adı derin deniz deşarjı ama, yapılan alt akıntının taşıyıcı bant olarak kullanılması. Yani ikisi farklı kavramlar; yani derin deniz deşarjı bir kavram. Evet var; dünyada da yapılıyor belirli limitler çerçevesince. Bunun yapılabileceği Ege’de yerler var, Karadeniz’de yerler var, Akdeniz’de yerler var ve yapılıyor. Yani kitaba uygun olarak yapılabilecek yerler var ama Marmara Denizi'nde hiçbir şart altında bir derin deniz deşarjı yapma imkanına sahip değilsiniz, durum bu.

GE: Ben programımızın son dakikalarında iki bilgiyi paylaşmak istiyorum. İspanya’nın Kanarya Adaları’ndan biri olan La Palma Adası’ndaki yanardağ faaliyete geçti ve altı bin kişi adadan tahliye edildi, 100’den fazla ev ise yok oldu lavlar altında kaldığı için. İkinci haberimiz de Avustralya’da Melbourne’da 6.0 büyüklüğünde bir depremde can kaybı yok ama bazı binalarda hasarlar var. Yerel saatle 09:15’te gerçekleşen bir deprem. Efendim size çok teşekkür ederiz, belki son dakikalarımızda başta İstanbullular olmak üzere Trakya bölgesindeki belediyelere de bir mesajınız olabilir. Bu mesajınızı da siz zaten birçok programınızda anlattıklarınızla veriyorsunuz ama kapanışı da böyle yapalım diyorum. Ne dersiniz?

LA: Benim için söylüyorsanız, demin verdiğiniz örnekte insanlar tahliye edilmiş yanardağ sonrası, ben merak ediyorum acaba niye bir eylem planı yapılıp da, arkasından çalıştay yapılıp ondan sonra insanlar niye tahliye edilmiyor? Yani bu tür olgularda, müsilajda ya da yanardağ patlamasında olduğu gibi olgularda eylem çok önemli. Burada yapılması gereken bizim de eyleme ihtiyacımız var şu anda; durdurulması ve ondan sonra da tek madde: Marmara Denizi'nin alıcı ortam olarak kullanılmaması. Bunu üst prensip olarak koyup bununla ilgili kanuni düzenlemeleri ve gerekli yatırımları veya gerekli inşaatları, girişimleri yaptıktan sonra Marmara Denizi'ni bize zarar vermeyecek bir hale, uzunca bir süreç de olsa, getirme imkanına sahibiz. Bu konuda yerel yönetimler başta olmak üzere merkezi yönetime, bunu düzenlemesi ve koordine etmesi açısından büyük bir yük düşüyor inancındayım. 

GE: Evet ve tabii ki öncelikli olarak Ergene havzasındaki, sizin programın başında belirtmiş olduğunuz, sınai tesislerin çok süratli bir şekilde hem önlemler alması hem de o şirketlerden, o tesislerden yapılan boşaltmaların da önüne geçilmesi gerekiyor. Keza onun arkasından belediyelerin gerçekleştirmekte olduğu derin deşarjları da bütün Marmara bölgesinde önlemek gerekiyor herhalde. Efendim size tekrar tekrar teşekkür ederiz, sağ olunuz! Programımıza katıldınız, kaydımızı da biraz geç başlattık teknik nedenlerden ötürü. Sanıyorum önümüzdeki dönemde daha detaylı raporlarınız yayınlanacaktır. Bu 28 Ağustos’la 4 Eylül arasında yürüttüğünüz çalışmanın ürünlerinizi de daha sonraki programlarımızda mutlaka paylaşmak isteriz. 

LA: Teşekkür ederim. Tabii ki yayınlanacak kitap olarak, her seneki MAREM kitapları gibi, hem de rapor olarak en kısa sürede bunu yayınlayıp kamuoyuyla da paylaşacağız. Ben teşekkür ederim konuk ettiğiniz için. 

GE: Evet efendim, iyi günler diliyoruz ve kolaylıklar diliyoruz size. Hoşça kalın!

LA: İyi günler diliyorum, hoşça kalın!

GE: Evet Açık Radyo’da Altın Saatler programında bu hafta konuğumuz hidrobiyolog Levent Artüz idi. Mehmet, Nuray Aydınoğlu, Argun Yum, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ ve ben Gürhan Ertür program yapımcıları olarak programda bulunduk. Gelecek hafta yeni bir Altın Saatler programında görüşmek dileğiyle hoşça kalın!