Akdeniz'de Göç

-
Aa
+
a
a
a

"Göçmen" ve "sığınmacı", sanki birbirleri yerine kullanılan iki kavram olmuş Türkçede. İnsanlık başladığından beri kullanılan göç kavramı, hâlâ güncel… Akdeniz'de Pusulasız'ın bu bölümünde göçmen ve sığınmacı kavramlarını biraz daha doğru şekilde kullanmayı deniyoruz.

Akdeniz’de göç
 

Akdeniz’de göç

podcast servisi: iTunes / RSS

Göçmen; başka bir ülkeye, eğitim, iş, aşk gibi konularla, gittiği ülkenin kurallarına tabi olarak giden kişidir. An itibari ile Amerika'da yaşayan, ancak başka ülkelerde doğmuş insan sayısı 40 milyondur.
Sığınmacı; ülkesindeki olağanüstü durum sebebi ile can derdine düşmüş, kalırsa ölmesi muhtemel olanların zaruri olarak ülke değiştirmesidir.
Bir göçmeni ülkenize almak istemeyebilir, hatta kapıdan geri bile çevirebilirsiniz.
Ancak uluslararası hukukun bağlayıcılığı varsa, - ki maalesef bazı ülkelerde yok - sığınmacılara kol kanat germek zorundasınız.

Akdeniz bugün de insan göçünün en önemli arayüzü olmaya devam ediyor ve genelde olumsuz bir anlam taşıyor. Çünkü göç eden, gittiği yerde pek de istenmiyor.

İnsan göçü nasıl başladı?

İsterseniz, konunun koordinatlarını tespit edebilmek adına biraz daha geriden başlayalım her zaman yaptığımız gibi. “İnsan göçü nasıl başlamış olabilir?” sorusuna akıl yürütmeye çalışalım, çünkü elimizde pek bir veri yok bu konuda. İyi ki de yok, geçen programda tarihin yazı ile başlatılıyor olmasını eleştirmiştik. Muktedir olan istediği gibi kayıt altına alıyordu olayları. Kaynak varsa tarafgirlik de vardır. Bizim göç hikâyemize başlayacağımız zamanlarda henüz muktedirler yok. Olay üç küsür milyon yıl önce Etiyopya'da geçiyor. Lucy diye bir karakterimiz var. Küçük gruplar halinde ağaçların üzerinde yaşıyorlar. İklim değişikliğinin sonucu olarak, muhtemel bir ağaç seyrelmesi sebebi ile yere inmek zorunda kalıyor. Ancak zemindeki otlar, boyu yaklaşık 1 metre olan Lucy’nin vahşi hayvanlar gibi tehditleri fark edebilmesi için oldukça uzun. Süreç içerisinde kendisini koruabilmek ve yaklaşan tehlikeleri görebilmek için iyisi mi ayağa kalkayım diyor. Ayağa kalkınca da elleri boşta kalıyor mu, işte size bize benzeyen ilk canlı, Lucy. Hikâyenin sonrası malumunuz; ateşi kontrol ediyoruz, alet yapıyoruz, avcı toplayıcı diye tanımlanan bu süreç takribi 3 milyon yıl boyunca böylece akıp geçiyor.

60.000 yıl önce acaba hangi sebeple göçmen akrabalarımız Afrika'dan yola çıkıp dünyanın dört bir yanına yayılıyorlar? Avustralya, Amerika ve hatta adalara bile yerleşiyorlar. 
“Diğer tepenin ardında ne var acaba” diyerek mi? Yoksa iklim değişikliği mi zorunlu kıldı bu göçü? Kuraklık,  kıtlık ya da diğer doğal afetler mi? Savaşlar mı? 

Afrika'dan varsayılan göç dalgaları, büyük insan kalıntıları ve arkeolojik alanların yerleri (López ve.2015)

Avcı toplayıcı dönem boyunca, göçün pek sorun olduğunu zannetmiyorum. Doğadan kopmamış olan insan, kendinden olmayanı, kendine benzemeyeni ötekileştirmiyordu muhtemelen. Bunu günümüze bağlayayım; şayet bir limanda teknenizde oturuyorsanız, hiç tanımasanız da yanaşma manevrası yapan başka bir tekneye yardıma koşarsınız. Bu yazılmamış kuralın sebebi, doğa karşısında birleşme zorunluluğu olabilir. Ancak, ne zaman neolitik devrim oldu, doğayla kurmuş olduğumuz simbiyotik ilişki de hasar aldı. Birlikte var olmak değil, doğaya hükmetme arzusu sardı atalarımızı. Tarıma geçiş ile artan nüfus, kitleleri beslemek için “daha çok” kavramını hayatımıza kattı. Yine tarımın sonucu olarak artı zaman ve artı değer oluşmaya başladı. Peşinden de, iş bölümü, yönetici sınıf ihtiyacı ile “sınıflı toplum”, tarım araçlarının özel mülkiyeti, oluşan artı değeri paylaşmak için de savaşlar baş gösterdi. Saraylar ve tapınaklar birlikte yükseldiler. Köyleri kasabalar, kasabaları şehirler takip eti. Duvarlar fiziki olduğu kadar, felsefi olarak da insanın etrafını sardı.  

3 milyon yıllık serüvenin sadece son 5000 yılından bahsediyoruz. Bu beylik benim, imparatorluk benim, savaşlar ve kaybeden halkların sürgünü, göçler. Yahudilerin Mısır’dan göçü, 12 milyon Afrikalının 1500-1860 arası Amerika'ya göç ettirilmesi ve daha niceleri. An itibari ile 300 milyon kişi, kendi ülkesi dışında yaşıyor. 

Birine  ‘göçmen’ diyorsanız, öncelikle kendinizin yerleşik olduğunu kabul ediyorsunuz demektir. Ve tabi bir de  göçmen kökleriniz olduğunuzu unutmuş olmanız gerekiyor.  Halbuki, örneğin Türkiye için konuşuyorsak,  e-devletten soy ağacına giren herhangi birimizin 150 yıldan daha önceye dayanan bir soyağacı bulduğuna şahit olmuş değilim. Demek ki biz de bir yerlerden geldik göçmen olarak bu topraklara. 

Göç olabilmesi için, bir toprak parçasının birine ait olduğunu varsaymamız gerekiyor. Peki buna hakkımız var mı? Akdeniz’i bile sahiplenmeye kalkmış muktedirler tarih içerisinde. “Akdeniz, Osmanlı zamanında bir Türk gölü olmuştur” önermesi,  yada Romalıların “Mare nostrum” demesi, ki İtalya birliğini kurduktan sonra faşistlerin de sloganı olmuş, “Bizim Deniz”, yada İngilizlerin Mare Britannecum önermesi gibi. 

Akdeniz’de göç tarihi

“Akdeniz'de göç” için gelin bazı tarihi örnekler üzerinden yürüyelim. MÖ. 1200’lerde Truva savaşı bitmişti.  Anadolu halkları, bu batı ve doğunun ilk çatışmasında kaybeden taraf olmuştu. Ancak unutmayalım; egemen kültür, işgalciyi bile mutlaka kendisine benzetir. Yunan kolonisi olarak kurulan Batı Anadolu kentlerinin anakara Yunanistan’ı geçmesinin sebebi de budur; “Milet okulu” örneği sanırım yeterli olacaktır. Homeros, Hesiodos ve daha niceleri de cabası. Anakara Yunanistan’da bu gelişmemişliği bulmanız zordur. 

Truva Savaşı’nın ardından, pek çok katastrofik savaştan sonra da olduğu gibi, bir göç dalgası başlamıştır. Akdeniz rüzgârları,  pusulasız ve bitap düşmüş bu Anadolu halklarına yardım elini açmış ve onları günümüz İtalya'sına kadar taşıyıp Roma’yı kurdurmuştur. Hatırlayalım; Truvalı Aeneas, Etrüsk diyarında yeni bir şehrin temelleri atmış, ardılları olan Remus Romulus kardeşler de Roma’yı kurmuşlardır.

"Romulus ve Remus'u emziren dişi kurt", RUBENS

Bu arada bir dipnot; aynı akdeniz, hiçbir Yunan kahramanına aynı şefkati göstermemiş, yollarını uzatmış, ızdırap çektirmiş, hatta canlarını almıştır. Agamemnon, hızlıca dönebilir evine, ama karısı tarafından öldürülür.
Ajax, fırtınada ölür, Odyseus’un 10 yıl süren yolculuğunu zaten konuşmuştuk, Menelaus da keza 8 yıl sonra dönebilir anakara Yunanistan’a. Truva Savaşı sonrası oluşan kara bulutlar Akdeniz'i terk etmemiştir henüz. Tam da bu tarihlerde, yani MÖ. 1200’lerde, bu zamana kadar medeniyet adına biriktirilmiş ne varsa bir anda ortadan kaybolur. Yine bir göçtür muhtemel sebep. Deniz halkları teknelerine binip gelmiş, tüm Anadolu, Truva, Hititler, Ege adaları ve Doğu Akdeniz'i istila etmişlerdir. Mısır bu işgale direnebilmiş, ancak o da ticaret yapacak birilerini bulamadığı için çökme noktasına gelmiştir.

Bu ünlü sahne Medinet Habu tapınağının kuzey duvarından. Genellikle Mısır'ın Deniz Halklarına karşı yürüttüğü kampanyayı göstermek için kullanılır.

Yazı geleneği bile unutulmuştur, o kadar şiddetli bir istila, göç. Akdeniz’i ‘karanlık’ çağlara gömen deniz halkları göçünü düşünelim; evlerini barklarını bırakıp, onca yolu gemilerine binip göç etmek zorunda kalan bu insanlar, vardıkları Akdeniz kentlerinde kabul görselerdi, yine de istilacı olurlar mıydı? Roma’nın yıkılışını düşünelim; Resmi bakışa göre vandal kavimler gelmiş ve Roma’yı istila etmiş, koca bir medeniyeti bitirmişlerdir. Roma İmparatorluğu da benzer şiddeti Akdeniz'de, tüm halklara boyun eğdirinceye kadar uygulamamış mıydı?

Diğer bir önemli göç hadisesi de Foçalı hemşerilerimize aittir. Anadolu’daki Pers istilası karşısında ya teslim olacaklar, ya da göç edeceklerdi. İkinci yöntemi seçtiler, gemilerine binip İtalya, Adriyatik ve İspanya’da koloniler kurdular. Bunlar arasında en  meşhuru kuşkusuz MÖ.600’de kurdukları Marsilya’dır.

Yarın sabah göç etmek zorunda olsanız yanınızda ne götürürdünüz? Rahatsızlık veren bir soru farkındayım. Çünkü pek çoğumuz göç konusu ile ilgili kendimizden yola çıkarak düşünmemişizdir. Birlikte düşünelim; ortak değer atfedilen şeyler; kıymetli eşya, para, altın... ilk akla gelenler. Maddi olmayan  şeylerinizi; yeteneklerinizi, geleneklerinizi,  kültürünüzü de götürürsünüz beraberinizde. 

Fransız İhtilali sonrası gelişen milliyetçilikle hareketlenen balkanlarda Osmanlı egemenliğine karşı başlayan rahatsızlığı ele alalım. Biz Yunan, Mora veya Arap isyanı diye adlandırırken, söz konusu halklar için bu kalkışmanın adı bağımsızlık mücadelesidir.
Bizler 1453 için İstanbul'un kurtuluşu demeyi tercih ediyoruz mesela. Halbuki kimi kimden kurtarıyoruz acaba? 1.Dünya savaşı bitip de Osmanlı’yı işgal eden devletler için de, bağımsızlık savaşı veren Anadolu halkı isyancıdır. Acaba göç kavramına olumlu bir olgu olarak da bakılabilir mi? Anadolu’ya girişimizi törenlerle kutluyoruz mesela, bu  da bir göç hikâyesi değil mi?

Sultan II. Bayezid, 1492'de İspanya'nın Sefarad Yahudilerini İspanyol Engizisyonundan kurtarmak için Kemal Reis'i göndermiş ve Osmanlı İmparatorluğu'na yerleşmelerine izin vermiştir.

Kolomb’un Amerika seferine çıkacağı gün, II.Beyazıt'ın İspanya’dan gelen( göç etmek zorunda bırakılan ) Sefarad yahudileri ve müslümanları alması için gemilerini seferber etmişti. Osmanlı topraklarında özgürce yaşam alanı bulan bu göçmenler de karşılığında tüm bilgi birikimleri imparatorluğun faydasına kullandılar. 
Keza Amerika’yı da göçmenlerin kurduğuna  dikkat çekebiliriz.

İhtiyacımız olan  aidiyeti daha geniş bir çerçevede kurabildiğimiz Akdeniz’de pusulasız gezebilmek umudu ile...