"İçme suyu temini, göçükten insanların kurtarılması kadar önemli"

-
Aa
+
a
a
a

Ekoloji Birliği eş sözcüleri Halime Şaman ve Güner Yanlıç'la depremin sebep olabileceği ekolojik krizleri ve bu krizlere karşı alınması gereken önlemleri konuştuk.

Sultansuyu Barajı
"İçme suyu temini, göçükten insanların kurtarılması kadar önemli"
 

"İçme suyu temini, göçükten insanların kurtarılması kadar önemli"

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)

Ömer Madra: Ekoloji Birliği ve İklim Adaleti Koalisyonu’na dahil ekoloji örgütleri önemli bir ortak açıklama yaptılar. OHAL'in bahane edilerek sivil inisiyatiflerin yardımlarının, dayanışma olanaklarının engellenerek yaşanan felaketin daha da büyütülmemesi istendi. Depremde “ikinci afet” uyarısı da Temiz Hava Hakkı Platformu’ndan yapıldı. Termik santraller ve sanayi tesislerinin risk oluşturduğu söylendi. Deniz seviyesinin yükselmesi dolayısıyla İskenderun'da binaların boşaltıldığı haberi de var. İskenderun Limanı yangını hakkında da konuşacağız. Bütün bunlara kısmen değinebilmek için konuklarımız var. Ekoloji Birliği eş sözcüleri Halime Şaman ve Güner Yanlıç'la konuşuyoruz. 

Güner Yanlıç: Hoş bulduk.Öncelikle Türkiye ve Suriye'de 6 Şubat günü gerçekleşen depremin yaralarının bir an önce sarılmasını diliyoruz ve yaşamını yitirenlerin acılarını hep birlikte paylaşıyoruz. Hepimize geçmiş olsun.

Biraz meseleyi sorun çözüm noktasında değerlendirmek gerekiyor. Depremler afet, felaket olarak hep nitelendirilmiş ama depremler doğal olaylar ve insanlar on binlerce yıldır depremlerle birlikte yaşamış, bugüne kadar gelmişler. Bu felaketlerin asıl sebebi endüstriyalizmin aşırı kâr ile kendini beslemesi ve tüketim odaklı, beton esaslı kentler yapması ve bunu rant üzerinden yapması. Bu kadar acıyı, bu kadar kaybı biz tamamen bu kapitalist sistemin rantına bağlıyoruz. Evet, çok ciddi boyutları olan depremle karşı karşıya geldik ve insanın bir kez daha doğa karşısında aslında çaresizliğine tanık olduk. Doğaya hükmetmek yerine yine on binlerce yıllık sürede olduğu gibi doğayla birlikte uyum içerisinde bir yaşam inşa etmenin bundan sonraki deprem, sel, yangın, volkan gibi birçok problemin önüne geçebileceği bilinciyle bir an önce ekolojik bir yaşamın inşa edilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Ö.M.: Ekoloji örgütlerinin OHAL gibi bir şeye başvurmak yerine toplumsal dayanışma ve örgütlenmeye ağırlık vermemiz gerektiğini ifade eden ortak bir açıklama vardı.

H.Ş.: Hepimiz bir “rağmen” durumunu yaşıyoruz. Sosyal devlete rağmen, devletin varlığına rağmen, hazır olunması gerekmesine rağmen ve önümüze bu yaraları saracakların engellemelerine rağmen bir dayanışma ağı arıyoruz. Evet bir afet durumunu yaşıyoruz. Ama bu afet doğal bir durum değil. Görevini yerine getirmesi gereken AFAD'ın yarattığı bir afet durumunu yaşıyoruz. Bunun altını çizmek gerekiyor.

Ö.M.: Ekoloji örgütlerinin ortak bildirisinden acilen yapılması gereken şeyler arasında şunlar sıralanmış:

1. Başta bölgede ve komşu bölgelerde olmak üzere, madencilik ve inşaat faaliyetleri derhal durdurulmalı, kamuya ve özel şirketlere ait iş makineleri ve ekipmanları teknik personel ile birlikte deprem bölgelerine arama-kurtarma çalışmaları için gönderilmelidir.

2. Karayolu ile ulaşılamayan deprem alanlarına hızla sivil ve askeri altyapı ve personel; gerekli noktalarda özel sektör havayolu altyapısı ile arama-kurtarma ve yardım ekipleri ulaştırılmalıdır.

Bunların gerçekleşme şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

H.Ş.: Bu gerçekten trajik bir durum. Bizim şu anda ölmemize neden olanlardan, katillerimizden, aldıkları teşviklerle sahip oldukları ekipmanları ihtiyaç duyulan bu deprem bölgelerine transfer etmelerini istiyoruz. OHAL ilan etmek güzel. Bununla belirli şeyleri kontrol altına almaya çalışabilirsiniz. Ama OHAL halka değil bizleri öldüren inşaat firmalarının şu anda durmaksızın devam eden faaliyetlerine uygulanmalı. Bizleri öldüren, şu anda faaliyetlerinde durmaksızın devam eden maden firmalarına uygulanmalı. Ellerindeki teknik ekipmanlar şu anda bizim için hayati önemi olan ekipmanlar. Azıcık para kazanmaya ara verip hayat kurtarsınlar. Biraz insan olduklarını hatırlamaya ihtiyaçları var.

Ö.M.: Bunlar acil yapılması gerekenler sıralamasında altı madde halinde sıralanmış:

3. Başta bölgedeki güvenilir binalar olmak üzere, komşu bölgedekiler dahil olmak üzere, ikinci konut, otel, ibadethane gibi yapılar barınma sorununun çözümünde kullanılmak üzere ücretsiz ya da kamu kaynakları kullanılarak hizmete açılmalıdır.

4. Temiz içme suyu, gıda, giysi, hijyen ürünleri gibi yaşamsal ihtiyaçların sağlanabilmesi için sivil toplumun dayanışma için oluşturduğu mekanizmaların kamu hizmetleri ile tam ve eksiksiz koordinasyonu sağlanmalıdır.

5. İnsan dışındaki canlıları da kapsayacak kurtarma ekipleri oluşturulmalıdır. Bu konuda inisiyatif alan sivil ekiplerin çalışmaları kolaylaştırılmalı ve desteklenmelidir.

6. Depremin, göçmenlerin yoğun yaşadığı bir bölgede olması nedeniyle, arama-kurtarma-temel ihtiyaçların giderilmesi konusunda yürütülen çalışmalar ayrımcılıktan muaf, tam bir kapsayıcılıkla sürdürülmelidir.

Bir de bu acil yapılanların dışında ekolojik talepler var. Biraz da isterseniz onları dile getirelim. Sekiz madde dahilinde özetlemişsiniz.

H.Ş.: Acil önlemler arasında sıraladığımız o “içme suyunun temini” şu anda göçükten insanların kurtarılması kadar önemli çünkü dün kimya mühendisleri odasının bir açıklaması vardı ve suya petrolün karışmasıyla ilgili endişeleri var. Onun dışında kanalizasyonun karıştığı ile ilgili ciddi endişeler var. Bu bizi hiç istemediğimiz bir salgın hastalık riskiyle karşı karşıya bırakıyor. Çökmüş bir hastane, sağlık sisteminde bir de salgın hastalığın tedavi edilme ihtiyacını düşünebiliyor musunuz? Ve bunlar geciktirilecek önlemler değil. O yüzden altını tekrar tekrar çizmek istiyoruz. Çünkü telafisi yok. Şu anda asbeste maruz kalan hem bölge yaşayanları, hem orada arama kurtarma ekibinde olan insanlar için hiçbir önleyici tedbir alınmış değil. Bırakın önleyici tedbiri bilgilendirici bir açıklama dahi yok. Böyle bir afet yönetimi olabilir mi? Beceremiyorsunuz ama sivil inisiyatifinde örgütlenmesi için önünde engel oluyorsunuz. O zaman bu yıkımın siz kısıtlı paydaşı oluyorsunuz ve bu ağır bir yük. Sanıyorum ki bir hukuki sorumluluk da getirir.

Ö.M.: Evet, son derece vahim bir durum yani temiz hava ve içme suyu söz konusu. Temiz sudan daha önemli herhangi bir şeyden bahsetmek gülünç olur zaten. Yıkılan binalarda kullanılmış olan asbestin açığa çıkması gibi bir sorun da var değil mi?

H.Ş.: Elbette, bu depremin ülke ekonomisine getirdiği ağır bir yük olacak. Ve bu yüke asbestin majör faktör olduğu akciğer kanserinin getireceği yükü ve insan kaybını da düşünür müsünüz? Zaten kıt olan kaynakları yine bizleri öldürüp sonra da tedavi ediyormuş gibi görünen ilaç firmalarına mı aktaracaksınız? Daha sağlıklı, daha iyi bir yaşam imkânı sunmak varken, basit önlemlerle çözümlenmesi gerekirken bu ülkenin halkına bunları yaşatmaya kimsenin hakkı yok. Biz bu kadar ağır bedelleri ödemiyor olmalıyız. Coğrafya kader ama bize bu bedeli ödetmek isteyen bir iradeyle karşı karşıyayız.

Ö.M.: “Doğalgaz kaynaklı patlamalar ile İskenderun Limanı’ndaki yangının neden çıktığı, hangi maddelerin yandığı, varsa kimyasal ve nükleer maddelere dair bilgilendirme yapılmalıdır.” talebi var.

G.Y.: Özellikle su meselesinde yıllardır bizlerin ifade ettiği gibi ihtiyacın çok üstünde büyük ölçekli devasa barajlar yapılıyor. Ve böylesi depremlerde bu barajların ayakta kalabilmesi, hasar almaması mümkün değil. Bu konuda yapılan uyarılara verilen “cevap herhangi bir hasar yoktur” şeklinde ama o barajın patlamasıyla deprem gibi bir tehlikeyi barındırdığını ifade etmemize rağmen bu konuda herhangi bir çalışma yapılmıyor. 

Yine suyla bağlantılı olarak yer altındaki tektonik plakalar kırıldığı, patlayan fosil yakıt hatlarından yayılan petrol-gaz ya da İskenderun'daki gibi diğer kimyasal maddeler yeraltı suyuna karışıp içilebilir su varlıklarımızı da tehdit etmekte. Bu yönde de herhangi bir bilgilendirme gelmedi. İskenderun Limanı’nın demir çelik ticaretinde kullanıldığını biliyoruz ama son yıllarda Türkiye'nin özellikle Avrupa'dan geri dönüşüm adı altında çöp aldığını da biliyoruz. Bu çöplerin içinde kimyasal ya da hatta belki nükleer atıklar da olabilir ve İskenderun Limanı'nda çıkan yangın her şeye rağmen dört günde söndürülemedi. Bu ahşap, tahta veya plastik türü bir şey olsa söndürülebilirdi. İlginç bir şekilde dört gündür devam ediyor ve bu konuda herhangi bir bilgi yok. En son yapılan açıklama “herhangi bir zararlı kimyasal yoktur” dendi. Biz zaten bu söylemlere inanan, güvenen bir noktada durmadığımız için bu herhangi bir şekilde bizi ikna etmiyor. Ve en kısa sürede İskenderun Limanı'nda yangına neyin neden olduğunun ve nelerin yandığının kamuoyuna açıklanmasını kesinlikle bekliyoruz.

Ö.M.: Maraş'ta ve Adana'da termik santraller, kömür yakıtlı santraller var. Bir de barajlar meselesi var.

Özdeş Özbay: Malatya Valiliği tarafından Sultansuyu Barajı’nın kademeli olarak boşaltılacağı açıklandı. Bu bildiğimiz tek örnek. Ama diğer barajlar hızla kontrol edildi mi, bilmiyoruz. Üstelik Sultansuyu Barajı’nın çatlaklardan dolayı boşaltılacağı söylenmişti. Sosyal medyada da gördüğüm kadarıyla bu barajın alt bölgelerinde yaşayan köylerdeki depremden etkilenmemiş insanlar yüksek yerlere gitmişler. Fakat günlerdir yardım gitmediği için geri döndükleri söyleniyordu. Bir de böyle iç içe geçen sorunlar var.

G.Y.: Özellikle termik santrallerle ilgili hiç bilgi yok. Biz gündeme getirmeye çalıştık ama kendi kent merkezine giremeyen, bir afet yönetimi yapan iktidarın bir barajı, bir termik santrali gidip kontrol edebilmesi zaten çok uzak bir ihtimal. Akiferler meselesine bu da giriyor. Termiklerin barındırdığı zararlı atıkların hepsinin yeraltı sularına karışma riski var. Böyle bir noktada biz en kısa sürede gidip bölgede bir gezi ve inceleme yapıp sonra da bunun raporlaştıracağız.

Ö.M.: Termik santrallere, barajlara gidecek misiniz?

G.Y.: Gidebildiğimiz her yere. Açıklamada yazdığımız başlıkların hepsiyle ilgili bir inceleme yapmak durumundayız. Çünkü merkezi iktidarın bu konuyla ilgili yasak koyduğunu görüyoruz. OHAL'in en önemli nedeni bu. Ama biz tehlikenin büyüklüğünün farkındayız. Bu nedenle termik santrallere de İskenderun Limanı'ndaki yangına da, barajları da gidebilirsek incelemeler yapıp en kısa sürede de bunu raporlayacağız.

Ö.Ö.: Hatta belki yine Temiz Hava Hakkı Platformu’nun bahsettiği gibi hava kirliliği ölçümü de yapmak mümkün. Teknolojik olarak bu ölçümler yapılıyor normalde ama hükümet şu anda açıklayacak mı, bilemiyoruz. Hem yangın nedeniyle hem de bütün bu yıkım sonrası muhtemelen ciddi bir hava kirliliği de yaşanıyor. Belki böyle ilişkileriniz varsa bölgedeki hava kirliliği ölçümlerini de inceleyebilirsiniz.

Ö.M.: Saydığınız ekolojik talepler arasında önemli bir başka mesele de vardı. Kısaca ona da belki değinmek fırsatımız olabilir: “On binden fazla binanın yıkıldığı düşünülmektedir. Bu binalardan yayılan asbest, radon ve diğer zararlı gazlar ile ilgili başta arama-kurtarma ekipleri olmak üzere bölgedeki halkın güvenliğini sağlayacak çalışmalar bir an önce başlamalıdır.” diyorsunuz. Bu durum hakkında da ne söyleyebiliriz?

H.Ş.: Pek çok yerde ve burada da bir ironi var. Şimdi televizyonlarda bize depremi anlatan çok kıymetli hocalarımızın bizim için şu anda tehdit içeren nükleer santral gibi ya da daha önce Bergama'da gördüğümüz bu yıkım projelerinde olduğu gibi altında imzaları olduğunu görüyoruz. Şimdi biz kime güveneceğiz? Yapılması gereken biz halkı temsilen STK'ların, sivil toplum kuruluşları ve platformların işinin kolaylaştırılması, analizlerimizi yapabileceğimiz koşulların yaratılması lazım. Hatta en doğrusu bize gereksinim olmadan kendilerinin yapıyor ve şeffaf biçimde halka açıklıyor olmaları lazım. Hepimiz bu durumun bir an önce toparlanıp daha işler hâle gelmesini istiyoruz. Çünkü halk olarak kendi yaralarımızı sarıyoruz. Belki de bu kriz anlarının en güzel yanı o dayanışma ruhumuzun ortaya çıkması. “Rağmenlere” rağmen ortaya çıkması. Sorumluların da artık yasal yükümlülüklerini hatırlayarak gerekenleri yapmak zorunda olduğunun da altını çizmek gerekiyor.

G.Y.: Mülteci meselesine dair de bir şey söylemek istiyorum. Özellikle toplumda bir kışkırtılma var ve mültecilerle ilgili birçok söylem duyuyoruz. Zaten yerinden yurdundan olmuş, mültecilik vasfını almış insanların bir de bu depremi yaşamasına rağmen üzerlerinde baskı kurulması, tehdit edilmesi ve ayrımcılığa maruz kalmaları durumlarına şahit oluyoruz. Bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz tüm kamuoyunu. Depremde kim zarar görmüşse; mülteciler, yerelde yaşayanlar ve insan dışı tüm canlıların hepsi bizim için aynı noktadadır. Hepsi için mücadeleyi yürüteceğiz, yükselteceğiz ve dayanışma yaşatır. Sizin aracılığınızla bir daha tekrar ediyoruz. Dayanışma yaşatır!