86. yılında Trakya Pogromu: Işıl Demirel ile söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

3 Temmuz 2020 tarihinde Açık Gazete programına katılan Avlaremoz kurucularından yazar ve akademisyen Işıl Demirel programda konuşulanları Açık Radyo için yazıya çevirdi.

Fotoğraf: Rıfat Bali'nin 1934 Trakya Olayları kitabının kapak fotoğrafı

(Bu yazı Açık Gazete'deki programın ardından konuğumuz Işıl Demirel tarafından kaleme alınmıştır.)

2008 yılında Yeditepe Üniversitesi Antropoloji bölümünde tamamlamakta olduğum yüksek lisans eğitimi sırasında hazırladığım bitirme tezinin konusu beni, ailemi ve geçmişimi yakından ilgilendiren 1934 Trakya Olayları idi. 21 Haziran 1934 tarihinde Çanakkale’de başlayan olaylar Trakya’da Yahudilerin yaşadıkları büyük, küçük tüm yerleşim birimlerine bir orman yangını gibi yayılmıştı. Çanakkale’nin ardından Gelibolu, Edirne, Keşan, Uzunköprü, Kırklareli, Babaeski, Tekirdağ, Lüleburgaz, Çorlu, Silivri’ye yayılan olaylar sonucu yerli kaynakların aktardığına göre 3.000, yabancı kaynaklara göreyse 7 bin, 10 bin kadar Yahudi yaşadıkları şehirleri terk etmişlerdi. Bir kısmı olayların 5 Temmuz günü sona ermesi ardından yurtlarına geri dönse de bir kısmı ise bir daha geride bıraktıkları o şehirlere hiç adım atmamışlardı. Gelibolulu bir Yahudi olan Anneannemin ailesi de geri dönmeyenlerden biriydi. 2001 yılında ölümüne dek ailede hiç konuşulmayan bu olaylar ancak benim tez çalışmam sırasında gündeme gelecek ve ilk kez konuşulacaktı. 

90'lı yılların ikinci yarısına kadar konuşulmadı

Bizim evde konuşulmadığı gibi, başka evlerde ve toplumsal alanda üzerinde tek kelime dahi konuşulmayan Trakya Olayları, 1990’lı yılların ikinci yarısına kadar üzerine tek bir kelime yazılmamış ve konuşulmamış bir vakaydı. İlk kez 1996 yılının şubat ayında Tarih ve Toplum dergisinde Haluk Karabatak tarafından yazılan “1934 Trakya Olayları ve Yahudiler” başlıklı makale ile Trakya Olayları konu edilir.  Aynı yılın temmuz ayında Avner Levi’nin yine Tarih ve Toplum dergisinde yayınlanacak “1934 Trakya Yahudileri Olayı: Alınamayan Ders” adlı makalesi ikinci girişim olacaktır. Olayların üzerinden 62 yıl geçtikten sonra ilk kez konu edilen Trakya Olayları’nın bir ilgi ve merak konusu olması ise aslında Rıfat Bali’nin 2008 yılında yayınladığı “1934 Trakya Olayları” adlı kitapla mümkün olmuştur. O zamana toplumsal alanda konuşulmayan, tartışılmayan ve ne gariptir ki bilinmeyen Trakya Olayları özellikle son 15 yıl içinde bir merak konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. 

38 Trakya göçmeni Yahudi ile yaptığım araştırmada sözlü tarih, yaşam öyküsü derleme ve derinlemesine mülakat yöntemleri ile Trakya Olayları hakkında bilgi toplamıştım. Pek çoğu çocukken yaşadıkları olayları, duyduklarını, dinlediklerini benimle paylaşmıştı. Yahudilerin toplumsal hafızasına anadilleri Yahudi İspanyolcası (Cudeo-Espanyol) dilinde La Vaka (olay, vak’a), Barunda (gürültü, karışıklık, kıyamet) ve en yaygın olarak bilinen hali ile La Fortuna (kader) adlandırmaları ile kazınmış Trakya Pogromu’nda yaklaşık 15 gün boyunca taşlı sopalı saldırılarla, evleri, işyerleri yağmalanan, fiziksel şiddete maruz kalan, mahalleleri abluka altına alınan, yiyecek-içecek satmayarak boykot edilen ve her şeyin üstüne bir de can ve ırz tehditleri alan Yahudileri ne yerel yönetimler ne de güvenlik güçleri korumamıştı. Olaylara müdahale etmek bir yana tam tersine Yahudilerin şehri terk edebilmeleri için limanlarda vapur, istasyonlarda tren bulundurulmasını sağlayan yerel yönetimler, daha da ötesi olayların sona ermesine iki gün kala herhangi bir gerekçe göstermeden Yahudilere 48 saat içinde şehri terk etmeleri için emir vermişti. Pek çok yerleşim biriminde geceleri yaşanan saldırılar sırasında, mahallelerini ateşe vermeye çalışan vandallardan kurtulmak için can havliyle yardım isteyen Yahudilerin seslerine kulaklarını tıkayan karakollarda ışıklar yansa da müdahalede bulunulmamıştı. Kırklareli en vahşi olayların yaşandığı şehirdi. Kırklareli’nde halkın yanı sıra silahsız askerlerin de katıldığı saldırılarda yağmanın yanı sıra Yahudiler dövülmüş, bıçakla tehdit edilmiş, kadınlara tecavüz edilmiş, kimilerinin ziynet eşyaları için elleri, parmakları kesilmişti. Kırklareli Hahamı’nın evini basan saldırganlar sakalını kestikleri Hahamı dövmüş, elbiselerini çıkartıp çırılçıplak soymuş, eşine saldırmış ve saatlerce işkence etmişlerdi.

21 Haziran günü ansızın başlayan olaylar 5 Temmuz günü dönemin Başvekili İsmet İnönü’nün TBMM’de yaptığı konuşmada olayların durmasını emretmesi ile aniden sona ermiştir. Trakya Olayları’nda devletin sorumluluğu ya da -iyi niyetle- sorumsuzluğu hala gündeme gelmemiştir. Oysa gerek devletin gerek yerel idarelerin gerekse güvenlik güçlerinin sorumsuz tutumlarının bir alt yapısının da bulunduğu aşikardır. 1928 yılında “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları ile ötekileştirilmenin ana hedefi haline getirilen Yahudiler, onları kovan bir milletin (İspanya) dilini konuşmaya devam ettikleri için nankörlükle suçlanıyorlardı. Kampanya ile beraber Yahudilerin yaşadıkları hemen her yerde kamusal alanda Yahudiler Türkçe konuşmaya zorlanıyor, tehdit ediliyor ve fiziksel saldırıya maruz kalıyorlardı. Olaylar büyüdüğünde Fecr-i Ati edebiyat topluluğunun kurucularından Yakup Kadri söz alacaktı. Millî Mücadele yıllarından itibaren Mustafa Kemal’e yakınlığı ile tanınan ve dönemin TBMM milletvekillerinden olan Kadri, Yahudileri olayları abartmakla suçlarken, halka ise Türkçenin ticaret dili haline getirilmesinin gerekliliğini anlatacak, bunun gerçekleşmesi halinde Yahudilerin de Türkçe konuşacaklarını söyleyecekti. 

Yazılı basının ilgi alanı: Yahudiler

Yahudileri ekonomi, ticaret, para düşkünlüğü ile ilişkilendiren tek kişi elbette Yakup Kadri değildi. 1920’li ve 30’lu yıllar boyunca yazılı basının neredeyse en önemli ilgi alanı Yahudilerdi. Irkçı yaklaşımları ve Nasyonal Sosyalizme yakınlıkları ile tanınan Nihal Atsız ve Cevat Rıfat Atilhan’ın yanı sıra Mustafa Nermi, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç antisemit yazılarıyla Cemal Nadir ise antisemit “Cumartesi karikatürleri” ile Yahudileri kendine konu edinen isimlerdi. Milli İnkılap, Orhun, Akbaba gibi çok okunan dergilerin yanı sıra dönem hükümetinin resmi yayın organı niteliğindeki Cumhuriyet gazetesi de bu yazı ve karikatürleri yayınlamaktaydı. Yahudileri, “alçak”, “kahpe”, “sinsi”, “korkak”, “küstah”, “fırsat düşkünü”, “hain”, “soysuz” gibi sıfatlarla niteleyen bu yazılarda okuyucuya, çengel Sami burunlu, şişman ve göbekli, paragöz, menfaatçi, cimriliğinden üstü yamalı eski elbiseler giyen, mutlaka ticaret yapan bunu yaparken de kâr elde etmek için hileye başvuran, yazlarını Büyükada’da geçiren, yıkanmayı sevmediğinden ve pintiliğinden deniz banyosunu tercih eden bir tiplemesi sunuluyor ve Yahudinin “vatanı da dini de paradır” algısını oluşturulmaya çalışılıyordu. Aşağılamalar yıl 1934’te tehdite dönüşmüştü.  Özellikle pogromun başlamasından birkaç gün önce Milli İnkılap’ta Osman oğlu Rasih imzasıyla yayınlanan bir yazı bir kaç gün sonra yaşanacakların habercisi niteliğindedir: 

“Edirne kan ağlıyor. Edirne’nin şanlı cumaları Cumartesi oldu artık... Söğütlerin koyu gölgelerinde kahramanlık hikâyeleri anlatılmıyor, orada Musa oğulları günlük kazançlarını hesaplıyorlar... Onlar dünyanın en soysuz milletidir. Onun için Tanrı onları her vakit ezilmeğe mahkûm etmiştir. Tanrının yaptığını kul bozamaz. Bundan büyük adalet mi olur? Niçin onları başımızın üstünde taşıyoruz? Tanrının sevmediğini peygamber sopa ile kovalarmış, Peygamberin sopa ile kovaladığını biz ne yapsak yeridir!”

Tüm bu yayınlar 1934 yılında gerçekleşecek Trakya Olayları’na zemin hazırlayarak, arzu edilen husumet ortamını filizlendirse de elbette tek başına olayların faili olma niteliğinde değildir. Trakya’da yaşanan olayların organize bir zihniyetin eseri olduğunun en önemli ispatı ise İskân Kanunu’dur. İtalya’nın faşist lideri Benito Mussolini’nin, Akdeniz’i ise Mare Nostrum (bizim deniz) olarak tanımlaması, Türkiye Hükûmeti açısından açık bir tehdit olarak algılanmış, düşman işgaline en yatkın ve korunmasız mıntıka olarak düşünülen Trakya bölgesinin durumunun değerlendirilmesi için burada bir Umumi Müfettişlik kurulmasına karar verilmiştir. Söz konusu Müfettişlik görevine yine Mustafa Kemal’e yakınlığı ile bilinen İbrahim Tali Bey getirilir. İbrahim Tali, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a beraber çıktığı 18 subaydan biridir. Aynı zamanda 1927 yılında da Şeyh Sait Ayaklanması’ndan sonra Doğu Anadolu’da kurulan Birinci Umumi Müfettişliğin başında beş yıl görev yapmıştır. 1934 yılının aralık ayında, Trakya Olayları’ndan yaklaşık 6 ay sonra çıkarılacak “Soyadı Kanunu” sırasında kendisine bizzat Mustafa Kemal tarafından “Öngören” soyadı verilecektir. 

Tali'nin "Yahudi Meselesi" raporu

22 Nisan 1934 tarihinde görevine Edirne’de başlayan İbrahim Tali, 33 gün sürecek bir gezi ile Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale ve bunlara bağlı yerleşim birimleri başta olmak üzere tüm Trakya’yı mercek altına alır. Araştırmaları ışığında hazırladığı raporlar ise bir bölgenin ihtiyaçlarının tespitinden öte “Yahudi Meselesi”ne odaklanmaktadır. Tali, yazdığı raporlarda Yahudileri, Trakya’nın iktisadi hayatına köylü ve memurları rüşvet ve hile yoluyla kandırarak hâkim olmak, Bulgaristan için casusluk yapmaya meyilli olmak ve Türkçe konuşmaya, Türk kültürünü ve Türk ülküsünü benimsemeye katiyen niyetli olmamakla suçlar. Tali’nin vazifesi, 14 Haziran 1934 tarihinde, kendisinin hazırladığı “öngörülü” raporların ışığında kabul edilecek İskân Kanunu ile aslında fiilen sona erer. Bir tür techir politikası olan kanun metnine göre Trakya 3 bölgeye ayrılacaktır. İskân politikası ile Türk ırkından olmayanların “serpiştirme” suretiyle dağıtılmalarıyla Türk kültürünü benimsemiş insanların içinde kendi kültürlerini unutarak asimile olmaları amaçlanmıştır. 

Ancak kanunun uygulamaya koyulması beklenemeden Trakya Olayları patlamış, İskân Kanunu ile amaçlanan nihai hedefe 15 günlük süre içinde göreceli olsa da ulaşılmıştır. Olayların sonucunda İbrahim Tali’nin, antisemit pek çok yazar, çizerin ve hükümetin arzu ettiği olmuş, Yahudilere ait gayrimenkul ve ticarethaneler değerlerinin çok altında meblağlara el değiştirmiş ve bölge ekonomisinde Müslüman Türk unsurunun hâkim duruma gelmesi sağlanmıştır. Olaylar sırasında bölgeyi hemen terk etmeyen pek çok Yahudi ailesi 1940’larda, 50’lerde ve 60’larda bölgeyi terk etmiştir. Bir zamanlar 13.000’den fazla Yahudi’nin yaşadığı Trakya’da bugün bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda Yahudi kalmış, onlardan kalan izler de büyük ölçüde silinmiştir. Yakın zamana kadar harap vaziyetteyken restore edilen Büyük Edirne Sinagogu ile Çanakkale’deki Mekor Hayim Sinagogu Yahudiler’den geriye kalan nadir izlerdendir. 

Yazık ki yaşananlardan tek ders alan Yahudiler olmuştur. 1934 Trakya Olayları’nı yaşadıktan sonra bu coğrafyada güven içinde olmadıklarını öğrenmiş, temkinli davranmayı, gizlenmeyi, mal edinmekten kaçınmayı ve en önemlisi de susmayı kendilerine ödev bilmişlerdir. Trakya Pogromu, Yahudilerin aldığı dersi açıkça ortaya koyan bir de Cudeo-Espanyol dilinde deyiş bırakmıştır geriye. Türkçe çevirisi: “Göz yakmayan soğan, acı vermeyen Türk olmaz!”

 

-------------------------------------

Rıfat Bali'nin 1934 Trakya Olayları kitabı hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.