Luciano Benetton'la söyleşi: Imago Mundi

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Latince’deki ‘Imago Mundi’ tabirini, kurduğu aynı adlı vakfa adayan sanat tutkunu ve koleksiyoner Luciano Benetton Evrim Altuğ'un sorularını yanıtlıyor. 

(Türkçesi Zeynep Nur Ayanoğlu’na ait bu söyleşi Art Unlimited Publications özel izniyle yayımlanmıştır.)

İnternet üzerinden deneyimlenen on binlerce yapıtlık, uluslararası Imago Mundi birikiminin, son olarak İtalya’nın Treviso kentinde yer alan ve restorasyonu kültüre adanan eski bir hapishanede açtığı ‘Dünya Evimizken’ sergisi de, Imago Mundi koleksiyonundan özel bir seçkiyi, Selçuk Demirel ve Erkan Özgen ile Armen Agop ve Walid Siti gibi önemli isimler eşliğinde 29 Kasım’a dek açık tutuyor. Sergide Özgen’in 2018 tarihli ‘Purple Muslin’ isimli video işi yer alırken, çalışma Kuzey Iraklı, IŞİD teröründen kaçan ve sığınmacı kamplarında varoluş mücadelesi veren Müslüman olmayan Kürt - Yezidî kadınlarının yaşadığı göçün kültürel ve sosyal etkilerini büyüteç altına alıyor. Yezidilerin kökeni, milâttan önce iki binli yıllara deign uzanıyor. Öte yandan sergide yer alan Selçuk Demirel ise, etkinliğe 1984 ve 2016 tarihleri arasında ürettiği 20 çalışmasıyla katılıyor. 13 sanatçı ve inisiyatifi buluşturan sergi, dijital imkânlarla da gezilebiliyor. Etkinlik, yapıtlarla izleyicileri Claudio Scorretti ve Irina Ungureanu küratörlüğünde buluşturuyor. 


 Öte yandan, Benetton Vakfı Carlo Scarpa Uluslararası Ödülü’nü, açılışı 24 Ekim’de yapılacak sergide Kapadokya’daki volkanik kayaya oyulmuş iki vadi olan Güllüdere ve Kızılçukur’a vereceklerini söyleyen Luciano Benetton, Art Unlimited adına yaptığımız ve derginin özel izniyle Açık Radyo’yla da paylaşma imkânı bulduğumuz bu söyleşisinde, kişisel ilgi duyduğu restorasyon merakından, geçmişte açtıkları özel sergilere, okuduğu kitaplardan COVİD-sanat ilişkisi ve vakfın projelerinin dünya kültür sanat camiasına etkilerine kadar, pek çok konudaki görüşlerini bizlerle paylaştı. Küresel ısınma, ekoloji ve kültür ilişkisini de atlamayan Benetton, “Sadece bir şeye dikkat çekmek isterim. Etrafımızdaki güzelliklere odaklanmak harika bir şey. Ülkenizde pek çok güzellik var” diyor.

selçuk demirel çizimi

(Selçuk Demirel - Drawings on Paper // Art Theorama)         

        Sevgili Luciano Benetton,  Imago Mundi isimli vakfınız ve küresel sanat koleksiyonunuzla ilgili ilk haberim, İstanbul Codex isimli Türkiye kitabı ve koleksiyonunuz hakkındaydı. Imago Mundi koleksiyonunuz, sanıyorum ki önümüzdeki bin yıl için, bir nevî Nuh’un gemisi olma niteliğini gösteriyor. Veya ben bu projeyi, hani tıpkı birer medeniyet şişesi gibi, evrende 1970’lerin başından bu yana süzülen, NASA’nın Voyager 1 ve 2 modüllerine benzetiyorum. Yine başka bir çağrışım olarak, Norveç-Svalbard küresel tohum deposundaki küresel tohum bankası aklıma geliyor. Bu nedenle önce, sizin kişisel okumalarınızla başlayalım isterim. Bu koleksiyonla ilgili izlenimleriniz neler ve koleksiyonun gerçek dünya sahnesi ve manşetlerine yansımasını siz nasıl buluyorsunuz? Neredeyiz ve gelecek nesil, nereye gidiyor? (Koleksiyonunuzun içerdiği ifade zenginliği gibi, lütfen siz de hem iyimser hem kötümser yönlerden cevaplayın isterim...)

    Bu prestijli benzetmeler için teşekkür ederim. Bu projeyle ilgili belki de aşırı hırslı kaçan bir niyetim var. İçinden geçtiğimiz bu tarihi dönemde çağdaş dünya sanatının bir haritasını çıkarmak istedim. Doğru, neredeyse tüm canlı türlerinin toplandığı Nuh’un gemisine benzetilebilir bu. Veyahut, dediğiniz gibi, Svalbard tohum bankasının sunduğu müthiş saklama ve koruma işlevi sayesinde, iklim değişikliğinin getirdiği tehdide karşı insanlığın tarımsal mirasını korumak amacıyla saklanan milyonlarca tohuma da benzetilebilir.     

    Veya yine, İsveçli botanikçi ve doğa bilimci Linnaeus’un 1730’larda tüm kıtalarda yetişen bitkileri toplayıp sınıflandırması, kataloglaması, yetiştikleri her yerde ayırt edilebilmeleri için, onlara Latince isimler vermesine benzer bir çaba içindeyiz. Linnaeus gibi, ben de projeme verdiğim ismi, temsil edilen tüm kültürlere ve yerel topluluklara eşit derecede saygılı bir yerde duran super partes (değişmez) bir dil olan Latinceden seçtim: Imago Mundi. Umut ediyorum ki, üçüncü bin yılın başlarını yaşamakta olan insan kültürlerinin içinde bulunduğu durumu mümkün olan en geniş kapsamlı şekilde haritalayarak, gelecekteki belleğe aktarmayı başarırım.

    “Nereden geliyoruz? Biz kimiz? Nereye gidiyoruz?” gibi sorularınızın cevabı ise sanatçı topluluğumuzun yirmi altı binden fazla eserinde yatıyor. Diyalog oluşturan, çatışan ideolojiler ve inançlar arasında bağlar kuran sanatın parlaklığından yararlanarak, dünyayı tüm çelişkileri, güzelliği ve adaletsizlikleriyle olduğu gibi gösteren bir keşif, bağlılık, duyarlılık, mesaj ve vizyon ruhuyla birleşen çok sayıda dil, teknik ve stil söz konusu.  Sanatçıyı her zaman dünyanın ona verdiğinden fazlasını dünyaya veren, her birimize güzelliği, tutkuyu, liyakatten ileri gelen ahlâkı tanıtan, ama aynı zamanda, geleceğe dair fikirlerle birlikte, çağımızın olumsuzluklarını ve kaygılarını da aktaran yüksek bir insanlık mertebesi olarak görmüşümdür. Sanatçılar başta olsaydı, savaşlar çıkmazdı, buna eminim.

    ‘Art Theorema No. 1’ isimli bir diğer sergi kataloğunuzda Joseph Beuys ve Marcel Duchamp’a cömert referanslar veriyor, onlardan alıntılar yapıyorsunuz. Modern ve çağdaş sanatın bu iki avangart sanatçısına özel ilginizden biraz daha bahseder misiniz? Sanatın ve toplumsal değişimin bu öncüleri adına sizin için modern ve çağdaş olan nedir?

    Yirminci yüzyılın bu iki simgesel sanatçısının hem düşünce süreci hem de estetiği bakımından halen büyük ölçüde çağdaş olduğunu söylemek isterim. Bence ‘topyekûn sanat’ (Gesamtkunstwerk) kavramı, ifade özgürlüğü, duyusal, duygusal ve zihinsel bağlantı, sanat yaşam ilişkisi gibi tüm keşiflerin (ve aynı zamanda Beuys’un yaşamındaki keşiflerin de) temelinde yatan kavramlar dünyanın her yerindeki birçok gencin yaratıcılığına enerji takviyesi sağlayan, temelde hareket halinde olan, birbirine benzeyen derin birer dürtü, birer itici güç. Beuys’un çevreye olan bağlılığını da unutmayalım; günümüzün önemli bir sorunu bu ve Imago Mundi sanatçılarının çoğunu büyülediğini, aldığımız işlerde görüyorum.

    Öte yandan Duchamp’ın çoğu zaman gerçek yaratıcılığın nitelikleri ve ayrıcalıkları olarak göze çarpan ve sanatçı nesilleri üzerinde etkili olmuş savurganlığından, özgünlüğünden, eserlerinin yıkıcı gücünden ve saygısız ironisinden gerçekten haz alıyorum.

    Yakın zamanda okuduğunuz kitap(lar)ı merak ediyorum, paylaşabilir misiniz?

    Tarih üzerine kitaplar veya belirli bir bağlamın gerçekliğini etkili şekilde temsil eden tarihi romanlar ve biyografiler okuyorum genellikle. Yakın zamanda romanlarını Nazi Almanyası’nda yazan Philip Kerr’in ilginç tarihi referansları olan bazı kitaplarını okudum. Napolyon dönemi üzerine eserlerin yanı sıra Stendhal’in The Charterhouse of Parma’sını (Parma Manastırı’nı) yeniden okudum. Woody Allen’ın biyografisini okudum. Son günlerde de Kazan’da doğan bir yazarın Rus tarihinin bir dönemine kısa bakışını içeren Zuleikha Opens Her Eyes (Züleyha Gözlerini Açıyor) romanına başladım.
 

    Yüz yetmiş üç bölge, otuz bine yakın sanat eseri. Cevabını merak ettiğim konulardan biri de depolama ve sergileme politikanız. Eserleri periyodik olarak insanlarla buluşturmak adına, serginin yayın ve tur programını nasıl kurdunuz? (Mükemmel bir uyumla çalışan küratöryel ve operasyonel ekibinize ayrıca saygılarımı sunmak isterim).


    Projedeki tüm eserler, bu istenmeyen salgına rağmen, seyahat ediyor ya da düzenlediğimiz sergilerde sergileniyor değillerse ve düzenlemeye Imago Mundi Vakfı’nın himayesinde burada Treviso’da tutuluyor. Daha ilk baştan itibaren, koleksiyonlarımızın sergilenme yapısı, eserlerin tam güvenlik içinde taşınmasını ve depolanmasını kolaylaştırmak için mimar Tobia Scarpa tarafından tasarlandı. 

    Sergilere gelince, yüz otuzdan fazla uluslararası uzmanla çalışıyoruz. Mekânları bize dünyanın her yerinde müze ve galeri yöneticisi, eleştirmen ve sanat akademisyeni olan ve çeşitli ülkelerden veya yerel topluluklardan sanatçılarımızı da seçen küratörlerimiz önerdi zaten. Bunun yanı sıra koleksiyonlarımızdan bir seçkiye ev sahipliği yapmak isteyen kurumlardan veya sergi alanlarından doğrudan davetiyeler aldığımız da oluyor.

    ‘When the Globe is Home’ (Dünya Evimizken) sergisi, günümüzün toplumsal normları ve biçimleri adına büyük sembolik nitelik taşıyan bir yapıda. Sınırlı varoluş alanlarımızda, her birimiz birbirimizin gerçekliğini sindirmeye, anlamaya, birbirimize sarılmaya ve tutunmaya çalışıyoruz. Bu sergileme alanı aynı zamanda, Dünya’nın evrendeki benzersizliği ve ‘yalnızlık’ adına iyi bir metafor. Bu sergiyi salgına karşı özel güvenlik önlemleri ve özel tıbbi koşullarda gerçekleştirdikten sonra, küratörler veya birtakım sanatçılar, eserlerini güncellemek için yeniden ekiple iletişime geçiyorlar mı?

   Bence ‘When the Globe is Home’ son derece güncel bir sergi. Bunu pandeminin patlak vermesinden önce zihnimizde kurgulamış ve kısmen tasarlamıştık, ancak bu korkunç küresel deneyimin ışığında, dünyanın ve evin speküler bir yansıması niteliğindeki serginin ana fikri olan ev alanı ve dış dünya, yeni bir çağrışım gücü kazandı. Dahil etmek istediğimiz tüm sanatçılar davetimizi kabul etti ve evde kalma sürecinin engeline takılsak da çoğu sanatçı canlı yayınlar ve sesli bağlantılar yardımıyla çalışmalarını ‘şahsen’ sahnelemeyi başardı.

    Tüm sergilerimizde olduğu gibi, ‘When the Globe is Home’da da sanat, yaratım için bir başlangıç ​​noktası, hepimiz için temel olan iklim acil durumu, sürdürülebilirlik, şehirlerin sosyal dönüşümleri, göçler ve yeni estetik hassasiyetler, yeni karşılaşmalar, deneyimler ve çağdaş küreselliğin ivmesi gibi bir dizi konu üzerinde düşünme ve ifade aracı haline geliyor. Sergi, bize bu temaları sanatçılarla ve iki küratör Claudio Scorretti ve Irina Ungureanu ile birlikte keşfetme fırsatı verecek.

Walid Siti - la montagna-incantata

(Walid Siti - La Montagna Incantata // Art Theorama)

    Imago Mundi projesinin işlevsel online tasarımı için dijital ekibinizi de tebrik etmek isterim. Açık, eşit bir eğitim aracı olmasını önemsediniz mi, bir de çocuklara sanat eğitimi konusunda vizyonunuz nedir?
 

    Sanatçılarımızın tüm eserlerini ve biyografilerini barındırmak, kendilerini tanıtmakta güçlük çekenlere görünürlük sağlamak ve onları teşvik etmek için tasarladığımız www.imagomundiart.com platformunu sürekli geliştiriyoruz.. Projenin temel amaçlarından biri müzelerin ve sanat galerilerinin sınırlı olduğu ve dolayısıyla pazarın hala çok aktif olmadığı ülkelerdeki sanat topluluklarına görünürlük sağlamak. Bu platform, zamanla baktık ki, sanat dünyasını zaten bilen veya bu dünyayla sık sık haşır neşir olanlar için bir araştırma alanına ve her şeyden önce genç insanlarla etkileşim kurma aracına dönüştü. Treviso’nun kalbinde yer alan sergi alanımız Gallerie delle Prigioni’de çocuklar ve okullar için sanat eğitimi konulu atölye çalışmaları düzenliyoruz. Sanat disiplinlerinin gençlerin eğitiminin zorunlu bir parçası olması gerektiğine inanıyorum.
 

    İtalya dışında dünyanın başka yerlerinde de Fabrica şubesi açmayı düşündünüz mü?

    Gerçek şu ki Fabrica zaten dünyanın birçok yerinde. 1994 yılında kurulduğundan bu yana, dünyanın her köşesinden gelen genç yaratıcıları ağırladık. Kaldıkları süre boyunca farklı kültürleri, yaşam biçimlerini ve vizyonları birleştirerek birbirine bağlı büyük bir topluluk oluşturdular. Ayrıldıklarında Fabrica’yı yeni hayatlarına katarak gidiyorlar. Hatta bir süre önce reunion düzenleyip yeniden buluştuk ve şimdi çoğu seçkin birer profesyonel olan birçok eski öğrencinin fiziksel olarak Treviso’ya geri dönmek istediğini görmek bizi çok etkiledi. Burada geçirdikleri sürenin hayatlarında nasıl önemli bir deneyim olduğunun, kişisel ve profesyonel yaşamlarının bu sayede nasıl biçimlendiğinin bir kanıtı bu.


    Yakın geçmişte yürüttüğünüz ‘Fabrica’yla Corona Karşı Karşıya’ ve ‘Fabrica’yla Irkçılık Karşı Karşıya’ kampanyaları, hem çevrimiçi hem de fiziksel koşulların ne kadar karmaşık olduğunu kanıtlar nitelikte. Kültür politikanızı netleştirme yoluna gidecek olursak, ortaya koyduğunuz bu çabalara evrensel kültürden yana bir koleksiyoner olarak daha özel bir anlam yüklediniz mi?

    Bu girişimler, hepimizin evde kalma sürecinde, karantina esnasında doğdu, ancak bunlar normalde de Fabrica’nın DNA’sının bir parçası. Bu durumda Fabrica’nın sahip olduğu uluslararası ağla iletişim halinde kalması, bir yandan bu anormal ve travmatik ânı anlatmaya çalışması, diğer yandan da alışılageldik araçlarını yani sanatı, tasarımı, fotoğrafçılığı, yazıyı ve videoyu kullanarak ırkçılıkla mücadele etmesi en uygun yoldur. 

    Uluslararası sanat camiasından alınan geri bildirimler, olağanüstü oldu ve Fabrica’nın Instagram hesabı hızla birçok çizim, video, fikir ve düşünceyle doldu. Instagram’da altı milyondan fazla, Facebook’ta da yaklaşık bir buçuk milyon COVID temalı gönderi var. Irkçılık projesi devam ediyor. 

    Her iki projeyi birleştiren şey iki küresel deneyimden ilham almış olmalarıdır, çünkü nerede yaşarsak yaşayalım, hepimizin hayatını şekillendirdiler. İlkin, şu günlerde yeniden yükselişe geçen ölümcül COVID salgını, ikinci olarak da, düzenli aralıklarla ve dramatik bir şekilde yeniden ortaya çıkan gizli bir fenomen olarak ırkçılık. Fabrica dünyanın dört bir yanından yaratıcı beyinleri kendi yorumlarını sunmaya davet eden küresel bir düşünce geliştirmeyi bu zor zamanlarda bile başardı.


    Imago Mundi: Başlangıçta ve salgın manşetlerinin ardından bu kültürel veritabanına neden ihtiyaç duydunuz? Zihninizde ve hayatınızda bu projenin tanımı ve biçimi değişikliğe uğradı mı?


    Bu proje şans eseri ortaya çıktı. Ekvador’da Miguel Betancourt adlı bir sanatçının stüdyosundaydım, ondan kartvizit istedim ve bana boyanmış küçük bir tuval verdi. Bu kadar küçük bir şeyin onun büyük işlerinin gücünü yansıtması beni halen şaşırtıyor. Şaşkınlığımı ve memnuniyetimi gören iş ortaklarım birkaç ay sonra Treviso’ya, bana Güney Amerikalı çeşitli sanatçıların iki yüzden fazla eserinden oluşan bir koleksiyon gönderdi. Bu özel koleksiyonun değerini bilmek gerektiğini düşündüm ve böylece “Ojo Latino” adlı ilk katalogu yayımlamış olduk. Bu ülkeleri, o zamana kadar deneyimlediğimin aksine sadece işin kendisi üzerinden değil, yeni bir perspektiften görmemi sağlayan bu gerçeklikten git gide daha da büyülendiğimi fark ettim. Kültürleri sanatsal ifadeleri ve farklı özellikleriyle ortaya çıkaran olağanüstü bir keşif yolculuğu doğdu. Proje o kadar canlı ki, gelişim seyrine müdahale etmeye, onu değiştirmeye gerek kalmadı, sürekli güncellenir halde ve çağımızın ana sorunları projenin içinde her zaman mevcut. Şu anda, Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki elli altı etnik gruptan sanatçıların çalışmalarını temsil eden, beş bin tuvali almayı dört gözle bekliyoruz.

    Sosyal medyadan ve Z kuşağından profesyonel olmayan / anti-hiyerarşik / sivil sanat hareketine dair zihni kışkırtan referanslar gördünüz mü?

    Sanat her daim bir bütün olarak gençlerin kültürel enerjisinden ve yeni ifade yöntemlerinden beslenmiştir ve gençler isyanlarını sanat yoluyla ortaya koymuştur. İçinden geçtiğimiz bu tarihi dönem onlar için kolay bir zemin sağlamadı. Sanat eserinin boyutları akıllı telefonun boyutlarıyla benzerlik taşıyor; bu da onların katılımını gerçekten kolaylaştırıyor.

    Beyrut’taki müthiş patlamadan sonra sanat profesyonelleri ile siviller arasındaki küresel çabalardan ve dayanışmadan etkilendiniz mi?

    Beyrut ile sanatçıları arasındaki ilişkinin ne kadar güçlü olduğunu anlıyorum. Lübnan’ı ve harika kültürünü yakından tanıyorum. Kendini ne yazık ki Arap dünyası ile Yahudi dünyası arasındaki çekişmenin ön saflarında bulan o sıra dışı şehirde ve daha genel olarak yıllarca süren istikrarsızlıktan çok yorulmuş bir ülkede böyle bir patlama olması ve bunun sonuçlarını görmek çok acı vericiydi. Tabii çok ciddi sonuçlar doğdu. Nihayetinde hoşgörü başkenti olan kozmopolit Beyrut, Batı ve Arap geleneklerinin kayıtsızca karıştığı, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor. Büyük bir uluslararası dayanışma gösterisinin olması doğal bir sonuçtu.

    Yıllar boyunca sanatçıları nasıl keşfettiniz? Onlara bir sertifika verdiniz mi? Gelecekteki projeler veya ziyaretler için onlarla bağlantınızı sürdürüyor musunuz?

    Daha önce de belirttiğim gibi, her ulus veya yerel topluluk için, her zaman, çağdaş sanat profesyonelleri olan ve tamamen özgürce, sanatçıları hem yerleşik isimler hem de genç, yetenekli ve şimdiye kadar bilinmeyen yaratıcılar arasından seçen bir veya daha fazla küratöre güveniyoruz. Karşılığında, sergilerimiz aracılığıyla, web platformu üzerinden ve davetimizi kabul eden herkese verdiğimiz özel bir katalog ile sanatçıları tanıtıyor ve onlara görünürlük sağlıyoruz. Buna ek olarak, sanatçılara özel sergileri veya etkinlikleri tanıtmada şahsen aktif rol aldığım bir halkla ilişkiler programımız var.

    İş amaçlı veya tatil amaçlı seyahatlerimde her zaman sanatçılarla, genellikle onların atölyelerinde tanışmaya çalışmışımdır. Şimdi onlarla Treviso’daki Habsburg hapishanelerini orijinalini koruyup restore ederek yarattığımız ve 19. yüzyılın ilk yarısına kadar uzanan (‘Hapisha Galerileri’ anlamına gelen) Gallerie delle Prigioni’de buluşuyorum.

    Banksy’nin son mülteci gemisi projesine yönelik kişisel eleştiriniz nedir? Veya, siz de “Her şey sanattır. Her şey siyasettir,” diyen Ai Weiwei gibi mi düşünüyorsunuz?

    Sanatçılar duygularımızın ana yorumcularıdır, gerçeklik onların kanına girmiştir, onu yorumlarlar, ona tepki verirler ve onunla hareket ederler. Sanat ve siyaset arasındaki ilişkiye gelince, sanatın siyasetin başarısız olduğu yerde başarılı olabileceğine inanıyorum. Sanat duyarlılık, tutku ve vizyondur. Sokak sanatının en büyük temsilcilerinden biri olan Banksy yaşadığı zamanın bir tanığı olarak hassas konulara büyük bir yetenekle yaklaşıyor ve her zaman dikkatleri çekmeyi, kendisini ilgilendiren konularda tartışma yaratmayı başarıyor.

    İstanbul Codex’ten sonra çağdaş Türk sanat koleksiyonunuzu (bazı eserler katarak) güncellediniz mi?

    Evet tabii ki… Bahsettiğim gibi Imago Mundi yaşayan bir proje, bu yüzden Art Theorema koleksiyonları dönemsel olarak üretiliyor ve Prigioni’deki mevcut sergide bu koleksiyonlardan yaklaşık dört yüz eser yer alıyor. Art Theorema diğerleri gibi ulusal bir koleksiyon değil, ancak üretildikleri esnada çok çeşitli nedenlerle ulusal koleksiyonlara dahil edilmemiş olan, dünyanın her yerinden temsil niteliği en yüksek sanatçıları ağırlıyoruz. Birkaç isim vermek gerekirse, Art Theorema aynı zamanda işleri Le Monde ve Washington Post’ta yayımlanan ilüstratör ve karikatürist Selçuk Demirel gibi veya Merve Şendil ve Bilal Yılmaz gibi Türk sanatçıları da barındırıyor.

    Ayrıca İstanbul Codex’in 2016’da “Nefes” başlığıyla yer alan katalog metninde, “İki dünyanın merkezinde olan Türkiye’nin bu biricikliği özelinde, ülkenin geleceğinde önemli bir rol oynayabilecek, izolasyoncu eğilimlerin üstesinden gelebilecek ve belirli bir kimliği teşvik edebilecek olan hakiki kaynak yaratıcılık, kültür ve sanattır. Bu anlamda modern ve farklı bir ülke isteyen “Türklerin atası” Atatürk’ün ruhunu yeniden kazanmak, Birinci

   Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupa’daki en büyük siyasi ve ekonomik başarıları getiren inkılaplarından ilham almak gerekir,” diyorsunuz. Dört yıl sonra bugün, ülkedeki son durumu göz önünde bulundurarak bu açıklamayı güncellemek ister misiniz?
 

  Türkiye’nin muazzam bir potansiyeli var ve şu günlerde üstünlüğü ele geçirmiş gibi görünen çözülmemiş gri alanları da içinde barındıran modernizm öncülüğünün yüzeyin hemen altında güç ve kararlılıkla kıpırdanmakta olduğunu görüyorum ve Türk gençliğinin hak ettiği parlak geleceğe yakında kavuşacağını umuyorum. Ülke o kadar büyük güzelliklere sahip ki büyüme potansiyeli sınırsız. Sanat ve kültür turizmi ülkenin sahip olduğu zenginliğin yalnızca bir yönünü oluşturuyor. 

    Ülkenizdeki güzelliklerden söz etmişken, Benetton Vakfı’nın her sene değer arz eden yerlere verdiği Carlo Scarpa Uluslararası Ödülü’nün de takdim edileceği bir serginin açılışından bahsetmek istiyorum. Bu yıl Treviso’da 24 Ekim’de açılışını yapacağımız sergide ödülü Kapadokya’daki volkanik kayaya oyulmuş iki vadi olan Güllüdere ve Kızılçukur’a vereceğiz. Keşişlere ait alanların ve manastır yerleşimlerinin bulunduğu, birtakım muhteşem resimlere rastlanan, kayalara oyulmuş kilise ve kutsal alanlardan oluşan bir kompleks burası.

    İklim değişikliği yatırım yöntemlerinizi sanat ve kültür projelerine nasıl dönüştürdü?

    Ailem, her zaman çevre sorunlarına ve sürdürülebilirliğe büyük ilgi göstermiştir. Otuz yılı aşkın bir süre önce kardeşlerim ve ben Benetton Vakfı’nı kurduk. Ana faaliyet alanlarından biri peyzaj olan vakıf her sene bir araştırma kampanyasını destekliyor ve vakfın bilim komitesi, az önce bahsettiğim gibi, her sene dünyada saygı, koruma ve çevre gelişimi gibi faktörlerin insan faaliyetleriyle mükemmel bir buluşma noktasını teşkil eden bir yere Carlo Scarpa Uluslararası Ödülü’nü veriyor. Yıllar içinde ödül, sadece birkaç isim saymam gerekirse, Çin’deki Dazhangshan’ın çay bahçelerinden Kazakistan’daki Tien Shan’ın yabani elma ormanlarına, Benin’deki bir Atakora köyünden İtalya’nın Abruzzo dağlarındaki bir ormana kadar pek çok güzel yere verildi. Ve bu yıl dediğim gibi, sıra Kapadokya’da.

    Çevre üzerindeki etkimizi giderek daha da azaltmamızı sağlayacak tüm bu iyileştirmeleri şirkette de uygulamaya çalışıyoruz. Bu son derece önemli bir konu. Fabrica ve kreatifleri bu konuda birçok proje üretiyor. Örneğin yıllar önce Al Gore’un konuğu olarak konuyla ilgili bir seminer düzenledik. Al Gore iklim değişikliği üzerine analizlerini ve atmosferdeki kirletici eğilim tersine dönmezse neler olacağını anlattı. Sene 2007’ydi ve bir insanın öngörüleri ancak bu kadar tutar! Ne yazık ki, genel olarak siyaset hala bu temel konuyu ciddi bir şekilde ele almaktan çok uzak.

    Pandemi sürecinde kriz dönemlerinde kültür ve sanat camiasını desteklemenin önemini de görmüş olduk. Peki, (İtalyan ve uluslararası) siyasiler arasında, sanat profesyonellerine yönelik sorumlulukları konusunda nasıl ilişkiler kurdunuz?

    Siyasi sorumlulukları olanlar için sanatı ve sanatçıları desteklemek öncelik olmalı. Alman hükümetinin Ağustos sonunda müzelere, galerilere ve her şeyden önce, böyle bir piyasa krizi yaşanırken zorluklarla boğuşan sanatçılara yardım etmek için başlattığı önlemlere dair haberleri çeşitli uluslararası gazetelerde okumaktan çok memnun oldum. Somut önlemler ekonomik bir duruşun göstergesi. Ne yazık ki, bu tür bir çözüm geniş çapta uygulanmış görünmüyor.

    Özellikle Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Vakfı veya Uluslararası Af Örgütü vb. ile ortak sanat ve kültür projeleri yapmaya odaklandınız mı?

    Hem United Colors of Benetton hem de Fabrica gibi uluslararası kuruluşlarla işbirliği içinde gerçekleştirdiğimiz girişimlerle dolu bir geçmişe sahibiz. Ve tamamlanmış çok sayıda projemiz var. Örneğin geçen yıl, Imago Mundi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin üç maddesini içeren ve Imago Mundi sanatçılarının bazı çalışmalarını birleştiren, Fabrica tarafından tasarlanan bir kampanyayla, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin bir çağrısına başvurdu. Amaç, bir araya gelme ve ifade özgürlüğü adına sanatın yeni ufuklara nasıl bakabileceğini göstermekti.

    Salgın deneyiminden geçmiş kimseler olarak, sizce “Kriz yoksa, yaratıcı anlatım ve sanatsal münhasırlık da yoktur” fikrini tekrarlayabilir miyiz?

    Sanmıyorum. Kriz durumu elbette ki sanatçıların işlerini etkiliyor ama bu kadar güçlü dış uyaranların yokluğunda önemli eserler yaratanlar da var.

Faig Ahmed - Essenza

                                                                                                                                                                   (Faig Ahmed - Essenza // Art Theorama)

     Venedik Bienali ve diğer bienalleri sıklıkla ziyaret eder misiniz?

    İş takvimime uyduğu müddetçe sanat etkinliklerine her daim katılmaya çalışmışımdır. Tabii, Imago Mundi projesinin beni bu yönde daha da yoğunlaşmaya sevk ettiğini söyleyebilirim. Başka işlerimizin yanı sıra, sanatçıların can attığı bir etkinlik olan Venedik Bienali’nde sergiler düzenledik. 2013 yılında, Querini Stampalia’da Güney Kore, Japonya, Hindistan ve Amerika Birleşik Devletleri’nden olanların yanı sıra, şahsen benim için önemli bir seçki olan, Imago Mundi koleksiyonunda yer alan Avustralya Aborijin sanatını sergiledik. Bir sonraki bienalde Cini Vakfı’nda beş kıtadan yaklaşık yedi bin sanatçıdan oluşan otuz sekiz koleksiyon sunduk. Bu sergiler çeşitli kültürlerin ayırt edici özelliklerini ve farklılıklarını büyük bir netlikle vurgulayarak, farklı ülkeleri bir araya getirme gibi değerli bir iş görüyor. Bunu dikkate değer buluyorum. Aynı şekilde Sicilya’nın Palermo kentinde, Akdeniz’e kıyısı olan tüm ülkelerden yirmi bir koleksiyonu bir araya getiren ve olağanüstü uyaranlarla zengin bir yolculuk yaratan ‘Mediterranean Routes’ başlıklı sergiyi de örnek vermek istiyorum. Serginin açılışına her zaman olduğu gibi coşkuyla katılan sanatçıların yanı sıra farklı ülkelerden çok sayıda büyükelçi ve yetkili katıldı. Son olarak, Roma’daki Bilotti Müzesi’nde iki binden fazla sanatçının işlerinin sergilendiği on altı Afrika ülkesinden çağdaş sanatı sunduğumuz bir sergiye değinmiş olayım.

    Küresel salgın sonrasında dünyanın “müze” ve sergi pratiğine ilişkin kişisel tanımınız veya beklentiniz değişti mi? Google Arts and Culture yatırımları, yenilikler ve eğitim aracı uygulamaları örneği adına, demokratik, adil ve ‘canlı’ bir çerçevede her insana ‘tüm renkleri’ sunmak için yeni veya yapılması gereken bir şey var mı sizce?

    Imago Mundi, Google Arts and Culture’ın uzun süredir bir parçası. Davetlerini kabul etmekten mutluluk duyduk. Sanatçılarımız için küresel ve demokratik tanıtım yönünde mükemmel bir fırsat olarak görüyorum. Sorunuza yanıt olarak, demokratik bir çerçevede tüm insanlara görünürlük kazandırmak için kesinlikle yapılması gereken birçok şey var. Örneğin, bu gibi acil sağlık durumlarında, gerekliliği her zamankinden daha belirginleşen bilgi teknolojileri sayesinde sanal sergilere veya sanal müzelere erişebilmek çok önemli. 

    Şahsen ben doğrudan teması tercih ederim ama aynı zamanda artan sayıda sanatçıya kendilerini uluslararası arenada tanıtma fırsatı vermek için sanal deneyimin sunabileceği ne varsa keşfetmenin de önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin müzik söz konusu olduğunda, sosyal medya, elbette yetenekli olması kaydıyla, bir sanatçıya çok kısa sürede başarı getirebilir.

    Pandemi yakın zamanda sona erecek olursa insanlık için yeniden birtakım sürpriz projeler üretir misiniz?

    Restorasyon meraklısıyım ben. Şu anda Treviso’ya yeni bir sergi alanı kazandıracak mimari bir restorasyonu tamamlıyoruz. Lokasyon, on üçüncü yüzyılda kurulmuş ve on altıncı yüzyıl kilisesini kapsayan bir manastır. Napolyon döneminde dini işlevlerin bastırıldığı dönemde depo haline getirilmiş ve Avusturya hakimiyetinde ve İkinci Dünya Savaşı’nın bombalanmalarının ardından bu şekilde kullanılmaya devam edilmiş. Böyle alanları eski haline getirmek çok büyük bir tatmin kaynağı. Yine Treviso’daki müzik etkinlikleri düzenlediğimiz 15. yüzyıl kilisesi olan San Teonisto’nun yakın zamanda tamamlanan restorasyonundan sonra bu projeyi ele aldık.

    Okurlarımıza özel, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

    Sadece bir şeye dikkat çekmek isterim. Etrafımızdaki güzelliklere odaklanmak harika bir şey. Ülkenizde pek çok güzellik var.