Charlie Winston'la Söyleşi - "Square 1" ve daha fazlası

-
Aa
+
a
a
a
Açık Dergi: Charlie Winston'la Söyleşi - Square 1 ve daha fazlası
 

Açık Dergi: Charlie Winston'la Söyleşi - Square 1 ve daha fazlası

podcast servisi: iTunes / RSS

İngiliz şarkıcı ve şarkı yazarı Charlie Winston’la yapılan bu röportaj, Hakan Gencol tarafından Açık Radyo 94.9’a özel
olarak, 7 Mart 2019’daki Babylon (İstanbul) konseri öncesinde gerçekleştirilmiştir.


Hakan Gencol: Merhaba Charlie. İstanbul’a hoşgeldin, seninle burada tanışmak çok büyük keyif.
Her zaman bir hayranındım, şimdiyse senin ve müziğin hakkında konuşmak üzere bir aradayız.

Charlie Winston: Harika.

HG: Uzun bir turneye çıktın, bundan önce İngiltere, Danimarka, İtalya gibi ülkelerde konserler
verdin, şimdiyse İstanbul’dasın, bundan sonra da Benelüks ülkelerinde, İsviçre’de, Fransa’da,
Tunus’da konserlerin var. Seni dinleyen kitlenin büyük kısmı Fransa ve Almanya’da bulunuyor.
Çıktığın bu turnedeki rota düşünüldüğünde, İstanbul olağandışı bir lokasyon gibi görünüyor. Bu
kent senin için neyi simgeliyor, sana ne ifade ediyor?

CW: Londra’da 15 yıl yaşadım, bunun 10 yılını Stoke Newington ya da Dalston denilen bir bölgede
geçirdim ki, bu bölgede yaşayan çok fazla Türk vardı. Her taraf Türk restoranlarıyla doluydu, ne
zaman taksiye binsem Türk birisine rastlıyordum, vesaire… Biraz da Türkçe öğrenmiştim. Kültürü
çok merak ediyordum. Tabii etraftaki Kürt, Ermeni ve bütün bu farklı tesirlerden oluşan kültürü
de… Aslında Türk mutfağına da aşık oldum, özellikle ayranı çok seviyorum, bir de, her ne kadar
artık vejetaryen olsam da, lahmacunu…
Yani bana ifade ettiği şey, bütün bunların doğduğu yeri gerçekten görmek ve konuşabildiğim basit
Türkçe konusunda alıştırma yapabilmek diyebilirim. Buradaki kültüre biraz daha yakın olabilmek…
Ayrıca İstanbul inanılmaz derecede güzel bir şehir. Bir gün Türkiye’nin başka yerlerine de gitmeyi
ümit ediyorum. Bir diğer neden de şu: Batı Avrupa’da beni takip eden bir kitle var, ayrıca seyahat
etmeyi çok seviyorum, hatta müzisyen olmam kısmen bundandır diyebilirim. Kendime şöyle
dedim: “Başlangıç noktasına geri gideceğiz, - bu yüzden bu turnenin adı ‘Square 1’ (başlangıç
hanesi) - gerçekten olamadığımız yerlere bakacağız ve oralara yeniden, daha fazla gideceğiz, bir
şeyler inşa etmeye çalışacağız.” Bu yüzden buradayım, müzik yaptığımı görmek ve beni dinlemek
isteyen insanların izinde, bir aile oluşturabilmek için.

HG: Bildiğim kadarıyla ikinci kez buradasın, değil mi?

CW: Evet, ikinci kez burada çalıyorum. Babylon’da da ikinci defa tabii…

HG: Ve de ilk kez bu grupla?

CW: Bu grupla ilk defa. İlk gece olacak.

HG: Bu da oldukça heyecanlı olmalı.

CW: Evet, çok heyecanlı.

HG: Hakiki çıkış albümün olan ‘Make Way’in neden tam olarak piyasaya sürülmediği söyleniyor?

CW: O albümü tek başıma yapmaya başlamıştım. Peter Gabriel beni keşfettiğinde, onun plak
şirketiyle sözleşme yaptık. O dönemde, albümü bitirdim, gerçekten de bana ait bir albümdü,
arkamda hiçbir plak şirketi yoktu. Ben de bir plak şirketim olmasını hayal ediyordum. Albümü
bitirdim, yaptığım anlaşmadan paramı aldım ve kendi başıma Avrupa turnesine çıktım. Paris’e
vardığımda, CD’ler çıkarttım, albümün yarısı gibi bir şeydi, EP olarak… Fransız plak şirketiyle bir
anlaşmaya varıldı ve albümü onlar çıkartmak istediler. Peter Gabriel’in plak şirketiyle hararetli
tartışmalar oldu; hangi şarkılar albümde yer alsın, şarkılar olduğu gibi kalsın mı, kalmasın mı…
Birçok yeni şarkım da vardı, hatta o zamana kadar yeni bir albüm yapmayı düşünüyordum. Ben de
onlara “Neden ‘In Your Hands’ ve onun gibi yeni birçok şarkıyı albüme koymuyoruz?” diye sordum.
Böylece, ‘Hobo’ albümü, ‘Make Way’ ve adı ‘Passports’ olacak olan yeni albümün karışımı, melez
bir albüm oldu. ‘Make Way’ ise, orada bir albüm olarak durmasına rağmen gerçekten piyasaya
sürülmedi, herhangi bir çaba harcanarak tanıtımı yapılmadı. Bir albüm olarak bir şekilde “Var”
diyebiliriz sadece…

HG: İlk albümün ‘Hobo’ ile büyük başarı yakaladın. Bu çok ani bir zafer oldu. Bununla ilgili olarak
“Aynı zamanda çok yalnız olduğun da bir yer.” demişsin. Ne diyorsun; insanlar seni ve müziğini
tanıdıkça, giderek yalnızlaşıyor musun, yoksa o söz sadece ‘Hobo’nun beklenmeyen başarısınınyarattığı bir ruh halini mi yansıtıyordu?

CW: Başarılı bir albümün bir kılavuz kitabı yok, bana göre… Mesela, ilk başlarda müzik yapıp şarkı
söylerken, böyle röportaj yapmıyordum, bırak profesyonel bir müzisyeni, şu anda profesyonel bir
sanatçı olarak yaptığım birçok şeyi bile yapmıyordum o zamanlar. Yalnızca müzik icra edip, kendi
müziğimi geliştirmeye çalışıyordum. İnsan, bir şey başarılı olduğunda hep onun hakkında
konuşacağını tahmin edemiyor. Tabii bir de senin başarından bir şekilde bir parça koparmaya
çalışan birçok insan olacağını da… Çok hızlı bir şekilde, birçok çıktı oluşuyor ve kendi kişisel
katkını gerçekleştirmeye fazla zamanın olmuyor. Bu anlamda, o yer oldukça yalnız olduğun bir yere
dönüşüveriyor.
Günümüzde bütün gençler başarı, şan, şöhret filan peşinde, ama sevdikleri özel bir şeyi yaratmak
için bütün zamanlarını buna adamazlarsa, elde ettikleri tek şey kocaman bir boşluk ve hiçlikten
ibaret olacak. Bu boşluk da yalnızlığı getirecek. Koruman gereken bir şey var: ‘Square 1’
albümündeki üçüncü şarkının adı ‘Feeling Stop’. Orada ciddi ciddi diyorum ki “O hissin uçup
gitmesine izin verme!”, yani “Sahip olduğun o değerli şeyin yitip gitmesine göz yumma!” Çünkü
eğer onu kaybedersen, elinde gerçekten hiçbir şey kalmayacak.

HG: Çok doğru. Bu konuya tekrar döneceğim.
‘Running Still’ Real World Records’la çalıştığın son albüm gibi görünüyor. Daha sonra da 2015’de
‘Curio City’ albümüyle plak şirketini değiştirdin. Bu değişiklik, müziğin, hayran kitlen ve başarın
üzerinde nasıl bir etki yarattı sence?

CW: Birçok faktör var. Bazen her şey yolunda gider, bazen de gitmez. Çoğu kez bilemezsin, müzik
yüzünden mi, plak şirketi yüzünden mi, …

HG: Ya da zamanlama mı…

CW: Ya da zamanlama… Birçok şey. Küçük ya da büyük şeyler, neyin tutmuş olduğunu gerçekten
bilemezsin. Bu soruyu tam olarak cevaplayamıyorum, bütün bildiğim, bir değişiklik yapmam ve
yeni bir yöne doğru gitmem gerektiğini hissetmiş olduğum… O günlerde Real World Records’tan
almam gerekeni alabildiğimi hissetmiyordum, albümün sonuna doğru yeni bir enerjiye ihtiyacım
olduğunu fark ettim. Bu yüzden de bu değişikliği yaptım.

HG: ‘Like A Hobo’ albümünde yapımcı Mark Plati’yle çalışmıştın sanırım.

CW: Evet.

HG: Sonra ‘Running Still’ albümünde yapımcın Tom Berg oldu. Bu albümlerden sonra da, sanırım
artık kendi yapımcılığını üstlendin. Sence bu böyle gidecek mi?

CW: Doğrusu bilmiyorum. ‘Hobo’nun yapımcılığını büyük ölçüde kendim gerçekleştirdim. Mark
Plati işin sonunda devreye girdi. İnanılmaz bir ses mühendisi. Onunla çalışmak harikaydı. Albümde
çok güzel bir sound yarattı, ancak bütün düzenlemeler, kompozisyon fikirleri, yapım, vs. büyük
ölçüde benim katkımla gerçekleşti. Yaptığı şeyi azımsamıyorum, albüme müthiş bir sound getirdi.
Vizyonumu gördü ve bunu gerçekleştirmemde bana yardımcı oldu. ‘Running Still’de ise, Tony Berg
tam tersiydi. Berg, kelimenin tam anlamıyla bir ‘yapımcı’ydı, ben de geri adım atmak zorunda
kaldım. O deneyimden çok şey öğrendim. ‘Curio City’ albümünde, ipleri elimde tutmak, biraz daha
sakin olmak istediğimi hissettim.
Bu son albüm için, bir ekibe ihtiyacım vardı, vizyonumu herkesle paylaşmak istedim, ona herkesin
katkısı olmasına izin verdim. Bu benim için gerçekten eğlenceli oldu. Öte yandan, yapımcılarla
çalışmaya karşı değilim, bu fikri seviyorum, fakat özellikle günümüzde doğru tipte yapımcıyı
bulmak oldukça zor, çünkü elektro-ticari bir sound’a önem veriliyor artık. Yapımcılar değişiyor, ama
hâlâ bir yerlerde harika yapımcılar var. Mesele, onları bulmakta… Bu albümde bir yapımcıyla
çalışmak istedim. ‘Autoroute’ adlı bir grup yapımcıyla çalıştım aslında, yani öyle kendi göbeğimi
kendim kestim sayılmaz. Daha çok imece usulü bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz.

HG: ‘Running Still’ çizgi dışı bir albümdü. Daha çok grup müziğine dayanan, hip-hop, rock ve
klasik müzik etkileri taşıyan bir albüm. Seninle röportaj yapan birisi bu albümü “dışa dönük”, Curio
City’yi de “içe dönük” olarak tanımlamış. Bu bakış açısından, benzer bir sınıflandırma yöntemiyle,
son albümün ‘Square 1’ı nasıl tanımlarsın?

CW: Rüştünü ispatlayan bir albüm olarak. İki çocuk babası olduğumu, son birkaç yılda oldukça
zor zamanlar geçirdiğimizi saklamıyorum. Oğlumun epilepsisi olduğunu öğrendim. Benim de
birtakım sağlık sorunlarım oldu. Belimde iki büyük bel fıtığı vardı ve iki ay gibi bir süreliğine
ortalarda olamadım. Bütün bunlara daha büyük bir mesele de eklendi ama genel hatlarıyla durum
böyle. Bu albüm, benim görüşüme göre, üç albümün; ‘Hobo’, ‘Running Still’ ve ‘Curio City’nin bir
tür karışımı sayılabilir. Dışa dönük ‘Running Still’le içe dönük ‘Curio City’nin ortasında bir yerde
duruyor. Ortada, ama ‘Hobo’nun dokusuna sahip… Sanırım her albümde, hayatımın bir fotoğrafını
çekmeye çalışıyorum, bir bakıma hayatımın fotoğraf albümü… Benim için her albüm, o anda neyi
ifade etmeye ihtiyacım varsa onu anlatıyor.

HG: Albüm kelimesi bir bakıma başka anlam kazanıyor gibi…

CW: Kendi müzik albümümü çıkarttığımda, benim için o andaki hayatımın albümü gibi oluyor. Bu
albümün, rüştünü ispat eden bir albüm olduğunu söylerken biraz da bunu kastettim. Bir de, fazla
önemsememeye geri dönüyorum. Bazı şeyleri biraz fazla önemser olduğumu fark ettim. Ne
olduğunu tam olarak bilmiyorum, sadece sonuçlar hakkında daha az ciddiyet taşımak istiyorum
artık.

HG: Yaptığın her albüm, seninle ilgili bir yanı, seyyar evindeki bir odayı, hayat trenindeki bir vagonu
yansıtır gibi. Gideceğin yerden çok, yani sonuçtan daha fazla, seyahatin kendisinden hoşlanıyor
gibisin, ki bu da sürecin kendisi… Seni bir müzisyen, hatta salt bir insan olarak, daha çok tatmin
eden şey bu mu? Yolda olmanın keyfini çıkartırken, nereye gideceğinle, varılacak yerle ilgilenmiyor
musun gerçekten?

CW: Bence her ikisi de önemli. Yakın zaman önce, bir caz albümünün yapımcılığını üstlenmiştim, o
kişiyle aramızda bir diyalog geçmişti. Ona şöyle demiştim: “Bu albüme ne kadar beklenti
yüklediğine dikkat et. Bu albüm senin ilk albümün, önemli de olabilir, hatta bundan sonraki birçok
allbümün ilki olacak. Bütün kariyerini düşündüğünde, bu meslek hayatının sadece küçük bir adımı.
Dağın en tepesine çıkmıyorsun, yalnızca yukarı tırmanıyorsun.”
Belki de mesele gidilecek hiçbir yerin olmadığını anlamakta… Kendimize bir hedef belirlemeye
ihtiyacımız olabilir, ama önünde sonunda, o hedefe ulaştığımızda, yeni bir hedef belirlemek
zorundayız. Yoksa orada çakılır, hiçbir yere gidemeyiz.

HG: Sol beyinli düşünce biçimi gibi; her zaman sonuçlarla, mantıksal şeylerle ilgilenmek…

CW: Kesinlikle!

HG: Öteki taraf ise - hadi ona öteki taraf diyelim, sağ beyin - sadece eğlenmek, çocuk olmak,
oynamak, çalmak istiyor, müzik, vs. Yalnızca keyfini çıkartmak. Sol beyin ise adeta bir ebeveyn
gibi: “Hadi, bunu yap, onu yap, şunu da yapman lazım, geleceğini düşün…” ve buna benzer
şeyler… Oysa sen sadece bu anda olmak, keyfini çıkartıp eğlenmek istiyorsun.

CW: Aslında ‘Square 1’ tam da bununla ilgili. Geçen gece bir İspanyol arkadaşımla konuşuyorduk
da, şöyle bir sonuca vardık: Hayatın gerçek bir ölçümü, hesabı kitabı bulunmuyor. Biz, insanlar, her
şeyi ölçmeye biçmeye çalışıyoruz. Bu albümde şu sayıda şarkı olsun, hangisi kaç dakika sürsün,
tekliler sıralamalara girsin diye şöyle yapalım, vesaire vesaire… Onca süre boyunca turnede
oluyorsun. Sonra birden her şey sona eriyor. Bu yaptığımı neredeyse 10 yıldır yapıp duruyorum.
Hep aynı. Hâlâ senin gibi insanlarla konuşuyorum, sahneye çıkıyorum, hâlâ izleyicilerimle bağlantı
kurmaya çalışıyorum. Gerçekte hep aynı tip şeyler. Tek gerçek hedef ölüm olsa gerek.

HG: (Gülerek) Ama bilemiyoruz.

CW: Tamam ama tek varış noktası da o. Şu an ile o nokta arasında da hayat devam ediyor. Şayet
mutlu olmaya çalışabiliyorsan, günden güne, sadece keyif alabiliyorsan, en önemlisi bu olsa gerek.

HG: ‘Running Still’ albümünün isminde de olduğu gibi, koşmak ve hareketsiz durmak, iki zıt
kavram…‘Hello Again’ şarkısının sözlerinde de, yan yana gelmesi zor olan hüzünle, özgür olmanın
sevincini bir arada kullandın. Klezmer müziğinde de hep bir tür dikotomi mevcuttur. Neşeli bir
müzikle birlikte hüzünlü sözler, ya da tam tersi… Tom Waits’in sözünü hatırlıyorum: “Bana feci
şeyler anlatan güzel melodileri seviyorum.” diyordu. Müzikte böyle bir ikileşime (dikotomi) inanıyor
musun, bunu sanatsal amaçlar için kullanıyor musun?

CW: Kesinlikle. Şarkısına göre değişiyor. Belki en son bestelerimde o kadar fazla değil. Ama ilk
başlarda, hep tezatları kullanırdım, oksimoronları seviyordum. Şimdi de bir araç olarak
kullanıyorum yine, şayet duyguyu genişletmek istiyorsam, bunun için güzel bir yol. Ama hep böyle
yapılmak zorunda da değil. Bazen müzikle olur, bazen de sözlerle… Bu da duygu haznesini
genişleten bir şeydir.

HG: Şarkı yapmaya önce sözlerle mi başlıyorsun, yoksa bu değişiyor mu?

CW: Genelikle müzikle.

HG: ‘Square 1’ albümü hakkındaki bir soruya cevap olarak şöyle demişsin: “Özel hayatımda biraz
dibe vurmuştum; bir yandan müzik endüstrisinin karmaşa ve zorlukları, diğer taraftan da sanatçı
olarak verdiğimiz tavizler yüzünden müzik tutkumun kaybolduğunu hissediyordum. Müziğin, bu işe
başladığım zamanki gibi yeniden eğlenceli hale gelmesini istedim, bu yüzden kendime tekrardan
başlangıç hanesine gitmek için izin verdim.”
Belki bir müzisyen her yeni albümde, sırf yeni bir şey ortaya koyduğu için, kendisini bir anlamda
başlangıç noktasında hissediyor olabilir.

CW: Tam olarak böyle. Bu ilk sırada. Sanırım albümü yapmaya başlamadan, şöyle bir altı ay kadar
önce menajerime telefonda söylediğim şey de buydu. Ona şöyle demiştim: “Her zaman bu noktaya
geliyorum, bir albüm kampanyasını tamamlıyorum, sonra yeniden başlıyorum. Kendimi başlangıç
noktasında hissediyorum.” Sanırım albümün fikri, ismi o şekilde doğdu. “Başlangıç hanesindeyim
yine,” dedim. Yine uzun vadeli düşünmek gibi.. Her defasında yeniden başlangıç noktasına
dönüyor olduğumu fark etmek, gerçekte benim özgür olmama yardımcı oldu. Başlangıç noktasını
tekrarladığımı bilmek, bir tek başlangıç noktası olmadığını anlamamı sağladı. Günlük hayatının her
bir anı, yeni bir başlangıç noktası. Bu yalnızca bir seçim…

HG: Albümüne bu adı vererek belki de altını çizmek istedin, önemini belirtmek için…

CW: Benim için ‘Square 1’ meditasyon anlamına geliyor.

HG: Aynı isimde bir şarkın da varmış, onu hiç bilmiyordum.

CW: Hangisi? Ah, ‘Square One’, ‘Mischifuss’ albümünden, evet. Gerçi onun farklı bir anlamı vardı.
O parçayı da bu son albüme koymayı düşünmüştüm ama şarkının şu andaki hayatımla bir
bağlantısı yoktu. Bir kızla ilişkinin sonuydu, özetle çok farklı bir anlamı vardı. O parçayı 15 yıl önce
yazmıştım, benimle artık bir ilgisi kalmamıştı. Şimdi yeniden söylemek pek içimden gelmedi.

HG: Belki de başka bir Charlie’ye aittir o parça.

CW: Evet.

HG: Bir gün bu parçanın yeni bir versiyonunu seslendirmeyi düşünür müsün? Ya da onu
konserlerde söyler misin? Hiç söyledin mi?

CW: Hayır, hiç söylemedim. Akorlarını hatırlıyor olsam bile…

HG: Bir sokak çalgıcısı gibi dışarıda çalıp söylediğin, birkaç arkadaşın için tamamen keyif adına,
gençlik yıllarında olduğu gibi müzik yaptığın o günleri hiç özlüyor musun? Bugünün 55.000 kişi
önünde sanatını icra eden olgun, profesyonel müzisyeni, hiç o çocuğun masumiyetini, hevesini ve
neşesini özlüyor mu? Çünkü ben sana baktığımda hep o çocuğu görüyorum.

CW: Gerçekten özlediğimi sanmıyorum. Galiba bedensel gençliği özlüyorum. Daha fazla enerjiye,
bir de daha fazla saça sahip olmak. Ama o günleri cidden özlemiyorum. Sanırım bakış açısı
meselesi…

HG: Çünkü yolculuk devam ediyor…

CW: Her zaman oraya geri dönmek istiyorsam, bu, şu anda sahip olduklarım için minnettar
olmadığım anlamına gelir. Şimdiki hayatım için gerçekten müteşekkirim, hayatımı seviyorum. Her
zaman kolay değil ve hiçbir zaman da değildi. Hayat biletinin arka tarafında hayatın kolay olacağı
yazmaz. Daha kolay hale geleceğini filan da ummuyorum.

HG: Ailendeki bütün müzisyenlerle ilgili araştırma yaptım ama pek o konuya girme niyetinde
değilim, çünkü biraz hassas bir konu. Abin Tom Baxter, kız kardeşin…

CW: Tom Baxter, Vashti Anna ve Jo…

HG: Birlikte bir şey üretmeyi düşünür müydünüz?

CW: Tabii, bunun hakkında hep konuştuk. Ailemdeki, en büyük abim Jo hariç, ki artık müzisyen
değil, abim Tom, kız kardeşim Vashti ve ben, bu albümden önce birlikte bir şeyler yapıyorduk
neredeyse, ama hepimiz çok güçlü karakterlere sahibiz. Ayrıca hep çok farklı hayatlarımız oldu.
Tam olarak çatışma yaşıyoruz diyemem. Zamanlama çok önemli. Ailelerin hep böyle bir şeyi
vardır… Hayatımızda çok hikâye var. Ama birbirimizi sever ve destekleriz. Birbirimizle bol bol
konuşuruz. Aile olarak arkadaş gibiyiz. Kavga gürültü yok. Hem Tom’dan çok şey öğrendim.
Onunla 7 yıl turnedeydim.

HG: O senden büyüktü sanırım?

CW: Benden büyük ama en büyük abim değil.

HG: Anne ve baban, her ikisi de müzisyendi, değil mi?

CW: Evet, öyleydiler. Ama artık değiller. Annem bir ressam…

HG: İkisi de hayatta, değil mi?

CW: Evet. Şimdilik. En azından öyleydiler. (Güler) Onları bir arasaydım iyi olacaktı.

HG: Şanslısın.

CW: Evet.

HG: Fransa’yla bağların ne kadar derin? Seni kendilerinden kabul ediyor gibiler, bir TV şovunda
sana “Şarli Winston” olarak seslendiklerini duydum. Fransa’daki başarının asıl nedeni nedir sence?
Bu soruya bir yerde şöyle cevap vermişsin: “Dramatik etki sanatından hoşlanıyorlar, ben de ilk
başlarda daha fazla tiyatral davranıyordum, kendimi neredeyse kurgusal bir karakter gibi
sunuyordum.”

CW: Bilmiyorum bu bugün hâlâ konuyla ilgili mi, 10 yıl önce böyleydi. Yine zamanlama konusu.
Eğer ‘Hobo’ albümünü bugün çıkartsaydım, 10 yıl önceki gibi başarılı olur muydu, bilemiyorum.
Müzik dünyası çok değişti.

HG: ‘I’m A Man’ parçasının bir çamaşırhanede çekilmiş o videosu… ‘Like A Hobo’nun, armonikacı
Benjamin ‘Ben Henry’ Edwards’la çekilmiş o akustik versiyonu… Gerçekten çok özgün videolardı.
Sence giderek bu tarzın dışına mı çıkıyorsun, yoksa, en azından düşüncende ve ruhunda hâlâ
orada mısın? Sana popüler ve tanınmış olmanı söyleyen iç sesinle hep savaş halinde misin?

CW: Sana hakikati söyleyeyim: Hiçbir şey değişmedi. Risk alıp çılgınca şeyler yapabilirim.

HG: Çünkü ben seni bunlarla tanımıştım. O videoları gördüğümde o tarza ve müziğe âşık oldum.

CW: Sorunun cevabı şu olabilir: O anda sahip olduğum bir fikirdi ve gerçekleştirdim. O sırada
yaptığım albümle birlikte de işe yaradı. Ama aynı fikri tekrar tekrar yapmak istemem, sonra
özgünlüğünü yitirir. Sonuçta ben hâlâ aynı kişiyim. İki hafta önce Danimarka’da düşen ceketimi
almak için nehirde yüzüyordum. Yani hiç olmayacak şeyler yapmaktan vazgeçmedim. O zamanlar
üstümde daha fazla ilgi vardı. ‘Hobo’ albümü olmasaydı, sen muhtemelen adımı hiç
duymayacaktın.

HG: Kesinlikle.

CW: Genellikle bir teklinin çok başarılı olmasına dayanır her şey. ‘Like A Hobo’ da oldukça
başarılıydı.

HG: Bu da biraz ‘My Life as A Duck’ temalı, önemsiz bir soru olacak - ki sen de biraz önce buna
değindin: Turne sırasında Danimarka’dayken, ceketin içinde pasaportun ve cüzdanınla nehre
uçtuğunda, senin yerine suya atlayıp onu alacak bir başkası yok muydu? Çünkü daha önünde
konserler vardı, üşütüp hastalanabilirdin, bu da tehlikeli olurdu. Dublörümsü birisi çıkmadı mı suya
atlayacak?

CW: Hayır, ama ben soğuk havada çalışma eğitimi yapıyorum. Buz gibi suda yüzerim sık sık.

HG: A, gerçekten mi?

CW: Evet.

HG: Öyleyse senin için bir şey değildi.

CW: Benim için cidden güzel bir antrenman fırsatı oldu.

HG: Sosyal medyada nehirde yüzmenle ilgili bir yorum yazmıştım: “‘My Life As A Duck’ (Bir Ördek
Olarak Hayatım) şarkısıyla söylemek istediğin bu muydu?” diye… Sen de cevap yazmıştın.

CW: Ah, anladım. Doğru, doğru…

HG: Hatırlıyor musun?

CW: Evet, tabii.

HG: Kendi sosyal medyanla da ilgileniyorsun. Başka birisinden bu konuda yardım alıyor musun,
yoksa her soruyu okuyup cevaplıyor musun?

CW: Eğer bir yanıt varsa, bu genellikle benden geliyordur. Bazen birisinden, bir arkadaşımdan
biraz yardım aldığım oluyor, menajerimden de tabii… Hepimiz katkıda bulunuyoruz. Genellikle
WhatsApp’da bir mesajlaşma oluyor, “Böyle mi yapalım, şöyle mi yapalım?” filan şeklinde…

HG: Kişisel olarak bunlarla uğraşıyor olman çok olumlu bir şey, bu arada…

CW: Yo, konuyla oldukça haşır neşirim. Her zaman. En azından birçok şeyi görüp onaylıyorum.

HG: Arkadaşların, grup elemanları, ailen, hatta takipçilerin, seni yeterince değer verilmemiş bir
müzisyen olarak görüyorlar mı? Bu sözcüğe inanıyor musun? Böyle bir kavrama… Hiç düşündün
mü?

CW: Evet, yeterince değerimin bilinmediğine inanıyorum. Doğrusunu istersen, bu böyle…

HG: Ama şimdi işler değişiyor. Seni yıllardır gözlemleyebildiğim kadarıyla…‘Like A Hobo’yla
tanımıştım seni. Şimdi bir şeyler değişiyor. Daha fazla seyahat ediyorsun, solo şovların oluyor, yeni
bir grubun var, İstanbul’a geliyorsun, Tunus’a gidiyorsun, …

CW: Çünkü fark ettim ki, hiçbir plak şirketi ya da radyo istasyonu benim için artık bunu
yapmayacak. Şimdiki fark bu. Bir anlamda farklı bir vitese geçtim. Önceden “Bir plak şirketiyle
anlaşma yapacağım, onlar da benim için çalışıp albümümün tanıtımını yapacaklar,” diye
düşünürdüm. Bir kampanyanın sonuna geldiğinde oldukça hayal kırıklığına uğruyorsun, çünkü
taahhüt ettikleri şeyleri gerçekten yapmadıklarını görüyorsun. Ayrıca, müzikteki odak daha çok
canlı performansa doğru kaydı. Bu yüzden, bu son albümle ilgili olarak menajerimle konuştum ve
dedim ki “Çok yere, mümkün olduğu kadar yeni ve uzak yerlere gidelim, bir açılım yapalım ve
yaptığımız şey tamamen bana ait olsun.” Şimdiki misyonum, daha fazla tanınmak, müziğimi
mümkün olduğu kadar yayabilmek…

HG: ‘Running Still’ albümündeki yapımcın Tony Berg’in bir röportaj sırasında söylediği şeyler beni
gerçekten etkilemişti, çünkü şu andaki hislerime tercüman olan doğru sözcükleri bulmuştu. Şöyle
demişti Tony Berg: “Charlie Winston’ın ürettiği müziğin oldukça cazibesine kapılmış buldum
kendimi. Büyük müzikalite içerdiği gibi, çekingenlikten de yoksundu ki buna çok yakınlık duydum.
Şarkı yazma yaklaşımı çok saftı: Parçanın kime hitap ettiğini, ya da insanların ne düşüneceğini hiç
kale almıyordu. Sahip olduğu ya da ürettiği şey, salt hakiki, kişisel ifadeydi.”
Bunun ardından, ‘Running Still’ albümüyle ilgili olarak da şunları ekliyordu: “Bu albümü farklı kılan
şey, yalnızca üstün şarkı yazma yeteneğidir. Bunlar harika parçalar, birçoğunun silinemez şarkılar
olduğunu, diğer şarkı yazarlarına meydan okuduğunu düşünüyorum, öylesine güzel yazılmışlar.”

Bence bu yorum, bütün albümlerin için geçerli.

CW: Teşekkür ederim.

HG: Son albümünü, kaç kez dinlediğimi bilmiyorum. Gerçekten harika parçalar…

CW: Teşekkürler. Özellikle bu albümde, bu konuda daha fazla güven kazanmaya başladım. Çok
genç yaşlardan beri öğrendiklerimi kanıksamıştım. Ayrıca bütün dünyanın hep aynı şekilde
besteleyen şarkı yazarı ve müzisyenlerle dolu olduğunu farz ediyordum. Ama yavaş yavaş, çok
ağır bir şekilde keşfettim ki herkes böyle şarkı yazmıyormuş. Bildiğin gibi, herkes birbirinden farklı,
Tony Berg gibi insanlarla, çevremdeki kişilerle, özellikle şimdi ekibime katılanlarla birlikte şunu
öğreniyorum: Başarıya ulaşmamak aslında oldukça iyi bir şey, çünkü o zaman yaptıklarını
gerçekten kimin sevdiğini ve onların hakiki dostların olduğunu keşfediyorsun. Zaman, artık ‘Hobo’
albümü zamanı değil. Çok daha sakin. Bu bir açıdan moral bozucu, ama başka bir açıdan
gerçekten iyi, biraz önce söylediğim nedenden ötürü. Hani derler ya, “Hakiki dostlarının kim
olduğunu, asıl yenilgiye uğrayıp perişan olduğunda anlarsın.”

HG: ‘Airport’ adlı şarkının Youtube’daki videosunun altına birisi şöyle bir yorum yazmış: “Neden
bilmiyorum ama… sadece ağlamak istiyorum…”
Gerçek nedeni bilemeyiz, çünkü bu zihnin işi değil. Belki de bu, - tüm insanlar olarak, hatta belki
tüm canlılar demeliyim - bir şekilde, bir yerde, birbirimizle irtibatta olduğumuzun işaretlerinden
birisidir. Müzik gerçekten de bu ayrı ruhları, duyguları bir araya getiren bir araç. Aynı videonun
yorumları arasındaki muhtemelen en uzun yorumu da ben yazmış ve şöyle bitirmiştim: “Yeteneğin
ve enerjin için çok teşekkürler. Hiç ara vermeden hayatlarımızı aydınlatıyorsun.”
Bunda çok samimiyim.

CW: Çok teşekkür ederim.

HG: Yalnızca tekrarlamak istemiştim.
Ve final kısmına geldik: Kaçınılmaz standart soru/cevap girdabından ve klişesinden kurtulabilmek
için, bu görüşmeyi ‘senin’ sesinle bitirmek istiyorum. Bana veya bize bir şey sormak ya da havalı
bir motto filan patlatmak zorunda değilsin.
Açık Radyo 94.9 dinleyicileri için sadece ‘SAY SOMETHING’! (*)

CW: Tüm söyleyebileceğim şu: Kendinizi ne iyi hissettiriyorsa ona yönelin, eğer keyif almazsanız,
yapmayın. Ayrıca çevrenizi, hayatınıza ışık getiren insanlara kuşatmaya çalışın. Bunun hayatın
gidişatına yardımcı olduğunu hissediyorum. Bu, bazen sosyal ve kişisel gruplarınızı küçültmeniz,
bazen de iletişim kurup büyütmeniz anlamına gelebilir. Doğru şeyi katmanız önemli. Tıpkı iyi
beslenmenin önemli olduğu gibi. Doğru sosyal ve duygusal besin diye bir şey var. Bunu da
çevrenizdeki insanlardan, müzikten, sanattan alırsınız. İnterneti ele alalım mesela: inanılmaz bir
araç. Tıpkı bir bıçak gibi, onu harika oymalar, heykeller, sanatsal objeler yaratmak için
kullanabilirsiniz. Ama onunla bir insanı da öldürebilirsiniz. İnternet de aynı; o da bir araç. İnsanlar
orada çok şey kaybediyorlar, zamanlarını, enerjilerini… Kendilerini doğru şeyle beslemiyorlar, güzel
şeyler ortaya koymuyorlar. Bu da bir seçim. Bu da ‘başlangıç noktası’. Her an bir seçim, olumluyla
olumsuz arasında, siz de seçiyorsunuz. O seçimi siz yapıyorsunuz.

HG: Somut ya da soyut, duygusal ya da fiziksel… Gerçek besin ya da herhangi bir düşünce…

CW: Her şey. Her düşünce.

HG: Kendini güzel şeylerle besle!

CW: Evet. O enerji çok çabuk yayılır.

HG: Zaten enerjiden oluştuğumuza inanıyorum, her ne kadar birbirimizi madde olarak görsek de…

CW: Kesinlikle.

HG: Öyleyse çok çok teşekkürler, benim için büyük bir keyifti. Gerçekten, zamanını aldım.
Teşekkür ederim.

CW: O keyif bana ait. Tanıştığımıza memnun oldum. Çok teşekkürler…

(*): Say Something: Charlie Winston’ın Curio City albümündeki bir parçanın adı.