Yeşil Havadis'le iklim-ekoloji gündemi ve Buket Atlı ile Kara Rapor 2021 üzerine söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta gündemimizde Türkiye ve dünyadan iklim haberleri var ancak – diğer haftalardan farklı olarak – birçok olumlu haberi de sizlerle paylaşıyoruz. Ayrıca Türkiye’de hava kirliliğine ve bu kirliliğin toplum sağlığına etkileri üzerine çok önemli bilgiler içeren, Temiz Hava Hakkı Platformu'nun 2021 yılı Kara Raporu üzerine platformun koordinatörü Buket Atlı ile konuştuk. 

 

Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü Buket Atlı'yla Kara Rapor 2021 üzerine söyleşi
 

Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü Buket Atlı'yla Kara Rapor 2021 üzerine söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

Geçen hafta Cumartesi, 24 Eylül Küresel İklim Grevi günüydü. Dünyanın farklı yerlerinde milyonlarca kişi bulundukları ülkede iklim adaleti için bir araya geldi. Gezegenin yok edilmemesi için acil adımlar atılması gerektiğini bir kez daha dile getirildi. 

Benzer şekilde, Kadıköy’de iki yıl aradan sonra tekrar fiziki bir iklim grevi gerçekleşti. Geçen hafta tam grev öncesi Fridays for Future (Gelecek İçin Cumalar)-İstanbul ekibinden Duru Barbak ile kısa bir söyleşi yapmıştık. Duru bize taleplerini ve İstanbul’daki grevin programını aktarmıştı.

Sadece İstanbul’da değil, diğer şehirlerde de eylemler ve basın açıklamaları gerçekleşti. Ankara, Bodrum, Çanakkale ve Bursa’dan yüzlerce iklim aktivisti, gençlerin çağrısına yanıt vererek iklim grevine çıktı.

Glasgow’daki COP26 süreci yaklaşırken iklim hareketi oldukça aktif. İtalya, Milano’da Youth for Climate tarafından COP öncesi etkinliği gerçekleştirildi. Burada söz alan Greta Thunberg, bütün politikacılarla alay etti, iklim krizine karşı verdikleri sözleri tutmadıklarını bu sefer gülerek yüzlerine vurdu. Konuşmasını izlerseniz eğer zaten sahneye gelişinden aklında bir muziplik olduğunu anlayabilirsiniz. 

Söylediklerinin bir kısmı şu şekilde:

Düşük karbon ekonomisine doğru yumuşak bir geçiş yolu bulmalıyız. Başka gezegen yok, başka gezegen falan, falan, falan, falan, falan, falan filan. Bu, siyaseten doğru pahalı bir yeşil hayvanseverlik veya falan falan filan değil, daha iyiyi yeniden inşa etmek, falan filan, yeşil ekonomi, falan filan meselesi değil.

2025’e kadar “Net Sıfır”, falan filan. 2050’ye kadar “Net Sıfır” falan filan filan, net sıfır falan filan. “İklim Nötr” falan filan.

Greta, Joe Biden, Emmanuel Macron ve Boris Johnson gibi liderlerin sözleriyle dalga geçti. Konuşmanın tamama bu linkten erişebilirsiniz. 

İKLİM HABERLERİ

İklim için atılan adımlar

COP26’ya doğru iklim hareketi neler yapıyor onunla başladık. Şimdi de hükümetler ne yapıyor bir göz atalım. 

  • COP26 öncesi hükümetler yeni bir adım attı ve “Yeni Kömür Santrali Yok Sözleşmesi” imzaladı. İmzacılar arasında Sri Lanka, Şili, Danimarka, Fransa, Almanya, Karadağ ve Birleşik Krallık gibi ülkelerin olduğu bu sözleşmenin önemli bir noktası ise ilk kez, farklı bir grup gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin bir araya gelmesi oldu. 
  • Geçen hafta Çin, yurtdışında kömürlü termik santral inşa etmeyeceğini açıklamıştı. Biz de bu haberi Yeşil Havadis’te geniş bir şekilde ele almıştık. Küresel Enerji Takipçisi’ne (Global Energy Monitor, GEM) göre bu taahhüt, yaklaşık 42 bin megavat (MW) kurulu güçteki 44 kömür santralini etkileyecek. Kömür yatırımı kesilecek bu ülkelerin gelecekteki kömür talebinde her yıl yaklaşık 30 milyon ton azalma öngörülüyor. Bu durumun, kömür ihracatı yapan ülkelerin beklentilerine darbe vuracağı tahmin ediliyor.
  • Bir yandan iş dünyasından da iklime dair talepler artıyor. Aralarında Türkiye’den kuruluşların da bulunduğu G20 ülkelerinde faaliyet gösteren şirketler, kamu kaynaklarının 1,5 derecelik iklim hedefini gerçekleştirilebilir kılmaya yönlendirilmesi için hükümetlere acil çağrıda bulundu. G20 liderlerine hitaben yazılan açık mektuba Arçelik, Unilever, Netflix, Volvo Cars, Iberdrola ve Natura&Co gibi şirketler de imza attı.

Şimdi sırada başka bir haber var. İsveç Doğru Yaşam Vakfı tarafından Doğru Yaşam Ödülleri isminde verilen ödüller aynı zamanda Alternatif Nobel Ödülleri olarak da biliniyor. Bu sene bu ödüllere layık görülenler insan hakları ve çevre aktivistleri oldu.

Ödül sahipleri Kamerun‘da yıllardır cinsel şiddete karşı, kadın ve çocuk hakları için mücadele eden Marthe Wandou, Rusya‘da çevreye zarar veren faaliyetlere karşı taban hareketi örgütleyen ve Ecodefense’in kurucusu çevre aktivisti Vladimir Slivyak, Kanada‘da Wet’suwet’en yerli kabilesinin reislerinden Freda Huson ile Hindistan‘da çevre mücadelelerinde hukuki destek sağlayan Orman ve Çevre Yasal İnisiyatifi (LIFE) oldu.

Son olarak yeni çıkan bir raporu aktaralım. Dünyanın gelişmiş ekonomileri arasında sayılan 17 ülkede yapılan araştırmaya göre, birçok kişi, küresel ısınmayı azaltmaya yönelik uluslararası çabaların başarılı olacağından şüphe ediyor. Ancak önemli bir nokta var: Ankete katılanların yüzde 34’ü iklim değişikliğine yanıt olarak günlük yaşamlarında 'çok sayıda değişikliği' göze almaya istekli. Raporun başka bir çıktısı ise Akdeniz ve Asya-Pasifik ülkelerinin daha endişeli olması. Rapor çok kapsamlı, biz radyo programında tüm detayları ele alamadık. Esin İleri tarafından Yeşil Gazete için çevrilen rapora buradan ulaşabilirsiniz.  

Bu kısma kadar daha çok atılan adımlardan, iklim hareketinden ve gelişmiş ülkelerdeki insanların eylem algısından bahsettik. Şimdi iklim krizinin bazı etkilerine bakacağız ve Türkiye toplumu tarafından nasıl algılandığına değineceğiz. 

İklim etkileri

İlk olarak Anadolu Ajansının bir haberine bakalım. İklim ve Enerji Çözümleri Merkezi ile Climate Trace verileri derlenmiş. Buna göre, 1990’da 35 milyar ton karbondioksit eş değeri olan emisyonlar bugün 50 milyar ton seviyesine çıktı. Küresel emisyonların yüzde 64’ünden ise yalnızca 10 ülke sorumlu. Emisyonlardaki en büyük pay %26,8 ile elektrik üretimindeyken, en fazla emisyon salımı yapan ülkeler arasında, salımların %26,9’undan sorumlu olan Çin öne çıkıyor. 

Bu emisyonların sonuçlarını hep beraber yaşıyoruz. Yeni bir araştırmaya göre son 60 yılda Karadeniz’de deniz yüzey suyu sıcaklığı yaklaşık iki derece arttı. Araştırmayı yürüten bilim insanları, önlem alınmazsa artışın süreceği uyarısında bulundular. ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Barış Salihoğlu, bu ısınmanın Karadeniz’in bütün akıntı sistemini ve ekosistem yapısını değiştireceğini belirtti. Oksijensiz suların yüzeye yaklaştığını aktaran Salihoğlu, bu durumun deniz canlılarını olumsuz etkileyeceğini, çünkü Karadeniz’de yaklaşık 100 metrenin altında yaşayan deniz canlısı bulunmadığını aktardı. 

Türkiye’de iklim algısı

  • Ülkenin dört bir yanında gelen bu gibi haberler, toplumun iklim değişikliği algısı üzerinde de belirleyici oluyor. Yuvam Dünya Derneği ve Konda tarafından Nisan 2021’de gerçekleştirilen ankete göre, her üç kişiden ikisi, iklim krizine bağlı meydana gelebilecek bir olayda, toplumun kalanına göre daha fazla zorlanacağını düşünüyor ve daha kırılgan hissediyor. Toplumun yüzde 72’si, gıdaya erişmekte zorlanmaktan çekiniyor. Diğer önemli endişeler ise sağlık problemleri ve susuzluk. Araştırmaya göre halkın yüzde 82’si, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda devleti sorumlu görüyor. Bunu %67 ile ‘vatandaşın sorumluluğu’ yanıtı takip ederken, özel sektörün sorumluluğu olduğunu düşünenlerin oranı yalnızca %20. 
  • Bir başka anket ise Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından Türkiye’nin 26 ilinde yapılmış, araştırmanın konusu su tüketim alışkanlıkları ve kuraklık karşısında halkın tutumu. Ankete katılanların yüzde 96’sı ‘gelecekte susuzluk yaşamamak için ciddi tedbirler alınması’ gerektiğini düşünüyor; gelecekte susuzluk yaşanacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 89. Ancak yapılan analize göre bu endişeler, diş fırçalarken veya el yıkarken suyu kapamak veya makineyi tam dolmadan çalıştırmamak gibi bireysel tasarruf uygulamalarına neden olmuyor. 

Türkiye’de durum böyle ama dünyada aslında iklim kaygısı artık yalnızca bireylerin davranışlarına değil siyasete de yön verir noktaya geldi. 

Almanya’da seçimler

  • 26 Eylül’de yapılan Almanya seçimlerinde en çok oyu Sosyal Demokrat Parti ve başbakan adayı Olaf Scholz alırken, Yeşiller oyların yüzde 14,8’ini alarak üçüncü geldi. 
  • Yeşiller’in aslında daha büyük hedefleri vardı, anketlerde çok daha iyi sonuçlar geliyordu. Dolayısıyla bu oy oranının gerçek potansiyelini yansıtmadığı söylenebilir. Yine de hem dört yıl önceki seçimlere göre oy oranını 5,8 puan artırması hem de Almanya’nın üçüncü büyük siyasi gücü haline gelmesi oldukça önemli gelişmeler. 
  • Bu noktada Yeşiller’e en büyük destek gençlerden geldi. İlk bilgilere göre 30 yaş altı seçmenin oylarının yüzde 40’tan fazlası Yeşiller’e ve Hür Demokrat Parti’ye gitti. Sosyal Demokrat Parti’nin Yeşiller ve Hür Demokrat Parti ile koalisyon hükümeti kurması bekleniyor.
  • Bu hafta Almanya’da başka seçimler de oldu. Berlin’de halk, yüksek kiralara karşı düzenlenen bir referandum için sandık başına gitti ve gayrimenkul şirketlerinin yönettiği yüz binlerce konutun kamulaştırılmasından yana oy kullandı. 2009’dan 2019’a kiraların ikiye katlanması, Berlin halkında endişe yaratmıştı. Bu referandumun herhangi bir yasal bağlayıcılığı yok ancak yeni kurulacak senatoda yeni bir yasanın hazırlanacak ve üç binden fazla daireye sahip konut bloklarının kamulaştırılması istenecek. Bu gerçekleşirse, 240 binden fazla daire, bir devlet kurumu tarafından yönetilecek. 

Bu haberleri okurken akıllara gelen Türkiye’deki barınamıyoruz eylemlerine de programımızın sonuna doğru ayrıca değineceğiz. 

  • Ayrıca Berlin’de şehrin ilk kadın belediye başkanının seçildiğini de belirtmeden geçmeyelim. Sosyal Demokrat Parti’nin adayı Franziska Gifay, şehrin ilk kadın belediye başkanı olacak. 

EKOLOJİ HABERLERİ

  • Ekoloji haberlerinin ilki Burcu Özkaya Günaydın tarafından hazırlanmış bir dosya haber. ‘Kamu hizmeti’ diye başlayan ve şimdi müteahhitlerin gözbebeği olan deniz dolgularını ele alıyor. Özkaya Günaydın, İstanbul, Hatay ve Samsun üzerinden Türkiye’nin dolgu politikasını inceledi.
  • Dolgular kent siluetine, kıyı çizgisi ve habitatına zarar veriyor, çoğunluğu hafriyatlardan yapıldığı için deprem açısından da sorunlu. Karadeniz’de de dere yataklarının doldurulması sel ve doğal afetler açısından tehlikeli. Bu faaliyetlerden denizdeki canlı yaşamı da olumsuz yönde etkiliyor.
  • Örneğin bölgede yaşayan mimar Ercüment Kimyon’a göre Hatay’da sorun zemin kaynaklı. İskenderun Limanı da dolgu alan üzerine inşa edilmiş. İl sınırları içinde Nehir ve derelerin kurutulmasıyla yapılan çok sayıda doldurma mahalle de bulunuyor. Antakya’da ise Amik Gölü’nün kurutulup doldurulmasıyla yapılan havaalanını ve etrafındaki köyleri her yıl su basıyor.
  • 1960’lardan beri kıyı şeridi doldurulan Samsun’da durum kronikleşmiş. Halkın denizle bağı kopmuş. Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu Üyesi, Samsun eski Mimarlar Odası Şube Başkanı İshak Memişoğlu, Atakum marina gibi hatalı projeleri düzeltmek için de dolgu yapıldığını belirtiyor. Sorun sadece Samsun’da da değil. Karadeniz sahil yolu dolgusu tüm bölgeyi etkiliyor. Memişoğlu’nun belirttiğine göre yol, kentlerle deniz arasına set çekmiş ve yol kotu yüksek olduğu için 30 kıyı kenti ve çok sayıda küçük yerleşimin kıyı kesimi çukurda kalmış.

Ve tabi Türkiye’nin en büyük dolgu alanlarına sahip şehri İstanbul. Konuyla alakalı Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Esin Köymen’in de dediklerini kendisinden alıntı yaparak aktaralım: 

Yasaları çiğneyip, yapısına bakmadan her yere dolgu yapılmasının en temel nedeni rant. Yani dolgu alan yapma gayrimenkul geliri olarak görüldü. Kentin toprakları, denizleri yağmalanarak, inşaat sektörünün önüne konuldu. Bizim yaşam alanlarımız, kentimiz yağmalandıkça firmalar zenginleşti.

Türkiye’deki büyük projeler inşaat temelli oluyor ve bir kısım şirket yurtdışında da benzer işler gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu şirketlerden biri, Gürcistan’daki HES projesinden halkın direnişi sayesinde vazgeçti. Yüklenici firma, Gürcistan devleti ile imzaladığı yap-işlet sözleşmesini feshetmek için başvurduğunu söyledi. Gerekçe olarak ise uzun süredir devam eden sözleşme ihlallerini gösterdi. Bölge halkı proje karşı uzun süredir sahada ve yargıda mücadele yürütüyordu. Projede Rioni Nehri üzerine iki adet HES inşa edilmesi planlanıyordu.

Türkiye’den ekoloji haberleri

  • Validebağ’da durum güncelliğini koruyor. Konu yargıdaydı ve Üsküdar Belediyesi'nin koruyla ilgili imar planlarının yürütmesinin durdurulmasına karar verilmişti. Belediye buna itiraz etti ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi bu talebi reddetti. Bir yandan da Üsküdar belediyesinin planına karşı koruda nöbet devam ediyor. Validebağ Gönüllüleri nöbetin 100’üncü gününü geride bıraktılar.
  • Antalya’da Korkuteli yolundaki yaklaşık 80 tane asırlık çam ağacı daha önce bir ağacın arabaya düşmesi gerekçe gösterilerek kesiliyor. 'Pire için yorgan yakmayın' diyen bölge halkı OGM’nin kesimleri durdurmasını istiyor.
  • Asos’un antik liman bölgesinde ciddi bir tahribat var. Liman üzerindeki kayalarda yerleşim alanı ve insan sağlığını tehdit ettiği gerekçesi ile ıslah çalışması başlatıldı. Ancak işlemler çok ciddi tahribata yol açtı. Bölgeye 12 bin metrekarelik otopark da yapılması planlanıyor. Tüm bunlarla ilgili suç duyurusunda bulunuldu. Daha sonra gelen habere göre yapılan tahribatı görüntülemek isteyen Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ve Assos Dostları kolluk kuvvetleri tarafından durduruldu ve tutanak imzalatıldı. Gerekçe olarak “afet bölgesine izinsiz girme” gösterildi.

  • Muğla Akbelen’e gidelim. Daha önceki programlarda da etraflıca konuşmuştuk, hatta üçüncü haftamızda İkizköy’den Nejla Işık’ı konuk etmiştik. Bölgede yapılmak istenen kömür taşıma bandına mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Bunun üzerine köylüler konuyla alakalı dilekçe verdi. Bu dilekçeyi işleme koyan valilik, kömür taşıma bandının yapımının durdurulması için Milas Kaymakamlığı’na talimat verdi. Bu kararla taşıma bandı kaldırılacak.
  • Bu hafta gerçekleştirilen Erdoğan-Putin görüşmesinden sürpriz bir gelişme var. Gündem değerlendirmeleri yapan Erdoğan, Putin’e Türkiye’de iki yeni nükleer reaktör yapımını önerdiğini söyledi. Görüşmede nükleer konusunun savunma sanayi ile birlikte ele alınmış. Bu bile nükleerin nasıl bir enerji türü olduğunun da ipucu aslında. 

KARA RAPOR 2021: HAVA KİRLİLİĞİ VE SAĞLIK ETKİLERİ

Bu haftanın yeşil gündeminin en önemli maddelerinden biri, Temiz Hava Hakkı Platformu’nun hazırladığı Kara Rapor 2021’in yayınlanmasıydı. 

Kaynak: Temiz Hava Hakkı Platformu

Kaynak: Temiz Hava Hakkı Platformu

Bu sene dördüncüsü yayınlanan raporda yine çarpıcı ve kaygılandırıcı veriler vardı. 

Temelde yalnızca iki ilimizde, Bitlis ve Hakkari’de, nispeten temiz hava solunduğunu öğrenmiş olduk. Rapora göre birçok ilde partikül madde değerleri yeterli şekilde ölçülmemiş. Elimizde veri olan şehirlerin ise birçoğunda kirlilik, ulusal sınır değerlerin dahi üzerinde çıkmış. 

Kara Rapor’un detaylarını, Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü Buket Atlı ile konuştuk. 

Raporda hava kirliliğinin ne kadar önemli ve acil bir sorun olduğuna dair çok çarpıcı veriler var. Örneğin her yıl yaklaşık yedi milyon insanın hava kirliliği nedeniyle yaşamını kaybettiği gibi bilgiler paylaşılmış.  Fakat Türkiye’de düzenli ölçümlerin yapılmaması, bazı ölçümlerin paylaşılmaması, yeterli sınır değer belirlenmemesi gibi konunun yeterince ciddiye alınmadığına dair emareler de olduğunu anlıyoruz. Ne ölçekte bir sorunla karşı karşıyayız? Bize raporun Türkiye’ye dair önemli bulgularını kısaca aktarabilir misiniz? 

Temiz hava soluma hakkı, en önemli yaşamsal haklarımızdan biri. O nedenle biz de düzenli olarak Türkiye’deki hava kalitesini izlemeye çalışıyoruz. 2019’a kıyasla 2020’de - belki yaptığımız çalışmaların da bir sonucu olarak - bir gelişme, PM10 dediğimiz biraz daha büyük partikül maddelerin ölçüm sayısının artmış olması. Fakat asıl küçük olan, saç telinin 30’da biri büyüklüğünde ve kanserojen olan PM2.5 maalesef 42 ilimizde yeterli veri olacak şekilde ölçülmemiş. Yani Türkiye’nin yarısında, kansere sebep olduğu Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından kabul edilen bu veriyi bilmiyoruz. Bu nedenle sağlık etkilerini de hesaplayamıyoruz. Biz 2017’den bu yana hava kirliliği kaynaklı ölüm sayılarını hesaplayabiliyorduk - ki bu da trafik kazalarının altı katına denk gelen çarpıcı bir sayıydı - ancak 2020’de ölüm verilerinin açıklanmaması sebebiyle bu hesabı yapamadık. Yapabildiğimiz hesaplara bakarsak, 12 ilde tüm yıla yayılan bir hava kirliliği olduğunu görüyoruz. Bu, hava kirliliğinin bazı illerde kronik bir hal aldığı anlamına da geliyor. Özellikle DSÖ limitleriyle kıyasladığımızda ki yalnızca iki ilimizde bu limitlerin altında temiz hava solundu, PM10’da kılavuz değerin üzerinde bir hava solundu.Şunu da belirtmekte fayda var: Geçtiğimiz hafta DSÖ bu önerdiği değerleri revize etti ve %75 oranında aşağıya çekti. Bunun sebebi, hava kirliliğinin aslında güvenli bir limiti olmaması. Ne kadar çok kirli havaya maruz kalırsanız, o kadar çok kalp, solunum, damar yolu hastalıklarıyla karşılaşma riskiniz var. Örneğin Iğdır, Kahramanmaraş, Manisa, Ağrı, Düzce gibi illerimizde de beş yıldır çok kirli hava solunduğunu görüyoruz. 2020’de Muş’ta en kirli havanın solunduğu yerdi. Biz bu sefer kirliliğin kaynaklarına da bakmaya çalıştık. Muş ve Iğdır’da kirlilik kömür yakılmasından ve sanayiden kaynaklanıyor. Bazı illerde aşağıdan taşınım da olduğunu görüyoruz. Örneğin Batman’daki kirli havanın başka illere de taşındığını görebiliyoruz. Fakat Batman’da hava kirliliğine dair yeterli verimiz yoktu. Hava kalitesini kontrol etmenin ve iyileştirmenin en önemli aşaması, PM2.5’in ölçülmesi ve mevzuatta buna dair bir limit değer olması. Maalesef limit değer de henüz kabul edilmedi. Bir taslak yönetmelik ve bu yönetmelikte önerilen bir limit değer var, ama 2015’te AB’nin kabul ettiği bu limit değeri Türkiye 2029’da kabul etmeyi taahhüt ediyor. Üstelik AB bu limitleri 2022’de tekrar aşağıya çekeceğini duyurmuşken. Yani biz çok arkadan geliyoruz. Dünya artık PM1 gibi çok daha küçük partiküllerin etkilerini konuşuyor. Maalesef biz 42 ilde PM2.5 seviyesini bilmiyoruz ve sağlık etkisini hesaplayamıyoruz. Bu nedenle bizim en çok vurguladığımız şu: Bir ya da iki ilde temiz hava solunması çok önemli değil, bütün illerimizde DSÖ’nin önerdiği hava kalitesini yakalayabilmemiz gerekiyor. 

Türkiye’nin belirlediği sınır limitler ile DSÖ’nün limitleri arasında ne kadar fark var?

2019 itibarıyla AB’nin limitlerini kabul ettik; öncesinde daha yüksek limitlerimiz vardı fakat kademeli olarak düşürdük. Şu an PM10’da 40mikrogram/m3 yıllık geçilmemesi gereken limit. Fakat DSÖ’nün 2020 yılı için önerdiği limit 20’ydi. Aslında AB’nin ve bizim kabul ettiğimiz limit, DSÖ’nün önerdiğinin iki katı kadar. Fakat DSÖ geçen hafta bu 20’yi de 15’e düşürdüğünü açıkladı, dolayısıyla fark, iki katının da üzerine çıkmış oldu. Kendi mevzuatımızdaki ve AB’nin limitlerine göre baksak bile yine Türkiye’nin illerinin yarısının havasının kirli olduğunu görüyoruz.PM2.5 için de yine AB’nin kabul ettiği yıllık ortalama limitleri 25mikrogram/m3, Türkiye’nin bunun için bir ulusal limit değeri veya taahhüdü yok. DSÖ’nün limiti ise 2020’de 10’du, yani AB’nin limitinin yarısından daha azdı, onu da şu an 5’e indirdiler. Yani AB’nin limitleri, DSÖ’nün 5 katı olmuş oldu şu an. O yüzden de AB, limitlerini indireceğini duyurdu.Artık COVID19 ile de görüldü ki düzenli olarak kirli hava soluyan kişilerin geliştirdiği kronik hastalıklar - solunum yolu ve kalp damar hastalıkları, diyabet vs. - insanları koronavirüsü gibi virüsler için daha kırılgan hale getiriyor. Ayrıca kirli hava, koronavirüsün vücuda girişini kolaylaştıran reseptörleri artırıyor. Dolayısıyla temiz hava, koronanın da etkilerini azaltıyor. O yüzden de ülkeler, limitlerini tekrar gözden geçiriyor. AB 2030’a kadar hava kirliliği kaynaklı ölümleri %55 oranında azaltma taahhüdünde bulundu. Sağlık etkisi büyük maliyetler de getiriyor. Sanayi, ulaşım ve evsel ısınma kaynaklı bir kirlilik ortaya çıkmış oluyor. 

Hava kirliliğinin COVID19 dışında da ciddi sağlık etkileri var, bunlardan da bahsedebilir miyiz? Raporda bir de hava kirliliğinin sağlık üzerindeki etkilerinin, yaşamın evrelerine göre farklılık gösterdiği meselesinden bahsediliyor. Bunu biraz açıklayabilir misiniz?

Özellikle kömürlü termik santrallerden çıkan kirlilikten bahsetmek gerekirse, içinde ağır metal de olabiliyor. Yakılan şeyin yapısına göre, hava kirliliğinin de yapısı değişiyor. Santralden sadece küçük partikül maddeler değil, ağır metaller de çıkıyor.Ağır metaller, çocuklarda IQ kaybına, düşük doğuma, erken doğumlarına, bozuk cenin gelişimine de neden olabiliyor. Geçtiğimiz yıllarda plasentada bile bu parçacık maddeler bulundu. Bunun dışında kalp krizi, felç, merkezi sinir sistemi hastalıkları, depresyon, MS hastalığı ve Parkinson’a etkilerinin olduğu da kabul ediliyor.En önemli sağlık etkisi ise akciğer kanseri başta olmak üzere mesane kanseri gibi kanserlere sebep olması. DSÖ bu nedenle PM 2.5’i ve genel olarak partikül maddeyi kanserojen ilan etti.Hava kirliliği, vücutta iltihap varmış gibi bir mekanizmayı harekete geçiriyor. Bunun sonucunda bütün sistemlerimizi etkileyebiliyor. Hücrenin enerji bankası dediğimiz mitokondrileri de etkiliyor. Özellikle PM1 gibi küçük partikül maddeler, içindeki toksik maddelerle vücudumuzun enerji bankalarına saldırabiliyor. O yüzden vücudun tamamını etkileyen, ama çoğunlukla solunum sistemi, kalp damar sistemi, nörolojik sistemleri de etkileyen çoklu bir etkisi var.Çocuklar daha fazla etkileniyor çünkü hem yere daha yakınlar, kirliliğe daha fazla maruz kalıyorlar, hem de vücutları tam gelişmediği için daha fazla ve daha sık soluyorlar. 2020’de şöyle bir gelişme de oldu, İngiltere’de 9 yaşındaki Ella, astım atağı nedeniyle hayatını kaybetti ve ailesi mahkemeye başvurarak, ölümünün arkasındaki asıl sebeplerden birinin hava kirliliği olduğunu söyledi. Ve mahkeme, ilk defa resmi olarak hava kirliliğini de bir ölüm sebebi olarak kabul etti.Veya Fransa’da sınır dışı edilmek istenen astım hastası Bangladeşli bir kişinin, ‘sınır dışı edilirsem kirlilik nedeniyle hayati tehlikem olur,’ diyerek sınır dışı edilmemesi kararı alındı. Artık hava kirliliğinin yaşamsal bir tehdit oluşturduğu kabul edilmeye başlandı. Özellikle sanayi kaynaklı hava kirliliğinin önlenmesi gerekiyor. Çevre mevzuatına uyumlu olmak için gerekli yatırımları tamamlamayan kömürlü termik santraller, hala Kütahya, Zonguldak, Çanakkale, Kahramanmaraş, Sivas gibi illerimizde çalışmaya devam ediyorlar. Geçici bazı izinler verildiyse de yatırımların tamamlanmadığını biliyoruz. Örneğin Şubat ayında Afşin’de karın gri yağdığı görüntüler çekildi. Dolayısıyla sanayi kaynaklı kirliliğin de bir an önce azaltılması lazım. İzmir’de en kirli havayı soluyan ilçe Aliağa’ydı, çok fazla sanayi tesisinin olduğu bir ilçeydi. Biz sanayi tesisleri için de hem etkin bir izleme yapılmasını, bacadan çıkan verilerin paylaşılmasını talep ediyoruz. Bunlar maalesef ‘ticari sır’ denilerek paylaşılmıyor.  Aynı zamanda yeni tesislere de izin verilirken Sağlık Etki Değerlendirmesi yapılması gerektiğini söylüyoruz, aynı ÇED yapıldığı gibi. 

Hava kirliliğinin iklim kriziyle de bir ilişkisi var, hem iklim kriziyle artan orman yangınlarının hem de kuraklığa bağlı kum fırtınalarının havayı olumsuz etkilediğinden bahsediliyordu raporda. Önümüzdeki dönemde, iklim krizinin daha da sertleşmesiyle, bizi nasıl günler bekliyor?

İklim değişikliği ile hava kirliliği ilişkisini bu sene rapora yeni ekledik ve daha fazla tartışılmasını umuyoruz. 2019’da BM bir çağrı yaparak iklim değişikliğinin de hava kirliliğinin de fosil yakıtlardan kaynaklandığını, dolayısıyla birlikte ele alınması ve mücadele edilmesi gerektiğini söyledi. Biz de raporda son 20 yıldır Türkiye’deki sıcak hava dalgası sayısı ve süresinin giderek arttığını söylüyoruz, buna bağlı olarak da tabii yangınlar yaşıyoruz. Yangın olduğunda, uydu verilerinden tespit ettiğimize göre, iklim değişikliğine sebep olan bir kirletici ortaya çıkıyor: siyah karbon. Siyah karbonu plasentada, anne karnında da tespit ettik. Maalesef bir kısır döngü oluyor, iklim krizinden dolayı yangınlar ortaya çıkıyor, yangınlar tekrar iklim krizine neden olan kirleticileri ortaya çıkarıyor.Bir yandan da özellikle Akdeniz Havzası’ndaki kum fırtınaları meselesi var. Ağaçlandırma da yapılmayan bölgelerde görülüyor ve çok yüksek hava kirliliğine sebep oluyor. Bu dönemlerde, ve bu seneki yangınlarda da, maalesef sağlık birimlerinin ve valiliklerin hava kirliliğine karşı uyarıda bulunulduğunu göremedik. Böyle durumlarda müdahale eden insanların kullanması için maskelerin dağıtılması gerekiyor. Bunları göremedik. Temiz hava eylem planlarında da göremiyoruz maalesef: O ildeki hava kirliliğinin asıl sebepleri neler? İklim krizinden dolayı yangın çıkacaksa nasıl önlemler alınabilir? Bu sene yangın, Kemerköy’deki termik santralin yakınına dayandı. Santraller de yandığı zaman asbest gibi kirleticiler açığa çıkarabilir. Veya ithal kömür yakan santrallerde bazı maddelerin patlama riski de var. Bunların tamamını raporda etraflıca ele aldık. İklim krizi ve hava kirliliği birlikte ele alınmalı; temiz hava eylem planları oluşturulurken bunlar birlikte gözetilmeli ve etkin bir şekilde uygulanmalı, diyoruz. 

Tarım ve gıda: Trakya'da tarımın durumu ve Birleşik Krallık'taki pestisitler

Bu haftanın önemli bir dosya haberi Trakya’da tarım üzerine oldu. Serap Cömertoğlu İşcan'ın özel haberine göz atıyoruz. İşcan, “Trakya’nın eşsiz tarım toprakları göz göre göre nasıl yok edildi?” sorusunu sordu ve çok sayıda bilim insanının ve uzmanın görüşlerini aldı.

Bölgeye baktığımızda burada nüfusun yüzde 20’si yaşıyor. Alanın yüzde 82’si işlemeli tarıma uygun. Ancak bu topraklar yanlış tarım politikaları, çarpık kentleşme, plansız sanayileşme, çevre planlarına aykırı şekilde yapılan projeler, hukuk dışı uygulamalar ve çevre kirliliği gibi nedenlerle işlevsiz hale getirilmiş durumda.

Fotoğraf: Turhan Durukan

Fotoğraf: Turhan Durukan

Trakya topraklarındaki uygulamalar, temiz hava, su ve toprağa ulaşımın engellenmesine neden olurken, temel yaşam hakkını da ihlal ediyor. 

Bölgedeki en temel sorunlardan biri tabi ki Ergene’deki kirlilik. Trakya Platformu Bilim Kurulu Üyesi Profesör Osman İnci, nehrin sanayi lağımı haline geldiğini söylüyor. Ayrıca yeraltı sularından da toksik maddeler çıkmakta. Tüm bunlar hem çevreyi kirletiyor hem kanser vakalarını artırıyor.

Ayrıca tarım toprakları üzerine sanayileşme devam ediyor. Plastik İhtisas Organize Sanayi Bölgesi (POKAP) için 2 bin 253 hektarlık tarım arazisi tarım dışı gösterilmek isteniyor. Bakanlık üst planlarda tarım öncelikli planlar yaparken, uygulamada tam tersi ÇED kararları veriyor. Tüm bu kararlar da çiftçiyi tarımdan uzaklaştırıyor. 

Üretim alanlarından ürünlere geçelim. Birleşik Krallık'ta neredeyse tüm portakal ve üzümlerde ‘pestisit kokteyli’ çıkmış. Pestisit Eylem Ağı tarafından yapılan analizde, 12 üründe 122 farklı pestisit tespit etti. Bulunan pestisitlerin çoğu kanserle bağlantılı ve solunumdan üreme sistemine insan sağlığı için birçok zararı var. Bazı pestisitler tek başlarına yasal limit değerlerinde bulunsa da kombinasyonlarının daha riskli olmasından endişe ediliyor. 

Bunun bir çözümü de mevsimine göre beslenme olabilir. Mevsiminde üretilen meyve-sebze için tarımsal zehirler daha az kullanılıyor. Bu ayın meyve sebzelerinden de birkaçını paylaşmak istiyorum. Market veya pazara gittiğinizde sebzelerden pırasa, karnabahar, lahana ve ıspanağa, meyvelerden ise fındık, nar, üzüm ve turunçgillere ayrı bir dikkat kesilebilirsiniz.

HERKES İÇİN BARINMA HAKKI VE EŞİTSİZLİK

Almanya seçimlerinden sonra Berlin’de artan kiralardan kısaca bahsetmiştik. Barınma sorunu hem Türkiye’de hem dünyada giderek büyüyor ve nihayet hak ettiği şekilde tartışılmaya başlandı. 

Bizde zaten kiraların önlenemez yükselişi, aynı şekilde yurt ücretlerinin yüksek olması, yeni akademik dönemin başlamasıyla öğrencilerin resmen sokakta kalmaları ciddi bir sorun olarak gündemdeki yerini koruyor. Birçok şehirde öğrenciler barınma talebiyle parklarda sabahlıyorlar. Öğrenci Sendikası bir açıklama yaparak ‘2021 yılında kalacak yer bulamadığımıza inanamıyoruz,’ dedi tüm öğrencileri yüksek kiralara ve zamlara ses çıkarmak üzere nöbete davet etti. 

Brezilya’da ise Evsiz İşçiler Hareketi üyeleri, Sao Paulo Menkul Kıymetler Borsası’nı işgal ettiler. Covid-19’la birlikte bankaların rekor kar ettiğini ve 42 yeni milyarderin ortaya çıktığını vurgulayan işçiler, buna karşın milyonlarca insanın yalnızca güvensiz gıdalara ulaşabildiği ve 211 milyonluk nüfusun 16 milyondan fazlasının açlık sınırının altında yaşadığı eleştirisinde bulundular. 

Bu eleştirilerin önemli bir kısmı da tabii ki ülkenin sağ görüşlü, neoliberal Devlet Başkanı Bolsonaro’yu hedef alıyordu. Taşınan dövizlerde ‘senin hareketlerin, bizim sefaletimizi finanse ediyor,’ gibi sloganlar dikkat çekti.

Pandemi boyunca Brezilya’da yaklaşık 590 bin kişi hayatını kaybetti, 15 milyon kişi ise işsiz kaldı. 

DOĞA HAKKI VE HAYVAN HAKLARI

  • Avusturalya’da, ülkenin en eski yağmur ormanı Daintree, Queensland eyaletinin yaptığı tarihi bir anlaşmayla Aborjinlere iade edilecek. Anlaşmayla birlikte ormanın resmî sahibi, Doğu Kuku Yalanji halkı olacak. 
  • Her ne kadar talep her geçen yıl azalsa da, Güney Kore de her yıl bir milyon köpeğin eti için öldürüldüğü tahmin ediliyor. Devlet Başkanı Moon Ce İn, ülkenin başbakanıyla yaptığı görüşmede, köpek etinin yasaklanmasını istedi. 

Ülkede hali hazırda kedi ve köpeklerin acımasızca öldürülmesini yasaklayan bir yasa bulunsa da, tüketimi yasak değil. Halkın yüzde 59’u yasağı desteklerken, yüzde 84’ü hiç köpek eti yemediğini, yemeyi de düşünmediğini belirtiyor.

Umarız tüm canlılara yaşam hakkı tanıyan daha adil bir dünya için bundan sonra daha hızlı adım atılacağını umuyoruz. 

HAFTANIN FESTİVALLERİ

Bu hafta üç festival öne çıkıyor:

  • İlki, geçen hafta da duyurduğumuz ve İstanbul’da 3 Ekim’e kadar devam edecek olan Kuir Fest.
  • Ayrıca Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali de 13 Ekim’de başlayacak ve 19 Ekim’e kadar devam edecek. Festival geçen sene olduğu gibi bu sene de online olacak ve filmler ücretsiz izlenebilecek.
  • Son olarak ekim ayını en güzel kılan etkinliklerden FilmEkimi 8-17 Ekim’de İstanbul’da, 15-19 Ekim’de Ankara’da, 22-26 Ekim’de ise İzmir’de olacak. Festival biletleri 4 Ekim’de satışa çıkacak, bu filmleri izlemek içinse sinema salonlarına yolumuzu düşürmek gerekiyor.