İklim Şurası Türkiye iklim politikaları için ne anlama geliyor?

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta, metan emisyonlarından, Marmara’da yeniden ortaya çıkan müsilajdan ve ekoloji mücadelelerinden söz ettik. Odağımızda ise hafta boyunca Konya’da gerçekleşen İklim Şurası vardı. Fosil yakıtlara devam kararı çıkan Şura’nın Türkiye iklim politikaları için ne anlama geldiğini, Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği Kurucu Direktörü Bengisu Özenç ile konuştuk. 

iklim şurası
İklim Şurası üzerine Bengisu Özenç ile söyleşi
 

İklim Şurası üzerine Bengisu Özenç ile söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

İklim Bülteni

IEA: Enerji sektörünün metan emisyonları, resmi rakamlardan yüzde 70 daha fazla

Uluslararası Enerji Ajansı’nın Küresel Metan Takipçisi verilerine göre, enerji sektörü kaynaklı küresel metan emisyonları, resmi rakamlardan tamı tamına yüzde 70 daha yüksek seviyede. 

Metan emisyonları, oldukça önemli çünkü bir metan molekülünün ısıyı tutma etkisi, bir karbondioksit molekülünden 25 kat daha fazla. Her ne kadar karbondioksitten daha kısa ömürlü olsa ve daha hızlı dağılsa da, Sanayi Devrimi’nden bu yana gözlenen küresel sıcaklık artışının yüzde 30’unun, metan kaynaklı olduğu hesaplanıyor. Yani metan, karbondioksitin ardından ısınmanın en önemli sorumlusu. 

Uluslararası Enerji Ajansına göre metan emisyonlarının yüzde 40’ı, enerji sektöründen kaynaklanıyor. Üstelik bu sektörün gerçek metan emisyonları, rapor edilenden tam yüzde 70 daha fazla. Bu emisyonların bir önceki yıla göre yüzde 5 artarak 135 milyon tona ulaştığı belirtilmiş. 

Verilere ülke bazında bakacak olursak, en çok metan emisyonuna yol açan Çin’i Rusya ve ABD takip ediyor. Norveç’in performansından ise övgüyle söz edilmiş. Petrol ve doğalgaz üreten tüm ülkelerinin süreçlerinin Norveç gibi olması durumunda, küresel metan emisyonlarının yüzde 90 azalacağı hesaplanmış. 

Özellikle doğalgaz boru hatlarındaki sızıntıların önlenmesi, bu görevin de şirketlere yüklenilerek halledilmesi, metan emisyonlarında önemli azaltma sağlayabilecek nispeten kolay bir yöntem olarak görülüyor. 

COP26’da AB ve ABD öncülüğünde, 110 ülkenin katılımıyla Küresel Metan Taahhüdü’nde bulunulmuş, metan emisyonlarının 2030’a kadar yüzde 30 azaltılması kararlaştırılmıştı. Bunun, doğalgaz boru hatlarındaki sızıntılarla mücadele edilerek yapılabileceği düşünülüyordu. 

Bu konuda Uluslararası Enerji Ajansı Başkanı Fatih Birol da bir açıklama yaparak, ‘Metan Taahhüdünün bir dönüm noktası olması gerekirdi,’ demiş, emisyonların ölçümü ve raporlamasında daha fazla şeffaflık çağrısında bulunmuş. 

Doğalgaz projelerinin atıl varlık riski 485 milyar dolar

Global Energy Monitor’ın (Küresel Enerji Takipçisi) araştırmasına göre  doğalgaz projeleri, 485 milyar dolar değerinde atıl varlık riski yaratıyor.

İklim hedeflerine rağmen Çin, Hindistan, Rusya, Avusturalya ve ABD’nin başını çektiği ülkeler, 2022 yılında onbinlerce kilometre uzunluğunda boru hattını hayata geçirmeyi planlıyorlar. 

Küresel ölçekte inşa edilmekte olan boru hatlarının uzunluğu 70 bin 900 kilometre olarak hesaplanmış. İnşaat aşamasına geçmemiş 122 bin 500 kilometrelik hatlar ise proje aşamasında. Bu projelerin toplam maliyeti, 485 milyar dolar olarak hesaplanmış. 

boru hattı

Bu projelerde öncü rol, Çin’in. Çin’de yeni kurulan PipeChina holding, Gazpromdan sonra dünyanın en büyük ikinci doğalgaz boru hattı geliştiricisi konumuna gelmiş durumda. 

Bu araştırmada çalışan Baird Langenbrunner de 2021’de doğalgaz boru hattı inşaatında yaşanan yavaşlığın iklim hedefleriyle değil, salgın ile ilgili olduğunu vurgulamış. Şöyle de bir uyarıda bulunuyor:

‘Geleceğe baktığımızda, planlama aşamasındaki yaklaşık yarım trilyon dolarlık doğalgaz boru hattı projesi, dünya yenilenebilir kaynaklara geçtiğinde atıl varlık haline geleceğinden, ekonomik olarak hiçbir anlam ifade etmiyor.’

Sinop nükleer santral projesi, BAE’ye mi teklif edildi?

Çiğdem Toker, Sözcü gazetesindeki köşesinde, Sinop’ta kurulması planlanan nükleer santralin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri gezisinde gündeme getirildiğine dair kulis bilgileri paylaştı. 

bir nükleer santral

2013’te Sinop’ta dört nükleer reaktör kurulması için Japonya ve Türkiye bir anlaşmaya varmıştı. İnşaatın 2017’de başlaması beklenirken, maliyet artışı nedeniyle proje 2019’da durduruldu, bugüne kadar da akıbeti belirsiz bir şekilde devam ediyor. 

Toker’in paylaştığı kulis bilgisine göre Erdoğan, Dubai’deki temaslarında, Sinop’taki santrale Birleşik Arap Emirlikleri’nin talip olmasına önermiş. Ama karşı taraf, Ege Denizi’nde offshore rüzgar santrali projesinin kendileri için daha cazip olacağını ifade etmiş.

İklim Şurası’nda ‘fosil yakıtlarla yola devam’ dendi

Türkiye’yi 2053 net sıfır emisyon hedefine ulaştıracak yol haritasını belirlemek ve hazırlanacak iklim kanununun altyapısını tasarlamak gibi amaçları olan İklim Şurası, geçtiğimiz hafta boyunca Konya’da gerçekleşti. 

Şura’da tartışılan konular arasında sera gazı azaltımında yeşil finansman ve karbon fiyatlama, iklim değişikliğine uyum, yerel yönetimlerin rolü, göç, adil geçiş ve sosyal politikalar, bilim ve teknoloji gibi başlıklar vardı.

iklim şurası

Açılıştaki gençlik oturumunda konuşan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ‘1,5 derece hedefi için küresel emisyonların 2030’da yüzde 45 azaltılması, 2050’de ise net sıfıra ulaşması gerektiğini’ hatırlattı. 

İklim ve çevre üzerine çalışan kurumların temsilcileri de, bu doğrultudaki  taleplerini 10 madde halinde sunmuştu. 

Bunların en başında, yeni kömürlü termik santral kurulmaması, kömür madeni açma ve maden genişletme faaliyetleri yapılmaması, fosil yakıt teşviklerinin son bulması, 2030’a kadar kömürden çıkış ve yine 2030’a kadar elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının en az yüzde 75’e çıkarılması gibi maddeler bulunuyordu. 

Şura akabinde Istanbul Politikalar Merkezi, İktisadi Kalkınma Vakfı ve Türkiye Ekonomi Politikaları Vakfı da ortak bir açıklama yaparak, en geç 2035’e kadar kömürden kademeli çıkış çağrısı yapmıştı. 

İstanbul Politikalar Merkezi hafta başında ‘2050’de Net Sıfır’ başlıklı bir rapor yayımlamış, Türkiye’nin önümüzdeki 30 yılda büyük ölçüde karbonsuzlaşmasının mümkün olduğunu ortaya koymuştu. Raporda, orta ve uzun vade için net ve ölçülebilir hedefler konmasının önemi vurgulanmıştı. 

Bunlar arasında, elektrik sektöründen kaynaklanan emisyonların 2030’da yarıya indirilmesi, enerji üretiminde kömürün 2035’te tamamen terk edilmesi, elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payısının 2030’da yüzde 50’ye çıkarılması gibi net hedefler örnek olarak gösterilmiş. 

İklim için Gençlik Türkiye de yine Şura öncesinde change.org'da bir imza kampanyası başlatmış, Türkiye en geç 2030’da kömürden çıksın, demişti. Onlar da Şura boyunca taleplerini yinelediler. 

Tüm bu çağrılara ve yüksek beklentilere rağmen, Şura’da kömürden çıkış kararı alınmadı. Toplantının sonuç bildirgesinde, kömür kaynaklı emisyonların karbon yakalama, kullanım ve depolama teknolojileri kullanılarak düşürülebileceği iddiası yer aldı. Doğalgaz ve nükleerden ‘emisyon azaltıcı alternatif yakıt’ olarak söz edildi ve bu yakıtlardan elektrik üretiminin artırılabileceği ifade edildi. 

İklim Şurası’nda alınan kararların detaylarını ve bunların Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefi için ne anlama geldiğini, Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği Kurucu Direktörü Bengisu Özenç ile konuştuk. 

‘İklim Şurası’nda alınan kararlar, 2053 hedefinde ciddi olmadığımızı gösteriyor’

Bengisu Özenç

İlk olarak Şura’nın sonuç bildirgesiyle başlayalım. 217 maddelik bir belge açıklandığı görebildiğim kadarıyla. Hayal kırıklığı yaratan kömürden çıkış meselesini de birazdan soracağım ancak öncelikle bu belgeyle başlamak istiyorum. Genel olarak nasıl buldunuz, elle tutulur hedefler koyulmuş muydu?

Bengisu Özenç:

İklim Şurası ilk çıkış noktasında, Türkiye’nin uzun dönemli iklim politikalarına yön vermesini beklediğimiz bir usuldü aslında. Ana doğrultuyu belirleyen bir ilkeler bütünü bekliyorduk bu süreçten.

İklim politikaları dediğinizde öncelikli konu, emisyonların azaltılması konusu. Özellikle enerji kaynaklı emisyonlar ve burada da elektrik sektörü kaynaklı emisyonlar öncelikli durumda - yani iklim STKlarının da talep ettiği kömürden çıkış meselesi önemli. Bu nedenle aslında İklim Şurası’nın odağını, azaltım komisyonundan çıkacak kararlar oluşturuyor. Diğer komisyonların konuları da, azaltım komisyonunda çıkacak kararlarla çok bağlantılı. Örneğin iklim göçü, adil dönüşüm ve diğer sosyal politikaların ele alındığı bir komisyon vardı, oldukça alakalı. Öngörülen bir dönüşümün adil olmasıyla ilgili bir komisyondu.

Hayal kırıklığı meselesine ayrıca geliriz ama burada alınan kararların bir takım uzun vadeli, teknolojik dönüşümler üzerinden konuşulduğunu görüyoruz. Fakat bugüne dair, bugün yapılması gerekenlere - orada da tabii bazı cesur adımların atılması gerekiyor - çok da fazla dokunulamadığını görüyoruz. Genel olarak değerlendirmem o yönde.

O zaman bu hayal kırıklığı konusundan devam edelim. Aralarında direktörü olduğunuz SEFİA’nın da bulunduğu, iklim ve çevre üzerine çalışan 8 kurum, Şura’dan beklentilerini 10 madde halinde açıklamıştı. İlk sırada da kömürden çıkış yer alıyordu. Benzer çağrılar İstanbul Politikalar Merkezi, İktisadi Kalkınma Vakfı ve TEPAV’dan da geldi. İklim için Gençlik Türkiye de bu yönde bir imza kampanyası başlatmıştı. Ancak maalesef umulan olmadı. Şura’dan bir kömürden çıkış taahhüdü çıkmadı. Bu konuda adım atılmamasını Türkiye’nin 2053 hedefleri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şura toplantılarının başladığı ilk gün, gençlere de söz verildi. Gençler bir çağrıyla çıktılar, birçok farkı alanda taleplerini dile getirdiler. Bu taleplerden bir tanesi de kömürden çıkış konusundaydı. Bu konuşmanın ardından topluluğa hitap eden Bakan Bey, artık bizden geçtiğini ve geleceğin gençlere kalacağını, bu Şura’nın onlara dair olduğunu, onlar için birtakım kararlar alınacağını söylemişti. Günün sonunda geldiğimiz noktada, gençlerin taleplerinin de dinlenmediğini anlıyoruz.

Kömürün kullanımının azaltılması bile bir hayalkırıklığı olacakken, o yönde bile bir karar alınmadı. Karbon yakalama teknolojileriyle birlikte kömürün kullanımına devam edileceğine dair bir ifade yer alıyor mevcut karar metninde. 

2053’te net sıfır olma hedefi, insan kaynaklı emisyonların, doğal ve teknolojik yutak alanlarla eşitlenmesi anlamına geliyor ve aradaki fark çok büyük. Onun için de ciddi hedefler koyulmadan, zor kararlar alınmadan, 2053 net sıfır hedefinin yakalanması mümkün değil. Burada alınan kararlar, bizim 2053 hedefinde de ciddi olmadığımız anlamına geliyor.

Elektrik arzında kömürden çıkışı çokça konuşuyoruz ama diğer sektörlerdeki, sanayi sektöründeki ya da ulaştırmadaki emisyon azaltımı, çoğunlukla elektrik kullanımının yani elektrifikasyonun artışına yönelik. Bu, daha fazla elektrik talebi demek. Siz bu elektrik talebini hala kömürle karşılıyorsanız, emisyonların da artmaya devam etmesi demek. O açıdan kömür kararını, 2053 hedefini gölgeye düşürmüş bir Şura çıktısı olarak yorumlamak mümkün.

Şura’da sizin parçası olduğunuz çalışma grubu, karbon fiyatlama/yeşil finansman üzerineydi, bu konu da aslında fosil yakıtlardan çıkışı ve yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmak için önemliydi. Burada önemli bir çıktı oldu mu?

Kömürden çıkış, doğrudan bu komisyonun konusu olmasa da, konuşuldu. Aslında biz bu komisyonun içerisinde karbon fiyatlama konusunu ele aldık. Bu, özel sektörün karşılaşması muhtemel bir karbon fiyatı - ki AB Yeşil Mutabakatı içerisinde tarif edilen Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’yla yakın zamanda ortaya çıkacak gibi görünüyor. Buna bir karşı hamle olarak Emisyon Ticaret Sistemi’ne en kısa zamanda devreye almak üzere bir takım kararları yazdık. Bu kararları yazarken de, özel sektörde ciddi bir karbon fiyatı maliyetinin oluşmasına yönelik bir beklenti olduğunu gözlemledik. Bu karbon fiyatının içselleştirildiğini de görüyoruz. Reel sektörde herkes, bu fiyatla bir noktada karşılaşacak. Ne noktada ve ne şartlarda olacağını elbet önümüzdeki dönemde göreceğiz ama o konuşulanlardan biri, elektrik arzında kömürden çıkılmaması durumunda bu maliyetin katlanarak artacağı. Mevcut ekonomik kriz şartlarında faaliyetlerini zaten oldukça zorlukla yürüten özel sektör, bu maliyetle karşılaşmak istemiyor. Bu, bizim komisyonun kararlarına yansımamış olsa da, komisyonda değinilen konulardan biriydi.

Oradan bakacak olursanız, bu Şura sürecinin komisyonlar arası etkileşiminin ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Kömürden çıkış çağrısında bulunan düşünce kuruluşları arasında özel sektörü temsil eden bir kuruluşun da bulunduğu göz önüne alındığında, özel sektörün de bu konudaki düşüncelerinin pek dikkate alınmadığını söylemek mümkün.

Şunu not düşmek lazım, iklim politikası dediğimiz şey artık tek başına bir iklim politikası, iklim hedefini yakalama doğrultusunda bir politika değil. Enerji politikası, aynı zamanda ekonomi politikası, rekabetçilik politikası, uluslararası ticarette nerede bulunacağınızı belirliyor. Bu konuyu bütünsel şekilde ele almadığımız sürece, zaman kaybetmeye devam edeceğiz. Bugüne kadar bu nedenle zaman kaybettik. ‘Biz bu işi izole bir şekilde yapabiliriz,’ diye düşünüyorduk. Enerji politikalarını ayrı, iklim politikalarını ayrı düşünürüz, diyorduk. Ama şimdi, bunun bizi bir yere getirmediğini görüyoruz. Şura’da alınan bu kararlar, zaman kaybetmeye devam edeceğimizi gösteriyor.

kömürden çıkış mitingi

Yeşil Mutabakat’la birlikte özel sektörün konuyu daha ciddiyetle ele aldığını vurgulamak bence çok önemliydi. Burada yenilenebilir enerji sektörüne de değinelim istiyorum. Bu geçiş bir yandan kömürden çıkışı bir yandan da yenilenebilir enerjinin ciddiyetle teşvik edilmesini gerektiriyor. Bu sektörün konuya bakış açısına dair ne söyleyebilirsiniz?

Yenilenebilir enerji sektörünü tatmin edilecek bir takım kararların alındığını görüyoruz. Burada elbette tek başına kömür ya da doğalgazı konuşarak iklim politikası belirlemek mümkün değil. Ki en kolay, garantili alan, yenilenebilir enerji kapasitesinin artırılması, o kapasiteyi destekleyecek esneklik mekanizmalarının desteklenmesi gibi kararlar. Bu tip kararlar alındı. Ama tek başına yenilenebilir enerji kapasitesini artırmaya yönelik kararların alınmasının bizi bir yere taşıyacağını düşünemeyiz. Bu nedenle açıkçası yenilenebilir enerji sektörünü temsil eden STKların da aslında iklim politikasında daha aktif rol alması gerektiğini düşünüyorum.

Şunu söylemeye çalışıyorum, elbette onlar adına olumlu kararlar alınmış olabilir ama zaten onların daha da fazla kapasiteye erişebilmeleri için kömürden, doğalgazdan, fosil yakıtlardan çıkılması gerekiyor. Bu iş bir bütün. Tek başına yenilenebiliri artırmak mümkün değil. Ama tabii yenilenebiliri artırmak, siyaseten daha az maliyetli tarafta, olumlu karar alındığını söylemek lazım.  

Şura’nın çok tartışılan bir diğer boyutu da, bazı STKların toplantıya davet edilmemesi oldu. Resmi ağızlardan hep toplantının ne kadar kapsayıcı olduğu söylendi, ancak bunun böyle olmadığını maalesef biliyoruz. Bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Şura süreci, online başladı. Komisyon toplantıları Aralık ayında online olarak başladı. Bunun bir avantajı, davetli ya da davetsiz herkesin toplantılara erişmesi ve fikrini söyleyebilmesiydi. Bu anlamda özellikle aktif katılan STKların önemli bir yer aldığını ve hazırlıklı bir şekilde yer aldıklarını söylemeli. Sadece fikir beyan etmekle kalmayıp beyan ettikleri fikirleri veri ve belgelerle destekledikleri, bu alandaki çalışmalarını sunup pozisyonlarını savundukları verimli toplantılar oldu.

21 Şubat’ta başlayan ve yüz yüze gerçekleştirilen komisyon toplantılarında tabii ki katılım azaldı; kişi sayısını sınırlı tuttular. Bu toplantılar eş zamanlı gerçekleştirildiği için, farklı komisyonlarda bulunan STKlar, bütün komisyonlara katkı veremediler. Ve komisyonda bulunan STKların ciddi bir savunma hattı oluşturma imkanı olamadı. Ama yine de çok fazla emek sarf edildi. STKların hazırladıkları raporların ve bunların çıktılarının önemli bir rol oynadığını tekrar söylemek isterim.

2050’de net sıfır olma hedefine ilişkin bir rapor, özellikle sera gazı azaltım komisyonunun konusu olan sektörlerde nasıl ele alınabileceğine ilişkin güncel bir rapor, başka kaynaklarda yok ve bu nedenle de çok değerliydi. Hem IPM’nin raporu hem de diğer iklim STKlarının ortaklaşa çıkardığı raporun ne kadar önemli olduğunun tekrar altını çizmek isterim.

Zorlu bir yüz yüze komisyon görüşmeleri süreci oldu. Bu görüşmelerden çıkan kararlar, yuvarlak masaya aktarıldı ancak bu aşamada sivil toplum hiç yer almadı. Daha üst düzey kamu ve özel sektör kurum ve kuruluşlarının olduğu yuvarlak masalar düzenlendi. Şura’nın sonuç kararlarında görebildiğimiz kadarıyla, komisyonlarda alınmamış kararların, yuvarlak masadan Şura sonuç kararlarına eklendiğini görüyoruz. Usulen olmaması gereken, katılımcılığı zedeleyen bir süreç olduğunu söyleyebilirim. 

Son olarak İklim Kanunu meselesini sormak istiyorum çünkü Şura ile ilgili haberlerde hep öne çıkan bir başlık oldu. Bu toplantıda, hazırlanan İklim Kanunu’nun neleri kapsayacağına dair bilgi edinme imkanınız oldu mu?

İklim Kanunu’na ilişkin bir hazırlık çok daha öncesinden vardı. Emisyon Ticaret Sistemi’ne hazırlık için yapılan projede taslak bir iklim kanunu çıkmıştı. Bakanlığın böyle bir hazırlık içerisinde olduğunu biliyorduk ama bizim erişimimiz yoktu, onun için fikir beyan etme şansımız da olmadı. İklim Şurası’nda ifade edilen kararların İklim Kanunu’na yansıyacağı en başından beri söyleniyordu. Tahmin ettiğim kadarıyla hükümetin hedefi de İklim Kanunu’nu Haziran’a kadar Meclis’e getirmek yönünde. Ama içeriğiyle, çerçevesiyle ilgili henüz net bir bilgim yok. 

Ekoloji Bülteni

Marmaris Körfezi, kahverengiye boyandı

Marmaris

Marmaris’teki yangınların acısı devam ediyor, fakat bu sefer sorun toprağın üstünde değil, denizin altında. Aslında uyarıları bilim insanları sürekli yapıyordu, şimdi de sahadan tespitler gelmeye başladı. Uzmanlar, Marmaris Körfezi’nin bazı bölgelerinde iki metreyi bulan balçık tabakası oluştuğunu söylüyor. Ayrıca canlı sayısının da azaldığı tespit edilmiş. Yangının ardından küle dönen bölgede, önünde ağaç engeli kalmayan toprak ile çakıl taşları, yağışlarla birlikte dağlardan derelere ve denize akmaya başladı. Dereler, toprak ve çakıl taşlarıyla doldu, ilçenin bazı mahallelerinin kıyılarında adacıklar oluştu. Her yağmur sonrası Marmaris Körfezi ve İçmeler Mahallesi’nin denizi kahverengiye dönmeye başladı.

Bu şiddetli erozyon, verimli toprakların kaybına sebep oluyor. Ayrıca sel riskinin arttırıyor, deniz

dibindeki doğal dengeyi bozuyor ve deniz canlıların ölmesine yol açıyor. Tabi bunlar yaşanırken gerekli önlemlerin alındığını söylemek ne yazık ki güç.

Kanal İstanbul etrafında rant devam ediyor

kanal istanbul proje

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, Kanal İstanbul proje alanı çevresinde çok sayıda organize sanayi bölgesi kurulmak istendiğini söyledi. Karabat’ın iddiasına göre, İstanbul Arnavutköy’de, TOKİ’den Marmara Toplu İşyeri Yapı Kooperatifi adına bir arsa ihale edilmiş. CHP milletvekilinin ifadelerine göre, bir diğer OSB projesi de Avrasya İş Yeri Yapı Kooperatifi ve MÜSİAD ortak girişimi ile yürütülüyor. Bu gibi örnekler, Kanal İstanbul projesinin bir imar ve şehircilik projesi olduğu iddialarını doğrular nitelikte. 

Müsilaj yeniden ortaya çıktı

Marmara Denizi’nin kabusu haline gelen musilaj, İstanbul’da yeniden kendini gösterdi. Geçen

seneki vakada denizin pek çok bölgesinde temizlik yapılmıştı. Ardından bir eylem planı oluşturulduysa da gerekli adımların atıldığını söylemek güç. Müsilaj, bu kez de Maltepe’de görüldü. Maltepe sahili açıklarında oluşan müsilaj tabakası, havadan çekilen görüntülerle ortaya çıktı.

Müsilaj

Müsilaj, geçen hafta da Çanakkale’de görülmüştü. Çanakkale Kent Konseyi Başkanı ve Cevatpaşa Mahalle Muhtarı Evren Kızoğlu, 12 Şubat Cumartesi günü Nara Burnu açıklarında oluşan müsilajı cep telefonuyla kayıt altına almıştı.

Buna karşın Çarşamba günü Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’dan bir

açıklama geldi. Marmara Denizi Eylem Planı İl Değerlendirme Toplantısı’nda müsilajdan bahseden Kurum, “Marmara Denizi’nin yüzeyinde de derinde de şu an için müsilaj yoktur. Ancak bu müsilaj olmayacak anlamına gelmemektedir” dedi.