Av ihalelerine karşı hukuki mücadeleler üzerine Gizem Karataş ile söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Yeşil Havadis’te bu hafta iklim krizinin giderek artan etkilerinden, Kınık’taki maden kazasından ve ekoloji mücadelelerinden söz ediyoruz. Ülkenin dört bir yanında devam eden av ihalelerini ve bunlara karşı yürütülen hukuki mücadeleleri ise Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nden Avukat Gizem Karataş ile konuştuk. 

karaca
Av ihalelerine karşı hukuki mücadeleler üzerine G. Karataş'la söyleşi
 

Av ihalelerine karşı hukuki mücadeleler üzerine G. Karataş'la söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

İklim Bülteni

Buzullar eriyor: Antarktika, Himalayalar ve Kaçkarlar’dan haberler

  • Birleşik Krallık ve Almanya’dan bilim insanlarının yayınladığı yeni bir makaleye göre, Antarktika’nın buz sahanlığının altında binlerce yıldır gelişen zengin bir ekosistem var. 2018 yılında, Doğu Antarktika‘daki Ekström Buz Sahanlığı üzerinde iki sondaj yapan bilim insanları, buzun altındaki karanlık habitatta 49 farklı cinse ait 77 tür buldular. Araştırmada yer alan bir jeoloğa göre, hayvanlara ait bulunan parçaların karbon tarihlemesi, 5800 yıl kadar geriye gidiyor. 

Ancak makale, iklim kriziyle birlikte buradaki hayatın da tehlikeye girdiği uyarısında bulunuyor. 

'Dünyadaki en az rahatsız edilen habitat, küresel ısınma nedeniyle buz altı koşulları ortadan kalktığından soyu tükenen ilk habitat olabilir” ifadeleri kullanılmış.

Isınmanın buzullar üzerindeki etkisi Himalayalar’da da gözlenmeye devam ediyor. Yeni araştırmalara göre Himalayalar’daki buzullar, son 40 yılda önceki yedi yüz yıla kıyasla tam 10 kat daha hızlı küçüldüler.

Yeni Zelanda, Grönland ve Patagonya gibi başka buzulları da gözlemleyen araştırmacılar, Himalayalar’daki buzul kaybının özellikle hızlı olduğunu saptamışlar. Yapılan araştırmanın, önümüzdeki dönemdeki buzul değişimi ve deniz seviyesinde yaşanacak yükselmeyi doğru hesaplamak için de önemli olduğu söyleniyor.

Buzul kaybının farklı etkileri ise bölgede insanları ve diğer canlıların yaşamını tabii ki olumsuz etkiliyor. Bir yandan çığ ve seller Hindistan, Nepal ve Butan’da risk oluştururken, öte yandan tarım faaliyetleri de zora giriyor. 

Buzullardan gelen suyun tarımda kullanılan büyük nehirleri beslediğini aktaran Utah Üniversitesi’nden coğrafya profesörü Summer Burton Rupper, dolayısıyla buzullar küçüldükçe sulama ve içme suyu kaynaklarının da hızla azalacağı uyarısında bulunuyor. Aynı zamanda buz kaybının yamaçları dengesiz hale getirerek çığları yaygınlaştırdığını da açıklamış. 

Buzul

  • Bir başka haberde Türkiye Dağcılık Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Ersan Başar da Himalayalar’ın önemine dikkat çekmiş. Antarktika ve Arktik’teki buzullarla birlikte dünyanın tatlı su kaynaklarının yüzde 70’inden fazlasının bu bölgelerdeki buzullarda bulunduğunu ve bu üç kutup noktasının, dünyadaki sıcaklık dengelerini kontrol ettiğini vurgulamış. 

Profesör Başar’ın esas açıklamaları ise Türkiye’ye ilişkin. Kaçkar Dağları, Ağrı ve Erciyes’teki buzullarda ciddi erimeler olduğunu aktaran Başar, Erciyes Dağı’ndaki Tarak Buzulu’nun son 10 yılda tamamen yok olduğunu söylemiş. 

Bir diğer uyarısı ise 3,937 metre yüksekliğindeki Kaçkar Dağları hakkında. Burası Türkiye’nin en yüksek dördüncü zirvesi ve habere göre bu bölgede altı dağ buzulu, 13 de kaya buzulu bulunuyor.

Ancak Başar, buradaki büyük ve küçük buzulların neredeyse yok olmak üzere olduğu söylemiş.

‘Orada yoğun şekilde dağcılık eğitimleri yapıyorduk ancak şimdi böyle bir alan kalmadı,’ demiş.

Sıcak geçen kışlar, aşırı sıcak yazlar kadar tehlikeli

  • İngiltere’de The Guardian’da yayınlanan habere göre, sıcak geçen kış ayları da aşırı sıcak geçen yaz ayları kadar zarara neden oluyor. 

Guardian’a konuşan iklim bilimci Daniel Swain, yağışların kar mı yoksa yağmur mu olacağını çok küçük ısı farklarının belirlediğini, ancak sonuçlarının hayati olduğunu vurgulamış. 

Swain’e göre, yağış eğer kar olarak düşerse, zeminde uzun süre kalır ve ilkbahar için yüzey akış nemi oluşturur. Ama yağmur yağdığında su hemen yok oluverir. 

Haberde aynı zamanda kış sıcaklıklarının, yazın aşırı sıcak hava dalgaları oluşturabileceği de söylenmiş. 

Buna göre sıcak geçen kış ayları, karların erken erimesine ve bitki örtüsünün büyümesine yol açar, bu da toprağın nemini azaltır ve yaz aylarında artarak gözlemlediğimiz aşırı ve kalıcı ısı dalgalarını daha olası kılar. 

Kış sıcaklıkları fırtına ve kasırgaları da artırıyor. Columbia Üniversitesi’nden Chiara Lepore, her 1Clik küresel sıcaklık artışının, şiddetli fırtınaları yüzde 14 ila 25 arası artıracağına ilişkin bir araştırma yayınlamıştı. Lepore da bu haberde görüşlerini paylaşmış ve daha fazla ısınmanın kasırga üreten ortamlarda artış yaratmasını beklediğini söylemiş. 

Son olarak daha sıcak kışlar tarımı da etkileyecek çünkü aralarında elma, kiraz ve armut gibi meyvelerin de bulunduğu bazı ürünler, soğuk dönemlere ihtiyaç duyuyorlar. Uzmanlar, sıcaklık artışıyla birlikte özellikle ılıman bölgelerin artık bizim eskiden bildiğimiz haliyle kış geçirmeyecekleri uyarısında bulunmuşlar. 

Kuraklıkla mücadele devam ediyor

  • Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, iklim krizinin üzüm bağlarına etkilerini araştırmak ve çözüm önerileri araştırmak üzere bir projeye başlamış. Üç yıl sürecek projede Türkiye’nin yanı sıra Portekiz, İtalya, Fransa ve Fas’tan araştırmacıların da yer alacağı belirtilmiş. Bu proje, Avrupa Birliği Ufuk 2020 Projeleri kapsamında desteklenecekmiş. 

Projenin odaklandığı iki temel mesele var, biri, iklim kriziyle birlikte artacak hastalık baskısına karşı önlem almak. Diğeriyse  kuraklığa dayanıklı üzüm çeşitleri geliştirmek. 

  • İklim krizinin bir diğer önemli etkisi ise sık sık değindiğimiz kuraklık. Bu hafta NASA, Twitter hesabından bir paylaşım yaptı ve 1980’den 2020’ye Tuz Gölü’ndeki su miktarındaki değişimi fotoğraflarla gözler önüne serdi. 
  • Tuz Gölü’nü ülkemizin en büyük ikinci gölü olarak biliyoruz. Aynı zamanda birçok kuş türüne ev sahipliği yapması açısından da önemli. Örneğin flamingoların nadir kalan üreme alanlarından biri. Buna rağmen maalesef koruyamıyoruz, bir yandan iklim krizinin baskısı varken diğer yandan biz de hatalı tarım ve sulama politikalarıyla daha da fazla stres altına sokuyoruz.

Uzmanlar, göldeki çekilmenin yüzde 65’e yaklaştığını ve çok dikkatli olunması gerektiğini söylüyorlar. NASA da tweet’inde şöyle demiş: “Bir zamanlar Türkiye’nin en büyük ikinci gölü olan Tuz Gölü, artık zar zor küçük bir su birikintisi kadar yer kaplayabiliyor”

Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir Gölü’nde de durum çok farklı değil. Orada da iklim krizi nedeniyle sular çekilmiş durumda ve belediye, ilçe merkezinden toplanan karları kamyonla göle dökmeye başlamış. 

Belediye Başkanı Adil Bayındır AA’ya konuşarak Beyşehir Gölü’nün 300 metre çekildiğini ancak yağışlarla birlikte çekilmenin 50 metreye kadar düştüğünü müjdelemiş. ‘Karlar göle doping olacak,’ demiş.

Rai Tayfunu, Filipinler’i vurdu

Tayfun

  • Ülkenin orta ve güneydoğu kesimlerini vuran ve hızı saatte 300 kilometreye ulaşan Rai Tayfunu’ndan yaklaşık 2,5 milyon kişi etkilendi. 

Filipinler’de Odet denen süper tayfun nedeniyle en az 375 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi. Filipinler Polisi’nin açıkladığı verilere göre en az 515 yaralı var, 56 kişi içinse arama çalışmaları devam ediyor. Yolların kapanması, telefon ve internetin kesik olması nedeniyle bazı bölgelere ulaşmakta zorluk yaşandığı söyleniyor. Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, felaketzedelere yardım için 40 milyon dolar bütçe ayrılacağını duyurdu.

Brezilya’da 17 milyon hayvan, Pantanal yangınlarında hayatını kaybetti

  • 2020 yılında Brezilya’da Pantanal Sulak Alanları’nda çıkan orman yangını nedeniyle bölgenin yüzde 30’u yok olmuştu. 

Scientific Reports dergisinde yayımlanan bir araştırmada, yangınlarda hayatını kaybeden hayvan sayısı 17 milyon olarak belirlenmiş. Yangınlar böyle devam ederse bölgede biyoçeşitliliğin sonu gelecek diyor uzmanlar. 

2022 nasıl geçecek?

  • Birleşik Krallık ulusal hava durumu servisi Met Office, 2022’nin dünyanın en sıcak yıllarından biri olacağı ve sıcaklıkların, ortalamanın 1,09 santigrat derece üzerinde seyredeceği tahmininde bulunmuş.

Yine de geçici bir soğutma etkisi olan La Nina hava olayı nedeniyle 2022’nin bu senenin ocak ve eylül ayları arasındaki dönemden daha serin geçmesi bekleniyor. 

Bloomberg’ün bir araştırmasına göre bu sıcaklık artışı, küresel mahsul veriminde yüzde 30luk bir düşüşe neden olabilir. 

  • ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi ise Ocak 2022’de Büyük Set Resifi’nin yine bir kitlesel ağartmaya maruz kalabileceği uyarısında bulundu. 

Mercan ağartma, aşırı ısıdan kaynaklanan bir stres reaksiyonu. Su, normalde göre 2C daha sıcak olduğunda mercan ölümleri neredeyse kaçınılmaz hale geliyor. 

Bariyer resifi

Bilim insanları ortamı serinletecek hava olaylarının yaşanmasını umuyorlar. Eğer bu ihtimal gerçekleşmezse, resifin kuzey ve orta kesimlerinde biriken ısının mercanları en geç Ocak ayı sonunda ağartmaya başlaması bekleniyor. 

  • Tüm bunlar olurken 2022’de kömürden elektrik üretimi de zirveye ulaşacak deniyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın Kömür 2021 raporuna göre salgın akabindeki hızlı toparlanma, düşük karbonlu kaynakların talebe yetişememesi ve doğal gaz fiyatlarındaki rekor artışlar, kömüre talebi artırdı. 

Kömürden elektrik üretiminin bu yıl yüzde 9 artarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşması bekleniyor. Çin’de elektriğin yarısının kömürden üretilmesi bekleniyor. Hindistan’da ise kömürden elektrik üretiminin yüzde 12 artacağı hesaplanmış. Bu rakamlar her iki ülke için de rekor seviyesinde. 

  • Son bir siyaset haberiyle bitirelim. AB Liderler Zirvesi’nde enerji konusunda bir anlaşmaya varılamadığı açıklandı. Üye ülkeler arasında bazı başlıklarda ciddi fikir uyuşmazlığı olduğu söyleniyor.

Bunlardan ilki, emisyon ticaret sisteminin işleyişi. Polonya’nın liderliğinde bazı ülkeler, yüksek karbon fiyatlarından şikayetçiler ve emisyon ticaret sisteminde değişiklik talep ediyorlar. Karşılarında ise Almanya öncülüğünde başka ülkeler var. 

İkinci bir meseleyse enerji yatırımlarının sınıflandırılması. Doğal gaz ve nükleer enerjinin yeşil yatırım olarak görülüp görüşmeyeceği konusunda AB Komisyonu henüz bir karar varmadı. Fransa’nın başını çektiği 10 kadar ülke, nükleer enerjinin yeşil kabul edilmesini isterken bazı diğer ülkeler de doğal gaz için benzer bir imtiyaz istiyor.

Ekoloji Bülteni:

Kınık’taki maden kazasında 45 işçi yaralandı

  • Cumartesi günü saat 21:00 sıralarında İzmir‘in Kınık ilçesi Elmadere mevkiindeki Polyak Eynez Enerji’ye ait kömür ocağında göçük meydana geldi. Patlama sonucu yaralanan 45 işçiden tedavisi tamamlananlar taburcu edildi. Bağımsız Maden İşçileri Sendikası, kaza sonrası riskli durumunu koruyan maden işletmesinde işçilerin üretime başlatılmasının çok büyük sakıncalar taşıdığını ifade etti. Patlamaya şahit olan işçiler sendika ile yaptığı görüşmede bir alev topu gördüklerini ve patlamanın metan gazı sıkışmasından kaynaklandığını belirtmiş. Ancak şirket yetkilisi ‘olayın bir patlama olmadığını, kesinlikle arka oturması diye tabir edilen bir olay olduğunu’ söyledi. Kınık, Soma’yla sınırı olan bir ilçe. 301 madencinin hayatını kaybettiği kazada, pek çok madenci Kınık’tan Somaya çalışmaya gidiyordu.

Madenler yaşamı farklı şekillerde tehdit ediyor. Aydın Çine’de Topçam Köyü’nün neredeyse içinde patlatmalı madencilik yapılıyor. Daha önce ise yağan taşlar, Ali ve Cennet Coşkun çiftinin evinin üzerine gelmişti. Çift, daha sonra maden şirketi çalışanları tarafından saldırıya uğradıklarını açıkladı. Geçtiğimiz Pazar günü Çine Yaşam Platformu ile Aydın Ekoloji ve Yaşam Platformu bir basın açıklaması gerçekleştirerek madenin hem bölge insanına hem de tarım ve su kaynaklarına zarar verdiğini açıkladı.

Tarım zehirleri, halk sağlığını ve çevreyi tehdit ediyor

Pestisit

  • Tarım zehirleri, çevre ve gıda güvenliğini tehdit eden önemli bir sorun. Rusya, Türkiye‘den ve İran‘dan 33 şirketin ürünlerinde fazla miktarda pestisit bulunması nedeniyle limon, mandalina, biber, üzüm ve narın dahil olduğu meyvelerin ithalatını askıya aldı. 

Ülkeye giren altı çeşit üründe, izin verilenin üstünde 12 tür pestisit bulunduğu açıklandı. Bu pestisit türlerinin 10’unun Rusya’da kullanımına izin verilmiyor. Bu sebeple Türkiye’den yaklaşık 60 bin ton üzüm ve 10 bin tondan fazla narın girişi engellenmiş. Rusya Gıda Birliği Başkanı Dmitriy Leonov, üreticilerin bu durumu düzeltmemesi halinde sevkiyatların başka ülkelerdeki üreticilerden yapılabileceğinin sinyalini verdi. 

Bu, sıklılkla tekrar eden bir olay. Bazen AB bazen de Rusya, Türkiye’den giden meyve sebzeleri pestisit miktarları nedeniyle ülkelerine sokmuyor. Tabi burada aklımıza gelen ilk soru: Bu ürünler imha mı ediliyor iç piyasaya mı veriliyor? Pestisitli meyveleri kim yiyor? 

İşin bir diğer boyutuysa şehirlerde kullanılan zehirler. Zehirsiz Sofralar Platformu, zehirli kimyasalların kamusal alanlarda kullanımının sonlandırılmasını talep ediyor. Platform, ekolojik ve doğa dostu alternatiflerin uygulanması talebiyle Zehirsiz Kentler Kampanyası’nı başlattı. Kampanyanın talebi en geç 2025 yılına kadar herbisitlerin park ve bahçelerde kullanımının tamamen sonlandırılması. Kampanyanın muhatabı ise belediyeler.

Plastik kirliliği üzerine yeni bir rapor yayınlandı

Plastik kirliliği

  • Önemli bir başka sorunsa plastik konusu. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ile Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü plastik kirliliğini tüm boyutlarıyla ele alan “Türkiye’de Plastik Atık Sorunu ve Politika Önerileri” raporunu yayımladı. Raporun karne bölümünde, kısa, orta ve uzun vade gözetilerek, politika düzeyinde kapsamlı çözüm önerileri sunuluyor. Türkiye’den Akdeniz’e karışan yıllık plastik sızıntısı kişi başına yaklaşık 1 kg seviyesinde. IUCN’in (Dünya Doğayı Koruma Birliği) güncel raporuna göre Türkiye toplam atık miktarı ile Akdeniz’i en çok kirleten üçüncü ülke. İlk iki ülke ise Mısır ve İtalya olarak belirtilmiş. 

Rapor özellikle tek kullanımlık plastiklere yönelik denetimin sıkılaştırılmasını ve kullanımlarının yasaklanmasını savunuyor. Ayrıca, Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu’nun bir parçası olarak içecek ambalajları için depozito uygulamalarının hayata geçirilmesi ve yaygınlaştırılması gerektiği de vurgulanmış. 

Biliyorsunuz, bakanlığın bir depozito çalışması var. Ocak 2022’de denemeleri başlayacak, ardından Haziran 2022’de fiilen yürürlüğe girecek. İlk olarak metal, cam ve plastik ürünlerin depozito sistemine dahil edileceği açıklanmıştı. Öte yandan aynı bakanlık Ergene Havzası Koruma Alanı içerisindeki verimli tarım arazilerinin olduğu alanda Plastik İhtisas Organize Sanayi Bölgesi yapılması için çevre planı değişikliğine onay verdi.

Ordu’da HES karşıtı mücadele devam ediyor

  • Ordu Mesudiye‘de Melet Enerji tarafından yapılmak istenen Hidroelektrik Santral (HES) projesi ve yine Mesudiye-Reşadiye-Gölköy ilçelerini kapsayan bir maden arama projesi hayata geçirilmek isteniyor. Ancak, tüm bu projelere halk tepkili. 

Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Coşkun Özbucak, şu anda Melet Irmağı üzerinde 9 HES olduğunu, eğer planlanan 3 HES de yapılırsa nehrin neredeyse tamamen borulara alınacağını söyledi. Maden aramalarının da başladığını, süreci takip ettiklerini ekledi. Hukuki süreç daha başlamamış, şimdilik itiraz dilekçeleri bakanlığa iletiliyor. 

Melet Irmağı üzerinde Mekanda Adalet Derneği’nin de bir saha araştırması olmuştu. Bütünleşik Havza Yıkımı isimli araştırmayı deretepe.org sitesinden de inceleyebilirsiniz. Melet Irmağı’nın nasıl vahşice yok edildiği çok açık bir şekilde görülebiliyor.

Dünyanın en büyük kırkayak fosili keşfedildi

  • Birleşik Krallık‘ın kuzeydoğusundaki Northumberand bölgesinde dünyanın en büyük kırkayak fosili bulundu. Fosil önümüzdeki yıldan itibaren Cambridge‘deki Sedgwick Müzesi‘nde sergilenecek. Bilim insanları, 75 santimetre uzunluğundaki parçanın ölmüş bir dev kırkayak fosilinden ziyade hayvanın henüz büyürken attığı dış iskeleti olabileceği tahmininde bulundu.

Av. Gizem Karataş: "Kalıcı çözüm için Kara Avcılığı Kanunu tamamen kaldırılmalı"

Haftalardır Konya, Bolu, Dersim, Bingöl gibi ülkemizin dört bir yanından av haberleri paylaşmak zorunda kalıyoruz. 

Kızıl geyikler, Anadolu yaban koyunları, çengel boynuzlu dağ keçileri, yaban keçileri, karacalar ve ceylanlar gibi daha ismini sayamadığım birçok canlının hayatı söz konusu. Bir önceki sene bildiğimiz kadarıyla 798 yaban hayvanı, avcılar eliyle katledildi. 2021-22 av yılında ise 542 hayvanın para karşılığı öldürtülmesi planlanıyordu. 

Neyse ki devlet eliyle düzenlenen bu kıyımın diğer tarafında, avcılığa karşı yürütülen ciddi bir sivil mücadele var. 

Şimdi Konya, Karaman ve Bolu’daki av ihalelerine karşı devam eden yasal mücadeleyi, Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nden (HAKİM) Avukat Hacer Gizem Karataş ile konuşacağız. Gizem Hanım aynı zamanda bahse konu davalarda Türkiye Vegan Derneği’nin ve Hayvan Hakları ve Etiği Derneği’nin vekilliğini yürütüyor. 

Dilerseniz önce Konya ve Karaman’daki davadan başlayalım. Burada 7 Anadolu yaban koyunu ve 3 yaban keçisi para karşılığı öldürtülmek isteniyor. Üstelik bakanlığın kendi yayınına göre ülkedeki yaban koyunu sayısı yalnızca 893 olarak tespit edilmiş 2019 yılında. Geçtiğimiz hafta mahkeme ikinci ara kararını verdi ve yargı süreci sonlanana kadar av yasağını devam ettirdi. Öncelikle bu iyi haber için tebrik ediyorum. 

Tabii insanın aklına ilk gelen sorulardan biri şu: Anadolu’ya endemik olan, nesli zaten tehlikede olan, devletin korumayı taahhüt ettiği bu canlıları Bakanlık ne gerekçeyle avlatmak istiyor? 

Yavru ceylan

Bakanlığın dosyalara sunduğu savunma dilekçelerindeki gerekçesi şöyle. Bu gerekçe Anadolu yaban koyunu için de, yaban keçisi için de, kızıl geyikler için de geçerli. Bu avcılık faaliyetinin popülasyonu korumak için sürdürüldüğünü, popülasyona zarar veren yaşlı bireyler olduğunu, bunların - kendi sözleriyle - adeta bir veteriner hekimlik uygulaması olan avcılık yöntemiyle öldürülerek sürdürülebilir bir ekolojik yaşam ve popülasyonun devamının sağlandığını savunuyorlar. 

Ancak tabii ki bunların etik olarak yanlış olmasının yanı sıra, hukuken de yanlış. Avcılıkla ilgili gerçekleştirilen hukuki düzenlemeler belli başlı türlere özgü ne yazık ki. Keşke bu hukuki mücadeleyi bütün türler için sürdürebilsek ama kızıl geyikler, yaban keçileri, Anadolu yaban koyunları gibi nesli tükenme tehlikesi altında olan türlerle sınırlı bir mücadele sürdürebiliyoruz çünkü koruma buna ilişkin. Gerek Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa’nın Yaban Hayatının ve Doğal Yaşam Ortamlarının Korunması Sözleşmesi, gerek buna paralel biçimde hazırlanmış olan Kara Avcılığı Kanunu’nda bu türler koruma altında sayıldığı için ancak belli başlı sebeplerle ve gerekli gözlemlerin yapılması sonucunda belirlenen zararlı hayvanların bütün veteriner hekimlik uygulamaları tüketildikten sonra, son çare olarak avına izin verilebilir şeklinde. Bütün düzenlemeleri toparladığımızda ortaya böyle bir şey çıkıyor. 

Ama Tarım ve Orman Bakanlığı kendisi kabul ediyor zaten veterinerlik uygulamasına girişmediğini ve avcılığa destek verdiğini. Onun dışında bir de bu hayvanların zararlı olduğuna dair hiçbir şekilde bir veri yok. Yapılan bilimsel gözlemler yok. Örneğin kızıl geyiklerle ilgili olan Bolu davasında, arazi inceleme raporları sunulmuş ve envanter tutulduğu, belli sayılarda dişi, erkek ve yavru hayvan belirlendiği söylenmiş. Bu erkeklerden de şu kadar zararlı ve avlanması gerekiyor, denmiş. Zaten sayılara baktığınızda anlıyorsunuz, 10-20-30 şeklinde giden yuvarlak sayılar verilmiş. Bunu dayandırdıkları arazi inceleme raporları ise 2019 tarihli ve gitmişler bölgeyi bilen köylülerle ve bölgede avcılık yapan kişilerle gezmişler, hayvanların ağaç kovuklarında ve yalaklarda bıraktığı izler incelenerek, ‘şu kadar hayvan olduğu tahmin edildi,’ denmiş. Sonra da ‘zararlı hayvan tespiti yaptık’ gibi bir argümanla, bu ihaleleri hukuka uydurmaya çalışıyorlar. Bizim dava açtığımız işlemler de bu ihaleler. 

Bu, aslında Türkiye’nin birçok yerinde oluyor ama yetişmeniz mümkün değil. Açabildiğimiz kadar dava açarak yerelde kazanım elde etmeye çalışıyoruz. Ben bunu aslında biraz şeye benzetiyorum: Yangınlar olduğunda nasıl aktivist hayvanlarımız gidip orada hayvan kurtardı, aynı onun gibi. ‘Kurtarabildiklerimizi kurtaralım,’ şeklinde bir mücadele var burada. Keşke diğer türler için de bu mücadeleyi verebilsek ama hukuki olarak onlar böyle bir koruma altında değil. 

Her sene, bu ihalelerin hepsinin yayınlandığı bir talimatname oluyor Bahar aylarında. Daha sonra da Merkez Av Komisyonu’nun kararları oluyor; orada da birçok çakal, tilki, tavşan, bir sürü kuş türünün avlanmalarına izin veriliyor. Bunlara karşı açtığımız davalar doğrudan Danıştay’a gittiği için bir daha bu dosyalardan haber alamıyoruz. Ne bir yürütmenin durdurması kararı veriliyor, ne bir ara karar çıkıyor, hiçbir şey yapılmıyor. Bu yüzden de yerel ihalelere yönelip Konya, Bolu, Adana idare mahkemelerinde davalar açarak kurtarabileceğimiz kadar hayvanı kurtarmaya çalışıyoruz. 

Bizim argümanlarımıza karşı en çok öne sürülen başka bir gerekçe de ekonomik kazanç. Orman köylülerinin buradan para kazandıklarına, kalkınmalarının sağlandığına dair bir argüman geliştirmişler. Ancak bu argümanı sunan bir tarafta da çok ciddi rant elde eden av şirketleri oluyor. Bu avcılığın arkasında aslında av şirketleri var. Ama sanki bu köylülerin geçim kaynağıymış ve kalkınmaları için elzemmiş gibi bir konuma getirilmeye çalışılıyor. Ki zaten şunu hep tekrar ediyoruz: Hayvanların yaşam hakkından bahsederken hiçbir şekilde ekonomik kazançla bu durumu açıklayamazsınız çünkü hukuka aykırı bir durum var. 

Türkiye Vegan Derneği’nin Bolu’da kızıl geyiklerle, Konya’da yaban keçileri ve Anadolu yaban koyunları açtığı davalarda çok iyi bir kazanım elde ettik çünkü çok açık bir hukuka aykırılık var. Günler içinde yürütmeyi durdurma kararı çıktı ve hala kaldırılmadı, ikinci kez de devamına karar verildi. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sunduğu veriler hiçbir şekilde yeterli bulunmadı.

Ama Adana’da da bir dava açtık. Bu Adana, Hatay, Niğde, Kayseri ve Mersin illerini kapsıyordu. Bu nedenle dosyaya Danıştay’ın bakmasına hükmedilip Danıştay’a gönderildi. Orada uzunca bir süre kaldı; 1-1,5 ay sonra geri döndü. Adana’dan da yürütmeyi durdurma kararı bekliyorduk diğer iki ildeki gibi ama önce Bakanlık’ın savunmasını alıp sonra karar vereceğiz, dediler. Bu da kararın yaklaşık 20 gün gecikmesi anlamına geliyor. 

Burada başvurulan bazı yolları anlayabiliyorsunuz çünkü burada 70 yaban keçisi söz konusu. Bolu ve Konya’ya nazaran çok daha büyük bir bölgeyi kapsayan, çok daha fazla hayvanın konu olduğu bir dosya. Tabii ki kötü niyetli düşünmemeye çalışıyoruz, yargının bağımsız olduğunu düşünmeye çalışıyoruz ama böyle de bir durum var.

Bunun yanında Konya dosyasına epey fazla müdahillik talebi oldu. Özellikle muhtarların hepsi, ‘bize katkı payı ödendi,’ şeklinde bir iddiayla dosyaya müdahil olmak istediler. Şu anda 15 Ocak’ta saat 10:00’da Konya Birinci İdare Mahkemesi’nde duruşmamız olacak ve bu duruşmada biraz yalnız olacağız. Gelebilen tüm çevreci ve hak savunucusu aktivistlerin destek olmasını bekliyoruz. 

Konunun bir de uluslararası boyutunu sormak istiyorum. Örneğin Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi var, Bern Sözleşmesi olarak da biliniyor, buna göre avlattırılmak istenen bu canlılar koruma altına alınmış durumda. Türkiye’nin kendi mevzuatında da bu canlıların korunma statüsü olduğu söyleniyor. Peki bu korumalar pratikteki karşılığı sadece bu davaların açılmasını mümkün kılması mı? Biz buna rağmen nasıl oluyor da böylesi av ihaleleriyle karşı karşıya kalıyoruz?

Türkiye’nin çekincesi var bu sözleşmede, ‘avcılık hariç,’ diye bazı türlerde çekince koymuş. Ama bu çekinceyi koymuş olmasına karşılık yine de sözleşmedeki belli başlı istisnai hükümlere uygun bir şekilde avcılık yapıldığını ispatlaması gerekiyor. Tabii ki bunlardan bahsetmek son derece acı ama meşru olan ile hukuki olanın uyuşmaması gibi. Nereden mücadeleyi verebiliyorsak öyle yapıyoruz. Düzgün bir gözlem yapıldığı, bilimsel veriler elde edildiği, envanterin düzgün tutulduğu, o hayvanların gerçekten zararlı olduğu argümanlarının ispatlandığı bir durumda, çok çok istisnai bir şekilde, tüm veterinerlik uygulamaları tüketildikten sonra yapılması gerek. 

Zaten biz dava açarsak iptal oluyor, açmazsak bu hayvanlar ölüyor. Başkaca bir yaptırımı olmuyor.

Bu envanterin düzgün tutulmaması noktasında bir bu yaz HAKİM olarak bir bilgi edinme başvurusu yaptık Tarım ve Orman Bakanlığı’na. Yazın yangınların sürdüğü tüm illerde toplam kaç tane yabanda yaşayan öldü, diye sorduk. Bize gelen cevap 70’ti. İki tür kötülük olabilir burada: ya gerçekten envanter tutulmuyor ve hiçbir sayıdan haberleri yok ya da bilgi edinme hakkımız bize kullandırılmıyor. 

Dediğiniz gibi ülkenin birçok yerinde av ihaleleri açılıyor, peki sizin kazandığınız davalar emsal teşkil ediyor mu? Bir yerde bu karar iptal edildi, o zaman başka bir yerde ihale açılamaz, gibi? Veya bir yerde karar iptal edildiyse bir sene sonra aynı yerde av ihalesi açılmasına engel teşkil ediyor mu?

Açılır. Çünkü geçen yıl da bir sürü kazanım oldu bunlarla ilgili. Mesela geçen yıl Antalya, Isparta’da kazanım vardı ama - her ne kadar daha sonra yangınlardan dolayı iptal edildiyse de - bu yıl yine ihale açıldı. Genel işleme karşı Danıştay’a götürdüğünüzde sonuç alamıyorsunuz. İhaleler içinse biz tabii ki ‘geçen yıldan emsal var,’ diye sunuyoruz, bu da tabii ki etkili oluyordur bir hakimin nazarında, ama tekrar ihale açılmasını engellemiyor bu durum. Önümüzdeki yıl yine bahar ayında bu talimatname yayınlanacak, sonra Ağustos’ta Merkez Av Komisyonu kararı yayınlanacak ve yaz boyu bir sürü ilde ihaleler gerçekleştirilecek. 

Bunun tek çözümü, Kara Avcılığı Kanunu’nun tamamen kaldırılması ve avcılığın yasaklanması. Bu kadar uğraşıp az bir kazanım sağladığımız bir alan bile aslında sadece birkaç tür için geçerli. Mesela yaban domuzları, aylarca sürek avı denilen bir avcılık yöntemiyle avlanıyorlar. Geçtiğimiz hafta Dersim’de öğretmen evine yerleştirilmeleri büyük olay olmuştu. Köylüler gidip ‘yapmayın, etmeyin, biz bu hayvanlarla birlikte yaşamak istiyoruz,’ diyorlar ama ‘belgeliyiz biz, devletten iznimiz var,’ karşılığını alıyorlar. Bu şekilde avlanmaya devam ediyorlar; ceylanlar, karacalar, tavşanlar, kuşlar. 

Bu ay başında yeni bir yönetmelik çıktı. Kurtları ve ayıları özellikle saydılar, ‘eğer sağlığınıza zarar verecek durumda avlayabilirsiniz,’ diye. Biz hukuki kazanım elde etmeye çalışırken devamlı bir genişleme halinde. 

Bunun bir de şu boyutu var aslında: Avcılık nedeniyle devamlı bir tüfek ihaleleri de devam ediyor. Ve haberlere baktığınızda, kadınların ve çocukların en fazla tüfekle öldürüldüğünü görüyorsunuz. Avcılık, normal bir psikolojinin ürünü değil. Aslında bir insan hakları yönünün de olduğunu düşünüyoruz bu yüzden.