"Akdeniz gibi dinamik ve yarı kapalı ekosistemlerde denizin kaderi, tekil devletlere bırakılmamalı"

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta iklim krizine dair gündemimiz oldukça yoğundu. Bu konuda geleceğe dair projeksiyonlar içeren raporlardan ve gelecek endişesinin toplumsal izdüşümlerinden bahsettik. Türkiye’den ve dünyadan ekoloji haberlerimiz arasında öldürülen yunuslar, tutsak balinalar ve kuraklık vardı. Bu haftaki konuğumuz Doç. Dr. Sedat Gündoğdu ile Suriye’den yayılan ve Türkiye sahillerine ulaşan petrol sızıntısını konuştuk. Bültenimizi demokrasi, insan hakları, artan hayat pahalılığı üzerine haberlerle kapattık.

Doç. Dr. Sedat Gündoğdu'yla Suriye’den yayılan petrol sızıntısı üzerine söyleşi
 

Doç. Dr. Sedat Gündoğdu'yla Suriye’den yayılan petrol sızıntısı üzerine söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

Çukurova Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sedat Gündoğdu’yla Suriye’den kaynaklanan petrol sızıntısını ve Doğu Akdeniz’e yayılan kirliliği konuştuk. 

 Bölgedeki son durumu anlatabilir misiniz?

Banyas'taki 30-40 depolama tankerinin 10 tanesinden ciddi bir fuel oil sızıntısı oldu. İlk olarak örtbas edilmek istendi Suriye devleti tarafından ancak uluslararası organizasyonların tespit ettiği görüntüler, sorunun küçük olmadığını gösteriyor. 1,5 Osmaniye şehri kadar bir alan, bu sızıntıdan etkilendi.

Zaman içinde seyrelme, buharlaşma, dibe çökme nedeniyle temizleme imkanı azalıyor. Bu fuel oil akıntıların etkisiyle önce Kıbrıs'a vurdu sonra Samandağ'a vardı - yaklaşık 10 günlük bir sürede oldu bunlar. Ardından önemli Ramsar alanlarının, sulak alanların, kaplumbağa yuvalama alanlarının olduğu bölgelere yayıldı.  Nihayetinde de Mersin'e ulaştı. Tahmini olarak 100-150 kilometrelik bir sahil bandında gözlemlendiğini söyleyebiliriz. 

Bu, yayılan bir malzeme. Su ortamında küçük öbeklere bölünüyor ve daha uzak noktalara taşınabiliyor. Tabii kalıcı organik kirletici dediğimiz son derece toksik kirleticileri de bulunduğu ortama veriyor.

Deniz ekosistemlerine etkisinden bahsedebilir miyiz? Ve bu durum, başka çevre felaketlerini tetikleyebilir mi?

Yüzeyin altındaki bölgede dağılması ve dibe çökmesi durumu var. Bunların hepsi ayrı ekolojik felaketlere neden olma kapasitesine sahip. Yüzeyde taşınarak kıyılara vuruyor. Neyse ki yeşil deniz kaplumbağalarının ve caretta carettaların üreme döneminin sonundayız, birçoğu yumurtalardan çıktı ve denize ulaştı ama bununla denizde karşılaşacaklar. Yakın zamanda bununla ilgili bildirimler geleceğini düşünüyorum. 

Tamamen fuel oille kaplanmış bir yunus ölüsü bundan 6-7 gün önce Karataş'ta görüldü. O dönem kıyıda olmasa da açıkta petrol olduğunu biliyorduk. Büyük ihtimalle bu toksik özellikteki petrolle karşılaşıp strese girdi. Fotoğrafları gördük ama gömüldüğü için yunusu inceleyemedik. Benzer şekilde yengeçler ve su kuşları etkilenebilir.

Bir de petrolün kayalık alanlara yapışması söz konusu, bunu temizlemek çok zor.Zaten temizleme yöntemleri yeterince gelişmiş değil, bu nedenle biz de hep yayılmadan önlem almanın önemini vurguluyoruz. Kıyıya vurduktan sonra temizlemenin pek bir anlamı yok, çünkü o noktaya gelene kadar o ekosistemi zaten etkilemiş oluyor. 

Suyun üstünde yağ tabakası gibi bulunmasının da başka etkileri var çünkü ortamdaki diğer kirleticilerle sinerjik etki yaratabilir. 

Akdeniz gibi dinamik ve yarı kapalı ekosistemlerde denizin kaderi, tekil devletlere bırakılmamalı. Bütün devletlerin ortak hareket etmesi gerekiyor. Suriye'de gerçekleşen bir sızıntının Suriye tarafından bertaraf edilmesi mümkün değil. İlla kıyılarımıza gelmesine gerek yok, açık denizde daha parçalanmadan da müdahale edilebilirdi. Bu durumlar için bir risk planlaması olmadığını da görmüş olduk. Bu konuda önemli yatırımlar ve girişimler yapılmalı.

Türkiye'nin özel, riskli konumu ve bunun doğal gaz arama-çıkarma faaliyetleri için anlamı?

Akdeniz'deki akıntı sistemi Cebelitarık'tan başlayıp kıyıları dolaşarak ve çeşitli yerlerde siklonlar yaparak Mısır, İsrail, Lübnan, Suriye üzerinden bizim kıyılarımıza, Antalya'ya Kaş'a kadar gidebiliyor. Dolayısıyla bölge ülkelerinin faaliyetlerinden en çok etkilenecek ülkelerden biri, biziz. Lübnan'daki patlamada denize saçılan kirliliklerin çoğu, bizim kıyılarımıza geldi. Yani bizim bu akıntılar dolayısıyla özel bir pozisyonumuz var. Bizim en kirli kıyılara sahip olma nedenlerimizden biri de bu. Bizim hem kendi atık yönetim altyapımız yok, bu tür felaketlere karşı aldığımız önlemlerin boyutu çok düşük, üstüne üstlük de bütün çöpünü denize boşaltan kıyı ülkelerinin çöpünün de bize gelmesi söz konusu. 

Dolayısıyla bu tür faaliyetleri gerçekleştirirken kendi dinamiklerini de dikkate almakta fayda var. Denizler sadece ekonomik getiri kaynağı değil aynı zamanda yaşam kaynağı.

İklim krizi

  • Batı Avrupa’nın en büyük petrol ve doğal gaz üreticisi Norveç’te seçmenler pazartesi günü sandık başına gittiler. Norveç’in refahı petrol ve gaz endüstrisiyle yakından ilişkili. Gayri safi milli hasılasının yüzde 14’ünü ve ihracatının yüzde 40’ını fosil yakıtlar oluşturuyor ve dünyanın en büyük devlet servet fonunun - ki 1.2 Trilyon euro değerinde olduğu biliniyor - bu ülkede olması da bu endüstrinin bir sonucu. Dolayısıyla oldukça karmaşık bir durum var ortada çünkü insanlar fosil yakıtlardan çıkışa, refahlarında bir düşüş olacağı endişesiyle temkinli duruyorlar. Buna karşın seçim sürecindeki en büyük gündem maddelerinden biri iklim değişikliğiydi. Özellikle ağustos ayında Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin yayımladığı endişe verici rapordan sonra bu konu gerçekten gündemi domine etti. Hatta rapor akabinde Yeşiller Partisi’ne üyeliklerin üçte bir oranda arttığı haberleri yapıldı. 

Seçim sonuçlandığında Yeşiller %4’lük barajın altında kaldı, ancak 2013’ten bu      yana iktidarda olan merkez sağ, yönetimi sol ittifaka kaptırdı. Birçok gazete seçim galibiyetini "ezici üstünlük" diye tanımladı. Fakat bu yeni durumun petrol ve doğal gaz üretimi açısından ne anlama geleceği henüz net değil çünkü seçimden önde çıkan İşçi Partisi, tüm keşif ve üretimin durdurulmasını talep eden bir partiyle koalisyon kurmayacağını açıkladı. İşçi Partisi çoğunluk hükümeti kurabilmek için görüşmelere devam ediyor, ancak fosil yakıtlardan uzaklaşmak dahil bazı anlaşmazlıklar bunu mümkün kılacak mı, bekleyip göreceğiz. 

  • İspanya’nın güneyinde Malaga şehrinin kırsalındaki orman yangınları 8 Eylül’den bu yana devam ediyor. 7 bin hektarlık alanın zarar gördüğü, 2 bin 500’den fazla kişinin ise evlerini terk etmek zorunda kaldığı aktarılıyor. Yangın söndürme çalışmalarını sürdüren 25 araç ve tam 41 uçak var. 
  • Bu yangınlar tabii bizi de derinden sarstı bu yaz ve havalanamayan uçaklar konusu uzunca bir süre gündemde kaldı. Bu konuda Devlet Denetleme Kurulu bir denetim gerçekleştirdi ve Türk Hava Kurumu envanterindeki 21 yangın söndürme uçağından 15’inin faal durumda olmadığını raporladı. Kalan altı uçaksa ya bakımda ya da bakım sırası bekler görünüyor. Rapora göre THK 2011 yılı sonrasında kuruluş amacından uzaklaşmış ve 2019 yılı net zararı 275 milyon TL’yi aşmış, banka borçları ise 1.5 milyar TL’den fazla. Sorunlar tespit edildiğine göre en kısa sürede çözümlerinin de bulunup uygulanacağını ümit ediyoruz. 
  • İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, C40 Büyük Kentler İklim Liderlik Grubu yöneticileri ve Çin’in iklim değişikliği özel temsilcisiyle bir araya geldiği çevrim içi bir toplantıda, İstanbul’da 2050 yılı için net sıfır karbon hedefi koyduklarını duyurdu. 
  • Bu hafta yayınlanan Dünya Bankası’nın Dip Dalgası raporu ise, bu gibi hedefler konusunda acilen harekete geçmenin neden gerekli olduğunu açıklar nitelikte. Dip Dalgası raporu ilk kez 2018’de yayınlanmıştı ve iklim krizinin Güney Asya, Latin Amerika ve Sahra Altı Afrika bölgelerindeki göç dalgaları üzerine etkisi analiz edilmişti. Şimdi bu rapor Kuzey Afrika, Doğu Asya ve Pasifik, Doğu Avrupa ve Orta Asya’yı da içerecek şekilde güncellendi. Raporda, iklim krizinin çeşitli etkilerinin, dünyanın birçok bölgesi yaşanabilir olmaktan çıkardığı vurgulanıyor ve 2050 yılına kadar 216 milyondan fazla insanın iç göçe zorlanabileceği söyleniyor. Dünya Kaynakları Enstitüsü ile Climate Analytics’in hazırladığı bir rapora göre ise küresel sıcaklık artışının 1,7 dereceyle sınırlandırabilmesi için G20 ülkelerinin acilen ellerini taşın altına koymaları gerekiyor. 2030 için 1,5 derece sınırlamasıyla uyumlu emisyon azaltım hedefli belirleyip 2050’ye kadar net sıfır emisyona ulaşırlarsa 1,7 derece mümkün olabilir. Ancak rapora göre mevcut ulusal katkı beyanlarıyla yola devam etmenin bedeli, 2,4 derecelik bir sıcaklık artışı olacak. 
  • Bu bağlamda 71 ülkeden 2185 akademisyen, bilim insanı ve araştırmacıdan önemli bir adım geldi. Bir mektup yayınlayarak "Fosil Yakıtların Yayılmasını Önleme Anlaşması" talep ettiler ve kaybedecek zaman kalmadığını vurguladılar. 
  • Buradan Türkiye’ye de hızlıca değinmekte fayda var çünkü E3G’nin yeni kömür projelerinin çöküşüne dair yayımladığı bir raporda yine bahsimiz geçiyor. Raporda, 2015’teki Paris Anlaşması’ndan bu yana, planlanan kömürlü termik santral kapasitesinde yüzde 76’lık bir azalma görüldüğü söyleniyor. Rapora göre sadece altı ülkenin harekete geçmesiyle, planlama aşamasındaki projelerin tam yüzde 82’sini iptal etmek mümkün. Bu altı ülkeden biriyse Türkiye. Diğer ülkeler ise planlanan santrallerin %55’iyle başı çeken Çin’e ek olarak Hindistan, Vietnam, Endonezya ve Bangladeş. Burada Türkiye’de reel ekonominin hükümet politikasından daha ileride olduğu ve son bir yılda planlanan projelerin yarı yarıya azaldığı ve 2015’ten bu yana da yüzde 79 küçüldüğü belirtilmiş. 
  • Bu tabii akıllara CHP Milletvekili Ali Öztunç’un bu hafta yaptığı Paris Anlaşması çıkışını da getiriyor. Öztunç açıklamasında iklim krizinin giderek derinleştiğini vurguladı ve "yaşadığımız yüzlerce doğa tahribatı, yangın, sel felaketi, müsilaj sorunu ve daha nicesi, iklim krizi ile mücadele etmeyen, Paris Anlaşması’nı yürürlüğe koymamak için direnen zihniyetin ürünüdür" dedi.
  • Ancak iklim krizinin toplumsal etkileri gerçekten düşündüğümüzden büyük. Avustralya’dan Hindistan’a, ABD’den Nijerya’ya on ülkeden 10 bin gencin katıldığı bir ankete göre yaşları 16 ila 25 arasından değişen her on gencin altısı, iklim değişikliği konusunda çok veya aşırı derecede endişeli. %40’ı ise iklim krizi nedeniyle çocuk sahibi olmak konusunda tereddüt yaşadıklarını söylüyorlar. Birleşik Krallık’ta yapılan "Kim İklim Değişikliğini Önemsiyor: Kuşaklar Arasındaki Tutumlar" başlıklı araştırma ise, iklim krizinin daha çok gençleri endişelendirdiğine ilişkin yaygın kanıyı tersyüz eder nitelikte. 

Araştırmaya göre yaşlı kuşaklar da gençler kadar endişeli ve büyük fedakarlıklarda bulunmaya da oldukça istekliler. 

Ekoloji

Bu haftanın öne çıkan ekoloji haberleri kabaca üç başlıkta toplandı: Hayvanların yaşam hakkı, tüm türkiyeyi etkisi altına almaya devam eden kuraklık ve insan eliyle gerçekleştirilen doğa tahribatları.

  • İlk olarak, 50 bin nüfuslu Faroe Adaları’ndaki av festivali bu hafta sosyal medyada da çok konuşuldu. Bu katliam gibi festivalde 1500’e yakın yunus öldürüldü ve tüm kıyı kana bulandı. Hak savunucuları bunun son zamanlardaki en yüksek sayı olduğunu söylüyor. Yaşananlar aslında bölgede uzun süredir uygulanan bir gelenek. Ancak yasaklanması için 1980’lerden beri mücadele edenler de var. Bu oluşumlardan hayvan hakları grubu Sea Shepherd Australia‘nın Genel Müdürü Jeff Hansen, “Çocukların izlemeye teşvik edildiği bu tür iğrenç, canavarca davranışların dünyanın hiçbir yerinde açıklaması olamaz” dedi.  
  • Tek sorun bu toplu avlar değil. Bir diğer önemli yaşam hakkı ihlali de yunus parkları gibi yerlerde yaşanıyor. Kanada‘daki bir tematik su parkında 44 yıllık yaşamının büyük çoğunluğunu “insanları eğlendirmek” için esaret altında geçiren balina Kiska’nın intihar etmek için içinde bulunduğu beton tankın duvarlarına kendini vurduğu görüntüler yayınlandı geçen hafta. Bu görüntüler sosyal medyada büyük bir tepki topladı. Yeşil Gazete editörü Elif Ünal da Türkiye’de bu yunus parklarının ve hayvanat bahçelerinin durumunu araştırdı. Yunuslara Özgürlük Platformu’ndan Öykü Yağcı, Türkiye genelinde çoğunluğu turistik şehirlerde olmak üzere toplamda on tane yunus parkı olduğunu ve buralarda sadece yunusların değil, beyaz balinalar, deniz aslanları ve kürklü fokların da olduğunu söyledi. Tesisler hayvanların esaret altında doğduğunu söylese de Yağcı’nın iddiası bunun doğru olmadığı. Esaret altındaki hayvanların kronik stres altında yaşadığı ve ömürlerinin çok kısaldığı ise başka bir mevzu. Tüm bunlar olurken yeni çıkarılan Hayvanları Koruma Kanunu’ndaki bir madde ise çok tartışmalı. Bu maddede ile şahıslara hayvanat bahçesi açılması için izin veriliyor.
  • İkinci olarak kuraklık haberlerinden devam edelim. Yağışlar Türkiye’nin bazı bölgelerinde başlamış olsa da kuraklık etkisini çok sert bir şekilde göstermeye devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda sudaki oksijen seviyesinin düşüklüğü nedeniyle Kızılırmak’ta toplu balık ölümleri gerçekleşmişti. Sonbaharın ilk haftalarında olduğumuz şu günlerde de Kesik Köprü ve Eğri Köprü civarlarında su seviyesi önemli oranda düşmüş durumda. Buralarda Kızılırmak'ın görüntüsü resmen dereyi andırıyor. Konuyla alakalı AA’ya konuşan Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Taner Çifçi, sorunun artan sıcaklıklar, düşen yağış miktarları ve yanlış sulama politikaları olduğunu söyledi. 
  • İklim krizi şiddetlenirken Türkiye’de neler oluyor? Isparta Eğirdir Gölü’nde bir çevre felaketi yaşanıyor. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) bilim danışmanı Dr. Erol Kesici’nin iddiasına göre Isparta merkez ve 81’den fazla yerleşim alanının öncelikle içme suyu olarak yararlandığı Eğirdir Gölü içine döşenmiş lağım borularından biri patlamış ve göle lağım karışıyor. Kesici vatandaşları göle girmemesi konusunda da uyarıyor. Öte yandan Isparta Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü bir açıklama yaparak gölde bir kirlilik olmadığını, atıksu arıtma tesisinin de yönetmeliklere uygun çalıştığını söyledi. 
  • Kirlilik bir yana, yeşil alanlar ise hala ihalelere, yapılaşmaya kurban ediliyor. İBB Meclisi’nde Cumhur İttifakının oylarıyla İstanbul Beykoz’daki asırlık Beykoz çayırı millet bahçesi yapılmak istenmiş. Bu projeyle şu anda yeşil alan olan çayırda imar planı değiştirilmek isteniyor ve bu da yapılaşmanın önünü açacak. Bir diğer risk ise İstanbul Anadolu yakasında, Kalamış’ta. Yeşil Gazete’den Nazlı Eda Piyale’nin haberine göre parkı da kapsayan kamusal alanda bir özelleştirme kararı var ve 21 Eylül’de ihalesi olacak. Özelleştirmeye karşı Fenerbahçe ve Kalamış Dayanışması parkta nöbette ve projeye karşı imza topluyor. Özelleştirmeyle halkın denizle buluşmasına da engel olunacağını söyleyen dayanışma üyeleri “yeşilimize sahip çıkacağız” diyor.

 Son olarak ekoloji ve çevre haberlerini birkaç olumlu yargı kararıyla sonlandıralım.

  • Ordu Ulubey İlçesi Eymür Mahallesi’nde Altınordu Belediyesi’nin hayata geçirmek istediği bir taş ocağı vardı. Buna karşı mahalle halkı ve Ordu Çevre Derneği’nin (ORÇEV) açtığı davada mahkeme bilirkişi raporuna uyarak yürütmeyi durdurma kararı verildi. 
  • Yine bölgede, bu sefer sahilde Gülyalı Kumsalı üzerinden geçen bir çevre yolu projesi bulunuyor. Gülyalı Belediye Başkanı Ulaş Tepe, “Bugün denizle iletişimi kopmuş bir bölge haline geldik…Bu geniş kumsal alan şehrimizin denize girilebilecek nadir lokasyonlarından biridir. Dolayısıyla bu alana yapılacak viyadük kumsallarımıza saplanan bir bıçak etkisi yaratacaktır” demişti. ORÇEV’in ve Ordu’ya bağlı Gülyalı Belediyesi'nin açtığı dava karara bağlandı. Giresun Çevre Yolu projesi için hazırlanan ÇED'in iptali Danıştay tarafından onandı.
  • Başka bir nihai karar Antalya’dan geldi. Gündoğmuş ilçesindeki Uçansu Şelalesi‘nin de bulunduğu Alara Çayı üzerine yapılacak üç HES projesine bölgedeki köylülerin itirazı ve bir mücadelesi sonuç verdi.  ÇED süreci Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından iptal edildi.

Alara Çayı’nın üzerinde yedisi dere, biri baraj tipi olmak üzere sekiz HES projesi vardı. Bunlardan Hayat 1.1, Hayat 1.2 ve Hayat 2 isimli HES projeleriyle ilgili iptal kararı verildi. Hatırlatalım, projelerin olduğu Uçansu Doğal Sit Alanı, “Kesin Korunacak Hassas Alan” ilan edilmişti.

Demokrasi / Haklar

  • Hayat pahalılığı sorunu, bu hafta kira ve ev fiyatları üzerinden gündeme geldi. Geçen hafta yayınlanan Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) raporuna göre İstanbul’da yıllık kira artış oranı %50,7 oldu. Bu artış Ankara’da yüzde 31,8 ve İzmir’de yüzde 30,9’a ulaştı. Bunun üzerine “kiralara üst sınır getirilsin” başlığıyla bir imza kampanyası da başlatılmış. Kampanyada barınmanın kamusal bir hak olduğu vurgulanıyor. 
  • 15 Eylül Çarşamba günü online olarak düzenlenen 13. Uluslararası Hrant Dink Ödülleri sahiplerini buldu. Bu yıl iki ödüle Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelenin öncülerinden Avukat Canan Arın ve Filipinler'de zorlu siyasi koşullar ve yüksek kişisel riskler altında basın özgürlüğünü savunan araştırmacı gazeteci Maria Ressa layık görüldü. Arın ödülü alırken “Bu kadar canavarlığın içinde, bu kadar korkunç bir tabloda insanın içini açan, insanı yüreklendiren tek olay kadın direnişi ve dayanışması” ifadelerini kullandı. Ressa ise mücadele etmeye devam eden gazeteci ve aktivistlere, "Yolumuzdan şaşmamamız gerekiyor. İnsanlar bazen naif olduğunuzu söyleyebilir. Bizim için de öyle diyorlar ama değiliz” dedi.
  • Hak mücadeleleri alan tanımaksızın devam ediyor. Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi‘nde bir yıldır acil serviste pratisyen hekim olarak görev yapan Doktor Larin Kayataş, memuriyetten çıkarıldığını sosyal medya hesabı üzerinden duyurdu. Yaptığı açıklamada “Bu ülkede 8 Mart’a katılmak, CHP’ye oy verdiğini belirtmek, trans kadın olmak ne zamandan beri suç sayılıp doktorluk görevini yapmaya engel oluyor? Sosyal medya paylaşımlarımın genel ahlaka uygun olmadığı, devlet memurunun hal ve hareketlerine yakışmadığı, bir genç kadın olarak ahlaklı olmam gerektiği söyleniyor. Halbuki özel hayatımda neler yapabileceğime kimse karışamaz!” dedi ve bu haksızlığa karşı mücadele edeceğini belirtti. 

Türk Tabipler Birliği (TTB) Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu da Dr. Larin Kayataş’ın yanında olduklarını ve derhal göreve iade edilmesi gerektiğini söyledi. 

  • İlk olarak Yeşil Gazete’de Müjgan Halis imzasıyla yayınlanan keyifli bir özel habede, üç arkadaş tarafından kurulan, bugünse 2 bin gönüllüsüyle kent sokaklarını güzelleştirmeye uğraşan, Onaranlar Kulübü konu alınıyor. Mottoları ise ‘atma, onar.’

Bugün birçok şey yapıyorlar ama 2016’daki çıkış amaçları, sokaklarda gördükleri hataları veya eksikleri, üç boyutlu yazıcıda ürettikleri parçalarla onarmaya çalışmakmış. Örneğin duvarlardaki kare şeklindeki göçüklerin içine kocaman gözler yerleştirmişler. 

Yeşil Gazete’de gerçekten ilginç fotoğrafları da var, bakmanızı isterim. Platformları da herkese açık, ama mesajlarını çok güzel buldum o nedenle özellikle paylaşmak istiyorum. 

Kurucularından Endüstri Mühendisi Doğukan Güngör diyor ki: "Biz esasen sokağa çıkıp kent mobilyalarını onarıyor, yaşadığımız çevreyi güzelleştiriyoruz. Ama onardığımız şey aslında zihinler!"

İnsanları al-kullan-at kültüründen uzaklaştırıp üretmeye ve onarmaya teşvik etmek istediklerini söylemiş. 

  • Bir diğer güzel haber, özel çevre koruma bölgelerinde yaşayan nesli tehlike altındaki 500 sürüngen ve amfibinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çip takılarak izlenecek olması. 

Bu çalışmayla ekolojik koridorların belirlenmesi ve sürüngenlerin yaşam alanlarının daha iyi korunması hedefleniyormuş. Aynı zamanda saha çalışmalarında popülasyon verilerine de ulaşılacak ve koruma stratejileri geliştirilecekmiş. 

  • Son olarak sempatik bir haberi paylaşmak istiyorum: Yapılan bir araştırma sonucu sincapların da cesaret, agresiflik, girişkenlik gibi insanlarınkine benzer özellikleri keşfedilmiş. 

İncelenen sincaplardan bazılarının diğerlerine göre daha dışa dönük olduğu bulunmuş. Daha aktif ve cesur sincaplar yiyecek biriktirme konusunda utangaç olanlara kıyasla daha başarılı olmuşlar. 

Böylelikle bültenimizin sonuna gelmiş oluyoruz. Sizlere veda etmeden önce küçük bir bilgilendirme yapmak istiyoruz: 24 Eylül’de küresel iklim grevi düzenlenecek. Grevin bu seneki sloganı "sistemi yok et" olarak belirlendi.