İsviçre, aşı gündemini marta karar erteledi: “Net olmayan birçok nokta var”

-
Aa
+
a
a
a

Korona Günleri’nde Prof. Selim Badur, haftanın genel bir değerlendirmesini yaparken aşı konusundaki güncel gelişmeleri de aktardı. 

Selim Badur'la Korona Günleri: 14 Aralık 2020
 

Selim Badur'la Korona Günleri: 14 Aralık 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(14 Aralık 2020 tarihinde Açık Radyo’da Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Selim Badur merhabalar!

Selim Badur: Günaydın efendim! 

Özdeş Özbay: Günaydın!

SB: Günaydın Özdeş, günaydın Feryal! İyi haftalar dileyelim ama sizin de belirttiğiniz gibi yeni olgu sayısı, kümülatif olarak 72 milyonu geçti. Son programımızdan bu yana 4 gün içinde 3 milyon 373 bin olgu. Kısacası günlük ortalama 843 bin olguya erişildi. Bir süre sonra herhalde günde 1 milyon yeni olgu eklenecek listeye. Şu kıyaslamayı yaparsak olayın boyutunu daha iyi anlayabiliriz. Daha önce de belirtmiştim, pandeminin ilk 1 milyon olgusu 3 ay içinde birikmişti. Şimdi ise 1 milyon olguyu neredeyse 1 günde kayıtlara geçireceğiz dünyada. Bu önemli bir bilgi ve önemli bir gösterge, artışın boyutu

ÖM: Yani bu yıl bitmeden de Türkiye’nin nüfusu kadar vaka sayısı bütün dünyada görmemiz mümkün olacak herhalde değil mi? 

SB: Büyük bir olasılıkla evet, hatta yıl sonuna varmaz gibi geliyo bana. Tabii aşılarla ilgili haberler var, cumartesi günü Donald Trump 24 saat içinde ABD’de aşılamaya başlanacağını açıkladı. Nitekim bu sabah herhalde saatler içinde hem ABD hem de Kanada aşıyı uygulamaya başlayacaklar. Trudeau açıklama yaptı, ülke tarihinin en büyük aşı kampanyası diye. Avrupa’da Avrupa İlaç Ajansı birkaç hafta içinde ilk iki aşıyı, Pfizer ve Moderna aşısını 12 ay süreyle acil onaylıyor. Bu ilginç bir karar çünkü hiçbir zaman böyle 12 ay gibi belirli bir süre sınırıyla onay vermezlerdi. İlk defa sadece 12 aylık bir onay veriyor. Herhalde onlar da izleyip görecekler, bundan sonra ne olur diye.  

Kısıtlamalara baktığımız zaman Avrupa genelinde özellikle Batı Avrupa ülkelerinde biraz da bu Noel yaklaştığı için yıl sonu alışverişleri, Noel alışverişleri, bunları canlandırmak ticareti ayakta tutabilmek için yavaş yavaş yasaklar gevşetilmekte. Buna paralel kapalı mekanlarda spor etkinlikleri 15 yaş altına serbest bırakıldı. Kültür etkinliklerinde kısıtlama sürüyor, müzik, tiyatro ve sinemalarda, Avrupa genelinden bahsediyorum, Fransa’da Lyon ve Villerbonne kent ve ilçelerinin belediye başkanları 15 Aralık’ta müzeleri açacaklarını söylediler. İlk defa merkezi otoritenin kararını dinlemeyeceğini ilan etti Lyon belediye başkanı. Garip bir şey! Böyle bir yetkileri var herhalde. Şimdi “kısıtlamalar gevşetiliyor yavaş yavaş birçok Avrupa ülkesinde” dedim ama Almanya’dan ilginç bir haber geldi. Günde ortalama 30 bin olgu gibi yüksek bir sayıya eriştikleri için Merkel bir açıklama yaptı ve dedi ki “ben Noel tatili ve ticaretini filan dikkate almayacağım, benim için önemli olan sağlık konusuna daha bilimsel yaklaşmaktır. 16 Aralık’tan başlamak üzere 10 Ocak’a kadar tüm zorunlu olmayan ticari mekanlar, yani dükkanlar, ayrıca okullar ve kreşler kapatılıyor” dedi. Almanya işi daha sıkı tutuyor, başından beri de daha farklı bir politika izledi diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslayınca. Güney Kore’de ise pazar günü 1070 yeni olgu saptandı, buna paralel olarak da yine bir Uzakdoğu ülkesi Çin’de yeni odak saptandı ve bu nedenle 250 bin kadar yeni test yapıldı 1 günde. Bunları belirtmemin nedeni, bazı ülkelerde göreceli olarak bu kısıtlamalara paralel olgu sayısında azalma görülse de kısıtlamalar biraz gevşetilince, önlemler biraz rahat bırakılınca, azaltılınca tekrardan olgular artıyor. 

Aşılarla ilgili 2 tane ilginç haber var ama oraya geçmeden şu Türkiye’den çok sözü edilmeyen haberlere bakmak istiyorum. Bir tanesi Ankara Tabip Odası’nın açıklamasına göre “yoğun bakımda eğer hastalar kaybedilmezse, daha doğrusu hasta ölmezse yer açılamıyor. Onun için bekleyeceksiniz yoğun bakıma yatmak için” diyorlar. Covid-19 hastalarını “yatak boşaldığında çağırırız” diyorlar. Yani siz yoğun bakıma yatacak kadar ağırsınız “evde bekle” diyorlar size, başka çareleri yok. “Tıkandı mı tıkanacak mı, abartılıyor mu bu sağlık sistemi?” deniyordu. Bunun herhalde en çarpıcı göstergesi yoğun bakım gereksinimi olan bir hastaya “evde yatak açılana kadar bekle” denmesi.

ÖM: Bu skandal sayılabilir evet.

SB: Evet.

ÖM: Böyle çeşitli rezaletleri, skandalleri sayarak başladık ama bu da onlardan bir tanesi olduğu rahatlıkla söylenebilecek bir durum değil mi?

SB: Evet. Bu çok iç acıtıcı bir durum. Bursa Tabip Odası Başkanı Alparslan Türkkan ise Türkiye’de 8 dakikada 1 kişinin Covid nedeniyle yaşamını yitirdiğini hesaplamalarla saptamış. Yerel basından 3 haber, bir tanesi Hatay’da bazı caddeler karantinaya alınmış, ilginç bir karar. Niye caddeyi karantinaya alıyorlar Güzelburç mahallesinde? İlginç, herhalde o caddede çok fazla olgu var. Diyarbakır’da karantinaya alınan köy sayısı artıyor. Bunu şunun için söylüyorum, sadece büyük kentlerde kalabalık, sanayinin olduğu, insanların yoğun bir şekilde toplu taşımayı kullandığı bölgelerde değil. Ülkemizde kırsal alanda karantinalar uygulanmaya başlandı köylerde. Bunu aylar önce bir programımızda sevgili Vedat Bulut da belirtmişti bir Anadolu gezisi sırasında kırsal alanda ne kadar çok karantina olduğunu. Bu tabii gözden kaçıyor, bir de biraz tuhaf bir haber Ceyhan’dan geldi. Ceyhan Belediye Başkanı Hülya Erdem “ilçemiz Hıfzıssıhha Kurulu kararıyla alınan tedbirler kapsamında, ikinci bir talimata kadar cenaze anonslarının yapılmaması ve duyurulmaması kararı almıştır” dedi. Çok garip bir haber!

ÖM: Bu da skandal!

SB: Bu cenaze ilanı yapılmıyor artık yani insanların gitmemesi için, başka bir amacı olduğunu düşünmüyorum. 

ÖM: Değil sala okumak yani artık cenaze ilanı bile yapılamayacak! Öyle mi? Çok acayip!

SB: Evet garip değil mi? Özdeş gülüyor ama gülme Özdeş, bu kötü bir şey!

ÖÖ: Ama bu çok tuhaf bir şey!

SB: Absürt değil mi? Buradan Camus’ye de bir gönderme yapalım...

Danıştay’da Covid19’u meslek hastalığı saymadı. Buyurun size bir başka skandal, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun Covid-19’u meslek hastalığı saymayan genelgesinin yürütmesinin durdurulması talebiydi; talepte bulunan maden işçileri, Bağımsız Maden İşçileri Sendikası. Danıştay da buna gerek olmadığına karar verdi. Bana kalırsa bu da bir diğer skandal uygulama. 

Farklı birtakım haberler var dedim, bunlardan bir tanesi aşıların dünyada çeşitli ülkelerde, İngiltere başladı biliyorsunuz, ABD ve Kanada bugün başlıyor, Fransa belki yeni yılın başında geçecek. Bu arada İsviçre’den ilginç bir haber geldi, belki gözünüze ilişmiştir; İsviçre yönetimi “biz aşıları ve aşıdan konuşmayı 2 ay kadar erteliyoruz” dediler. Yani İsviçre 2 ay kadar aşılamayı gündemine almama, konuşmama kararı aldı. Neden böyle bir şey oldu Avrupa’nın ortasında İsviçre’de? Hastalık mı yok, ortadan mı kayboluyor. Hayır, gerekçeleri şu, “aşılama konusunda net olmayan birçok nokta var, daha doğrusu açıklamalar bilimsel makalelere dönüşmedi ki..”;  bunu söyledikten sonra bu hafta sonu bilimsel makaleler peş peşe yayınlanmaya başladı, onlara değineceğim birazdan. Biz basın açıklamalarından öğreniyoruz çeşitli üretici sonuçlarını, üreticilerin aşıyla ilgili etkinlik sonuçlarını. “Bu durum İsviçreli hekimlerin hastalarını ikna etmeleri için yeterli bir veri değildir, yeterli olamayacaktır. Hekimlerimizi zor durumda bırakmamak, insanların kafasının daha fazla karışmasına yol açmamak için bu aşı konusunu 2 ay erteliyoruz. Şubat ayının sonunda tekrar gündemimize getirip kararımızı vereceğiz” dediler. Bu ilginç bir yaklaşım gerçekten.

İkinci bir skandal mı diyeyim yoksa öngörülemeyen bir konu herhalde, farklı ülkelerde değişik aşı stratejileri uygulanarak aşılar üretilmekte biliyoruz. Bunlardan bir tanesi de kendileri patentini de almışlardı bu yöntemin, Avustralya’daki Queensland üniversitesi moleküler ‘clamp’ dedikleri -kelepçeleme yöntemi diye belki Türkçeye çevirebiliriz- bir aşı hazırlama teknolojisi, bunu kullanıyorlar. Yaptıkları şu, herhangi bir mikroorganizmanın yüzeyinde yer alan ve antikor üretmede en etkili olan, en immünojen olan, en iyi immün sistemi uyaran bölgeleri alıyorsunuz, bunu bir şekilde çoğaltarak ya da mRNA teknolojisiyle, adenovirüs teknolojisiyle vücuda veriyorsunuz, o da immün sistemi uyarıyor. Bu yöntemde diyorlar ki Avustralyalılar “biz bu molekülü saflaştırıp verdiğimiz zaman bu molekül stabil değil, yani olduğu gibi kalmıyor, yapısı bozuluyor, parçalanıyor. Onun için bu tarz yüzey proteinlerini bozukluğa uğramadan immün sistemi uyarabilmesi için moleküler ‘clamp’ dediğimiz bir yöntem kullanıp o yapıları birbirlerine kenetliyoruz, kelepçeliyoruz. Böylece stabl bir hale geçiyor yani yapısı bozulmuyor ve daha uzun süre vücuda verildiğinde immün sistemi uyarıyor.” Bu ‘clamp’ı oluşturmak için kelepçelemek için bir moleküle bağlamaları lazım bu yapıları. Queensland üniversitesinde yapılan çalışmada bu bağlamayı HIV virüsünün 80 aminoasitlik bir parçasıyla yaptılar. Bu yöntemi kullanmıştı Avustralya ve başarılı aşılar elde ediyorlardı, örneğin ‘Respiratory Synsitial’ dediğimiz RSV virüsüne karşı aşı çalışmalarını bu şekilde gayet başarılı olarak yürütüyorlar. HIV’in bir bölgesini kullanıyorlar, tabii ilk başta “a HIV mi verilecek vücuda?” sorusu akla geliyor. Bu tabii replike olmayan sadece HIV virüsünün kimyasal bir bölgesinin çoğalması ya da insanı enfekte etmesi, AIDS bulaştırması filan mümkün değil. Bunun yanlış anlaşılmaması lazım. Ancak yapılan çalışmalarda çok garip, bana kalırsa niye beklenmiyordu böyle bir şey onu çok anlamadım, gönüllülerin hemen hemen %80’inde bu bölgeden ötürü, bu bölgede verildiği için HIV virüsüne ait 80 amino asitlik bölge, anti HIV antikorları oluşmuş. Şimdi bunlar enfekte olmadılar HIV virüsüyle ama bunlar eğer herhangi bir şekilde donör olmaya kalktıklarında ya da şu veya bu nedenle tarama yapılsa o insanlarda anti HIV antikorları var yani adamlara AIDS tanısı konulabilir. Bu çok garip bir gelişme! Avustralya hükümet yetkilileri ciddi bir yatırım yapmışlardı Queensland Üniversitesi’ne, ilginç bir diyalog olmuş aralarında yani “tamam parayı çekmiyoruz, daha da arttırabiliriz. Siz farklı bir platformda hazırlayıp aşı çalışmalarınızı sürdürün...” Queensland üniversitesinde herhalde bu aldıkları darbeyi atlatamadılar ki “yok hayır istemiyoruz, biz her şeyden vazgeçtik, yapmıyoruz bu işi” demişler. 

ÖM: Skandal tabii, yani skandaller günleri ve haftası, bu da onlardan biri sayılabilir. 

SB: Nasıl öngörülemedi? Ben olsam öngörürdüm filan demek istemiyorum, haddim değil ama bunu düşünmüş olmaları lazım, düşünülebilirdi herhalde verdiğimiz yabancı maddeye karşı vücudumuzun antikor oluşturması. 

ÖM: Ben bir de şunu ekleyeyim izninizle, Amerika’daki Food and Drug Administration (FDA) Gıda ve İlaç İdaresi gerek Pfizer’e gerekse Biontech’e yeşil ışık yaktı. Böylece başladılar sizin de söylediğiniz gibi aşıya. Yalnız aynı zamanda bu halkın aşısı olması için bütün dünyada da büyük bir şey var yani sadece zengin kesimlere hasedilecek bu şey diye büyük bir kaygı var. Bunun giderildiğine dair hiçbir şey yok yani yoksul ülkelerde 10 insandan 9’unun bu covid19 aşısını 2021’de elde edemeyeceği gibi rakamlar geliyor. Bu da çok büyük bir problem yaratabilir değil mi? 

SB: “Bu konuda birtakım kaygılar, endişeler var” dediniz, bence geç oldu sanki, o aşamayı geçtik, zengin ülkeler aşıları kapattılar bilincinde. Yanı bunun onarılacak bir tarafı kalmadı, önümde o sayılar var, varsıl ülkelerin aşı siparişleri 4 milyar doza ulaşıyor. Buna karşılık herkes aşılansın politikasını, söylevini benimseyen ‘Covid19 va global axcess’ grubu ise daha yoksul ülkelere aşı için 700 milyonluk bir aşı siparişinde bulunmuşlar. Tabii bu tuhaf bir şey çünkü büyük firmalar, Astra Zeneca, Pfizer, Moderna gibi firmalar 2021 sonuna kadar 2,6 – 3,1 milyar kişiye yetecek aşı üretecekler. Ortalama 3 deyin, 2 dozla çarparsanız 6 milyar aşı üretecekler, bunun 4 milyar dozu dünya nüfusunun %13’ünü oluşturan zengin ülkelerce kapatılmış durumda. Mesela Kanada çok garip bir şey, anlamakta çok zorlanıyorum, bakıyorum bakıyorum nedenini bir türlü bulamıyorum. Bazı kaynaklara göre 6, bazı kaynaklara göre 9 misli, gereksiniminin 9 misli aşı siparişi etmiş durumda. 

ÖM: İşte tam bunu kastediyordum ben de skandalların büyüğü yani!

ÖÖ: Bunu şey açıkladı, nerede seyrettiğimi hatırlamıyorum ama Fahrettin Koca uzun yıllar, işte 2025’e kadar çeşitli paketler halinde alınacağını, yani bir anda hepsini almayacağını söyledi. Siparişi uzun yılları kapsıyor olduğu için böyle. Çünkü “her yıl yeniden yapılacak bu aşı” vs. diye bir açıklama vardı. 

SB: Tabii elbette 2025 yılındaki ülkenizdeki aşı ihtiyacını karşılamak için sipariş verirken dünyanın ¾’ü aşısız ve bu salgının sürdüğü bir ortamda, bir dünyada yaşarsanız kolay kolay kurtulamazsınız o pandemiden. Herhalde bunu değerlendiriyorlardır. “Ben vatandaşlarıma aşı yapayım, aşıyla güvenliklerini sağlayayım, dünyanın geri kalan kısmında ise onlar da Türkiye’deki yağmur duası gibi dua etsinler” filan mı diyorlar bilemiyorum. 

ÖM: Türkiye’de aşı konusunda vaka olarak dünyada 8.sırada görünüyoruz, Avrupa’da da 5.sırada ama hemen üstündeki İtalya’yı, Britanya’yı ve hatta Fransa’yı da geçmesi ihtimali var yani Rusya’nın ardından 4. sıraya yükselebilir dünyada da Türkiye. Bu durumda da bu aşı meselesi hâlâ ciddi olarak ele alınıyor mu bilmiyorum.

SB: “Üst sıraları zorluyor” diye bir değim vardır.

ÖM: Aynen öyle!

SB: Bir başka olumsuzluk büyük bir aşı üreticisidir Sanofi-Pasteur, Sanofi antijeni üretirken bir diğer aşı firması olan GSK, antijene adjuvan sağlıyor, böyle iki büyük aşı devinin 2021’de çıkaracakları bir aşı vardı; ama yapılan çalışmalarda özellikle 18-49 yaş arası iyi sonuç aldılarsa da 49 yaş üzerindeki yanıtın, hazırladıkları aşıyla elde ettikleri yanıtın beklendiği gibi olmadığını görmüşler ve “bizim aşı üretimimiz biraz daha uzayacak” diyorlar. Aşıyla ilgili iki bilimsel yaklaşıma daha değineyim. Bir tanesi bütün aşılar hangisi olursa olsun ister Çin aşısı, ister Amerikan aşısı, ister Alman aşısı, isterse İngiliz aşısı, hepsi ‘spike protein’ dediğimiz bu S proteinlerinin yani uzantılarını kullanıyorlar vücut dışındaki. Bu virüsün yapısında başka bölgeler de var; envelop kısım var E proteini, memran var M proteini, bir de virüsün içinde nükleokapsik bölgesi var N bölgesi. Bir grup araştırıcı “bu N proteinini biz aşı olarak kullanabilir miyiz?” diye bakmışlar. Gerekçeleri de şu, bu bölge hiçbir şekilde mutasyona uğrayan bir bölge değil, hiç değişmeyecek. Dezavantajı ise N proteini virüsün içinde olduğu bu proteine karşı antikor oluşması ya da antikorları etkili olması pek mümkün değil. Onun için baştan kimse düşünmemişti ama bir yöntemle bu N proteinini aslında belirli bir süre için yüzeyde de ekprese olduğunu, orada da geçici bir süre için bulunduğunu göstermişler. N proteini üzerinden bir aşı elde etmenin yeni ve inovatif bir yaklaşım olduğunu savunuyorlar. Bu doğru olabilir, ilginç bir çalışma, bir yaklaşım. 

Bir diğer haber de İngiltere’den geldi, bir grup İngilizler araştırıcı diyorlar ki “bizim bu kadar fazla aşı seçeneğimiz var, o zaman birinci doz aşıyı diyelim A aşısından ikinciyi B aşısından yapalım, birbirlerinin açığını da kaparlar” diyorlar. Yani böyle bir ‘mix and match’ adı verilen bir yöntemle iki farklı aşıyı madem iki doz kullanılacak. Bunu denemek istiyorlar, bu yaklaşımın immunolojik olarak ne sağlayacağı da tartışılmakta, konuşulmakta. Bu da önemli bir gelişme herhalde. 

Bilimsel yayınlara değinirken sürekli olarak aşıyla ilgili çalışmaların hep basın bültenleriyle açıklandığı, makale haline dönüşmediği söyleniyordu; son programımızda Astra Zeneca firması Oxford üniversitesinin birlikte yaptığı çalışma - Brezilya, Güney Afrika ve İngiltere sonuçlarını- önce Lancet’te yayınladı, bu önemli bir bilimsel makale çıktıktan sonra hemen sonraki hafta önce Biontech firmasının çalışması ki, Biontech firması iki farklı MRNA’yı –isimlerini saymayayım- B1 ve B2 diye bu iki RNA temelli aşının sonu önce New England Journal of Medicine’de yayınladı. Hemen arkasından aynı dergide bu aşılardan bir tanesini, B2’yi seçtiler, onu kullanacaklar. O ikinci aşının güvenirlik ve etkinlik çalışmalarını. Arkasından yine aynı dergide ne kadar süreyle uyarı yaptığını bildirdiler. 120 günlük bir sürede antikor düzeyinin düşmediğini gösterdiler. Hemen arkasından yine ayın dergide New England Journal of Medicine’de Moderna bu kez bir diğer mRNA aşısı üreten kuruluş, o da 2 makaleyle kendi aşısının güvenirlik ve etkinlik sonuçlarını yayınladı. Yani bir süreden beri konuşuyorduk bu aşılarla ilgili bilgileri, etkinlik çalışmalarının sonuçlarını biz basın bültenleri, basın açıklamalarıyla öğrendik. “Böyle şey olmaz, hakemli dergilerde makale gerekli” diyorduk, o makaleler de peyderpey yayınlanmaya başladı. Sürem bitiyor son bir nokta, bu da Lancet Infection Diseases Dergisi’nde yayınlanan makale, Eric Meyerowitz ve arkadaşları asemptomatik olguları ikiye ayırmışlar. Bir kısmı pre semptomatik dedikleri yani şu anda asemptomatik, belirtisiz bir grup var, enfekte birey, bunlar bir süre sonra aksırıyor, öksürüyor, ateşi çıkıyor, klinik bulgular oluşturuyorlar, hastalanıyorlar, hastalık belirtileri ortaya çıkıyor. “Bir grup var ki bunlar persistant asemptomatik olgular, hatta ağır olgular, hiçbir belirti vermeden çok uzun süre belirtisiz virüs yaymaya devam ediyorlar. Bu iki grubu birbirinden ayırt etmek gerekiyor” diyip bu belirtisiz asemptomatik olguları da kendi içlerinde ikiye ayrıldığını ve bunun önemli bir durum olduğunu, bireylerin ayrımının gerektiğini belirtiyorlar. 

ÖM: Bu son söylediğiniz bayağı kaygı verici bir başka durum da ortaya koymuyor değil doğrusu.

SB: Evet.

ÖM: Sürekli ısrarcı bir asemptomatik durum.

SB: Bu virüsle beraber bizim klasik hep başından beri söylüyorum, viroloji bilgilerimizle çok çelişen, o bilgilerle açıklanamayan birçok özelliğini saptadık. Bunun için ben dahil birçok meslektaşım da çok öğretici oldu bu virüs, gerçekten farklı davranan bir virüsle karşı karşıyayız ve aşılar devreye girdikten sonra aman sakın ola ki bu iş 1-2 ay içinde biter aşılama sistematik ve düzenli uygulanırsa diye düşünmemek lazım. Her an beklenmeyen, öngörülmeyen sürprizlerle bu sorunun bir süre daha devam etmesi mümkün. Burada da çok karamsar olmayayım ama ne yazık ki böyle bir durum göz ardı edilmemesi gerektiğini belirteyim, vurgulayayım. Bir de siz bahsederken zillete baktım, zilletin ne demek olduğunu İslam Ansiklopedisi’ne göre sözlükte zayıf, aciz ve zayıf itibarsız olmak, aşağılanmak yenik düşüp boyun eğmek anlamındaki zül kökeninden türüyormuş. 

ÖÖ: Aşağı yani?

SB: Evet.

ÖÖ: Nazizmin en çok kullandığı kavramlardan.

SB: Evet böyle bir korona dışı bilgi de paylaşmak istedim sizinle!

ÖM: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere!

SB: Görüşürüz efendim, sağ olun.