Covid-19 tedavisi için hidroksiklorokin şu anda sadece Rusya ve Türkiye’de kullanılıyor

-
Aa
+
a
a
a

Korona Günleri’nde Selim Badur, dünyadaki son durumu aktarırken Türk Tabipler Birliği’ne yönelik saldırı niteliğindeki açıklamalara yer verdi, son çalışmalardan bilgileri paylaştı.

Selim Badur'la Korona Günleri: 21 Eylül 2020
 

Selim Badur'la Korona Günleri: 21 Eylül 2020

podcast servisi: iTunes / RSS

(21 Eylül 2020 tarihinde Açık Gazete’nin köşelerinden Korona Günleri programında yayınlanmıştır.)

Özdeş Özbay: Merhabalar Selim Bey, günaydın!

Selim Badur: Günaydın, günaydın. Hepinize iyi haftalar diliyorum. 

Ö.Ö.: Teşekkürler!

C.T.: Günaydın efendim.

S.B.: Teşekkürler Sayın Tonbil.

Şimdi geçtiğimiz hafta perşembe günü yaptığımız programdan bugüne dek yaklaşık 1 milyon 165 bin 108 olgu saptanmış. Bu demek ki günde 291 bin 277 olgu var. Günde hemen hemen yaklaşık 300 bin yeni olgu bildirilmekte. Sonuçta toplam 30 milyonu aşmış, 31 milyona gelmek üzere tüm olgu sayısı dünyada. Peki ne oluyor ne bitiyor ülkelerde? Biraz bu konuda bilgi vereyim. Sadece gelişmekte olan ülkelerde, Asya’da Afrika’da değil, Avrupa’da da işler pek iyi gitmiyor. İngiltere’den başlayayım. 8 Mayıs’tan bu yana en yüksek sayı, hafta sonu, cumartesi günü 4.422 yeni olgu. Artık aynı aileden olmayanlar bir araya gelemeyecekler ve bütün eğlence yerleri de saat 22.00’de kapanacak.

Ö.Ö.: Sokaklarda bile 6 kişiden fazla bir araya gelemeyecekmiş.

S.B.: Evet. İngiltere’de ilk kez Avrupa Ülkeleri içerisinde “ikinci dalga geldi, geliyor” ciddi bir şekilde tartışılmaya başlandı ve İngiltere Sağlık Bakanı “her 8 günde 1 hastanede yatan olguların sayısı ikiye katlanıyor” demiş. Şimdi bu olgu sayısının artışı ama bunlar eş zamanlı olarak kaybedilen, yaşamını yitirenlerin sayısı o oranda artmıyor diyorduk ve bu nedenle bu durumu ikinci dalga olarak tanımlamak mümkün değil şekliyle konuşmuştuk ama hastaneye yatacak ağır hasta sayısı da hızla artmaya başlarsa, o zaman ikinci dalgadan bahsedilebilir diye söylemiştik ve eğer İngiltere’deki bakanlığın yaptığı açıklamada gerçekten her 8 günde bir hastaneye yatan ağır olgu sayısının ikiye katlanması söz konusuysa, bu durumda İngiltere’ni ikinci dalganın eşiğinde diyebiliriz. Aynı zamanda Boris Johnson “önlemleri sıkılaştıracağız çünkü hedef artık Noel'i kurtarmak” diye bir açıklama yaptı. Yani bu işin Noel dönemine, aralığın sonunda dek şiddetle artarak devam edeceğini ama bari o günlere biraz daha kontrol altına alarak girmemiz lazım diyorlar. İsrail’de rekor olgu sayısına ulaşıldı, 5.238 olgu bildirildi, hafta sonunda. İspanya’da çok fazla sayıda olgu çıkınca, Madrid’in banliyösünde ki daha mütevazı, daha çok emekçilerin oturduğu 858 bin kişilik bir bölge; bu da şehrin yaklaşık %13’ünü oluşturuyor. Sonuç olarak pazartesi gününden itibaren sadece zorunlu hallerde sokağa çıkabilecek bu bölgedekiler. Gördüğünüz gibi ülkeler için sokağa çıkma yasağı ilan etmek kolay ama bütün kenti kapatamıyorlar. Bir yerden de hayat devam ediyor. Bunun dengesinin iyi ayarlanması lazım. Oldukça garip bir durum bu; düşünüyor musunuz banliyöde, sokağın öteki tarafında oturanlar dışarı çıkabilecek ama bu tarafındakiler çıkamayacak gibi tuhaflıklar var. Fransa'da son 24 saatte 13.215 olgu ortaya çıktı. Bu önemli bir sayı. Almanya’da nisandan beri en yüksek sayı 2.297. Belçika’da 1 milyon kişiye 8 bin 600 olgu düşüyor, çok yüksek. Yunanistan ise olgu sayısındaki artış nedeniyle sinemaları kapattı ve evden çalışma çağrısında bulundu. Kısacası Avrupa’da işler pek iyi gitmiyor. Bu arada ilginç haberler var Belarus-Ukrayna sınırında. Binlerce Ortodoks Yahudi, bunlar Hasidik Yahudiler; kitlesel halde beklemeye başladılar. Ukrayna polisi içeri almıyor çünkü yıllık rutin olarak yaptıkları ziyareti yapmaya gelmişler; ancak sınırdan alınmıyorlar…

Fransa’da bu arada korona virüs nedeniyle yaşamını yitiren bireylerin aile fertleri, Başbakan Jean Catlex hakkında suç duyurusunda bulundular. Hükümet edemeyen, beceriksiz yöneticilersiniz şeklinde. Bu ilginç bir gelişme. Fransa'da oluyor böyle şeyler.

Ö.Ö.: Evet. Daha önce de bazı böyle davalar açılmıştı. Hatta devletler de birbirlerine karşı açmıştı ama bunların sonucu ne zaman ortaya çıkacak? Bilmiyoruz. 

S.B.: Evet sonuç çıkmasa bile, herhalde bu ilginç bir gelişme diye düşünüyorum.

Ö.Ö.: Evet tabi

S.B.: Sonuçlanmasa da, her ne kadar birtakım tartışmalar yürütülse de Fransa’da bazı konularda, farklı ülkelerde atılamayan adımlar atılıyor. Örneğin bu temaslıların karantinaya alınma süresi iki hafta 14 gündü bildiğiniz gibi, ülkemizde de bu şekilde uygulanıyor. Buna karşı Fransa, geçen hafta sonuna doğru 7 güne indirdi. Bir de okullarda olup bitene baktığımızda, çocukların kendi aralarında ve çocuktan erişkine bulaşma riski çok fazla değil. Erişkinden çocuklara bulaşabiliyor ve okulda bazı önlemler alınarak, okullar açılabilir diye bahsetmiştik. Böyle yaklaşan ülkeler var. Tedbirleri iyi aldığınız zaman, havalandırmak gibi, sınıftaki öğrenci sayısının azaltılması ya da bazı aktivitelerin durdurulması, örneğin müzik derslerinin, koroda şarkı söylenen derslerin yapılmaması, küçük gruplara ayrılan öğrencilerin diğer gruplarla temasının engellenmesi, kantin ve okul servislerinin faaliyetlerini durdurması gibi. Fransa, bir sınıfta Covid-19 olgusu çıktığında o sınıfı kapatıyordu, bazı bölgelerde de okul kapatılıyordu. Şu an da Fransa’da 60 bin kadar okul var, 81’i sadece kapatılmış durumda ama sınıfların sayısına baktığımız zaman 21 bin sınıf kapalı. Ancak bu haftadan itibaren, artık bir sınıfta, bir çocukta Covid-19 tanısı kesinleşince, artık sınıfın kapatılmayacağını ilan ettiler. Sadece 7 gün, o da 14 günden 7’ye indi, çocuğa izolasyon yapılacak. Bundan sonra hiçbir şekilde sınıf kapatılması söz konusu olmayacak. Buna karşılık bu karara, karantina süresinin azaltılması yaklaşımına Dünya Sağlık Örgütü karşı çıkıyor. 

Eğitimden bahsederken, Türkiye’de de bir açıklama yapıldı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk “Uzaktan eğitimde dünyadaki en iyi üç beş ülkeden bir tanesi Türkiye” dedi. Bir yandan bu açıklamalar bir yandan da uzaktan eğitim için gerekli araç gereçlerin Acun Ilıcalı tarafından karşılanması söz konusuymuş. Bu biraz değişik geldi bana. Bunu vurgulamak istedim. 

Şimdi önemli bir nokta hafta sonu Lancet Dergisi’nde yayımlanan “No patient safety without health worker safety” başlıklı bir yazı çıktı. Yani siz Türkiye’de sağlık çalışanlarının güvenliğini sağlayamazsanız, hastaların güvenliğini de sağlayamazsınız. Yazının içeriğine, ayrıntısına çok girmeyeceğim ama bir ülkede sağlıklı, düzgün bir sağlık hizmeti verilmek isteniyorsa, “her şeyden önce sağlık çalışanlarının güvenliğinin sağlanması lazım, onları korumak lazım” deniyor. Dünya böyle yaklaşırken, biliyorsunuz bizde Sayın Bahçeli Türk Tabipler Birliği’ni hedef alıp, “Derhal kapatılmalı. Yöneticilerinden de hesap sorulmalıdır”. Şimdi ben politik olarak, muhalif olarak MHP başkanını eleştirmek gibi bir amaç gütmeyeceğim bu programda. Sadece bu konuda niye söylenmek istediğini, hedefin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Yani Türk Tabipler Birliği’nin derhal kapatılması, yöneticilerinden de hesap sorulması talebinin nedeni nedir? Bunlar halkı paniğe ve yersiz güvensizliğe itiliyor şeklinde, bu nedenle de hainlik yapıyorlar. Şimdi acaba böyle mi diye bakıp, Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen haberleri biraz derlemeye çalıştım. Türkiye’de olup bitenlere odaklandım hafta sonu. İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Çamlı “Vakalar ve ölümler artarken, sağlık bakanın nasıl kritik son aylardayız deniyor. Bunu anlamakta güçlük çekiyoruz, ne son ayı? İşin, olayın başındayız” diyor. Bu önemli bir saptama. Birtakım röportajlar var. Örneğin Toraks Derneği’nden çok değerli bir sağlık çalışanı, bir hekim, bir öğretim üyesi olan sevgili Abdullah Sayıner’in gözlemi var. Kendisi Türk Toraks Derneği Etik Kurulu ve Genel Merkez Danışma Komitesi üyesi, Solunum Sistemi Enfeksiyonu Çalışma Kurulu üyesi. Sayıner’in açıklamasında başlangıçta bakanlık sayılarını ciddi bir şekilde izlemeye çalışıyorduk ve bilgiler güvenilir geliyordu ama şimdi çeşitli odalar, sendikalar, bazı belediyeler ellerindeki verileri döküyorlar ve bu resmi rakamlarla pek örtüşmüyor. Hatırlayacaksınız geçen hafta İstanbul’da, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde bir günde saptanan Covid hasta sayısı ve PCR testlerinin toplamı, resmi rakamlardaki tüm İstanbul için verilen rakamların üzerindeydi. Şimdi ya bu sayılar doğru değil ya verilen pozitif oranları her zaman kayıtlara geçmiyor ya da biraz ironik olarak Çapa ya da Cerrahpaşa’daki hastanelerinden bir tanesi İstanbul’un dışına alındı. Uzmanlık derneklerinin de, iki konudaki uyarısı var. Örneğin bir uzmanlık derneği, Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanlık Derneği. İki bildirisine değineceğim bu derneğin. Bir tanesi test sürecinde yanlış tercihler yapıldı şeklinde. Bunun nedeni, bilmiyorum izleme olanağı buldunuz mu? 19 Eylül Cuma günü oynanacak olan Antalyaspor Beşiktaş maçı öncesinde oyunculara, futbolculara PCR testi yapılmış. Bu konudan haberdar mısınız?

Ö.Ö.: Evet. Çok sayıda oyuncuda çıktığı söyleniyor.

S.B.: Antalya Spor oyuncularının neredeyse tamamında korona virüs pozitif çıkmış. Beşiktaşlılar demişler ki “gariplik var bunda. Böyleyse eğer maça çıkmayalım. Yapmayalım bu işi”. Tekrar test yapılmasını talep etmişler ve bütün Antalyaspor ekibine tekrar test yapılıyor. Bu sefer sadece bir oyuncu pozitif çıkıyor.

Ö.Ö.: Evet bu ikincisi görmemiştim. İkinci haberi...

S.B.: Sonuçta maç oynanıyor bildiğim kadarıyla. Ama Antalyaspor olayından hareketle, “Türkiye’de Covid-19 tanısında yanlış yaklaşımlar mı vardır? Doğrular ne olmalıdır?” diye bir soru soruyor Klinikmikrobiyoloji ve Uzmanlık Derneği. Bilmiyoruz, ben mi yanlış değerlendiriyorum? Örneğin böyle bir durum karşısında ya biraz PCR testlerine dikkat edin, Covid-19 PCR testleri yapma yetkisi verilirken sadece ekipman mı sorgulanmalı, bu laboratuvarların tam zamanlı tıbbi mikro biyoloji uzmanı sorumluluğunda görev yapması şartı aranmalı. Şimdi bunu söylemek nasıl bir vatan hainliğine eş tutuluyor, nasıl vatan hainliği olarak tanımlanıyor? Bunu anlamakta zorlanıyorum çünkü bugün biliyoruz ki böyle bir yaklaşım vardır Ankara’da sağlık otoritesinde. Parayla değil mi, biz aleti aldık, işte yapıyoruz. Bu iş bu kadar basit değil. Bu aşı üretimi konusunda da benimde bakanlıkla, çeşitli komisyonlarda görev aldığım, diyaloğumun olduğu dönemlerde hatırlarım. Bakanlık Bürokratlarından “biz niye aşı üretemiyoruz hocam? Biz de aşı üretelim. İşte binamız var, paramız da var, alet edevat da alırız. Biz neden üretemiyoruz?” diyorlardı. Aslında bunun bir bilim politikası, uzun vadeli bir yatırım, bir görüş, bir şeffaflık, bir bilime ve bilim insanına saygıyla paralel gittiğinin farkında değillerdi. Şimdi burada da anladığım kadarıyla daha küçük çapta bir konu belki ama hiçbir zaman; ya ben cihazı aldım, cihazı aldıktan sonra niye yapılmıyor ki işte başında da iki tane teknisyen, iki tane de hekimi oturttum düşüncesi hatalı. Şimdi bu böyle olmamalı. Nitekim olmadığı da pratikte görünüyor.

Ö.Ö.: Hatırlarsanız geçtiğimiz hafta Fransa’da laboratuvar çalışanları böyle bir eylem yapmışlardı. Benzer sorunlardan dolayı çok fazla üzerimize yük biniyor ve bu PCR test sonuçlarını da etkiliyor diye 4 bin kişi sanırım eylem yapmışlardı. Çalışma koşullarını da eleştiren.

S.B.: Evet. Bir başka Uzmanlık Derneği’nin görüşme açıklamasına değinip, oraya gelmek istiyorum. Yani Türkiye’deki hekimlerin ve sağlık çalışanlarının “siz yönetemiyorsunuz, biz tükeniyoruz, ölüyoruz” sloganıyla yaptıkları protesto yarım saat sürüyor. Siyah kurdele takıyorlar göğüslerine ve tekrar görevlerinin başına gidiyorlar. Fransa’daki gibi bir günü protestoya ayırıp, görevlerinden ayrılmıyorlar üstelik. 

Bir diğer çalışmayı söyleyecektim. Hidroksiklorokin tedavisiyle ilgili olarak yine klinik mikrobiyoloji ve enfeksiyon hastalıklarından Prof. Dr. Önder Ergönül ve Prof. Özlem Ada: kendileri sağlık bakanlığına çağrı yaparak hidroksiklorokin’in sağlık bakanlığında yayımladığı tedavi protokolünden çıkarılmasını önermekteler. Diyorlar ki “tedavi algoritmasının baktığımızda: gerçeği görmeme eğilimi olduğunu söyleyerek bilim insanlarının sadece gerçeklerin peşinde olduğunu unutuyorsunuz, her gün tüm verileri derleyip, gözden geçirip, süzüyor ve en doğru yaklaşımın ne olduğunu kamuoyu ve sağlık otoritesine bildirmeye çalışıyoruz”. Bu hidroksiklorokin şu an da resmi devlet tarafından belirlenen algoritma içerisinde iki ülkede hala varlığını koruyor. Birisi Rusya diğeri Türkiye. İspanya’da biraz karışık bir durum var ama bunun dışında hiçbir ülkede yok. Bu iki bilim insanının önerisini bakanlığın dikkate alacağını bekliyorum ama çok geç kalmamalarını öneriyorum. Sağlık bakanlığının bir bilim kurulu var ama bu gibi yapılar doğası gereği bilimsellikten uzaklaşabiliyorlar. Bu da önemli bir nokta, sonra buna da değinelim. Bu bütün dünyada böyledir. “Biz sağlık bakanlığına destek olmak istiyoruz. Diyoruz ki sorun ülkemizin sorunu. Karar verecek olan bir tane bakanlık bir tane otorite var ve hidroksiklorokin’in protokolden neden çıkartılması gerektiğini açıkladıktan sonra şunun ekliyorlar: “bizde on binlerce hasta tedavi edildi. Bu hastalara ait her hekim verilerini bir merkezi bilgi toplama ünitesine gönderdi. Ancak paylaşılmadığı için veriler, biz bilemiyoruz hidroksiklorokin kullanan hekimlerin herhangi bir yan etki gördüler mi, olumlu sonuç aldılar mı, almadılar mı? Ama bu eksikler giderilmedikçe doğru dürüst çalışma yapamıyoruz, doğruyu bulamıyoruz” diyorlar. 

Ö.Ö.: Özür dilerim. Siz az evvel sadece Rusya ve Türkiye’de mi kullanılmaya devam ediyor demiştiniz? 

S.B.: Evet. 

Ö.Ö.: ABD’de de kullanılmıyor mu artık? Çünkü Trump çok bunu savunuyordu.

S.B.: Şimdi Türkiye’deki Tabip Odası’yla ilgili söylemek istediklerimi bitireyim. Şimdi bu iki örnek Klinik mikrobiyoloji ve enfeksiyon hastalıkları Uzmanlık Derneği’nin yaptığı “PCR testleri kullanımı konusunda kaygılar, hidroksiklorokin kullanımıyla ilgili öneriler”: bunların, Allah’ınızı severseniz, neresi vatan hainliğiyle ilgili, nasıl bir güvensizlik, nasıl bir değerlendirmedir bu? Bunu anlamak mümkün değil. 

Akdeniz Üniversite’sine geçiyorum. Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Murat Yılmaz genç hastaların sayısında artış olduğunu dikkat ederek, “hastalar yağmur gibi yağıyor ama sağlık çalışanları da yaprak gibi dökülüyor”. 

Ankara’ya geçiyorum. Ankara’da filyasyon ekipleri var biliyorsunuz. Hani temaslıları takip eden, onları izleyen ve onlardan bilgi toplayan ve yardım götüren insanlar. Eskiden bir pozitif olgu saptandığında, aynı gün filyasyon ekipleri çalışmaya başlardı. Artık hastaya ulaşmaları 2-3 günü buluyormuş. Bu nedenle çok farklı meslek gruplarını filyasyon ekiplerinde görevlendirmeye başladılar. Önce hekimlerdi, daha sonra hemşireler, hasta bakıcılar, diş hekimlerinden yardım istendi. Şimdi de artık sağlıkla konusu, ilgisi olmayan; örneğin ambulans şoförleri, kırsal kesimde ise jandarma filyasyon ekiplerinde çalışmaya başladılar. Demek ki filyasyon ekiplerinin olguya ulaşması 2-3 günü bulunca, vakaların artması sonucunda ilave personel desteği farklı meslekler gruplarından yapılınca, bunu gördüğünüz zaman bir sorun var. Yaşanan gerçeğin bize yansıtılmadığını gösteren bulgular var. Türk Tabipler Birliği, aile hekimlerine bir anket yaptı 913 aile hekimi arasında. Katılımcıların %41,2’si aile sağlığı merkezinde koronavirüs geçiren sağlık çalışanı olduğunu söylemiş. Şimdi bu çok önemli bir nokta. İkincisi, hani bunlar “paraya” meraklı derlerdi, sağlık bakanlığı tarafından ağustos ayında aile hekimlerine pandemi nedeniyle ek ödeme yapılmasının, salgınla mücadeleye bir katkısı olmayacağını, bunun gereksiz olduğunu söylemiş aile hekimleri. Şimdi bütün bu sorunlar varken, bu demeçler, bilgiler, verilere sahipken; kalkıp bu insanları, bu meslek grubunu kınamak ve bunları yıpratmak, bunları üzmek, bunları rencide etmek hiç akıl karı bir iş değil. Virüsle mücadelede ön safta olan sağlıkçılar ki bununla ilgili Prof. Dr. Talat Kılıç T24 sitesinde yazmış. Kendisi diyor ki “sağlıkçılar tükenmekte olduklarını söylüyorlar. Yetişemediklerini, yıprandıklarını, baş etmekte zorlandıklarını söylüyorlar” ve doğal olarak meslek grupları, sağlık çalışanlarının üyelerine sahip çıkıyorlar. Kimse biz işimizi bırakalım gibi teklifte bulunmuyor. Özverili bir şekilde görevini yerine getiriyorlar. Bir de tabii artık düzeyi çok belirgin olmaya başladı bu çeşitli sosyal medyada yazılar yazan trollerin. “Ne ağlayıp duruyorsunuz? Asker, polis de risk altında çalışıyor. Sizin gibi yakınıyor mu onlar?” diye mesajlar geliyor iktidarın görüşlerini destekleyen. “Kimsenin ağladığı filan yok, arkadaşlarımız ölüyor, yoğun bakımlara düşüyorlar ama yine de herkes özverili bir şekilde görevini sürdürüyor. Tükeniyoruz derken bu bencilce söylenmiş bir sözcük değil, bir yakınma” diyor sevgili Talat Kılıç ve gerçekten de biraz önce örneğini vermeye çalıştım. Laboratuvar çalışanlarının, Avrupa’da, protestolarına değinirken, biliyorum o protestolar bir gün işi bırakmaya filan gitti. Türkiye’de yapılan protestolar sadece dakikalarla. Ondan sonra herkes görevinin başına dönüyor ve özverili çalışmalarını sürdürüyorlar.

Ö.Ö.: Bu arada her yerde yaşanmıştı. Son birkaç ay içerisinde ABD’de, İngiltere’de, Yunanistan’da hep haberlerini verdik. Sağlık emekçileri birçok yerde toplum sağlığını korumak için hem de çalışma koşulları için zaten grevler yapmışlardı. 

S.B.: Evet. Türk Tabipler Birliği sonuçta bu Ankara’dan gelen herhangi bir anlam yüklemenin, bir farklı görüş ifadesi filan değil bu. Yani bunu anlamak gerçekten mümkün değil. “Tabip Odası kapatılsın” ne demek, neyi amaçlıyor? Yani bu bir hainlik, muhaliflik filan da değil, kendi görüşünden olmayanları yıpratmak da değil. Bu anlamsız, aptalca, tutarsız bir demeç, bir çağrı ve Türk Tabipler Birliği diyor ki “sağlık emekçileri koronavirüs salgının endişe verici bir seyir izlediğine dikkat çekiyorlar”. Bir salgında işler yolunda gitmiyor demek, bu bir yerde sağlık otoritesinin doğruyu yapması için ona yol göstermektir ve demeçlerinde örneğin partiler bir araya gelmeli, TBMM’nin açılmasını beklemeden salgın konusunda iş birliği, koordinasyon sağlanmalı, bireysel tedbirlerle salgın engellenemez, muhakkak sağlık bakanlığı il hususlar kurullarını işlevli kılmalı, başta belediye ve kent konseyleri olmak üzere sendikalar, dernekler tüm bunlar bir arada, katılımcı bir yaklaşımla konunun üzerine gidilmeli, birçok ülkede yapıldığı gibi meslek hastalığı tanımı kabul edilmeli ve belki bundan rahatsız oldular, sağlıkta dönüşüm programı iptal edilmeli çünkü sağlıkta dönüşüm programının bu pandemi döneminde ne kadar anlamsız ve sağlık alanında çalışan özel sektörü koruduğu, kolladığı net bir şekilde ortaya kondu. Çalışma şartları iyileştirmeli. Hatırlıyorsunuz geçen hafta da bahsetmiştik. Çalışma koşullarından bahsederken, yapılan anketlerde kaçar saat çalıştıklarına değinmiştik. Çalışma saatlerine baktığımızda %79,9’u, yani %80’i neredeyse haftalık ortalama 45 saatin altında, %15,3’ü 46-55 saat çalışıyor, %2,4’ü 56-65, diğer %2,4’ü haftada 66 saatin üzerinde çalışıyor. Bunlar normal çalışma koşulları değil. Bu insanlar çok özveriyle, şikâyet etmeden sadece söyledikleri ve eleştirdikleri nokta “bu süreç daha iyi yönetilsin, topluma daha yararlı, daha mantıklı, daha düzgün hizmet verelim” kaygısıyla... Yani bunları gerçekten anlamakta zorlanıyorum ve İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Sayın Osman Öztürk yapılan bu açıklamalardan sonra çok doğru bir tespitte bulunuyor: “Şu bilinsin ki Türk Tabipler Birliği’ne ve hekimlere saldıran çok siyasetçi gördük ama hepsi gitti biz kaldık”. 

Şişli Etfal Hastanesi’nde, Şişli Eğitim ve Örgütlenme Sekreteri Fırat Burak Gürhan yapılan bir basın açıklaması sırasında şöyle demiş: “bir hastanede güvenlik görevlisi bir arkadaşımızı Covid’ten kaybettik. Onu virüs elimizden aldı ama virüs sadece tek başına değil de bakanlığın, yöneticilerin ısrarlı politikası da onu elimizden aldı”. Yaşamını yitiren diğer sağlık çalışanlarına da değiniyor. Tabii bugün Türkiye’deki olup bitenleri gerçekten anlamak pek mümkün değil diyorum ve ısrarla vurguluyorum. Bu çok yanlış ve çok anlamsız bir çağrı. Yani barolara yapılanın aynısı, yapılmaya çalışıyor. Aslında bir iki nedeni var. Birincisi herhalde olayın, ipin ucunun kaçtığını, olayın söylenenlerin dışında çok daha vahim olduğunun öğrenilmesini pek istemiyorlar. Diğeri de kendilerine muhalif olan bir meslek grubunu bu bahaneyle ortadan kaldırmak, yıpratmak gibi ama bu olmayacaktır çünkü neredeyse hekimlerin %90’ından fazlası Türk Tabipler Birliği üyesidir ve kendi özgür iradeleriyle seçerler Tabipler Birliği Yöneticilerini. Neyse bu konuya biraz fazlaca değinmiş oldum ama önemli olduğunu düşünüyorum.

Ö.Ö.: Muhtemelen Türkiye’deki en önemli konu aslında bu.

S.B.: Evet. Hocalarımızdan, eğer dinliyorsa kendilerine saygılarımı, sevgililerimi iletmek isterim Profesör Özdemir Akman. O da çok hoş bir yazı yazmış. Atalarımız diyor sayın Akman, “tıp ilmiyle uğraşanları himaye etmek sultanların güzel adetlerindendir. Sultan 3.Mustafa döneminde tıp ilmiyle uğraşanları himaye etmek sultanların güzel adetlerindendir. Benim bu hükmümü bozarak muhalefet eden evladımdan ve akrabalarımdan da olsa, kim olursa olsun Allah emrinde günahkâr olup, meleklerin ve insanların lanetine uğrayabilir”. Sevgili Özdemir Akman bunun saptamasını ya da bunun bilgisini de aktarmak istedim.

Son bir şey olarak. Türkiye’deki birçok uzmanlık derneği. Örneğin Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği: “bu zor koşullar altında çalışırken kaybettiğimiz meslektaşlarımızı anmamızın ve sağlık çalışanlarıyla dayanışmamızın vatan hainliğiyle eş tutulmasının ve Türk Tabipler Birliği’nin kapatılmasının talep edilmesi kabul edilemez” diyor. Gerçekten de çok anlamsız, çok yersiz, akılla ilgisi olmayan bir durum.

Ö.Ö.: 5 dakika aştık Selim Bey. Var mı son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler?

S.B.: Yok hayır. Diğer programda devam ederiz.

Ö.Ö.: Perşembe günü o zaman görüşmek üzere. Çok teşekkür ederiz.

Ö.Ö.: Teşekkürler, sağ olun. İyi günler!

C.T.: Görüşmek üzere.