Pandeminin kardiyovasküler riskleri: Prof. Dr. Gökçen Orhan ile söyleşi

-
Aa
+
a
a
a

Önce Sağlık programının 16 Nisan 2021 tarihli nüshasında konuğumuz Prof. Dr. Gökçen Orhan ile pandeminin kardiyovasküler risklerini ve ilk romanı Emanet Kalp’i konuştuk.

Önce Sağlık: 16 Nisan 2021
 

Önce Sağlık: 16 Nisan 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(16 Nisan 2021 tarihinde Açık Radyo’da Önce Sağlık programında yayınlanmıştır.)

Selim Badur: İyi günler sevgili Açık Radyo dinleyicileri, ben Selim Badur.

Ayşegül Tözeren: Ben Ayşegül Tözeren. 

SB: 16 Nisan, Nisan ayının ortasındayız, bir cuma günü saat 13.00, yine 95.0 Açık Radyo’da Önce Sağlık programında birlikteyiz. Bugünkü değerli konuğumuzu sevgili Ayşegül tanıtıyor.

AT: Çok teşekkür ederim. Ani bir ölüme ilişkin anma ile başlamak isterim. Melih hoca çok iyi piyano çalardı, tam bir opera tutkunuydu ve şahane bir okurdu. TTB’nin Edebiyat Kolu’yla birlikte Melih hocayla pek çok kenti dolaşma şansı bulmuştum ben. Samsun’a, Adana’ya Yaşar Kemal’i anmaya, Edirne’ye birlikte gitmiştik Melih hocayla. Kendisinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Konuğumuza gelelim, konuğumuz da çok yönle bir hekim. Prof. Dr. Gökçen Orhan’ı tanıtacağım size, kendisi Siyami Ersek’te klinik şefi, yalnız klinik şefi deyince acaba hangi bölümde diye düşünebilirsiniz. En değişik, en ölümle yaşamın birbirine girdiği bölümde, kalp nakli bölümünde, kalp naklinin önemli bir ismiyle konuşuyor olacağız. Kardiyovasküler sistemi çok iyi bilen, bundan dolayı birden fazla konuyu tartışıyor olacağız. Bundan dolayı da aslında sadece kalp nakli, kardiyovasküler hastalıklar konuşacağımız düşünmeyin. Bize Gökçen hocamız bir sürprizle geldi, ilk romanı ‘Emanet Kalp’le geldi. Onu da elbette konuşacağız, sanıyorum bu geçmişinin deneyimini de o romanda görebiliyoruz. Bunları konuşacağız, son bir şey daha 13-19 Nisan Kalp Haftası, Kalp Sağlığı Haftası, kalp sağlığı haftasının olmasının da ayrı bir önemi var, önemli bir kardiyovaskülerciyi çağırdık programımıza.

SB: Hoş geldiniz hocam!

Gökçen Orhan: Hoş bulduk!

SB: Bu yoğun programınızın içinde bize vakit ayırdığınız için gerçekten çok teşekkür ederim. 

GO: Ben çok teşekkür ederim, sizlerle beraber olmak çok büyük bir zevk, bu arada ben Melih hocamın nezdinde tüm sağlık çalışanlarına, bu savaşta hayatını kaybetmiş tüm sağlık şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum, önlerinde saygıyla eğiliyorum. Bu ülkeye inanılmaz bir hizmet veriyorlar.

SB: Çok haklısınız hocam, dünyada, ülkemizde yaşamları pahasına çalışan ama bu arada sürekli de eleştirilen bir fedakârlar ordusu söz konusu. Ben de sevgili Melih Aktan’ı sevgi ve saygıyla anmak istiyorum, kendisiyle beraber çalışmadım ama bir dostluğum vardı. Ayşegül’ün de belirttiği gibi gerçekten çok kültürlü, branşında çok iyi olan bir hemotolog ve aynı zamanda çok iyi bir hocaydı, öğrencileriyle diyaloğu çok iyiydi. Ayşegül onun müzikle olan ilgisinden bahsetti, ben de Melih’in örneğin Bizans kültürüne çok hakim olduğunu biliyorum. Işıklar içinde diyelim, hep öyle deniyor, yattığı yer kendisini rahatsız etmesin. Bu da sevgili Sırrı Süreyya Önder’in, yine hepimizin hocası Prof. Dr. Oğuz Lav için söylediği bir sözdü, çok seviyorum ben bunu. Gerçekten yattığı yer kendini zedelemesin, incitmesin. Evet biraz hüzünlü başladık ama sevgili Gökçen Orhan hocaya sorularımız Ayşegül başla.

AT: Evet, vefat eden sağlık çalışanlarından bahsettik, şu ana kadar 404 sağlık çalışanını yitirdik, çok yüksek bir sayı. Her birini anıyoruz. İlk kitabınızdan biraz bahsederek başlamak istiyorum, Hep Kitap etiketiyle yayınlandı ‘Emanet Kalp’ iddialı da bir ön cümle kurdu okurla buluşurken “Sakin olun, her şey yolunda, artık yeni bir kalbiniz var”. Bu cümlenin de ardında bir ömür var gibi, kaç yıllık kalp damar cerrahısınız?

GO: 29 yıllık kalp, damar cerrahıyım ve şanslı bir kalp, damar cerrahıyım çünkü hep Siyami Ersek’te çalıştım, yurt dışında çalıştığım merkezlerde geçirdiğim süre, eğitim aldığım dönemler hariç yurt dışında, bir de 28 günlük kısacık kısa dönem askerlik dönemim hariç tamamıyla 29 yılımı Siyami Ersek’te geçirdim ve tabir-i caizse Siyami Ersek’in bütün geçmişine, 30 yıllık geçmişine hakimim. Asistanlığım burada geçti, uzmanlığım burada geçti, doçentliğim, profesörlüğüm, klinik şefliğim hepsi burada geçti. Onun için ben kendimi çok şanslı addediyorum.

SB: Çok güzel, böyle bir kurumsallaşma, bireyler için de kurumsallaşma ülkemizde ne yazık ki çok olmuyor ama çok önemli, çok değerli bir şey. Siz çok eskiden beri dediniz ama böyle başlarken “ne zamandan beri? “Çocukluğumdan beri” filan derler, böyle bir şey bekliyordum!

GO: Aslında biraz hasbelkader doktor oldum, biraz annem babam istedi, biraz ben ittiler, hani doktor olmayı çok ister miydim? Çok emin değilim ama artık tabii bu kadar yıl sonra bunu tartışmanın anlamı da yok.

SB: Evet. Peki neden kalp cerrahisi?

GO: Ben bitirdiğim zaman önümde iki tane seçenek vardı düşündüğümde, bir kere cerrah olmak istiyordum, ondan kesinlikle emindim. Dahiliye bana göre değil, evet hastaları çok seviyorum, hastalara dokunmayı seviyorum, bunlar çok güzel ama siz de çok iyi bilirsiniz ki insanlar ikiye ayrılıyor, tıp fakültesini seçmiş insanlar ya dahiliyeyi seçerler ya cerrahiyi seçerler. Aslında temel bilimlerdekiler de dahili bilimlerin içinde oluyor. Yapı itibariyle siz biraz daha heyecanlıysanız, biraz daha tutkuluysanız, biraz daha içinizde ‘insanların daha içinin içine dokunmak’ varsa cerrahiyi seçiyorsunuz ve ben öğrenciliğimden beri hep cerrahide yatıp kalkan biriydim, cerrahi stajlarım çok başarılı geçerdi, dahiliye stajlarım felaket geçerdi. Bizim dönemimiz yıllar öncesini hatırlarsanız Özal dönemiydi ve Özal yeni bypass olmuştu ve kalp cerrahisi inanılmaz popülerdi Türkiye’de de dünyada da. Çok ciddi yatırımlar vardı, Siyami Ersek’e de çok ciddi yatırımlar vardı, ben o dönemin tabir-i caizse argo tabiriyle gazının içerisinde kalp damar cerrahı oluverdim.

SB: Çok güzel üstelik de öyle coşkuyla ve keyifle anlatıyorsunuz ki sanıyorum en önemli şey yaptığınız işi sevmek ne yaparsanız yapın. O çok önemli bir şey herhalde, severek yaptığınız belli oluyor. 

GO: İşimi severek yapıyor muyum? Tartışabilirim, çok samimi söylüyorum tartışabilirim, aslında işimi çok seviyorum ama işimi yapmaktan o derecede mutlu muyum? Hele şu son yıllarda pek mutlu değilim çünkü hepimizin yaşadığı sorunlar, hastalardan ziyade hasta yakınlarıyla yaşadığımız sorunlar. Sistemin getirdiği üzerimizdeki yükün yorgunluğu beni yavaş yavaş yormaya başladı. 

SB: Anladım, peki Ayşegül kitaptan bahsediyordun?

AT: Evet sanıyorum, bu yorgunluk anında da bir çıkış yolu aradınız gibi hissediyorum. Bu edebiyat mı oldu acaba yoksa hep mi edebiyat hayatınızda vardı?

GO: Ben aslında Galatasaray Lisesi’nde okurken bol kitap okumaya otomatize birisiydim. Çünkü aldığımız eğitim gereği bize okumak ve yazmak üzerine bir eğitim verildi. Küçükken de, ilkokuldayken de hatırlarsanız şimdi yok onlar sanırım küçük küçük Doğan Kitapları vardı, çocuk romanları. Ben onların hepsinin serisini 3. sınıfta bitirmiştim, hepsini okumuştum. Benim için okumak her zaman bir tabir-i caizse bir kaçış, bir nefes alma yeri oldu ama zaman içerisinde o anda fark etmediğiniz öğrencilikte fark etmediğiniz şey, bunların hepsinin size bir birikim yaptığı. Pandemi döneminde benim çok sevdiğim yazar arkadaşım Bedia Ceylan Güzelce bir gün beni aradı büyük bir panik içerisinde, pandemide ne tedbirler alacağını bana sordu. Ben de ona sabırla yaklaşık 30 dakika kadar anlattım. Gerçi şimdi Selim hocam bana diyecek ki bir kalp damarcı olarak ne biliyordun ki anlattın?

SB: Aman olur mu öyle şey?

GO: Okuduğum kadarını dilim döndüğünce anlattım. Sonra dedim ki “ya Bedia ben sana bir şey sorabilir miyim?”, “Tabii” dedi, “ben hep bir roman yazmak istiyorum ama hastane bilgisayarımda, ev bilgisayarımda kopuk kopuk metinler var” dedim “dur sana bir kitap yolluyorum” dedi ve bana bir kitap yolladı PDF’sini. Büyük bir hızla onu okudum, sonra tekrar aradım heyecanla “ne yapacağım?” dedim, o da dedi ki “şimdi bana 15 tane ayrı ayrı öykü yazacaksın ama birbiriyle bağlantılı dedi” ameliyatta onun gibi. Yöntemi alınca yazmaya başladım, yazdıkça bir hoşuma gitti, bir hoşuma gitti, bir güzel geldi! Meğer yazmak ne güzelmiş, ben bunca yıl neden yazmamışım…

SB: Hocam yayında bir aksaklık oldu özür dilerim, kaldığımız yerden sürdüreceğiz ama biz bu program sırasında 3 müzik arası veriyoruz. Ayşegül’le ne çalacağımızı konuşurken “kalple ilgili parçalar çalalım” dedik, ilk parçada benim aklıma doğrusunu isterseniz Marilyn Monroe geldi ‘My heart belongs to dady’ biz yokken o parçayı dinlemiş dinleyiciler. 

GO: Çok şanslılar ne güzel, böyle bir parçayı dinlemişler! Bu arada hocam biliyor musunuz biz ameliyathanede yeri geldiğinde müzik de dinleriz. Ameliyathaneler çok ciddi yerler gibi gözükse de müzik dinlemeyi severiz çünkü bizi rahatlatır. Az önce siz şey sormuştunuz, ne zamanlar yazdınız? Dediğim gibi ben fırsat bulduğum her yerde yazmaya çalıştım, sonra da buna çok otomatizma geliştirdim, fırsat bulduğum her yerde yazarak yaklaşık 4-5 ay içinde bitirdim. Sonra edit aşaması 3-4 ay sürdü, sonra da yayına hazırlanması sürdü. 

SB: Peki biraz kitabın dışına çıkalım, müsaade ederseniz yine kardiyoloji ile ilgili konuşacağız ama özellikle Ayşegül’ün de belirttiği gibi Kalp Haftası olduğu için ama ben şu pandemi döneminde farklı branşlar farklı sorunlar yaşadılar, farklı yük yaşadılar, sizin açınızdan nasıl geçti bu pandemi ayları, pandemi günleri süreci?

GO: Şimdi Siyami Ersek hastanesi olarak elimizden geldiğince kalp hizmetini sürdürmeye çalıştık. Biz pandemi hastanesi olarak görev yapmak yerine bize gelen Covid pozitif pastaları doğru yönlendirerek kalp yükünü taşımaya çalıştık ama tabii bizim için çok zor oldu çünkü kalp ameliyatı yaptığınız ya da anjiyografik girişim yaptığınız birçok hastada pandemi döneminde aynı zamanda Covid geçirebiliyor. Bu hastaları kendi içimizde kendi yoğun bakımımızda takip ettik ve ciddi bir deneyim geliştirdik. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki bu hasta grubunda pıhtı sorunları oldukça fazla, bunlara yönelik tedbirlerimizi ve otomatizmalarımızı geliştirdik. Ancak hâlâ şu anda içinde olduğumuz pandemi döneminde yaşadığımız dalgalarda acil vakalar dışında elektif vakaları mümkün olduğunca bekletmeye çalışıyoruz ki bu yükün altından kalkabilelim. 

SB: Evet Ayşegül.

AT: Bilmiyorum siz söylediniz mi?

SB: Biz biraz kitaptan konuştuk. 

AT: Kopuştan dolayı dinleyicilerimizden özür diliyoruz, bizim çok alışık olmadığımız bir deneyim yaşıyoruz. Bugün yayın kopmaları çok yaşadık ama Gökçen hocayla konuşmayı sürdüreceğiz zaten, ondan dolayı devam edebiliriz. Şimdi iki soruyu birleştireyim Gökçen hoca, birincisi nasıl, kitabınızı yayınlama sürecine soktunuz? Nasıl kitap yazmaya bu yoğunluğunuz arasında zaman ayırabildiniz? Buna rahat rahat yanıt verin lütfen, önümüzdeki hafta da devam edeceğiz. 

GO: Çok teşekkür ederim. Şimdi yoğunluğun arasında kitap yazmaya vakit nasıl buldum? Ben yazmaya başlayınca birdenbire bir şeyler oldu, ben de anlayamadım. Önce yazmanın çok zor olduğunu zannediyordum ama yazdıkça tabir-i caizse yazasım geldi. Hani bu ameliyat yapmak gibi, ellerim klavyenin üzerinde daha iyi çalışmaya başladı. Ben böyle el yazısıyla yazan birisi değilim, klavye ile yazıyorum. Birdenbire o sözcüklerin döküldüğünü görmeye başladı, hani aynen bisiklete binmek gibi, bindikçe daha rahat binmeye başladım. Zaten bir süre sonra ne yazdığımı ben de fark etmemeye başladım, spontane yazmaya başladım. Birçok doktor arkadaşım yazmayı deniyor ya da birçok insan yazmayı deniyor, benim onlara naçizane, asla yazar değilim, bu deneyimden yeni çıkmış biri olarak söylüyorum çünkü daha yola yeni çıkıyorum. Çok bir şey söyleme şansım yok, yazar olarak eksper sayılmam ama yoldayken gördüğüm şey bir kere yazmaktan korkmamak gerekiyor. Siz yazdıkça yazasınız geliyor, siz kendinizi ifade ettikçe kendi dilinizde daha da gelişiyorsunuz. Biraz da çevreden gelen pozitif yaklaşımlara izin vermek gerekiyor. Çünkü onlar size çok güzel yönlendiriyor ama şunu da yapmamak lazım, onların içerisinde kalıp kendi kaleminizi kaybetmemeniz, bir başkasının kötü bir kopyası olmamanız gerekiyor bence. Bir de benim uyguladığım bir şey vardı, yazdıklarımı sesli olarak kendime geri okuyordum. Eğer kulağıma iyi geliyorsa diyordum ki “iyi yazmışım”, eğer kulağımı tırmalayan bir şeyler oluyorsa yeniden yazıyordum. Bu da belki de benim lise yıllarımdan kalma bir alışkanlık, bize hep şey derlerdi “Fransızca konuşurken ya da bir metin yazdığınızda okuyun, kulağınızı tırmalıyorsa anlayın ki yanlıştır o” hani onun getirdiği bir alışkanlıkla böyle yazmayı denedim. Zaman bulmayı da, her fırsat bulduğumda hatta iki ameliyat arasında bile kucağımda ben roman yazdığımı biliyorum, yani romanın bir parçasını yazdığımı biliyorum. Sahilde yazdım, işte evde yazdım, her yerde yazmayı denedim, ortaya bu kitap çıktı. 

SB: Ne güzel! Çok keyifli, bir şey sormak istiyorum, bu cerrahlar için önemli mi? Çünkü siz sabahları ameliyata erken başlarsınız bildiğim kadarıyla değil mi?

GO: Kesinlikle, benim rutin kalkışım genelde 06:40’tır, hayata erken başlıyoruz.

SB: Peki kaçta yatıyorsunuz?

GO: Ben biraz az uyuyan bir insanım, elimde değil, 12-01 gibi falan yatarım gece. 

SB: Çok özel şeyleri konuşuyoruz, ne seversiniz yemeklerden filan diye sormayacağım!

AT: Burcunuz nedir?

GO: Yıllardır az uyurum. 

SB: Peki çok teşekkürler bu bilgiler için, anladığım kadarıyla bu ilk roman şeklinde bahsediyorsunuz, bunun devam gelecek yani siz bu işten hoşlanmışsınız bayağı?

GO: Ben bu işi sevdim. Şu anda da kurguladığım birkaç tane daha öyküm var, kurgularını yaptım, şimdi onların üzerinde çalışıyorum. Bütün kitaplarımda öyle ya da böyle ben mutlaka içinde mutlaka cerrahi bir bölüm olacak. Nitekim yeni verdiğim bir röportajda, aslında bunu Financial Times’taki bir yazıdan kopyalayıp Türkçeye çevirdim, ben bunu okurken etrafı da biraz araştırdım, evet çok psikoloji kitabı yazıldı, çok psikiyatri kitabı yazıldı roman şeklinde ama benim gördüğüm belki de ben yanılıyorum, Türkiye’de ilk neşter edebiyatı bu oldu. Ben ona ‘neşter edebiyatı’ dedim ama bu benim orijinal sözüm değil İngilizce bir sözden çevirme. 

SB: Çok hoş.

GO: Ama çok da iddialı değilim, daha önce de yazılmış olabilir. 

SB: Anlıyorum ama pek sık rastlanılan bir yaklaşım değil en azından, haklısınız polisiye romanlarda filan vardır böyle adli tıpçılar, patalogların falan, otopsiler filan da gerçek bir cerrahın yaptığı ona dayanan, o cerrahi öykülerin olduğu roman pek yoktur, haklısınız.

GO: Ben içine biraz cerrahi öyküler yazmaya çalıştım sebebi şu, tabii bunu çok daha basit bir dille anlatmaya çalışarak, bence insan en iyi bildiğini yazmalı. 

SB: Çok doğru, çok haklısınız. Ben birdenbire nedense sizi görünce coştum, böyle soruyorum ama Ayşegül varken benim haddim değil böyle edebiyat eleştirisi ya da soruları sormak ama Ayşegül durdur beni yani! Buyur söz sende.

AT: O zaman tekrar pandemi konusuna girelim. Çok güzel sorular sordunuz hocam! Tabii bu kadar psikiyatrik roman deyince aklıma diziler de geliyor, onları başka zaman soralım. Gülseren Budayıcıoğlu’nun 3 romanı birden -bir psikiyatr hekim o da- kanallarda dizi olarak oynuyor şu anda. 

SB: Gökçen hocam dolaylı yoldan bir dizi teklifi var size farkındaysanız!

GO: Ayşegül Hanım bu bir teklifse direk kabul ettim!

AT: Dijital kanallarda siz de devam edersiniz daha şey diye düşünüyorum. Ben devam edeceğim buna. Tekrar pandemiye dönersek, Covid-19’un sadece bildiğimiz anlamda bir organ tutulumu olan, özellikle akciğer tutulumu olan bir enfeksiyon olmadığının da farkındayız. Kardiyovasküler komplikasyonları var, uzun dönem komplikasyonları var, artık post-Covid konuşmaya başladık ve ben şunu görüyorum ki aslında çoğu kişi birbiriyle konuşurken enfeksiyonun kendi prezentasyonundan çok “kardiyovasküler risklere yönelik önlem aldın mı?” diye sormaya başladılar. Hatta göğüs hastalıkları uzmanları da bu şekilde yaklaşıyor. Biraz kardiyovasküler riskleri hakkında bilgi verir misiniz bize? Yani Covid-19’la kimseyi korkutmak istemiyoruz bu kadar da pandemi yaygınken, 60 binlerin üzerinde vaka varken ama en azından bilinçlenmek gerektiğini düşünüyorum bu konuda. Bize bu riskler konusunda bilgi verme şansınız var mı?

GO: Bildiğiniz gibi Covid-19’daki asıl sorun, tamam virüs enfeksyionu çok önemli ama vücudumuzun ona gösterdiği tepkiye hastalıktaki birçok patagoneze temel rol oynuyor. Maalesef ki kardiyovasküler sistemi Covid-19 hem hastalık olarak tutabiliyor, yani siz kalbiniz iltihaplanıyor ve miyokardit olabiliyorsunuz. Kalbinizin etrafındaki zarı iltihaplanabiliyor perikardit oluyorsunuz ki ben kendim covid geçirdim, Eylül ayında geçirmiştim, Covid-19 enfeksiyonunu çok rahat geçirdiğimi düşünürken PCR’larım negatif olduktan sonra birdenbire öne doğru eğildiğimde göğsümde yanma hissetmeye başladım. Arkaya doğru yatarken yine yanma hissettim. Bunun üzerine kardiyolog arkadaşıma şöyle gittim “benim kalbimin etrafındaki zar iltihaplandı bana bir eko yapar mısın?” O da eko yaptı “abi nereden anladın?” dedi. Dedim ki “30 yıldır bu işi yapıyorum, ben anlamayayım da kim anlasın?” Şimdi ben kendim de yaşadım, yani benim de kalbim tutuldu. Birincisi bir kere virüsün tuttuğu perikardit ve miyokardit ciddi bir problem ama asıl sorun bunlar uzun dönemde çok ciddi kalp yetersizliği yapabiliyorlar. Yani kalp yetersizliği predispozanlarını yani tetikleyen faktörlerinden birini belki 5 yıl sonra Covid olarak konuşacağız biz. Bunu şu anda bilemiyorum ama miyokardit geçirenlerin içerisinde ECMO’ya ihtiyaç duyan yani kalp dışı destek sistemlerine, pompalara ihtiyaç duyan çok ciddi bir hasta grubu var. Çok ciddi bir hasta perikarditten dolayı takip ediliyor. Ayrıca bu hastalığın en temel patogenezi hepimiz biliyoruz ki pıhtılaşmaları tetikliyor. Pıhtılaşmalar tetiklendiğinde akciğerimize pıhtı atması, yeni pıhtı oluşumları, bizim koroner damarlarımızda, kalbimizi besleyen koroner damarlarımızda bu pıhtılaşma eğilim sonucunda tıkalı yerlerde tıkanmalar sonucu enfaktüsler oldukça yüksek sayıda geliyor. Burada da şöyle bir yanılgı var, birdenbire ortada popüler bir tıp kültürü çıktı, herkese kan sulandırıcı verelim, herkese aspirin verelim, herkesi eşit tedavi edelim. Sizler de hekimsiniz, çok iyi biliyorsunuz ki hastalık yok hasta var. Bir kere bu kan sulandırıcıların bu kadar çılgınca kullanılması yanlış. 

SB: Çok güzel bir mesaj verdiniz hocam sağ olun!

GO: Bu benim görüşüm. Kesinlikle ve kesinlikle kan sulandırıcıların mutlaka uzman hekimler tarafından ya da bir hekim tarafından hasta değerlendirdikten sonra kar/zarar oranı çok iyi hesaplanarak kullanılması gerekiyor. Çünkü bunların da kendi başına çok ciddi yan etkileri var. İkincisi kan sulandırıcılar kocaman bir yelpaze. Şimdi birdenbire öyle bir şey oldu ki covid olan herkes aspirin çiğnemeli, Covid olan herkes belli standart kan sulandırıcı kullanmalı. Hayır, hepsini kullanacağınız yerler çok ayrı, bunun için eğer öyle bir şeyden şüpheleniyorsanız bir doktora başvurun. İnsanlara söylememiz gereken şey bence bu ama popüler kültürde şunu mutlaka söylemeliyiz “bol sıvı alın!” Neden? Bol sıvı alırsanız kanınız daha koyu olmaz, pıhtılaşma eğiliminiz azalır. Bakın bu her yerde söylenebilecek bir şey ama her yerde “kan sulandırıcı kullanın!” demek bence insanları yanıltmaya başladı. İkincisi o kadar çok ilaç kullanmaya başladı ki insanlar Covid’e karşı bilinçli-bilinçsiz ve siz de çok iyi biliyorsunuz bu pandeminin ilk günlerinde suya sabuna verilen ilaçlar ‘aman da şu vitamini kullanın, aman da bu vitamini kullanın!’ bugün tu-kaka oldu. Hiçbir işe yaramadığı gösteriliyor. Peki bir avuç ilaç içen insan kalp ilaçlarını bırakmaya başladı, Covid’den daha çok korkuyor ya da ilaç etkileşimleri başladı. 

SB: Evet.

GO: Bütün bunların akıldaki o flu sisli şeyini insanların yok etmenin tek bir yolu var, doğru ve etik bilgi. Benim söyleyeceğim Covid kalbi tutabilir, Covid geçirdikten sonra yorgunluğunuz uzun sürüyorsa, öne doğru eğildiğinizde ciddi göğüs ağrınız varsa, arkaya doğru eğildiğinizde ciddi göğüs ağrınız varsa, uzun dönemde nefes darlığınız sürüyorsa, bacaklarınız şişiyorsa, kendinizi kötü hissediyorsanız mutlaka bir kardiyoloji uzmanına başvurun, kalbinizi kontrol ettirin. Sonraki tedavi ya da önleme, o başkalarının işi, profesyonellerin işi. Bilmiyorum sorunuza cevap verebildim mi?

SB: Çok çok önemli ve güzel bilgiler verdiniz, sağ olun, çok teşekkür ederim. Evet Ayşegül.

AT: Yine bu kan sulandırıcılar konusuna gelelim. Bizi sadece hekimler dinlemiyor, sizce bir kişi Covid PCR pozitif oldu, PCR pozitif olduktan sonra evde karantinada. ‘Kan sulandırıcıya ihtiyacım var mı yok mu?’ diye de düşünüyor. Sizce hangi geçmiş hastalıkları ve hangi belirtileri varsa benim kan sulandırıcıya ihtiyacım var mı diye örneğin aile hekimini araması gerekir?

GO: O kadar doğru bir yere parmak bastınız ki! Hangi şeylerden şüphelenirse veya riskim nerede yükseliyorsa başvurayım? Daha önceden dökümante yani daha net bir dille daha önceden herhangi bir şekilde bilinen bir kalp hastalığınız varsa, herhangi bir kalp hastalığı. Daha önceden bilinen yüksek kolesterolünüz varsa, daha önceden bilinen kalp-damar sistemine yönelik koroner arter hastalığınız, yüksek tansiyonunuz varsa, inme geçirmişseniz yani felç geçirmişseniz, herhangi bir kalp ameliyatı geçirmişseniz ya da daha önce geçirilmiş bacaklarınızda toplar damarlarınızda tıkanma öyküsü varsa. Bakın net tarif ettik, mutlaka ve mutlaka kan sulandırıcı için bir hekime başvurun ama siz sağlıklı, Covid geçiriyorsunuz, daha önceden hiçbir risk faktörü olmayan bir insansınız, yine de danışabilirsiniz bir şeyden şüpheleniyorsanız ama yoksak sizin gereksiz ilaç kullanımına, gereksiz kan sulandırıcı kullanımına benim görüşüme göre ihtiyacınız yok. Literatürde de zaten bakıyorsunuz ilk günlerde inanılmaz bir kan sulandırıcı kullanımı vardı, şimdi yavaş yavaş gereken oranlara doğru geri çekildik. Bu aynen vitaminlerde olduğu gibi.

AT: Gökçen hocam aslında ben birazcık gruplara filan da bakıyorum, çok sizin gibi düşünmüyorum. Daha da periferiye yayıldı bu kan sulandırıcı sohbeti ve insanlar sormadan kullandığı için çok konuşmuyoruz gibi hissediyorum ben maalesef. Ondan dolayı, şu anda aslında en çok Covid’in konuşulduğu konu belki bu. Ben bu konuda bir şey daha sormak istiyorum, kan sulandırıcı başka bir konu, bir de şu anda herkes Covid olduktan bir hafta sonra yani karantinası bittikten bir hafta sonra d-dimer baktırmaya gidiyor. Sizce d-dimer baktırmak gerekli mi? Böyle bir gereksinim var mı sizce? Ne diyorsunuz bununla ilgili?

GO: Hepimiz çok iyi biliyoruz ki pıhtılaşma faktörleri aktif hale geçtiğinde en önemli yükselen göstergelerden bir tanesi d-dimerdir, d-dimer bakmak belli hasta gruplarında takip açısından ve ne olacağını görebilmek için çok anlamlıdır ama tek başına d-dimerin yükselmesi hiçbir şekilde hiçbir şeyi ifade etmez. Önemli olan hastanın kendini kötü hissettiği durumda kendi başına d-dimere baktırması değil, bir hekime başvurup gerekli olup olmadığını görüp sonra d-dimer baktırması. Çünkü baktırılan her d-dimer bu ülkenin cebinden çıkıyor. Biz bunu gücümüzü hele ki pandemideyken efektif kullanmalıyız. 

AT: Doğru.

GO: Biraz alışılmışın dışında söylemler belki bunlar ama ben sahada bizzat aktif hasta gören bir hekimim, yani bir kardiyovasküler cerrahi ekibini yönetiyorum, biz inanın birçok hastamızda karşılaştığımız şey, gereğinden fazla ilaç kullanımı nedeniyle oluşan sorunlar. Bugünlerde bunlarla çok karşılaşıyoruz, bir Covid var bir de Covid’e karşı gereksiz inanılmaz bir defans tedavisi var. 

SB: Tabii.

GO: Ama şu anda bu çok popüler, ben buna karşıyım. 

SB: Bu o kadar önemli ve o kadar doğru bir noktaya değindiniz ki, çok teşekkür ederim. Bu d-dimer işte pıhtılaşma faktörlerinin harekete geçtiğinin göstergesi ona bakayım, o testten aldığım sonuçla ben yönlendireyim yaşantımı, tedavimi. Tek başına bir faktör olduğu zannediliyor ki bunu biz bir takım genetik testlerde de görüyoruz. Covid-19’a yatkınlık testleri diye ticari, hiçbir işe yaramayan, hiçbir bilimsel yönü olmayan testler yapılıyor Türkiye’de bir takım özel hastane ya da özel laboratuvarlarda ve bu şekilde de lanse ediliyor. Aslında bu genetik yatkınlık bir dizi başka faktörün de devreye girdiği, yani bir dönem hatırlarsınız meme kanseri için Amerika’da bu tarz propagandalar yapıldı, bu tarz tanıtımlar yapıldı ve o testlerde pozitif çıkan insanlar göğüslerini aldırdı kadınlar. Yani bu kadar saçma sapan bir şey olamaz, o faktörün bulunmasının yanı sıra bir dizi faktör de devreye giriyor kanser oluşumu ya da didimer yüksekliğiyle beraber pıhtılaşma için bir sürü başka faktör de yani hekim denetiminde olmadan insanların öyle kafasına göre yok D vitamini alayım ezbere, insanlar böyle yapmaya başladılar yaygın bir şekilde. “Ben bir yerde duydum, arkadaşım da tavsiye etti, ben D vitamini alıyorum korunmak için” yani bunun gibi bilimsel hiçbir dayanağı olmayan, hiçbir yararı olmayan ya da işte d-dimer baktırmak, antikor baktırmak gibi, kan sulandırıcı gibi yaklaşımlar, ilaçlara başvurmak. Bunlar ezbere yapılmamalı, bu kadar basit değil bu işler herhalde? Çok teşekkürler verdiğiniz bilgiler için. 

GO: Ayşegül hanım bir şey daha söyleyebilir miyim izninizle? Çünkü yanlış mesaj da gitmesini istemiyorum, özellikle vurgulamak istiyorum. Bir şeylerden korkutmayalım derken mesaj da yanlış gitmesin, çünkü bazen başımıza bu çok geliyor. Bakın herhangi bir şekilde daha önceden bir kalp hastalığınız varsa, yüksek tansiyon hastasıysanız, yüksek kolesterol hastasıysanız, daha önceden inme geçirdiyseniz, daha önceden bacaklarınızda pıhtı oluştuysa, akciğerinize pıhtı attıysa, akciğer yüksek basıncınız varsa, bilinen kapak hastalığınız varsa, evet bu hastalarda kesinlikle özel tedbirler alınmalı ama bu tedbirler ezbere, herkesi standart değildir.

SB: Tabii.

GO: Şu anda öyle bir şekilde lanse edilmeye başlandı ki, sosyal medyadan paylaşılan işlerle ‘sosyal medya doktorluğuna’ dönüştü iş. Bu beni çok rahatsız ediyor. 

SB: Evet. Sizin branşınızda da teletıptan bahsediliyor mu hocam?

GO: Teletıp bizim branşımıza çok uygun değil çünkü ister istemez dokunmak zorundayız, işin içine dokunacağız, çok olası bir nitelik. Bizim branşımız için değil.

AT: Olabilir bence. 

GO: Ne açıdan?

AT: Robotla.

GO: Olabilir, robotik cerrahi bambaşka bir şey, evet, bir gün oraya varacağız diye ümit ediyoruz o ayrı. 

AT: Siz buradan İstanbul’dan yazarsınız belki Erzincan’da robot ameliyatı yapar.

GO: Bu mümkün, bunun yapılabileceğine ben kesinlikle inanıyorum, bakın teknolojiye de karşı değilim. Robotik cerrahi bambaşka bir şey ama hastayı tanımadan etmeden orada da bir hekim onu değerlendirdikten sonra siz robotik cerrahi yapacaksınız. 

AT: Ben bugün bir şey gördüm, sosyal medyadan beni ‘like’layanlara şöyle bir bakıyorum, baktım bir hekim arkadaşımız kendisi için ‘teletıp doktoru’ diye yazmış. Çok ilginç, ilk kez duydum, hani kardiyoloji hekimi filan yazılabilir de hani teletıp doktoru ilk kez ben de bugün gördüm, sosyal medyada öyle tanıtmış kendini. Bir şey daha sormak istiyorum, ben çok covid etrafında dolaşıyorum ama bu kontrolsüzce kullanılan vitaminler ve mineraller konusu var, mineraller yine kardiyovasküler sistemi etkileyen konular ve Selim hocanın da bu konuda vurguları var. Ölçüsüzce bu vitaminler ve mineraller kullanılıyor, Refik Hoca’nın bir uyarısı vardı, bir toplantıda birlikteydik. Çok ilginç bir hekim çok yüksek D vitamini öneriyordu, Refik hoca kalktı dedi ki “niye İstanbul Tıp Fakültesi’ne D vitamini intokslar geliyor şimdi anlıyorum” dedi. Gerçekten bizim vurgumuz aslında şu, lütfen hekime danışmadan hiçbir şeyi sosyal medyadan görerek yapmayın, kullanmayın demek istiyoruz. Çünkü sosyal medyadan öğrenilebilen bir şey değil hekimlik. Ben bir soru daha sormak istiyorum izin verirseniz. Daha hiç yapay kalp nakline giremedik belki bir daha sefere gireriz o konuya ama bu hafta Kalp Sağlığı Haftası 13-19 Nisan. Kalp Sağlığı Haftası ile ilgili neler söylemek istersiniz? Kronik hastalığı olan kişilerin sayısı giderek artıyor, özellikle Hacettepe’deki hastalık yükü çalışmasına göre 55 yaş üzerinde katlanarak artan bir durum var. Şevkat Bahar Özvarış’ın değerli çalışmaları vardır halk sağlığında, sizce kardiyovasküler hastalıklarda ne durumdayız? Kalp sağlığı haftasındayız ama kalp sağlığımızın durumu nasıl?

GO: Şunu söylemek istiyorum, Sağlık Bakanlığı hepimizin bağlı olduğu bir kurum, Sağlık Bakanlığı’nın 2030 yılı kalp damar hastalıkları projeksiyonuna göre, yani hazırladığı bir rapora göre 2030 yılında bizi ne bekliyor? Hemen size söyleyeyim, şu anda zayi olan hastanın en az 5 katı erkeklerde, 7 katı kadınlarda bizi bekliyor. İki, daha genç bir hasta grubunda kalp damar hastalıkları bizi bekliyor. Üç, kalp yetersizliği hızla ülkemizde artıyor, çünkü bunlar doğru ve etkin tedavi edilemiyor. Artık kalp yetersizliği çok yakında ülkemizde bir toplum sağlığı sorunu olacak hale gelmek üzere. Bunu önlemenin tek bir yolu var, insanların bilinçlendirmek, erken tedavi etmek, erken tedbirleri almak. Yüksek tansiyon, kolesterol, tuz kullanımı, bu konuların üzerine kesinlikle eğilmeliyiz. Hayat stilimizi değiştirmeliyiz, maalesef çok sedanter yaşayan bir toplum haline geldik, hepimiz hızla harekete adapte olmalıyız. Yoksa hem toplum sağlığı olarak hem kişisel sağlığımız açısından çok ciddi risklerle karşı karşıyayız. Ülkemizde metabolik sendrom bırakın, bırakın metabolik sendromu, yani bel çevrenizin geniş olması ve birkaç faktörün daha bir araya gelmesi ama kabaca bel çevrenizin geniş olması olarak söyleyebilirim, ülkemizde hızla çoğalmakta hele bu pandemi sonrasında lütfen dikkat edin, özellikle çocuklar arasında ciddi bir obezite oranı başladı. Kalp damar hastalıkları, yani damar sertliği dediğimiz ateroskleroz, çocuklukta başlayıp ilerleyen bir hastalıktır. Biz yaşam stilimizi ülke olarak değiştiremezsek bize bir pandemi değil ama bir toplum sağlığı sorunu bekliyor. Biz bunun altında kalmak durumunda kalacağız doğru tedbirler alamazsak. Bu haftalar niçin önemli? Bu haftaların önemi bir hafta insanlara kalp sağlığını anlatalım değil, bilinci arttıralım, kalan 51 haftada o bilinçte giderek yaşamı değiştirelim. Ben sayın Zihni Göktay’ı ameliyat etmiştim, kendisine buradan saygılar sunuyorum, onun çok güzel bir lafı var “ben bypass olduktan sonra ve sonra bir kanser cerrahisi geçirdi, birdenbire fark ettim ki önemli olan lüküs hayat değilmiş sağlıklı hayatmış” dedi. Bu laf bence çok güzel, biz ülkece daha sağlıklı yaşamaya kendimizi programlarsak, zaten o ‘lüküs hayat’ bize gelecek diye düşünüyorum. Kalp ve damar sağlığı çok ciddi bir problem ülkemizde. 

AT: Çocuk vurgusu çok önemli çünkü şu anda uzaktan eğitim de çok hakim okullarda. Tabii uzaktan eğitim olunca ne teneffüslerde çıkıp koşup oynayabilen çocuklar var, ne öğle arasında oynayabilen çocuklar var, ne de beden eğitim dersi var. Bundan dolayı sanıyorum gelecek nesillerde belki kardiyovasküler ve metabolik sorun çok daha fazla görülecektir diye düşünüyorum. Bu da bir risk, belki bununla ilgili çok ciddi önlemlerin alınması lazım, belki parklarda bir yerde bir şeyde çocukların spor yapabileceği alanların olması lazım. Çünkü ben çocuklukta harekete alışmayan bir kişinin ileride birden aydınlanıp harekete alışabileceğini de düşünmüyorum. Bundan dolayı da bir risk. Kalp sağlığı haftasıyla ilgili önleyici tedbirlerden söz ettiniz, bize böyle biraz hap bilgi gibi söyleseniz 5 tane madde. Neye dikkat etsin bir birey, özellikle 30-40 yaşındaki bir birey? Çünkü tam sorunların çıkacağı yaştır. 

GO: Bunu net olarak söyleyebilirim, az önce söylemiştim ya hap bilgilerle sosyal medya doktorluğu yapmayalım ama hap bilgilerle yaşamı değiştirelim. Dünyanın en kolay işi, bir, hareket edin, ne pahasına olursa olsun hareket edin. Artık hepimizin akıllı telefonları var, akıllı telefonlarımızın içinde adım sayaçlarımız var, günde 10 bin adım atalım. İki, tuzdan uzak duralım. Üç, mümkün olduğunca rafine gıdalardan, şişmanlıktan uzak duralım. Akdeniz ülkesiyiz, diyetimizi daha çok otçula çekelim, kilo almayalım, vitaminlerin peşinde koşmak yerine mükemmel bir ülkede yaşıyoruz taze sebze, meyve tüketimine yönelelim. Stresten uzak duralım, birbirimizle daha mutlu mesut yaşamayı tercih edelim. Eğer kendimizi bir sağlık problemiyle karşı karşıyaysak bir hekime başvuralım. Aslında bu kadar basit. Bir şeyi unuttum çok özür dilerim, bu hep unutuluyor ki kendim bunu hiç beceremedim hayatım boyunca umarım ‘hekimin dediğini yapmak yaptığını yapma’ denir, düzenli uyuyalım, düzenli uyku da çok önemli kalp sağlığımız için. 

AT: Teşekkür ederiz.

SB: Aslında bunlar çok klasik bildik, sıradan tekrarlanan şeyler gibi görünüyor ama bunların biraz üzerinde düşünüp bunları önemsediğimiz zaman gerçekten bazı kalple ilgili sorunların üstesinden gelecek çok basit gibi görünen ama çok da değeri olan önlemler bütün bu söyledikleriniz. Evet Ayşegül.

AT: Otçul beslenmeyi ayrıca çok sevdim. 

GO: Ben kendim otçul beslenmeyi çok seven biri değil iken yaşım ilerledikçe otçul beslenmeye yöneldim, yöneldikçe de sevdim, gerçekten. Ben eskiden ot olunca ‘ne yiyeceğiz?’ derdim. Şimdi büyük bir keyifle ot yemeye başladım, buna da özensek çok iyi olur. Bunları yaparsak zaten kalp sağlığımızı koruruz. Hepimizin bildiği gibi matematikçi Edward, matematikte bir teori var kaos teorisi, matematiksel olarak Brezilya ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpışının yarattığı titreşim Teksas’ta bir fırtınaya sebep olabilir, teorik olarak mümkün. Gelin hep beraber alacağımız çok küçük tedbirlerle otçul beslenerek, hareket ederek, kendimize özenerek, stresten uzak durarak, sigara içmeyerek –onu söylemeyi unuttu- yaşamımızı değiştirelim, öbür tarafta fırtınadan kurtulalım. 

AT: Evet çok teşekkür ederiz.

SB: Çok önemli bilgilerdi. Ayşegül’ün belirttiği gibi programın başında bir takım teknik nedenlere bağlı kopukluklar oldu, eğer yine kabul ederseniz ve bizimle beraber olmak size bir mesleğiniz açısından, ameliyatlarınız açısından program aksaklığı getirmeyecekse lütfen önümüzdeki Cuma da birlikte olalım ve konuşamadığımız konuları tekrar ele alalım. Biraz Covid’le ilgili konuşuruz, biraz kalp cerrahisi ve kardiyolojide Türkiye’nin yeri, biraz Türkiye’de olup bitenler nereye geldik? Bunlara bakalım, elbette Ayşegül ben söylemesem de yapacaktır, muhakkak edebiyatı da araya serpiştireceğiz herhalde. 

GO: Ben şöyle söyleyeyim hocam, Ayşegül hanım ve sizinle olmaktan onur duyarım. O zaman haftaya tekrar görüşelim, ben çok mutlu olurum 1 saat sizinle keyifli zaman geçiririm.

SB: Sağ olun, sağ olun. Ayşegül ben son parçayı tanıtayım sonra sözü sana bırakayım. Bir ara söylemeye çalıştığım gibi kalp sağlığı haftası konuğumuz Prof. Dr. Gökçen Orhan ve bu nedenle kalple ilgili parçalar dedik, Marilyn Monroe’dan Neil Young’a kadar son parça Blondi’den geliyor ‘Heart of Glasses’. Evet ben sözü Ayşegül’e bırakırken tekrar tekrar teşekkürler hocam, sağ olun katıldığınız için, sizinle olmak çok keyifliydi. Ayşegül bu robot cerrahisi filan dedin, benden sana vasiyet sakın beni Türk robotlarına emanet etmeyin! Gökçen hocaya götür başıma bir şey gelirse, öyle diyeyim ve herkese iyi hafta sonları dileyerek sözü Ayşegül’e bırakayım. 

AT: Hocam hiç olmasın! Çok teşekkür ederiz, ben hemen arkası yarın yapayım dizilerdeki gibi, hiç yapay kalp ve kalp nakli konuşamadık. Gökçen hoca geçenlerde bana bir sunumunu göndermişti, canlı bir sunumdu, doğrusu ben 2 dakika izleyebildim onu. Çünkü tam “18 litre kanı çektik!” dedi orada dedim ki tamam benim için ayrılan sürenin sonuna gelmiş olduk” hekim olduğum halde kalp naklini, yapay kalp gibi ve bunun edebiyatta yaratacağı metaforları konuşacağız hem hekimler hem edebiyatçılar ve tüm dinleyicilerimiz bizi izleyecektir diye düşünüyorum. Çok teşekkür ederim.

GO: Ben teşekkür ederim sizlere de.

SB: Sağ olun, hocam, sevgiler, görüşmek üzere haftaya o zaman. 

AT: Görüşürüz.