Anatopia: Mahsul Vakaları

-
Aa
+
a
a
a

Yasemin Ülgen, Aslıhan Demirtaş, Eylül Şenses ve Dilşad Aladağ ile, yeryüzünü mesken tutanlarla işbirliği ve biraradalıklara dayalı bir sergi ve kamu programı olan Mahsul Projesi ve Mahsul Vakaları'nı ve Anatopia'yı konuşuyoruz.

""
ANATOPIA
 

ANATOPIA

podcast servisi: iTunes / RSS

Deniz Gündoğan İbrişim: Merhaba sevgili Açık Radyo dinleyenleri, iyi akşamlar!

Ekokozmopolitan'dasınız bu Cuma, ben Deniz Gündoğan İbrişim. Bugün çok keyifli, çok heyecanlı bir program çünkü çok  kıymetli konuklarım var: Sevgili Yasemin Ülgen, Aslıhan Demirtaş, Eylül Şenses ve Dilşad Aladağ bizlerle birlikte. 

İçimden keşke bunu canlı yayında yapsaydık diye geçiriyorum ama bugünlük böyle olsun. Belki diğer programlarda, hep beraber canlı yayında, radyoda beraber olma şansımız olur. 

Yasemin Ürgen, Aslıhan Demirtaş, Eylül Şenses ve Dilşad Aladağ'la kurucusu oldukları bir kooperatiften, Anatopia’dan bahsederek başlayacağız. Ardından Anatopia’dan çok organik bir şekilde çıkan, yeryüzü ve onu mesken tutanlarla, iş birliği ve bir aradalıklarla gerçekleşen müthiş bir sergi ve aynı zamanda bir kamu programı olan Mahsul Vakaları’ndan bahsedeceğiz. Topu tamamen onlara atacağım, çok fazla soru sormak istemiyorum, biraz geri çekileceğim. Çünkü hem Anatopia hem de Anatopia’yla gelen çalışmalar, onun açtığı alanlar, patikalar çok değerli, çok kıymetli, çok farklı birlikte düşünme olanakları sunuyor bizlere. Tekrar hoş geldiniz Yasemin, Aslıhan, Eylül ve Dilşad. Ben sizleri tanıtarak başlamak istiyorum. Açık Radyo dinleyenleri sizleri bence tanıyor ama tanımayanlar varsa çok kısa bir iki bilgi vermek isterim.

Dilşad Aladağ, Mahsul [Yield] İnisiyatifi'nin kurucusu ve aynı zamanda kurulmakta olan bir kooperatifin, Anatopia'nın bir parçası. Doktora çalışmalarını Bauhaus Üniversitesi'ne devam eden Aladağ pratiğini disiplinler ötesi sanat, kreasyonel ve eleştirel alanlarda geliştiriyor. 

Aslıhan Demirtaş, araştırma ve sanatını ekolojiye dayalı geliştirilmiş bir mimarlık pratiği olan Khora Ofisi'nin kurucusu, Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi üyesi ve o da Anatopia Kooperatifi'nin kurucu yıldızlarından.

Yasemin Ürgen, araştırma ve kreatöryel çalışmalarında politik ekoloji ve sanat alanındaki kesişimlere odaklanıyor. Bireysel olarak da ve dair olduğu kolektiflerle düzenlediği etkinlik ve sergilerde de farklı alanları bir araya getiriyor ve birlikte üretim üzerine çalışıyor. Sosyoloji ve metodoloji yüksek lisans programını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde, sanat yönetimi lisans programını Yeditepe Üniversitesi'nde tamamladı. Bir Buçuk Kolektif'in bir parçası ve Anatopia’nın kurucu yıldızlarından.

Eylül Şenses, lisans eğitimini 2015'te Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünde, yüksek lisansını 2020'de Kadir Has Üniversitesi Mimarlık ve Kent Çalışmaları Programı'nda tamamladı. Salt'ta programlar sorumlusu olarak çalışıyor. Kent Çalışmaları Kooperatifi Urban Coop'un ve yine Anatopia’nın kurucu yıldızlarından. 

Ben girişi biraz uzun tuttum ilk kez ama bunları da söylemeden edemedim. Anatopia’nın hikayesini sizlerden dinleyebiliriz diye düşünüyorum. İlk sözü kim almak ister?

Aslıhan Demirtaş: Bende miydi giriş? Merhabalar. Öncelikle çok teşekkür ederiz davetin için Deniz ve sevgili Açık Radyo. Burada bir arada, kendi kendimizi, kendi dilimizden de dillendirmek bizim için çok heyecanlı.İlk defa kendimizi anlattığımız bir program olduğunu söylemek isterim. Anatopia için biz hep kurulmakta olan bir kooperatif diyoruz. Şu anda çalışmalarımızı, resmi çalışmaları, bitirmek üzereyiz. Bütün bunlardan önce zaten, sevgili Dilşad'ın Mahsul Vakaları sergisinin içerisinde Renk Projesi’yle ilk üretimimizi yaptık.

Biz kendimize -biyografilerden de duymuşsundur, duymuştur herkes- kurucu yıldızlardan diyoruz ve bir takım yıldızı modeliyle hareket ediyoruz. Bizi bir arada tutan ilgilerimiz, projelerimiz var ve hepimiz ayrı ayrı pratiklerden, aynı zamanda da geçmişlerden geliyoruz. Çok da önemsiyoruz bu çeşitliliğimizi. Onun dışında, artık klasikleşmiş bir cümlemiz var: Anatopia, ekoloji, sanat, tarih gibi eksenlerde çalışmalar yapmakta olan ve yapacak olan bir birliktelik ve içinde yaşadığımız coğrafyayı bütün uzantılarıyla birlikte derin bir zaman ve geniş bir zemin olarak ele alıp hikayeyi tekrardan kurmayı ümit eden bir birliktelik. Bu birlikteliğimizin formatını da dördümüzüz bazen genişleyerek bazen daha da genişleyerek, farklı farklı iş birlikleriyle, farklı farklı bağlantısallıklarla da devam etmeyi ümit ediyoruz. 

Becerebildin mi Yasemin?

Yasemin Ülgen: Harikasın. Ben de kendi adıma teşekkür ederim bizi davet ettiğin için. 

Bu bahsettiğin patikalar, o patikalarda beraber yürümek ve yeri geldiğinde daha kalabalık olmak, yeri geldiğinde çekilişlerimizle fikir üretmek, düşünmek, yan yana durmak gibi birçok gayemiz de var. 

Aslında esas mesele bugün burada olduğumuz yerde, en yakınımıza yeniden nasıl bakabiliriz, bu hikayeyi birlikte nasıl kurabiliriz? Farklı yöntemlerle; sergi olur, yayın olur, kitaplar olur, çeşitli projeler olur. Farklı farklı mecalarda, ortak hikayemize, yeni dillere, yeni geleceklere nasıl bakabiliriz? Düşündüğümüz bir aradalık bu, Aslıhan’ın da dediği gibi. 

Ve bir arada olduğumuz Anatopia’nın ilk üretimi, üretimlerinden biri diyeyim hatta, Renk’ti, Dilşad’ın Mahsul Vakaları sergisinde ortaya çıktı.

Dilşad Aladağ: Belki buradan ben alabilirim.

Deniz Gündoğan İbrişim: Tabii ki.

Dilşad Aladağ: Mahsul Vakaları’ndan, Mahsul’den bahsedebilirim. Mahsul benim büyüdüğüm yöreyi, Çukurova'yı da yeniden anlayabilmek niyetiyle başladı. Anadolu'nun güney ve batı kıyılarında kırsal modernleşme uygulamalarına, endüstriyel tarım pratiklerinin çevresel, kültürel, toplumsal, ekonomik mahsullerine bakıyor. Projenin mahsullerini taşıyan bir sergi de Mahsul Vakaları aslında. 

Orada araştırmayı yaparken karşılaştığım ve bir noktada bir araya gelerek bu çevrelerin, bu peyzajların dönüşümlerine dair kesitler sunan bir takım vakaları taşıma niyetiyle ortaya çıktı ve yolda aslında eşlikçileriyle birleşti. Benzer niyetlerle, bakışlarla Anadolu'da mahsul peyzajlarıyla haşirineşir olan, araştıran ve araştırmalarını sadece peyzajı değil, peyzajı yaşantısını ve bu yaşantıyla peyzajı birbirine bağlayan zanaatleri anlamaya çalışan, bu zanaatleri üretimlerine misafir eden tasarımcı ve sanatçıları bir araya getirmiş oldu. Renk de serginin farklı mekanlarına yayılan, serginin niyetlerinin farklı şekillerde kapsayan ve bir yandan da sergideki pek çok üretime referans verebilecek bir takım anlatıları, bu coğrafyanın anlatılarını taşıyan bir kapsayıcı bir yerleştirme olarak aslında sergiye yayıldı. Biraz renkten bahsedebiliriz. Renk'in içerisinde çok fazla ses var. Bir de tasarım süreci var arkasında. Tasarımını Aslıhan ve Khora Stüdyo üstlendi. Aslıhan Demirtaş ve Khora Stüdyo'yu ve tasarımını anlatmasını rica edebilirim. Ondan dinlemek her zaman çok daha keyifli oluyor.

Aslıhan Demirtaş: Teşekkürler. Belki o kısma geçmeden de şöyle bir de pas atabilirim. Ben değişiklikleri geri pas atacağım. Mahsul vakalarında çünkü bizim bu değişik formatlarda çalışmaya çalışıyoruz. Şimdi bizim zaten bir arada Anatopia diye bir ne diyeyim bir ekolojimiz var. Yasemin de dediği gibi. hem tekil projelerimizi bir arada tartışıyoruz ve destek oluyoruz. Bazen bu yorum ve tartışma şeklinde olabiliyor, bazen de iştirak oluyor. Serginin içerisinde işler olabiliyor. Bir yumurta tavuk, tavuk yumurtaya dönmek üzere hafiften bazı konularda ve biz bundan da çok da keyif alıyoruz. Çünkü mesela Mahsul'ün içerisinde çok güzel bir takas ve alışveriş detayları da oluştu. Renge geçmeden önce belki Dilşad, Ufak veya Eylül veya kim isterse bu işlerden de bir kısaca belki bahsetmek güzel olabilir. Ondan sonra da renge daha derin girebiliriz.

Dilşad Aladağ: Evet belki sergiden çok kısa bahsedip Renk’e geçmek daha mantıklı olur. Sergide dediğim gibi daha çok coğrafyaya bakan, bu coğrafya yaşantısıyla birlikte ele alan ve o yaşantıyı kuran bir takım pratikleri yeniden düşünen, onları yeniden kendi işlerinde, kendi üretimlerinde hatırlamak üzere yeniden yapan, aslında işleten bir takım işler yer alıyor, üretimler yer alıyor. Suyu Kim Taşır Özgür Akacak isimli bir yerleştirmesi var. Mahsul sürecinde üretmiş olduğum benim Yerliler ve Yersizler isimli bir yerleştirmem var. Bu iki işte aslında peyzajın son yüzyıldaki dönüşümüne de bakıyor. Bir yandan da nasıl hafriyatçı bir ilişki kuruluyor peyzajla, bunun ardında nasıl hikayeler var, biraz onları ele alıyor. Ardından topluluk mahsulleri var. Yasemin'in, İzmir'in farklı bölgelerinden kooperatifleri davet ederek aslında toplulukların gıda ürettiği kooperatif sistemini de bir daha anlamak, kent ve kırsal arasındaki ilişkileri de kooperatifler üzerinden düşünmek ya da tüketim ilişkilerini ve üretim ilişkilerini yeniden kuran kooperatiflere de bakan bir yerleştirme, bir mutfak yerleştirmesi yaptığı bir sürü kooperatiften ürünün yer aldığı. Onun yanında Aslı Özdayıran'ın Karaburun'a ve enerji üretimine baktığı Kumkarası Yel Takası isimli Karaburun'daki rüzgar güllerine bakan ve rüzgar güllerinin çevreyle kurduğu ilişki üzerinden aslında havayla nasıl ilişki kuruyoruz onu ele alan yerleştirmesi var. Sen bahsetmek istersin belki Taşlıca'nın sesleri.

Eylül Şenses:: Ben de aslında daha önce, bundan 4-5 yıl önce Taşlıca'da Aslıhan’ın dersini almıştım ve beraber gitmiştik ilk olarak Kadirazh'ta ve oradaki üretim şekilleri oldukça ilgimi çekmişti ve aslında bildiğim bir konu da değildi. Orada yüzlerce yıllık tamamen değişen iklim koşullarına adapte olmuş insanlar ve üretim biçimleri ve ritüeller söz konusuydu ve hala da devam ediyordu, bir noktaya kadar tabii ki, çokça azalmış. Daha sonra oradaki üretim biçimlerini ve insan ve insan olmayanlar arasındaki ilişkileri ve iletişim biçimlerini belgelemek üzere Orada bir süre zaman geçirmiştim. Bu böyle aslında devam eden biraz bekleyen bir projeydi. Hem Anatopia kurulmaya başlayınca bu güzel kadınlarla bir araya gelince de onu tekrar hem onlarla birlikte konuşarak hem de mahsul vakalları vesilesiyle tekrar değerlendirmek de çok İyi oldu. Böylece Dşat ve Anatopia sayesinde tekrar devam etmeye karar verdim. Bir yandan devam edeceğim.

Deniz Gündoğan İbrişim: Eline sağlık. İyi ki ediyorsun ve gerçekten hepinizi dinlerken o kadar kapsamlı ve o kadar bu coğrafyaya ait kadim izleri de sürdüğümüzü hissediyorum. Dediğim gibi, sergi görememenin verdiği bir burukluk var. Umarım İstanbul'a da bir şekilde gelir. Belki daha sonra programın sonuna kadar onu size sorarım. Şu an çünkü İzmir'de Bayetav Sanat bir arada yaşarız destek programı kapsamında. Sanırım bugün de son günüydü eğer yanılmıyorsam. Evet. Tamam. Ben bir şeyi çok kısa sormak istiyorum. İçinizden herhangi birisi de belki buna dair bir şeyler söylemek ister.

Dilşad Aladağ: Birkaç tane daha iş var. Belki haksızlık olmasın sanatçılarımıza diye onlardan da bahsedebilirim eğer soru başka bir şeyle alakalıysa. Hatta çok çok sevdiğim işlerden biri ve kadim izlerden de bahsetmişken, bu coğrafyanın kadim yaşam biçimlerinden biri olan göçebe hayvancıların yaşama kültürüne de bakan Ali Cindoruk’un “Takla Mekan” isimli  bir yerleştirmesi yer alıyor, tasarımı yer alıyor. Çadır yaşantısının ya da çadır mekanının geometrisini, hareketini ele alarak yeniden üretiyor. Farklı şekillerde hareket edebilen bir yaşama kabı üretiyor. Ona bir takım arşivler eşlik ediyor. Son olarak da kumulların tespiti kıyının icadı isimli bir iş var. Onu da aslında Mahsul Projesi sürecinde ben biraz ortaya çıkarmış oldum. O da Türkiye'nin kıyı kumullarına bakıyor ve kumulun nasıl hareketli ve canavarlaştırılmış bir peyzaj olduğunu düşünerek onun üzerinden bir profesörle hayali bir diyalog gerçekleştiriyor ve serginin büyük bir hani kısmının hikayelerini yeniden anlatan taşıyan ve bazı yerlerine de yayılan renk yerleştirmesi var. O böyle bir noktada aslında sergide ihtiyaç duyulan başka taşıma kaplarını da tasarımıyla yeniden oluşturuyor. Bunu da söyleyerek yeniden renge getireceğim ama sorununu duymak isteriz tabii ki.

Deniz Gündoğan İbrişim: Aslında senin söylediğin şeyle de bağlantılı, çok da böyle büyük bir soru değil ama bu üretim konusu, galiba bütün her şeyin merkezinde başka bir üretim mümkün mü diye akla geliyor, hayali akla geliyor diye düşünüyorum. Çünkü Anadolu'da hala izi sürülen o kadim üretim biçimlerini öne çıkaran hepinizin sanki ortaklaştığı müşterileştiği yer bu üretim ilişkileri diye düşünüyorum.

Dilşad Aladağ: Tabii, bir yandan üretimin aslında kadimi de günceli de çevreyle ilişki kurmayı içinde barındırıyor ve evet sergilenen işlerin büyük bir yoğunluğu üretimle ilişkileniyor farklı farklı üretim biçimleriyle. Ve hatta Renk'te de dinlediğimiz birtakım kayıtlar balıkçılık ya da şarap üretimi buna dair hikayelerin içerisinde de bir şey bulmak üzerinden aslında sergiye yayılıyor. Renk'ten bahsetmek için belki başka birisi söz alır. Güzel bir keçi. Çünkü ben çok konuşmuş oldum.

Aslıhan Demirtaş: Belki ben buradan devam ederim aslında geri attığım pası tekrardan alaraktan. Renk Anatopia'nın ilk nefesi. İlk nefesi diyoruz çünkü renkte emanet nefesler, emanet sesler var. Renk davet ettiğimiz çok sevgili arkadaşlarımızın ve bizimle aynı hassasiyetlere sahip olan yine başka bir takım yıldızını bir araya getirdiğimiz ve onların seçtiği coğrafya, yaşam alanlarına, tabiata dair buldukları edebiyattan bir takım metinleri okumalarını istediğimiz bir enstelasyon, bir yerleştirme. Bunu niye yapıyoruz? Aslında biz bir şekilde senin sorduğun soruya da bir parça cevap olması açısından yerin hafızasını da dinlemek istiyoruz, duymak istiyoruz ve bir şekilde renk bu hafızayı dillendiriyor. Ve aynı zamanda hem bir içgörü üretmeyi istiyoruz bu yerleştirmeyle ama bir yandan da gelecek tahayyüllerini de içermek istiyoruz. Neden edebiyatı seslendirerek tekrardan bu hafızayı dillendirmek, dinlemek veyahut da rengi tecrübe eden kişinin bunu duymasını istiyoruz? Onun da biraz da sebebi edebiyatta biraz daha zerafet ve nezaket buluyoruz. Bu coğrafyaya dair betimlemeleri her zaman çok zarif, çok incelikli oluyor. Fakat bizim çoğumuzun geldiği ya da şu anda içinde bulunduğumuz dönemde coğrafyaya dair bir hoyratlık var. Tabiata dair bir hoyratlık var. Birçok müdahale çok hoyratça yapılıyor. Dolayısıyla da oradaki o zerafeti, o hassasiyeti belki tekrardan bu dünyaya dair hoyratlığı dönüştürebilmek için yeni yönler vermesi, yöntemler üretebilmesi için de ortaya koyduk. Bunları yaparken de Dilşad birazcık bahsetti. Serginin içerisine yayılmış parçaları da var. Böyle bir suya atılmış taşın oluşturduğu dalgalar gibi. Hani renk bir taşsa hani o dalgalar sergiye de yayıldı. Şunu çok istedik yaparken. Serginin hem mahsul vakalarına yayılacak bir anlayış olsun. Hem de rengin de kendi kendine ortaya koyduğu pozisyon. Kapsayıcılık olsun, kapların içerisinde olsun, sesi bir şekilde muhafaza edelim, bir şeyin içinde tutalım. Bir şeyleri sunmak, her zaman alışageldiğimiz sanat kaideleri. veyahut öne sunaklar gibi bir takım formlardan daha içi boş, bir şeyleri kapsamak üzere tasarlanmış bir şey kullanmak istedik, bir fizikselliğini o yönde yontmak istedik diyelim. Bu sebeple de Tahtakale'deki gürgen elekler yapan bir zanaatkarla çalıştık. Bütün bu ilk baştaki parçaları oluşturabilmek için. Renkte zaten hem sesin rengi vardır biliyorsunuz hem de aynı zamanda bizim etrafımızdaki bütün renkler, bütün gezegenin renkleri. Orada da bir şekilde hem dille hem sesle aynı anda bir ilişki kurabilmeye çalıştık. Eleklerin birbirinin içerisine geçmesi ve içerisinde sesi barındırmasına da her bir birime de sesi güzel dedik. Galiba bunu Dilşad taktı bize bir vakit. Sesi güzeller burada mı? Sesi güzelleri koyduk mu? Vesaire gibi. Ve birkaç mekanda var. Bir tanesi göz. Çokça sesin olduğu ve daha büyük mekana yerleşmiş olan parçanın adı Göz. Bir ıslak mekan vardı,  Bayetav, bir eski Levanten evi. Dolayısıyla banyosunu da kullandık biz oranın. Oradaki birimin adı Yahf idi. Bir tane kurt vardı, o balkondaydı. Bir de kuyu vardı. Demin Dilşad’ın bahsettiği göçebe kültürlerle ilintili işlerin olduğu yerin yakınında kuyuda da Binboğalar Efsanesi yankılanıyordu. Belki burada bir parça durabilirim. Detaylı anlattığım gibi geliyor. Araya girmek isteyen, eklemek isteyen varsa hâlâ olur.

Deniz Gündoğan İbrişim: Çok kısa bir şey söyleyebilir miyim? Ben sesli düşüneceğim, böyle muhteşem kadınlar muhteşem şey bir araya gelince. O kadar güzel anlattın ki Aslıhan. Ben edebiyatçı olarak şu an burada mest olmuş durumdayım çünkü hoyratlığı dönüştürmek dedin bu gerçekten çok önemli bir şey  ve çok  zarif de bir jest. Çok kısa bir şey söyleyeceğim. Sizin bütün bu şeyler, sesler ve aslında yerin hafızası bana da çok yakın bir deneyim olduğu için çok kısa paylaşmak isterim. Geçtiğimiz 6-7 Eylül'de Marmara Adası'na ve Ekinlik Adası’ına davet edilmiştik. bir grup yazar ve akademisyen olarak ve Yaşar Kemal'in  Bir Ada Hikayesi  dörtlemesi romanlarını orada izini sürmek için. Çünkü Yaşar Kemal 6-7 Eylül olaylarına dair Karıncanın Su İçtiği romanını Ekinlik Adası'nda aslında yazıyor ve bir şekilde biz de gerçekten bir grup yazar ve akademisyen olarak orada Yaşar Kemal'in betimlemeleriyle, onun doğaya verdiği anlamla ve aslında insan ve insan sonrasını birleştirici, kapsayıcı diliyle birlikte meşelerin, çınarların seslerin izlerini sürdük. Onları içimize almaya ve onlarla birlikte yürümeye çalıştık. Bizim orada Ekinlik Adası'nda rehberimiz otlar, meşe ağaçlarının fısıltıları, çınar ağaçlarının fısıltıları, ayazmaların aslında yıllardır suskunluklarıydı. Gerçekten de o kadar çok bu yerin hafızası üzerine konuştuk ki ve aslında hepimizin orada verdiği konuşmada tam da buna yönelikti. Sesle birlikte, adanın sesiyle birlikte, denizin sesiyle birlikte hikayeyi başlatmak, düşünmek ne demektir diye o kadar çok düşündük ki geçtiğimiz aynı haftalarda. O yüzden bu çok kısa bir şey, hemen ben araya söylemek istedim. Gerçekten çok zarif bir şey söyledin çünkü.

Yasemin Ülgen: Burada hemen bir şey söylemek istiyorum, ses meselesi olduğunda programa başladığımızdan beri içimde kıpır kıpır olan bir radyo konusu var. Şimdi bu bizim Renk'te yaptığımız şeyde o gürgeni elekleri bir araya geçirip bir alan yarattık aslında ve o alanda edebiyatta söylenen sözlere o zerafete bir kulak verme eylemi de var. İzleyici geldiğinde bir pozisyona geçiyor, belki oturuyor, belki ayakta ama kulak vererek ve yaklaşarak sadece o meseleye odaklandığı, o sözlere odaklandığı ve aslında başka bir anlamda, ziyaretçinin kendisini de nezaketle yaklaştırdığımız, yaklaşmaya davet ettiğimiz bir alan burası. Ve tam da bu mesele yakından bakmak olduğumuz zamana, seslere, sizin yaptığınız çalışmadaki gibi edebiyattaki cümlelere, sanattaki renklere, birbirimizle olan ilişkilerimize, bunların hepsine bir tekrar bakma hali hepimizin arasındaki bir ihtiyaçtı da aynı zamanda. Belki pandemiden sonra, biraz daha bir içimize kapanıp o hızdan çıktıktan sonra da fark ettiğimiz detaylar bunlar. Ve tam da o sıralarda şeyi konuşuyorduk biz, bir görsel sanatlar alanı bir müze, galeri ya da sanat mekanı olarak tanımlanmış bir mimari tasarım olması gerek yok. Belki de bir radyo bir sanat mekanı olarak düşünülebilir. Bir ses, bir hikaye, bir sanat nesnesi olarak ortaya çıkabilir dedikten sonra belki bunu bize sağlayan şey de açık radyoydu. Çünkü burada da biz nezaketle söylenen tüm bilgilere, tüm programlara, tüm hikayelere kulak verdik yıllarca ve bizim tüm hayatımızı da değiştirdi ve bu pratikte beraber dedik ki bir ses de olabilir sadece görsel sanatların alanında bir nesne olarak karşımıza, bir deneyim olarak karşımıza çıkabilir. Radyonun frekanslarının dağılması gibi bütün o hikayelerin geçmişle bugünün o ilişkisine baktığımız gibi sesi bir görsel işe nasıl dönüştürebiliriz diye konuşmaya başladık ve sonrasında biraz önce bahsettiğimiz gibi bütün bu Anadolu'nun kadim ve güncel arada kalan, tekrar dönüyorum, o patikalardan gittiğimiz, anayollara birazcık uzaktan baktığımız ama detayları yakalamaya çalıştığımız çalışmaları yapalım fikri ve niyeti ortaya çıktı.

Deniz Gündoğan İbrişim: Çok güzel anlattın, çok kısa bir vaktimiz kaldı.

Dilşad Aladağ: Sadece şey söylesem, katılanların hani onların da ismini anmadan bitirmek istemem. Onlardan bahsedeyim. Az önce bahsettiği gibi arkadaşlarımın bir daveti gönderdik. Benzer hassasiyetleri paylaştığımızı düşündüğümüz arkadaşlarımıza ve onlar da Emre Gönlügür, Dicle Kumaraslan, Ezgi Hamzaçebi, Gizem Kıygı, Alen Mevlat, Merve Bedir, Fulya Peker ve biziz aslında. Aslıhan, Dilşad, Eylül ve Yasemin. Umarım kimseyi unutmadım. Onlara da tekrar teşekkür etmek isteriz burada.

Deniz Gündoğan İbrişim: Teşekkür ederiz. İyi ki yapmışsınız gerçekten. İyi ki de varsınız. Ben çok keyif aldım. Ve sürenin gerçekten bu kadar hızlı geçtiğine inanamıyorum şu an. Umarım sizi gerçekten bir kere daha hem Anatopia üzerinde hem belki de daha farklı çalışmalar üzerinde belki biraz daha Mahsul’ü açacağımız, Anatopia'yı da daha fazla açacağımız yıllar belki geçtikçe ya da projeler daha çok çoğaldıkça çok çok isterim, tekrar Açık Radyo'da sizi Ekokozmopolitan'da konuk etmek. Çok ağzınıza sağlık, harikaydı. Ben tekrar teşekkür ediyorum. Sevgili Eylül, sevgili Dilşad, sevgili Yasemin ve sevgili Aslıhan. Biz teşekkür ederiz.

Yasemin Ülgen: Biz çok teşekkür ederiz, koro halinde.

Deniz Gündoğan İbrişim: Bence bu gayet güzel. Sevgili dinleyiciler, bu akşamlık bu kadar. Bir sonraki Ekokozmopolitan'da tekrar görüşmek dileğiyle. Hoşça kalın.