Avcılığa karşı mücadele sürüyor

-
Aa
+
a
a
a

Yeşil Havadis’te bu hafta Vegan Derneği’nden Öykü Yağcı ve derneğin vekili avukat Tuğçe Berber ile av ihaleleri, vegan peynir yasağı, üniversitelilerin vegan menü talepleri ve yürüttükleri yasal mücadeleler üzerine söyleştik. 

Winslow Homer. The Fox Hunt, 1893
Türkiye Vegan Derneği ile söyleşi
 

Türkiye Vegan Derneği ile söyleşi

podcast servisi: iTunes / RSS

Selin Uğurtaş: Veganizmden bahsederken sıklıkla eksik veya yanlış bir algının oluştuğunu fark ediyorum. Bunu yalnızca bir beslenme biçimi olarak algılayan birçok insan var. Meselenin etik ve felsefi boyutu arka planda kalabiliyor. Fakat Vegan Derneği’nin çalışmalarına baktığımızda bir yandan vegan peynir yasağına karşı veya öğrencilerin vegan beslenme hakkı için mahkemeye giderken, aynı zamanda av ihalelerine karşı da mücadele yürüttüğünüzü görüyoruz. Böyle bakınca meselenin beslenmeden daha fazlası olduğu netleşiyor. Yürütülen mücadelelerin detaylarına girmeden önce çok temel bir soruyla başlamak istiyorum. Veganlığı nasıl tanımlıyorsunuz? 

Öykü Yağcı: Evet, veganlık genellikle vejetaryenlikle karıştırılıyor ancak ondan da çok farklı. Yalnızca bir beslenme biçimi değil, bir trend hiç değil. Her şeyden önce insan, hayvan, doğa ilişkisini adalet ve eşitlik temelli konumlandıran, güçlü bir felsefi altyapısı olan bir kavram ve yaşam biçimi veganlık.

Her şeyden önce hayvan özgürlüğünü ve özgürleşmesini temel alan etik vegan felsefeyi ve yaşam tarzını benimseyenler, insanmerkezci, türcü ve faydacı yaklaşımlara karşı çıkarak tamamen bitki, meyve, bakliyat bazlı zengin bir beslenmeyi; hayvan bazlı veya hayvanlar üzerinde test edilmiş herhangi bir malzeme, ürün kullanmamayı; hayvanat bahçeleri, hayvanlı sirkler, deniz parkları, tematik akvaryumlar gibi hayvanların tutsak ve istismar edildiği her türlü eğlence biçimini reddetmeyi insan dışı, insan olmayan hayvanlara yönelik ahlaki bir yükümlülük olarak görüyor. Özünde, insanın diğer hayvanlardan üstün olduğu yanılgısına dayanan, bireylere tür mensupluğu üzerinden değer atama anlayışını temel alan bu ayrımcılık biçimini reddeden bir yaşam felsefesi aslında. 

1979’da The Vegan Society tarafından belirlenen tanım bugün de dünya çapında kabul görüyor. Bu tanıma göre veganlık, hayvanların, gıda, giyim ya da başka amaçlarla maruz kaldıkları sömürünün ve zulmün her türlüsünden, uygulanabilir olan en mümkün mertebede kaçınan ve buna ek olarak, insanların, hayvanların ve çevrenin yararına, hayvan kullanımını içermeyen alternatiflerin geliştirilmesini ve kullanımını destekleyen felsefe ve yaşam biçimidir. Beslenme söz konusu olduğunda hayvanlardan tamamen ve kısmi olarak elde edilen ürünlerin reddedilmesini ifade ediyor. 

Aynı zamanda hayvan hakları, çevre ve doğa ilişkisini adil bir temel üzerine oturturken bir yandan da bugün hepimizin karşılaştığı ve etkilerini hissettiği iklim krizi gerçeği var. Örneğin BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne ve pek çok bilimsel araştırmaya göre hayvancılık, iklim krizinin başlıca nedenlerinden biri. İnsan kaynaklı metan salımının yüzde 44’üne sebep oluyor hayvancılık. İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının ise yüzde 14,5’inden sorumlu. Sığır eti ve sütü üretimi, hayvancılık sektörünün toplam sera gazı salımlarının yüzde 65’ine neden oluyor. Önümüzde bu kadar net veriler varken, iklim krizinin hayvancılıkla ilişkisini reddetmek çok yanlış. Dolayısıyla veganlık, iklim krizinin de en doğal çözümlerinden biri olabilecek.

Haziran 2018’de Oxford Üniversitesi, Science dergisinde yayımlanan çok geniş kapsamlı bir makale paylaştı. Orada vegan beslenmenin iklim krizinin en kesin çözümlerinden biri olduğu söyleniyor. Bununla ilgili bölümleri TVD (Türkiye Vegan Derneği) internet sitesinde “Neden veganlık?” başlığı altında detaylı biçimde paylaştık, ilgilenenler bakabilirler. 

“Kara avcılığı kanununun ortadan kaldırılacağı günler için çabalıyoruz.”

S.U.: Çok güzel bir başlangıç oldu. Hatta belki biyoçeşitlilik krizine de değinmekte fayda olabilir. Hepimizin canını sıkan ormansızlaşmanın da temel nedenlerinden biri, hayvancılık sektöründe kullanılan yemlerin yetiştirilmesi için Amazonlar gibi büyük ormanların yok edilmesi. İşin hem bahsettiğiniz gibi etik, felsefi boyutu var hem de gezegenimize karşı sorumlu davranma boyutu var. Biraz yürüttüğünüz yasal mücadelelere de değinmek istiyorum. Önemli mücadelelerden biri av turizmine, av ihalelerine ilişkin. TVD olarak av turizmi ihalelerine dava açıyorsunuz. Ancak avlanabileceği söylenen hayvanlar, bu davalar süresince korunmuyor ve öldürülüyorlar. Ve bildiğim kadarıyla dava neticesinde davaya konu av ihalesi iptal edilse dahi, bir sonraki sene aynı tür için benzer bir av kararı çıkarılmasının önüne geçilemiyor. Bu süreç bana bir kayayı zirveye taşımaya uğraşan fakat zirveye her yaklaştığında taşı elinden kaydıran Sisifos’u anımsatıyor. Bu sene de 2022-2023 av dönemi Merkez Av Komisyonu kararının iptali ve yürütmenin durdurulması için Tarım ve Orman Bakanlığı’na açtığınız bir dava var. Bize süreçten bahsedebilir misiniz?

Ö.Y.: Hukuki detaylar için sözü Tuğçe’ye vereceğim ama çok genel bahsedeyim. Biz TVD olarak 2020’den beri hem av turizmi ihalelerinin iptali için hem de Türkiye çapındaki Merkez Av Komisyonu kararlarının, Türkiye çapındaki av ihalelerinin iptali için dava açıyor veya müdahillik başvurusunda bulunuyoruz. Özellikle 2021’de Konya Karaman’daki Anadolu yaban koyunu ve yaban keçisi davalarını, Adana, Mersin ve beş ili kapsayan yaban keçilerinin ve Bolu’daki kızıl geyiklerin öldürülmesine karşı davalar açtık. Geçen sezon o hayvanların öldürülmesini engelleyebildik fakat bu sene baktık ki yine aynı bölgelerde, yine aynı hayvan türleri av kapsamına alınmış. Nitekim 2020’den bu yana sadece bizim değil Türkiye çapında pek çok baronun ve derneğin hayvanlar lehine kazandığı pek çok dava ve emsal karar var. Buna rağmen Tarım Bakanlığı hayvanları hedefe koymaktan vazgeçmiyor, çekinmiyor. 

Biz aslında sadece belirli türlerin değil, tüm türlerin avlanmasına karşı mücadele vermeye çalışıyoruz. Bunun için de Türkiye çapında Danıştay’a davalar açıyoruz. Bu sene açtığımız davayı da mevcut yasalar ve uluslararası sözleşmeler çerçevesinde belirli türlere odaklayabiliyoruz ancak tüm hayvanların yaşam hakkı değerli ve önemli olduğu için avcılığın tamamen yasaklanması çağrısı yapıyoruz ve bunun için mücadele ediyoruz. Merkez Av Komisyonu’nun da lağvedileceği, kara avcılığı kanununun ortadan kaldırılacağı günler için çabalıyoruz. 

Bu son açtığımız davayı da TVD ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) olarak açtık. Mesela Tarım Bakanlığı’nın son çıkardığı yaban hayvanları listesi var. Burada Bern Sözleşmesi’ne göre hayvanları listelerken diğer tarafta kendilerine göre bir listeleme yapmışlar, hangi türler neye göre avlanabilir diye. Ama bu hayvanlarla ilgili herhangi bir çalışma ya da bilimsel veri olmadığı için, sınıflandırma ve numaralandırmalarının neye dayandığını bilmediğimiz için bütün hayvanlar tehdit altında. Örneğin, popülasyonu yeterli bir seviyeye ulaştığında avına izin verilebilir dedikleri Hatay dağ ceylanı ve Urfa ceylanı küresel düzeyde nesli tükenen hayvanlar. Türkiye’den yine ayrıntılı envanter çalışması olmaksızın istilacı tür sınıfına sokulan yeşil papağan ve İskender papağanı var. Yine geçen senelerde hayvanlar lehine karar alınan kızıl geyik, yaban keçisi, yine Türkiye’ye endemik ve popülasyonu çok az olan Anadolu yaban koyunu var. Bu avlar gerçekten sadece ticari kaygılarla yapılıyor. Başka bir sebeple yapılsaydı yine kabul edilemezdi çünkü türlerin yaşam hakkını Tarım Bakanlığı satılığa çıkarıyor. 

Tuğçe Berber: Haklar bağlamında bakıldığında avcılık doğrudan bir yaşam hakkı gaspı. Bir canlının yaşamının keyfî bir şekilde elinden alındığını görüyoruz ve bakanlık bunu spor, turizm olarak adlandırıyor. Biz nasıl ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, homofobiye karşı çıkıyorsak, bir ayrımcılık çeşidi olan türcülüğe de karşı çıkmamız gerekiyor. Bu bağlamda bu hayvanların yaşam hakkını savunmamız gerekiyor. Gönül ister ki tüm hayvanların yaşam hakkını savunabilelim ve avcılığı tümden yasaklayalım ama ne yazık ki mevcut hukuki koşullar bize sadece yerelde veya belli hayvan türleri adına mücadele etmemize sebep oluyor. 

Bizim davalarımızda değindiklerimiz nelerdi, geçmiş davalardan günümüze ne değişti, kısaca ondan da bahsedeyim. Geçen sene TVD’nin kazandığı Konya ve Bolu davaları var. Dedin ya Sisifos’un kayası gibi, gerçekten öyle. Geçtiğimiz sene Konya ve Bolu’da davaları kazandık ve bu sene aynı yerlerde tekrar avcılık başladı. Bizim kanunları değiştirmemiz gerekiyor. Ancak şöyle de bir durum var, TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu avcılıkla ilgili hükümleri düzenlerken maalesef av komisyonlarından destek aldı, onlarla beraber hükümler düzenledi. Böyle bir zihniyet var karşımızda.

Aslında biz bu davaları kazandık ve Konya’da da Bolu’da da geçen sene, günler içinde yürütmenin durdurulması kararı verildi çünkü gerçek bir ihlal ve hukuka aykırılık var ortada. Şu anda da Danıştay’ın yürütmenin durdurulması kararı vermemesi, ihalesi söz konusu olan çok fazla hayvan olmasıyla ilgili. Eğer merkez kararları iptal edilirse yereldeki ihaleler de duracak ve bu tüm av ihalelerinin durması anlamına geleceği için Danıştay yürütmenin durdurulması kararı vermekten geri duruyor. Nitekim geçen sene açtığımız davalar da var ve o davalar resmen hükümsüz kaldı. Bakanlık bir savunma yapmadı, Danıştay yürütmeyi durdurma kararı vermedi. Bunların üzerinden bir sene geçti ve 2022-2023 dönemi için tekrar Merkez Av Komisyonu kararları yayınlandı. Biz yeniden dava açtık. Bu davada da aynı şeyleri ileri sürüyoruz aslında. Bern Sözleşmesi’ne aykırılık durumu var. Genelde savunma şöyle oluyor, “Biz Bern Sözleşmesi’ne çekince koyduk, o yüzden yaban keçisini, yaban koyununu, yaban domuzunu avlayabiliriz. Bu çekinceler kapsamında bizim avlarımız yasal.” Ama durum öyle değil. Örneğin geçen sene Erzurum 1. İdare Mahkemesi’nden çıkan bir karar var, “Bu çekinceler yeterli değildir,” diyor. Sen kamu yararını gözetmek zorundasın ve çevrenin de korunmasıyla bağlantılı olarak, bu kadar hayvanın ölümüne sadece bir çekince koyarak sebep olamazsın. Bu çok güzel bir karardı. Böyle yerel mahkeme kararları, kazanılmış davalar varken, bakanlık bu sene tekrar ihaleleri başlattı. Bern’e aykırılığın yanı sıra, 4915 gibi Anayasa’ya dahi uymayan bir kanun var. Bu kanuna dayalı olarak yürütülmüş av ihaleleri var. 

Neden anayasaya aykırı bu kanun? Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan konular aslında anayasada sınırlı sayıda ve yaban hayvanları olarak tanımlanan canlılar üzerinde devletin bir tasarruf hakkı bulunmaz. Bunlar genelde toprakla, arazilerle ilgili tasarruf hükümleriyken devlet diyor ki, “Ben hayvanlar üzerinde de bir tasarruf hakkına sahibim ve bu yüzden hayvanların avlanmasına izin verebilirim.” Aslında bu anayasal bir hüküm değil.Biz bu uygulama talimatlarının, Merkez Av Komisyonu kararlarının iptalini ve yürütmenin durdurulmasını ivedilikle istedik. Bu durdurulmadığı sürece her geçen gün ihaleler açılacak, hayvanlar öldürülmeye devam edecek. Bizim bir sene sonra alacağımız yürütmenin durdurulması kararının bize hiçbir faydası yok. Dilekçemizde bunu vurgulamaya çalıştık. 

“Yangınlarda sadece fauna değil flora da mahvoldu.”

Aslında bakanlık bu av ihalelerine izin vererek Çevre Kanunu’nu ya da anayasanın 56. maddesindeki “Sağlıklı çevrede yaşama hakkı”nı da ihlal etmiş durumda. Geçen sene büyük orman yangınları yaşadık, o ormanlarda şu an avlanmaya izin var. Zaten yangın sonucu tahrip olmuş bir bölge varken bir de o avlaklara girilmesine izin veriyorsunuz. O hayvanlar zaten orada perişan oldu. Sadece fauna değil flora da mahvoldu ve bunların korunmaması, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne de aykırı. Hem uluslararası düzlemde hem de yerelde bu kadar aykırılıklar söz konusuyken Bakanlık elini kolunu sallaya sallaya her sene ihale açmaya devam ediyor. 

Dayanakları, genelde bu hayvanların zararlı olduklarını tespit ettikleri ve bu konuda bilimsel raporlara dayandıkları iddiası. Geçen sene Konya’da da Bolu’da da böyle savunmalarla geldiler. Genelde, popülasyonun korunması için özellikle yaşlı bireylerin öldürüldüğünü söylüyorlar ama durum böyle değil. Geçen sene bakanlık, arazi inceleme raporlarını sundu. Bu raporlara baktığımızda çok yuvarlak rakamlar verdiklerini gördük. “Şu arazide 10 erkek, 20 dişi, 5 yavru bulduk.” Bölgeye avcılarla beraber gitmişler ve hayvanların ağaç kovuklarında bıraktıkları izler üzerinden sayım yapmışlar. Bize sayıları bilime dayanmayan bir raporla veriyorlar ve hayvanları öldürme izni çıkarıyorlar. Bu hayvanlar üzerinden çok yüksek miktarlarda ihaleler açıyor ve gelir elde ediyorlar. Böylesine korkunç bir durum var ortada gerçekten. 

“Birçok kadın cinayetinin avcılık için edinilen silahlarla işlendiğini duymaya başladık.”

Ö.Y.: Uzman görüşü de sunuldu geçen seneki davalarda. Bu seneki davalarda da yaban hayat uzmanı, veteriner Dr. Gökçe Coşkun, çok somut verilerle av ve avcı müdahalesinden yaban hayatın nasıl etkilendiğini, hayvanların nasıl strese girdiğini ve üreme sorunu yaşadığını vurrguladı. Bugüne kadar bakanlık tarafından yapılan bütün savunmalar idare mahkemeleri tarafından yetersiz ve tutarsız bulundu. Bu kadar etik, hukuk ve bilim karşıtı savunmalar olmasına rağmen avın devam etmesi kabul edilemez. Biz bu yıl, geçen seneki gibi, pek çok baro ve STK ile beraber çalışarak Türkiye çapındaki av ihalelerine de tek tek dava açacağız. Dava açılmasını hep beraber sağlayacağız ve tek vücut olarak av turizmine karşı mücadele edeceğiz. Burada HAKİM’den Av. Gizem Karataş’la beraber çalışıyoruz ve Ankara, İzmir baroları da geçen yıllarda benzer çalışmalara imza atmıştı. Umuyorum diğer barolarla birlikte bu davaları hayvanlar lehine kazanacağız.

T.B.: Bir şey daha eklemek istiyorum. Genellikle mahkemelerin bu konuya bakışı antroposentrik, yani insanmerkezli bir bakış açısı. Bu nedenle şunu da eklemek gerekiyor: Avcılık aslında insan haklarını da tehdit eden bir olgu. Çünkü toplumda şiddeti körüklüyor ve av silah sektörü o kadar büyümüş durumda ki bireysel silahlanmaya da sebep oluyor. Birçok kadın cinayetinin bu silahlarla işlendiğini duymaya başladık. O yüzden eğer mahkemeler hâlâ hayvan hakları bazında bir değerlendirme yapamıyorsa - ki maalesef yapamıyorlar - insan hakları bazında değerlendirerek de avcılığın bir an önce durdurulması yönünde karar almaları gerekiyor. 

S.U.: Bu sene Tarım ve Orman Bakanlığı’na açtığınız bir diğer dava, vegan peynirlerin üretim ve satışına yasak getiren yönetmelik maddesinin iptaline ilişkin. Bu, insanlara anlatmakta çok zorlandığım bir mesele. Avrupa’da bitkisel bazlı ürünlere peynir, süt denememesi konusu epey tartışılmış, böyle bir kararın alınması için ciddi lobi faaliyetleri yürütüldüğü haber olmuştu. Türkiye bunun çok ötesine gitti. Ürünlerin isimlendirilmesinden bağımsız olarak üretim ve satışına müsaade etmiyor. Bütün bunlar nasıl oldu, anlatabilir misiniz?

Ö.Y.: Biz vicdan hürriyeti kapsamında veganlıkla ilgili olarak bakanlıklarla görüşmeler yapıyorduk. Tüm kamu kurumlarında, özel kurumlarda vegan menü zorunluluğu getirilsin, veganlar sağlıklı ve etik bir şekilde beslenebilsin diye mücadele veriyorduk. Milli Savunma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile görüşmeler yaptık. Fakat bu süreçte, ilginç bir şekilde, vegan peynir üreticilerine ceza kesildiğini öğrendik ve hemen Tarım Bakanlığı Gıda İşletmeleri ve Kodeks Başkanlığı’yla görüşme yaptık. Fakat bundan geri adım atmadıklarını görüp hemen kampanya başlattık. Şu an change.org'da vegan peynir yasağına karşı kampanyamız devam ediyor. Yurt dışında da bunu duyurduk çünkü dünyada eşi benzeri olmayan bir yasak. “Vegan peynir” veya “vegan sucuk” gibi etiketler belki yurtdışında da konulamıyor ama böyle bir yasak asla yok. 

Özellikle ihracatı geliştirmeye çalıştıkları bir dönemde, Türkiye’deki üreticilerin de gelişmesini baltaladıkları -özellikle iklim krizi ve hayvan hakları konusunda farkındalığın arttığı bir dönemde- Türkiye’nin birkaç adım geriye atıyor olması düşündürücü ve kabul edilemez. Biraz da hayvancılık lobisinin yönlendirmesiyle ilgili olduğunu düşünüyoruz bu yasakların. Anayasaya ve uluslararası sözleşmelere aykırılık sebebiyle Tarım Bakanlığı’na da dava açtık çünkü herhangi bir olumlu adım göremedik kendilerinden. Bu hem mülkiyet hakkını hem kanunilik ve ölçülülük ilkelerini çiğniyor. Tüketici haklarını da çiğneyen bir yasak aslında. 

T.B.: Neden böyle bir yönetmelik maddesi var ve buna bağlı çıkarılan bir tebliğ var, buna değineyim. Maddede der ki, “Bitkisel yağ, nişasta, soya ürünü, süt proteini dışındaki ürünler kullanılarak peynir üretilemez.” Böyle keyfî bir uygulama 2020’de getirildi ve buna dayanarak bakanlık şu anda bütün üreticilere para cezası kesiyor. Bu madde, bitki temelli gıda maddelerinin üretimini, ithalatını, ihracatını yapan firmaların iktisadi hayatın bir parçası olan mülkiyet haklarını zedelemekle birlikte bir de vegan yaşam biçimini benimsemiş ve hatta sağlık sebebiyle bu ürünleri kullanan kişilerin de anayasal haklarını ihlal ediyor. O yüzden bu maddenin iptaline ilişkin dava açtık ve yürütmeliğin durdurulmasını istedik. Bakanlık ceza kesmeye devam ediyor, bazı firmalar fabrika durdurmaya kadar gitti. Ancak hâlâ ses yok Danıştay’dan. 

S.U.: Son olarak Yükseköğretim Kurulu’na Danıştay’da açtığınız bir dava var, bu da vegan öğrencilerin sağlıklı ve yeterli beslenme haklarının tanınmasına ilişkin. İstanbul Teknik, Yıldız Teknik, Ege Üniversitesi gibi üniversitelerde vegan menü taleplerini bir seneye yakındır duyuyoruz. Bu mücadeleye de değinerek toparlamak iyi olabilir.

T.B.: Bizim vegan menüye ilişkin bir davamız var. Veganlar, etik değer anlayışıyla bir yaşam biçimini sürdürürken, vicdan ve düşünce özgürlüğünü ortaya koyuyorlar. Üniversiteler ise öğrencilerin taleplerini görmezden gelerek, “Ya etik tutumunuzdan vazgeçeceksiniz ya da her öğrencinin faydalandığı imkânlardan faydalanamayacak ve kendi başınızın çaresine bakacaksınız,” diyerek vegan öğrencileri ortada bırakmış durumda. Biz de bunun için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’de düzenlenen vicdan hürriyeti ve düşünce özgürlüğü kavramlarına dayanarak, bunların ihlal edildiğini söyleyerek, Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) vermiş olduğu karara dava açtık. Çünkü YÖK bize her üniversiteye başvuru yapabileceğimizi söyledi. Ama biz ülke genelinde bir düzenleme gelmesini istiyoruz çünkü her üniversite kafasına göre bir uygulama yapıyor. Bazı üniversitelerde vegan menü varken bazılarında yok ve öğrenciler böyle bir ekonomik durumda, kendi imkânlarıyla yaşamaya çalışıyorla. Vicdan hürriyetlerinin ihlal edildiğini görüyoruz. Genel bir düzenleme için bu davayı açmış durumdayız. 

Ö.Y.: Mesela İTÜ gibi köklü bir üniversitenin bunu aylardır reddetmesi, üniversitelilerin eylemlerini, çağrılarını görmezden gelmesi kabul edilemez. Bu yüzden YÖK’e açtığımız davanın yanı sıra Kamu Denetçiliği Kurumu’na başvuruda bulunduk ve bunun da devamı gelecektir. Biz hem av konusunda hem de hayvan ve insan hakları konusunda keyfî, insanmerkezci tüm uygulamalara karşı mücadele vermeye çalışıyoruz. Bizim çağrılarımıza, kampanya ve eylemlerimize herkesin destek olmasını bekliyoruz. 

Ayrıca VegFest düzenliyoruz 1-2 Ekim’de Kadıköy’de, lütfen gelin, ücretsiz bir festival. Vegan olan ve olmayan herkese açık. Çok güzel konu ve konuşmacılarımız olacak. Herkesi bekliyoruz.