25 Ekim 2008
Bizi AKP'yi eleştirmemek yoluyla desteklemekle itham edenler şunu idrak etsinler: Bunun AKP'yi desteklemekle zerre kadar ilgisi yok. İki şeyle var: 1) Özgürlükleri ve hakları kim desteklerse biz de onu destekleriz; 2) Kim kösteklerse, biz de ona yükleniriz. Bu kadar basit.
Böyle bir laiklik anlayışı
Laiklik, bizim gibi ülkelerde dünya işlerine karışmasını engellemek için dinin kontrol altında tutulması demektir ve bu normaldir. Oysa bizimkilerin laiklik uygulaması dincilik ve şiddet üretiyor. İki sebeple:
a) Devlet, laiklik adı altında Sünnicilik yapıyor. Gayrimüslimlere olduğu gibi Alevilere de müdahaleci ve ayrımcı. Bunun sonucu, Alevilik, modernleşmeyle birlikte bir kültür rengine dönüşeceğine, insanların inatla tutunduğu bir dinsel kimlik oldu çıktı. Bunun sonucunda, toplumdaki Sünni-Alevi fayı derinleşiyor.
b) Laiklik uygulaması artık aydın tahakkümünü devam ettirmekten ibaret hale geldiği için İslamcı zihniyeti ayakta tutuyor. Bunun sonucunda, toplumdaki İslamcı-Laik fayı derinleşiyor.
Bu iki durumun bir üçüncüsüyle ne kadar ürkütücü bir paralellik taşıdığı dikkatinizi çekti mi? Aynen; devletin ezberci Kürt politikalarının Kürtlük bilincini ve PKK'yı ayakta tutması, yani Türk-Kürt fayını derinleştirmesi, bunun da askerlerin siviller üzerindeki tahakkümünü sürdürmeye yaraması gibi!
Sonun başlangıcı
Özgürlükleri, hakları ve sivilleşmeyi desteklediği sürece AKP'nin yaptığı kimi saçmalıklara-aşırılıklara fazla itirazım yok. Bazı otellerde kaçlı-göçlü yüzme havuzları, kendi aralarında düzenledikleri toplantılarda veya tiyatrolarda haremlik-selamlık uygulaması, vb.
Oysa, zaten 1 Mayıs'ta yaptığı rezalet üzerine sıdkım zaten sıyrılmıştı ama, iki durum birleşince AKP benim için yolun sonuna başladı:
1) Din için devleti kullanması. Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Hakan Yılmaz, özetle şöyle diyor: Laiklik devletin bir niteliğidir; doğru. Fakat son yıllarda bazı kamu görevlileri hizmet sunarken vatandaşın dinsel kurallara uymasını şart koşuyor. Burada laiklik artık devletin bir kuralı/politikası olmanın ötesinde bir 'yurttaşlık hakkı' haline geliyor (Ruşen Çakır, Vatan, 18.06.08).
Örnek sürüyle. AKP'li belediyelerin işlettiği yerlerde dinsel nedenlerle içkinin yasaklanması (Radikal 04.01.08, 23.08.08), hatta TBMM'ye bağlı Yıldız Sarayı içinde Boğaz'a nazır Porselen Restoran'daki içki yasağı (Radikal, 04.04.08, 10 ve 12.07.08).
Ama benim için asıl vahim olan, bunun AKP'liler tarafından nasıl rasyonalize edildiği. Orta Anadolu'da, Allahın unuttuğu bir kasabadan bahsetmiyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi AKP Grup Başkan Vekili Hüseyin Evliyaoğlu'nu dinleyelim: "Belediye'nin sosyal tesislerine 14 yıl önce tek bir vatandaş giremezdi. Bu tesislerde vatandaşın yüzüne bakılmazdı. Şimdi vatandaş bu tesislere girip gücünün yettiği kadar yiyip içebiliyor. Diyorlar ki alkol satılmıyor. Satmıyoruz, ne olacak? Sen bir defa adam gibi bu yapılanı konuşmadın ki bu soruyu sormaya hakkın olsun. Ben özgürlükten yanayım ama bu özgürlük, vatandaşın kendi mülküne girmesi, benim için diğer özgürlükten çok daha önemli." (Milliyet, 16.07.08).
"Oha" diyorsunuz ama bir düşünüyorsunuz ki, üzüm üzüme baka baka kararırmış. Devletin laik olmasını şart koştuğu birey, şimdi devlet görevlisi olunca vatandaştan dinci olmasını şart koşuyor. Burada da, Allah kahretsin, ürkütücü bir paralellik var. Bugüne kadar oklarımızı nereye, niçin yönelttik, şimdi anlıyor musunuz?
Bu durum tabii ki hepimizi çok rahatsız ediyordu. Fakat AKP şimdiye kadar elinde silah olup da politika yapanlara karşı çıkan tek partiydi.
2) Askerle kol kola girmesi. Türkiye'nin en sağlıklı seslerinden Genç Siviller'in, 'Muhtıracısına Âşık Olan Başbakan' başlıklı 18 Ekim bildirisini dinleyelim:
"Nokta Dergisi'nin kapatılmasına varan linç kampanyasına destek verdi, yaranamadı. Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın işinin bitirilmesine göz yumdu, yaranamadı. Sınırötesi operasyonla ilgili muhalefet partilerini azarlayan Paşa'dan yana tavır koydu, yaranamadı. Şansını son olarak da parmağını sallaya sallaya, güpegündüz TARAF'a karşı tehditler savuran Genelkurmay Başkanı'na tam destek vererek denedi. Ne fayda ki yine yaranabileceğini sanmıyoruz." Bal gibi, işkencecisine âşık olmayı anlatan 'Stockholm Sendromu'ndan bahsediyor.
Korkudan nutku tutulmak diye bir şeyi her zaman anlamıştık. Ama son seferde Başbakan'ın nutku falan tutulmadı. Nutuk verdi. Taraf belgeleri için "ölçüsüz ve önyargılı kampanya yürütmek" buyurdu. "Açık söylüyorum, biz haklıyız ve doğru yerdeyiz. Gerisini yanlış yerde duranlar düşünsün." dedi (Radikal, 17.10.08).
Yapması gereken şey
Oysa, 5 kere baskın yemiş bir karakolda halk çocukları ölürken golf oynayanlar hakkında Genelkurmay Askerî Savcılığı'na soruşturma emri vermesini Genelkurmay Başkanı'ndan talep etmeliydi.
Başbuğ bunu yapmazsa veya yapar da oradan bir şey çıkmazsa, 926 sayılı TSK Personel Kanunu'nun 49. maddesinin (i) bendi ve Subay Atama Yönetmeliği'nin 13. maddesi uyarınca o kuvvet komutanının görevden alınmasını teklif etmesini istemeliydi.
Bu teklif de gelmezse, yine 49. maddenin (h) bendi uyarınca, Bakanlar Kurulu'nun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanı tarafından, Genelkurmay Başkanı başka bir göreve atanmalı veya emekli edilmeliydi.
"Yapamaz" diyorsanız, o zaman hakikaten herkes yerini bilsin.