Ardından: Gökçe Akçelik'le Sesler Üzerine

-
Aa
+
a
a
a

2000'li yılların kült müzik topluluğu Replikas'ın kurucularından Gökçe Akçelik 11 Ağustos akşamı aramızdan ayrıldı. Sevgili dostumuzu uğurlarken 10 yıl öncesinden bir arşiv kaydına uzanıyoruz.

""
Ardından: Gökçe Akçelik'le Sesler Üzerine
 

Ardından: Gökçe Akçelik'le Sesler Üzerine

podcast servisi: iTunes / RSS

Sumru Ağıryürüyen ve İlksen Mavituna'nın uzun yıllar Açık Dergi'de sürdürdüğü Müziğin Başka Türlüsü kuşağına 2014'ün Şubat ayında konuk olduğunda Gökçe ile Replikas dışı çalışmalarını konuşma fırsatını yakalamıştık.

Takva ve Çoğunluk filmleri için ürettiği müziklerden hareketle, seslerle kurduğu ilişkiyi kurcalarken Açık Radyo dinleyicilerine çok duyulmamış ses kayıtları dinletmiştik. 

Türkiye'de rock müziğin yapı ve kalıplarını sarsan Replikas ekibinin 30 küsur yıl boyunca parçası olması bir yana Gökçe'nin müziğe ve sese yaklaşımı da zihin açıcıydı.

Kaybının telafisi mümkün değil... Toprağı bol olsun.


İlksen Mavituna: Açık Radyo burası ve Açık Dergi programı devam ediyor; Müziğin Başka Türlüsü bölümündeyiz.

Sumru Ağıryürüyen: Bu hafta yine çok değerli bir müzisyen dostumuzla birlikteyiz. Muhtemelen Replikas grubundan da tanıyacağınız Gökçe Akçelik bizlerle beraber, hoş geldin.

Gökçe Akçelik: Hoş bulduk.

İ.M.: Evet. Besteci, gitarist, şarkıcı, söz yazarı diyebiliriz toptan. Çok teşekkürler gelmeyi kabul ettiğin için. 

G.A.: Ben teşekkür ederim. 

İ.M.: Sumru'nun dediği gibi bir Replikas’ın sahnede en önde duranı, sesi, en çok duyulanı olarak bilenler çoğunluktadır. Biz bundan bir sene önce çok güzel bir performansını izlemiştik. Takva'nın film müzikleri… senin üretimindi ve bunu sunmuştun Peyote’de. Bir de bu kısmı var Gökçe Akçelik’in…  ama daha fazlası da var galiba, onları konuşacağız bu akşam seninle. 

Replikas üretiminin dışında, başka nelerle uğraşıyor Gökçe Akçelik? Sadece gitar mı var mesela hayatında? Buradan başlayalım.

G.A.: Gitardan kurtulmaya çalışıyor bir kere en başta. 2000'lerin başından itibaren bende elektronik müziğe bir ilgi oldu ve o ana kadar Replikas dışında bir şey yapmak aklıma gelmemişti. Bir enstrümancı olarak da çok kendimi ortaya koymadım. Gitarla ilgili hissim de öyle değil; sadece parça yapmak için kullandığım bir alet gözüyle bakıyorum. Fakat elektronik müzik ve bilgisayar müziği meselesi 2000'lerin başından itibaren benim için hızla büyüyen bir merak oldu diyebilirim. Sonra da bununla ilgili bir eğitimim oldu. Ben, uzun yıllar üniversite tahsiliyle ilgilenmemiştim ama böyle bir bölüm, böyle bir eğitim alabileceğimi görünce Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Duysal(Ses) Sanatları Tasarımı bölümüne girdim. 

İ.M.: İlgileneceğin bir şey çıktı yani.

G.A.: Evet. Yani birazcık da şöyle oldu; ‘Ben böyle şeyler yapıyorum, ilgilenir misiniz?’ dedim. ‘Tabii ilgileniriz’ denince bir hevese girdim ve orada aldığım eğitimle bu konuyu da böyle geliştirmiş oldum biraz. Oradan yürüyen başka bir üretim var ama çok ciddi ortalığa çıkmıyor. Oraya başladığım günlerden itibaren arkadaşlarımın yaptığı videolara müzik yapmaya ve dolayısıyla görselle ilişki kurmaya başladım. Replikas’la daha önce iki film film müziği. Sonra ben, çoğunlukla tek başıma film müziği yaptım. Yani, genellikle görsellikle alakalı şeyler yapmış oldum.

İ.M.: Bunları daha ayrıntılı konuşacağımız bir program olması lazım. Bu arada Replikas da 20 seneyi bitirmiş bir ekip.

S.A.: 21 sene olmuş hatta geçen değil mi?

İ.M.: 21 sene. Bu da çok inanılır gibi değil bir yandan. Neyse, onu bir kenara bırakırsak bence gene de Replikas'ın aslında çok uzun süredir elektronik dokulara çok açık bir müziği oldu. Yani, grubunun da böyle bir eğilimi vardı bir yandan sanki. Gruptaki herkes - çoğunluk diyelim herkes demek iddialı olabilir belki ama hep bu kanallara da girdiler gibi gözüküyor.

G.A.: Evet yani hakikaten neredeyse herkes galiba çünkü hep grup olarak başka bir ses daha arıyorduk bildiğimiz rock “şeyini” kırabilmek için. İlk başta saz falan gibi göründü bu, ama sonra elektronik sesler biraz daha ilgimizi çekmeye başladı. Nitekim en son artık hepimiz bilgisayarlarla performans yapıyorduk.

İ.M.: Evet, en son Hitchcock performansı…

G.A.: Evet.

S.A.: Dur, konuşuruz, onu da konuşalım ama önce birazcık Takva dedik ve Gökçe bize bir şeyler getirdi, dinlesek mi?

G.A.:Takva'nın soundtrack'i de çıktı bu sene. Aslında film 2006'da yayınlanmıştı ama soundtrack'i 2012'de yayınlandı galiba.

İ.M.: Peyote’den yayınlandı.

G.A.: Evet, Peyote Müzik'ten. Bu albümün “Takva” adlı tema parçası gibi bir parçası var, onu çalabiliriz.

S.A.: Filmi ya da müziği hiç bilmeyenler için herhalde şaşırtıcı olacak. Güzel.

İ.M.: Evet, Gökçe Akçelik'ten Takva’nın tema müziğini dinledik. Antalya'dan ödül aldığında bu Antalya Film Festivali için büyük bir başarı olarak görülmüştü pek çokları tarafından (gülüşme).  

Ben şunu merak ediyorum; nasıldı üretim süreci? Çünkü mesela filmin çekim süreci zamanında çok konuşulmuştu, çekildiği yer ve konu itibariyle zorlayıcıydı. Nasıl bir karşılaşma oldu?

G.A.: Dediğim gibi grupça daha önce başka film müzikleri de yapmıştık. O açıdan onu düşününce Takva benim gözümde bir müzisyenin karşılaşabileceği en iyi üretim süreciydi çünkü fikrin oluştuğu andan oyuncu seçimlerine kadar sürekli dahil edildim işin içine. Yani tabi oyuncu seçiminde fikir belirtmem için değil ama filmin her aşamasını yaşamış oldum. Hatta böyle bir ara beraber yiyip içip aynı yerde kaldık. Bunlar yavaş yavaş ve iyi bir şekilde kafamda bir şeyler oturmasına yol açtı. Onun dışında da ilginçti çünkü hiç bilmediğim bir dünyaya girdim; beraber bir takım zikirlere gittik, bilmediğimiz bir dünyaya girdik. Üstelik, ‘biz de sizdeniz abi’ diye gizli saklı değil de bayağı ‘biz aslında bu dünyayla pek alakalı değiliz ama takip etmek istiyoruz’ gibi bir tavırla girdik. Hem onları yaşamış olduk, hem de bir takım kayıtlar yaptık. Bazı tarikatlarla açıkça konuşularak bazı şeyler yapıldı; mesela onların müzisyenleriyle konuşuldu ve hatta dediğim gibi bir takım kayıtlar yapmış olduk.

İ.M.: Ayin kayıtları gibi şeyler mi? 

G.A.: Evet filmde de oynayan insanlar var mesela, onları da yönlendirdiler yani böyle yapılmaz da şöyle yapılır falan gibi ya da dediğim gibi bir takım kayıtlar alındı, bunda da yardımcı oldular. Malzeme olarak kullanabileceğim bir takım vurmalılar ve aklımda olan bir sürü şeyi malzeme olarak burada biriktirip Orçun’u (Baştürk) stüdyoya soktum, sonra bu kayıtları bozarak dijital ortamda harmanladım. Filme dair fikirleri ilk 2004'te duydum ben,  yani iki yıl boyunca yavaş yavaş gelişen bir iş oldu.

S.A.: İki yıl, çok güzel. Çok sindire sindire gelmiş o zaman.

G.A.: Öyle oldu ve en son müziğin nerede kullanılacağından miksine kadar her konuda da içinde olabildim ve hakikaten her müzisyenin böyle bir rahatlık yaşamasını isterim - gerçekten baştan sona istediğim ve dahil olduğum bir şey oldu, o açıdan memnunum.

İ.M.: Replikas’ın iki film müziği demiştin, onları da hatırlatalım mı?

G.A.: İlki Maruf idi. Yine Yeni Sinemacılar'ın, Serdar Akar'ın çektiği bir filmdi ve bu ilk deneyimimizdi, bayağı el yordamıyla yaptık bir şeyler. İkincisi, Kutluğ Ataman diyeceğim maalesef, kendisinin bir filmiydi - adını da buradan anmış olduk; İki Genç Kız filmi.

İ.M.: Peki, var mı soracağın Sumru? Benim gene film müziği yapmakla alakalı bir iki merak ettiğim şey var.

S.A.: Sorsana.

İ.M.: Mesela el yordamı dedin ya, o dönemde baktığınız besteciler kimlerdi? Takva’yı yaparken de senin de öyle anabileceğin isimler var mı?

G.A.: Aslında çok da öyle ilerlemedik, ben de bunu düşünüyorum arada. Hatta hangi filme müzik yapmak isterdiniz gibi sorularla bir iki kere de böyle karşılaştık ama çok da öyle birini örnek alarak yapmadık aslında. El yordamı derken, gerçekten cahil cesaretiyle… Bize Maruf için teklif geldiğinde çok eski bir takım taktikleri, Wagner'den kalma şeyleri, leitmotiv hikayesini yeniden icat ederek - bütün karakterlere biraz onlar üzerinden gitmiştik. Takva da ise biraz daha videodan deneyimli olmuştum, ve daha gerilimli bir hikaye olduğu için orada da iş kolaydı; insanların, karakterlerin ruh haline girerek bir şeyler yapmaya çalıştım.

S.A.: Acaba bu film üzerine çalışmak hatta mesela Hitchcock dedik demin ve ben de dur falan dedim hemen - yani bir sessiz film üzerinden o filmi izleyerek - tabii ki daha önceden de mutlaka izlemiş olarak ve sanıyorum Replikas’la da böyle bir ön çalışmanız olmuştu - görüntü ve film üzerinden müzik kurgulamak senin müziğinin diğer taraflarına nasıl etki ediyor ya da Replikas’ın müziğine? Orçun da çok ilgili sinemayla zaten, nasıl hemhal oluyorsunuz ya da senin kişisel müziğine nasıl dokunuyor?

G.A.: Özellikle Replikas’ı düşünürsek, mesela Replikas çok da böyle proje ya da bir fikir, yapı üzerine müzik üreten bir grup değil. Eskiden beri mümkün olduğunca içgüdüsel ve enerji ile müzik üreten bir grup. Film müziği yapmak ise bunun tam tersi; fonksiyonel bir şey yapmaya çalışıp, tamamen gereksiz olan her şeyden kaçınmaya çalışmak. Aslında bir grup olarak bunu yapmak daha zor aslında. Tek başına ya da iki kişi film müziği yapmak biraz daha kolay gibi geliyor bana ama yine de insana müziğe çok başka bir yerden baktırıp biraz da açık bakmaya yol açan bir şey diye düşünüyorum önünde sonunda böyle bir yanı var müziğin; fonksiyonel bir tasarıma dair bir yan. Bunu öğrenmek güzel oluyor açıkçası ve her seferinde böyle bir şeyle karşılaşıp, ‘şimdi bunu nasıl çözeceğim’ diye yola çıkmak çok başka bir bakış ve heyecan verici de geliyor bana. 

Mesela ben özellikle kendi kendime elektronik bir şeyler yaptığım zaman bile bir takım kısıtlamalardan yola çıkarak bir şeyler yapmayı seviyorum; bir parça yapacaksın ama sadece gitar sesi olacak başka hiçbir şey olmayacak. Mesela Takva'da da öyleydi – hiçbir ses kullanmayıp sadece insan sesi, vurmalı sesler ve sadece zikir ya da dergâh müziği... Yani bir takım çok basit malzemelerden yola çıkıp yapmaya çalıştım, yaptım daha doğrusu. 

İ.M.: Bunu anlattığın zaman senin meseleye biraz da okul tarafından yaklaşman da sebepler arasında diye anlıyorum… yani tasarım diye baktığın zaman denklem değişiyor. 

G.A.: Evet.

İ.M.: Devamlıktan ziyade boşluklar görmeye başlıyorsun belki, bilmiyorum. 

G.A.: Evet, tasarım mantığı ki filmin içine böyle bir bakış da gerekiyor gibi geliyor bana, en azından bu tür filmler için. Belki öbür türlüsü de olabilir ki İki Genç Kız’da öyle olmamıştı mesela çünkü parçalar yaptık onlar için ama bu tür şeylerde kendini başka yerlerden işin içine sokmaya çalışıyorsun. Mesela Çoğunluk filminde de çok başından itibaren içindeydim, hatta bir ara ‘Ben bunu yapabilir miyim emin değilim’ de dedim yönetmen Seren Yüce’ye. Seren de ‘Yap’ dedi. ‘Artık bu sorgulanacak bir durum değil, yap şunu artık’ dedi. ‘Peki’ dedim ve çok başka bir şey yapmaya çalıştım. Bilmiyorum ne kadar oldu artık.

S.A.: Dinleyelim mi hatta? Getirmiş miydin?

G.A.: Tamam o zaman, kısaca anlatayım. Bunun soundtrack'ini biz Seren ile yine internetten yayınlamaya karar verdik. Bunu tabii CD olarak basamıyoruz çünkü bütün soundtrack toplamda yedi dakika ve galiba beş, altı ya da yedi parçadan oluşuyor. Her parça 43 saniye, 50 saniye filan gibi. Ben onların dört tanesini birleştirip üç dakikaya yakın bir parça yaptım.

İ.M.: Evet, Seren Yüce’nin Çoğunluk filminin hiçbir yerde bulamayacağınız soundtrack’ini dinledik. Gökçe'ye teşekkürler bir kere daha.

S.A.: Gökçe Akçelik ile birlikte devam edeceğiz. Küçük bir ara mı? 

İ.M.: Küçük bir ara vereceğiz ama benim spekülatif bir sorum olacak yani az bir zamanımız olduğu için, belki bir sessizlik yaşarız diye hemen buraya sokmak istiyorum onu; iki filmden bahsettik şu ana kadar yani iki film müziğini dinledik daha doğrusu: Takva ve Çoğunluk. Bunlar, en azından benim kendi adıma, son dönem sinemasındaki cesur işler. Gerçekten öyle; yapanlar da öyle, filmler de öyle. İkisi için de aynı şeyi söyleyebilirim. Ben hep böyle içinde yaşadığımız dönemi belki biraz da değerli görmek istiyorum bir yandan, Replikas’ın tam da bu dönemde üretiyor olması, sen ne düşünüyorsun, nasıl bir çakışmadır? Hem Yeni Sinemacılar ile, hem de Seren Yüce ile böyle bir hemhal oluşun?

G.A.: Yani bilmiyorum ki, herhalde şanstan öte bir şey var. Yani bir kere sinemacı olarak onların böyle bir müziğe böyle yaklaşıyor olmaları aslında iyi bir şey. Türkiye'de açıkçası film müziği çok da fazla önemsenen bir şey değil ve olduğu zaman da maalesef genel olarak o dizi müziği ruhu yapışmış kalmış durumda. Bunun dışında bir şey arayan insanların birbirini buluyor olması ya da iyi film yapmak isteyen insanların - mesela Yeni Sinemacılar  ortamında - birbirini buluyor olması ve oradan bize ulaşıyor olması.... Bunlar tabii ki umut verici şeyler.

İ.M.: Evet, şans değil. Tamamen somut koşullar aslında.

G.A.: Evet, büyük ihtimalle.

S.A.: Bence bu üzerine bayağı da sohbet edilebilecek bir şey, beni çok heyecanlandıran bir şey böyle bir ortam oluşturuluyor olması. Yani hem edebiyat, hem film, hem müzik, hem başka sanatlar, görsel sanatlar, plastik sanatlar vs. her daldan insanın benzer şekilde düşünen ya da benzer soruları olan insanların bir araya gelip başka sorular ve yanıtlar üretebiliyor olması bile çok heyecan verici bir şey diye düşünüyorum. Bu heyecansız sesimle saate baktım çok konuştum diye.

İ.M.: Evet, ara zamanı çünkü. Birazdan devam edeceğiz.



S.A.:Müziğin Başka Türlüsü'nde Gökçe Akçelik ile sohbet etmeye devam ediyoruz. Gökçe, bak bir şey soracağım; ben seni Replikas’ın dışında Takva ile izledim ve daha sonra da çok merak ettiğim bir konser vardı Borusan’da. Gökçe Akçelik de oradaydı ve ‘Vay’ dedim. Yani şimdi senin müziğinde John Cage nerede duruyor diye bir şey sormam çok abes olacak gerçi ama orada neler yaptın, neler hissettin, neler oldu birazcık bahseder misin? 

G.A.: Şöyle söyleyeyim, o günkü hikaye aslında şöyle; Korhan Erel beni davet etti. Farklı müzik türlerinden insanları hatta farklı disiplinlerden insanları davet etti - Serra Yılmaz da vardı mesela.

S.A.: Ayşenur Kolivar vardı, ilginçti bayağı. 

G.A.: İnsanları bir araya getirmek istiyorlardı ve ben de biraz daha böyle gitarlı müzik kısmından geldim.

İ.M.: Gitarcı.

G.A.: Gerçi Şevket Akıncı da vardı tabi. Yani Cage'in sonuçta elektronik müzikte de çok önemli bir takım şeyleri, yönetim parçaları, fikirleri var. Tabii zaten biraz bu alana gelen herkesin çok önemli bulduğu bir adam ama daha çok fikirleriyle, müziği özgürleştirmesiyle, belki sokaktan bir takım seslerle vs. - çok kabaca anlatıyorum -  müzik yapılıyor ise bunda Cage'in de çok önemli bir payı var – ses, fikir, zihin açıklığı yaratması açısından. O yüzden de biraz çekinerek baktım. Song Books albümündendi orada çalınan işler, parçalar ve kendime uygun bir şey seçebilecek miyim diye baktım. Yani çok ciddi şey, Cage deyince herkesin aklına ne yaparsan olur gibi bir şey geliyor ama öyle değil aslında. Çok ciddi direktifler ve çok net notasyon var bazılarında, öyle yorumladım. Oldu denilebilecek parçalar değil o albümdekiler. Bir kısmı daha performansa yönelik, bir kısmında ise gerçekten ciddi notalar var - mesela benim yaptığımda vardı. Sonra bir tanesinin bana çok uygun olabileceğini düşündüm. Uzatıyorum ama gitarı da farklı bir şekilde yaptığım işlere sokmaya çalışıyorum yani elektronik müziğe nasıl bir malzeme olarak gitar sesi kullanabilirim şeklinde. Burada da telgraf telleri vardı mesela ve telgraf telleriyle gitar sesi arasında bir bağlantı kurmaya çalıştım ve onu yapabileceğimi düşünerek. giriştim bu işe ve güzel de bir konser oldu her açıdan. Herkes bir parça seçti ama başkalarıyla da bir takım ortak çalışmalar oldu. Mesela Şevket Akıncı ile bir parçamız oldu ve onu da tanımış, onunla da müzik yapmış oldum ki çok memnunum bundan. Onun dışında ortak bir takım parçalar oldu. Güzel bir konserdi bence.

S.A.: Ben de böylelikle soramamış olduğum şeyi sormuş oldum, öğrendim neler yaptı orada Gökçe diye. Elinize sağlık gerçekten. Peki, böyle gürültüleri, sesleri vs. farklı şeyleri kullanarak yaptığın başka şeyler var mı? Bir video çalışmasından bahsediyordun.

G.A.: Evet.

S.A.: Belki anlatmak hoş olur.

G.A.: Yani dediğim gibi, birkaç video işiyle başlamıştım zaten. Bir gün bunların en sonuncusunda - aslında bir video değildi – EXTRAMÜCADELE’nin sergilediği bir heykel ya da enstelasyonun müziğini yapmam için bir temas kuruldu - yine Yeni Sinemacılar üzerinden oldu aslında ve bir nevi uhrevi ortam yaratılmıştı, mumlar dikilebiliyordu, bir koridor var ve biraz çarpıtılmış bir kilise müziği havası gibiydi. Aslında kilise müziğiyle hiç ilgisi yok tabii sonucunda...

İ.M.: Çarpıtılmış.

G.A.: Yani kendi yazdığı bir tekst vardı onu verdi EXTRAMÜCADELE. Dediğim gibi, kısıtlı malzemeden yola çıkmak hoşuma gidiyor. Buradaki böyle çok müzikli bir şey değil, yine bir enstelasyon ya da heykel ortamı için yapılmış bir şey olduğu için tamamiyle marş seslerinin bozulmuş halinden bir şey yapmaya niyetlendim.

İ.M.: Marş sesleri kayıt sesleri mi?

G.A.: Yok marş yani bildiğimiz bir takım marşların içinden küçük anları cımbızlayıp, onlardan… çok fazla fark edilmiyor ama malzeme fetişiyle alakalı bir konu. Aslında içinde gizli bir sürü marşla ilgili şeyler var.

S.A.: Çatlıyorum meraktan şu an.

İ.M.: Duyacak mıyız ben de onu merak ediyorum.

G.A.: Bir de şunu söylemek lazım; Metin Bozkurt var arkadaşımız ki Replikas’da da beraber çalıştığımız ses mühendisimiz kendisi, hatta daha da fazlası yani yaratım sürecinde de hep katkısı olan bir arkadaşımız. Teksti de o okudu, onu da ekledik, öyle bir müzik bu aslında.

S.A.: Dinleyebiliyoruz değil mi şimdi?

G.A.: Dinleyebiliyoruz. Adı “72 Milyon”.

İ.M.: Tamam, bakalım o zaman.

S.A.: Yani Gökçe, bunun üzerine daha devam etmesek olurmuş gibi geliyor.

İ.M.: Ben de öyle diyecektim.

S.A.: Kaldım yani.

İ.M.: Kıyamette yazılmış bir insanlık marşı gibi. 

S.A.: Bugün için yazılmış sanki mesela bir yandan.

İ.M.: O kadar karamsar değilim.

S.A.: Yok ben hiç karamsar hissetmedim bir yandan da. 

İ.M.: Metni sen mi yazmıştın?

G.A.: Yok, Mehmet Erdener’in.

S.A.: Elinize sağlık, Metin Bozkurt da harika. 

G.A.: Teşekkür ederiz.

İ.M.: Söz yazmak kısmı şu ana kadar çok üstlendiğin bir şey mi Replikas'ta mesela?

G.A.: Evet yani orada da ortağız tabii, tek birinin yaptığı bir şey değil ama ben de yazıyorum bol bol.

İ.M.: Evet. Temalar için diyeyim ama en azından ruh olarak çok da uzak gelmedi zaten Replikas’dan. O yüzden az evvel söylediysen de ben kaydın içini unuttuğum için acaba sen mi yazdın falan diye düşündüm bir yandan da.

S.A.: Evet, hiç uzak değil.

G.A.: Mehmet Erdener'in tabii bu milliyetçilik vesaire gibi meselelerle biraz daha derdi var.

İ.M.: Hatırlıyor musun serginin ismini bu arada?

G.A.: Onu hatırlayamadım açıkçası. Çok geniş bir sergide Hafriyat'ın da bir bölümü vardı ve orada EXTRAMÜCADELE’den Mehmet Erdener'in de işi vardı.

İ.M.: Peki, bugünlerde var mı güncel sanatla bir ilişkin?

G.A.: Bu anlamda yok aslında. Tabii uzun süredir beraber çalıştığımız arkadaşımız Barış vardı, onunla bazen bir şeyler yapmayı düşünüyoruz ama şu anda net bir şey yok aslında.

İ.M.: Bu arada SoundCloud'da da iki üç tane kaydın var merak edenlere, onu da söylemek lazım.

G.A.: Evet, Gökçe Akçelik olarak bir SoundCloud hesabım var. Orada çaldığımız “Takva” da var. Yeni bir şeyler daha koymak ümidimdeyim aslında.

İ.M.: Gerçi bir açılıyor, bir kapanıyor. Çok da güvenilir gibi değil SoundCloud.

S.A.: Oradan olmazsa öbür taraftan gireceğiz, bulacağız, bir şeyler yapacağız. 

G.A.: Yani evet. Ne demişti başbakanımız?; ‘Ben giriyorum’.

İ.M.: O zaman biz de girelim. Çok zaman yok o yüzden… 

S.A.: Öyle mi? O zaman ne dinleyelim, ne yapalım?

İ.M.: Dinlemeden önce biraz daha konuşalım. Mesela Hitchcock demiştik, orada kaldık.

S.A.: Hitchcock’u almadık.

İ.M.: Son zamanlardaki meşguliyetlerin nedir onu merak ediyorum. Ne bekleyelim dinleyici olarak?

G.A.: Benim tek başıma yaptığım işler açısından bir-iki film müziği ihtimali var, bir yandan onlara hazırlanıyorum ama son ana kadar çok belli olmuyor yani anlaşabilecek miyiz yönetmenle gibi... İyi görünüyor şu anda, ikisi için de açıkçası heyecanlıyım olursa. Bir de benim yıllardır kendi kendime yaptığım bir proje var; bir sürü kayıt aldım sağdan soldan ve bir çeşit bir soundscape composition denilen tarzda bir proje. Aslında bu benim bitirme işim yani çok uzun bir şey - üç bölümden oluşan 50 dakikalık bir şey yapmaya çalışıyorum.. O yüzden de o bir türlü bitmedi. Kendi adıma bunlarla uğraşıyorum açıkçası. Grup olarak, Replikas olarak acayip bir şekilde ortalık karışık. Konser vermek giderek zorlaşıyor. Biz eskiden Anadolu'da her yerde konser verebiliyorduk. Şimdi gerçekten Ankara'da bile zorlaştı - bizim için en azından.  Böyle olunca da ilginç bir şekilde bu bizde üretimi tetikledi yani canlı çalma durumu azalınca biz de bir EP yapmıştık. Geçen sene bir tane kaydetmiştik ve o formatı da sevdik açıkçası. 

İ.M.:EP. No: 1.

G.A.: Evet, EP No: 2 ve 3'e doğru sürekli kafalar oraya çalışıyor. Bir ara bir albüm de yaparız herhalde ama bu aralar o EP meselesiyle, girip, bir şeyler kaydedip hemen onları insanlara ulaştırabilmek çok çekici gelmeye başladı. Onunla ilgili de kafamızda fikirler var yani üretim işinde devam edeceğiz en azından.

S.A.: En kısa zamanda Replikas’ı da zaten Müziğin Başka Türlüsü’ne davet etmek istiyoruz. Onları da konuşuruz...

İ.M.: Demin kaydı dinledikten sonra kaydın içinden kolay çıkamadık ve orada aslında kafamda sorular vardı. Mesela ses enstelasyonu dedin ve bir de az evvel bitirme projenden bahsederken soundscape lafını kullandın. Zaten tasarım diye bir başka çığıra ulaştığını söylemiştin ama mesela bir enstelasyon sesini ve soundscape'i temelde dinleyici açısından ayıran şey nedir ya da o ikisi arasındaki ayrımı nasıl yapıyorsun? Hazır bilenini bulmuşken ben bunu hem kendim için, hem de merakları için soruyorum.

G.A.: Soundscape meselesi özel olarak bitirme için çok uğraştığım bir konuydu. Murray Schafer adlı Kanadalı bir müzik adamının, daha çok hoca belki de, 70'lerde ortaya attığı bir fikir ve onun soundscape composition diye vardığı bir uygulama biçimi var. Aslında temelinde özetle şu; dışarıda duyduğumuz seslerin de bir takım anlamlar içermesi ve bu anlamların üzerine gitmek. Bu, benim çok ilgimi çeken bir durum. Yani sesi bir metafor olarak ya da kültürel hafızaya dair bir şey olarak ya da kişisel hafızaya dair bir şey olarak görmek beni çok heyecanlandırıyor. Aslında o yapmak istediğim proje de biraz öyle bir şey.

İ.M.: Kayıt aldığından bahsediyorsun, merak ettim.

G.A.: Evet, yani şehir seslerinin kimi zaman lokal, kimi zaman aslında evrensel bir takım anlamları var bizim için. Sonuçta müzik hep soyut olduğu söylenen bir şeydir ama ne kadar soyut orası biraz soru işareti. Dolayısıyla sonuçta o seslerin de öyle bir kültürel anlamı var ise onlar da müzikal bir şey olarak kullanılamaz mı? Bu tabii bir enstelasyonda da kullanılabilir ve ben buna odaklanmış olduğum için sürekli bunun üzerinden gidiyorum bir şey yaptığım zaman da. Marş da öyle… hepsinin  hafızamızdaki yerlerini düşünmeye çalışıyorum.

S.A.: Ben çok keyifleniyorum bu sohbetlerden yani birçok şey öğreniyorum ve hem de böyle sormak istediğim, tanışmak istediğim noktalar var ya da hiç bilmediğim bambaşka şeyler çıkıyor arkadan. Sohbet daha uzun sürecek bence. Vallahi sağol Gökçe, şahane.

İ.M.: Bir Hitchcock kaydı var istersen yani bitirişte onu çalar mıyız? 

S.A.: Ama başka bir kayıt daha var Gökçe'ye ait. Hitchcock kaydını dinleyebiliriz çünkü Replikas bandcamp üzerinden sanıyorum dinlenebilir.

G.A.: Evet.

S.A.: Ama sen tercih et yani bilmiyorum, bir başka kayıt daha söylemiştin, ben onu çok merak ediyorum.

G.A.: Peki, tamam. Yani Hitchcock kaydı şöyle, kısaca onu da anlatayım. 6 Kasım'da İstanbul Modern'de Hitchcock'un ilk dönem sessiz filmlerinden birine Blackmail filmine Replikas olarak canlı olarak müzik yaptık.. Bunu da iki gün önce yanlış hatırlamıyorsam yayınladık.

İ.M.: Evet, çok taze.

S.A.: Ve çok müthiş gerçekten.

İ.M.: O film bir de böyle bir ilk gösterim gibi bir şeydi, farklı bir versiyonuydu galiba bilinen filmin. Siz pek haşır neşir olmadan mı filmle çaldınız diye merak ediyorum.

G.A.: Yani yolladılar filmi ama sadece bir ya da iki kere oturup doğaçlama bir şeyler yaptık. En azından neresine, nasıl bir ruh haliyle bir şeyler yapabileceğimize dair bir yapı çıkardık çünkü uzun bir filmdi. Bir de hafiften ağır gösterince de daha uzun çıktı.

İ.M.: Otomatların azizliğine uğrayıp, evet. Oradaki setup da ayrıca heyecan vericiydi; İstanbul Modern’de Replikas... Sen gitarcı kimliğinden tamamen sıyrılıp...

G.A.: Evet, evet.

İ.M.: Klavyelerin başına.

G.A.: Elektronik sesler de kullandık. Bu zaten herkesin ilgisi olan bir şey ve sevdik de o setup’ı. O setup ile bir şeyler yapmayı da planlıyoruz. İlgilenen varsa Bandcamp'de Replikas sayfasından ücretsiz olarak indirilebiliyor.

S.A.: Şiddetle tavsiye edilir.

İ.M.: Evet. Peki, son kayıt?

G.A.: Bu aslında yine beraber uzun birkaç tane video yaptığımız Barış Doğrusöz diye bir arkadaşım var. Bunların bir kısmını Ayhan Hacıfazlıoğlu'yla da beraber yaptık ikili ve üçlü olarak. Bu, ikisiyle beraber yaptığımız bir işti ve Hafriyat Karaköy'de sergilendi. ‘Tatlı İtaat’ adlı bir sergi vardı 2008 idi galiba ve orada gösterilen bir şeydi, “Otium” adlı bir videoda yaptığım müzik. Yedi tane birbirinden alakasız müziğin birbirine geçmesi ya da bir kısmına müzik mi denir artık… video ve ses enstelasyonun bir parçasıydı “Otium”.

İ.M.: Her şeyde önce eline sağlık bütün bunları toparladığın için.

S.A.: Bizim için de toparladığın için ve elini değdirdiğin için bütün bu güzelliklere. 

G.A.: Teşekkür ederim ben de çağırdığınız için. 

S.A.: Çok heyecan verici gerçekten. Çok sağol Gökçe geldiğin için.

İ.M.: Evet “Otium” ile kapıyoruz. Gökçe Akçelik idi konuğumuz.