Bir Bauhaus Hayali: Manastır’ın İlk Konukları

Manastır
-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta Manastır’ın konukları Feyyaz Yalçın ve Tamer Yılmaz'dı. 1989 yılında, binanın film seti olarak kullanıldığı sırada Nucleus Creative Photo Design’ı Manastır’a taşıyan Yalçın ve Yılmaz, uzun bir temizlik ve tamir sürecinin ardından binaya yerleşen ilk isimlerden olmuşlar ve arkadaşlarını davet etmeye başlamışlar. Yağmur Yıldırım, ikiliyle Manastır’ın ilk günlerini konuştu.

Manastır: 12 Ocak 2018
 

Manastır: 12 Ocak 2018

podcast servisi: iTunes / RSS

Yağmur Yıldırım: Merhabalar, Manastır’ı dinlemektesiniz, ben Yağmur Yıldırım, teknik masada Ömer Şahin’le birlikteyiz. Bugün uzun süreden beri yapmak istediğim beni de çok heyecanlandıran bir programın, bir serinin ilkini yapıyoruz diye söyleyeyim. Yolu Manastır’dan geçmiş çok sayıda kişi var; geçmiş programlarda gerek kentle olan ilişkisine baktık, orada örgütlenen ve daha sonra devam eden mücadelelerin tarihi, ilk yapılar nasıldı onları konuştuk, Savaş Kaplan ile Manastır’ın ilk açıldığı, kapısının ilk açıldığı günden boşaltıldığı güne kadar kalan konuklardan bekçi Savaş Kaplan’la konuşmuştuk. Bugün ise Manastır’da ilk atölye, stüdyo tutanlardan sevgili Feyyaz Yalçın ve Tamer Yılmaz konuklarım. Hoş geldiniz!

Feyyaz Yalçın: Merhaba, hoş bulduk!

Tamer Yılmaz: Merhabalar!

YY: Bir yandan da stüdyoya girmeden önce konuşuyorduk 27 sene geçmiş ve 27 sene öncesini hatırlıyoruz gibi bir konuşma olmuştu, nereden nereye derken.

FY: 27 sene evvelini ne kadar hatırlayabiliyorsak, tabii ki aklımızda bir sürü şeyler var ama bazı şeyler gitmiş. Şimdi birbirimizi görünce gördükçe, yani konuştukça bir şeyler dönüşmeye başladı.

TY: Tazeleniyor. Şimdi işin enteresan tarafı birbirimizin şahidiyiz, başka şahit de yok bunlara, çünkü bütün eylemi birlikte oluşturduğumuz için.

FY: İlk yapmanın şahitleri olur ya, iki kişi bir de Adnan Vurdevir vardı tabii, böyle başladı iş.

YY: Tabii dinleyicilerimiz için de tabii yolu Manastır’dan geçmiş, oraya girmiş-çıkmış, orada iş üretmiş çok sayıda insan da vardır ama bilmeyenler için söyleyelim. Bilmeyenler için söyleyelim, burası Ermeni Katolik kız okulu, 80’li yıllarda Dalan’ın Tarlabaşı bulvarını açmasının ardından kapatılıyor okul ve bir süre kapalı kaldıktan sonra Adnan Vurdevir onun içini kalıcı film platoları haline getiriyor.

TY: Esasında şöyle oluyor galiba, bu Cahide dizisiyle birlikte Adnan ve ortağı…

FY: Ben de şimdi anımsayamadım ama birazdan hatırlarız ismini, kıvırcık saçlı.

TY: Zeki.

FY: Zeki değil.

TY: Ziya, Ziya! Ziya abi vardı, bunlar Cahide dizisinin şeylerini yapmışlar orada…

YY: Ziya Ilgaz galiba?

TY: Evet tamam, Ziya Ilgaz. Bu bitince bina boş kalmış, yani binada ondan sonra Arhan Kayar burada İstanbul Film Festivali için…

FY: Film Günleri galiba?

TY: Film Günleri veya film festivali, öyle bir şey vardı, Beyoğlu’nda o meşhur eski 1988-89 hep film günleriyle geçti, orada afişlerini yapma, bir aktivite, bir yerlere bir şeyler yapıyorlardı.

FY: Atölye olarak kullanmışlar.

TY: Biz de Feyyaz’la okuldan fotoğraf okuluna beraber akademiye gittik, sonra Mimar Sinan üniversitesi oldu. Oradan hep beraber böyle bir şey yapma hevesimiz vardı, o Fransa’ya gitti, ben burada okula devam ettim, kaldım, neyse sonra yine biz böyle karşılaştık ama benim hiçbir şey tutma niyetim yok yani böyle bir yer tutma niyetim yok. Dedim ki çok şahane bir yer olursa, hani böyle ruhumuza hitap edecek olur. Onun üzerine Feyyaz bir gün geldi dedi ki “Arhan bir yer söyledi, gidip bakalım mı?”

FY: Aslında Şirin oraya gitmiş Arhan’ın işindeyken, Şirin söyledi.

YY: Şirin İskit’ten bahsediyoruz?

TY: Evet.

FY: Sen al oradan.

YY: 80’li yılların sonundan bahsediyoruz?

FY: Evet 89 gibi. Tam 85’te Fransa’da fotoğraf okuyup döndükten sonra Nucleus Fotoğraf diye şirketi kurmuştum ama Tamer istemiyordu, birbirimizi çok seviyorduk, çalışmak istemiyordu, dediği gibi öyle ekstrem bir şey olursa yaparız diyordu. Tamer’e dedim ki “tamam senin istediğin şeyi bulduk Tamer!” Gittik birlikte, tabii hayran olduk, dibimiz düştü yani olağanüstü, hakiki bir kilise, tavanında 12 tane havarinin resimleri var, Meryem Ana büyük bir yağlıboya tablo, olağanüstü her şeyiyle bir kilise ama korkunç bir pislik içinde. Sen anlat.

TY: Hakikaten homeless’ların kaldığı, bütün kirli pisliklerini biriktirdiği bir yer haline gelmiş orası. Yahu burası temizlenir mi? Tabii kimse yok biz temizlemek zorundayız ve başladık. Şirin İskit tabii ressam arkadaşımız olduğu için o bir kere tamir, oradaki boyaları…

FY: Duvarlardaki yalancı mermerlerin ben alçı tamirlerini yaptım, Şirin de onları boyayıp tamamladı.

YY: Bayağı birebir yani, hem temizlik hem de tamir hepsini yaptınız?

TY: Evet.

FY: Tabii yeşil boyalar, kat kat boyanmış kapı boyaları filan vardı, onları söktük, gomalak yaptık filan yani bayağı uğraştık. Çok güzel bir yer haline getirdik. Sonra oradaki şeyimiz başladı.

YY: Oraya gelmeden, bu dönemde peki bu Adnan Vurdevir’in yaptığı film setleri var mıydı orada?

FY: Adnan Vurdevir’in yaptığı film setleri dediğimiz şey onların daha önceden çalıştığı dediği dizideki bir hastane odası, bir tane karakol odası, bir mahkeme odası, bir de hapishane odası, zindan var. Burası çok büyük bir bina, benim hep bir rüyam vardı, bir Bauhaus yapma rüyası, burada o projeyi diriltiriz dedik. Adnan’ın varoluşu, bir Beyoğlu bitirim olması da o binanın güvenliğini ve kalıcılığını sağlıyordu. Biz Tamer’le bunu kafa kafaya verdik, projelendirdik ve başladık sanatçı arkadaşlarımızı davet etmeye.

YY: Bauhaus derken, burada farklı disiplinlerden insanların üretim alanları olacak ve birbirinden beslenecek bir yapıdan bahsediyorsunuz?

FY: Doğru.

TY: Aynen.

YY: Bir yandan da film çekimleri devam ediyor, önceki programlardan birinde konuğum Korhan Gümüş bahsediyor “binayı ilk gördüğümde içinde mahkeme salonu vardı, bir yandan kilisesi var ve ben gerçek zannettim o cezaevini; Tarlabaşı’nda nasıl binalar varmış diye çok şaşırmıştım” diyor. Peki kaç katlı bir bina, siz burada sınıflara mı insanları çağırıp atölye olarak kalmaları için davet ettiniz, nasıl oldu ve nasıl oldu ve nasıl hatırlıyorsunuz?

FY: Sınıfların tavanları yüksekti, güzel ve enteresan bir yapısı vardı ve atölye yapmaya uygundu, tabii en güzel yeri bir kaptık!

YY: Neresi orası?

FY: Kilise kısmı bizimdi, yani direk kilise balkonu ve kiliseye bakan bir odası vardı tamamı ile o kısmı biz ilk girdiğimiz için en güzel yeri biz aldık ama en uğraşı olan yer de orasıydı. Yani öyle bir durum vardı. Biz kaptık ve oradan başladık, arkadaşları davet etmeğe başladık, sanatçı arkadaşlarımızı çağırdık. Bir de orada Hasan Safkan vardı, yani bizimle birlikte ya bizden birkaç ay evvel oraya girmiş vitray sanatçısı bir arkadaşımız vardı.

YY: Siz Nucleus’u orada kurdunuz?

TY: Biz Nucleus’u orada kurduk evet.

FY: Birlikte Nucleus’a orada başladık, aslında ben Nucleus’u 85’te kurmuştum.

YY: Sonra insanları davet ettiniz?

TY: Sonra insanları davet ettik ve gelmeğe başladılar, Hale Arpacıoğlu…

FY: Şirin İskit, Elif Ayiter…

TY: Yani bayağı bunlarla böyle bir iletişim ve davet ettik, şeyler yaptık, tutturttuk, yani bir de zorla tutturduk!

FY: Evet, bazılarını ikna etmek zor oldu, çünkü o zaman bizim binanın arka kapısından çıktığınız zaman bitişiğindeki bina tapulu olarak bir travesti geneleviydi. Ön kapısının tam karşısındaki büyük bir binada Manukyan’ın Karaköy’de çalışanların lojmanıydı. Tabii böyle bir ortamın içine yurtdışında okumuş çok nezih olan arkadaşlarımız çok kolay adapte olamadılar.

YY: Peki o zamanlar bir yandan öyle de bir arka sokaktan, iki sokak ötesi karakol ama arka sokaktan travesti genelevleri olan bir yere açılıyorsunuz ama bir yandan Taksim meydanına yürüyerek 5 dakika. Galiba Kum-Pan-Ya’dan söylüyorlardı, Taksim’e sadece 400 adım diye, hatta basarlarmış davetiyelerini. Peki o zamanlar Tarlabaşı’yla ilişkiniz nasıldı, nasıl hatırlıyorsunuz? Oradaki insanlarla bir ilişkiniz var, bir yandan da karşılıklı onlar sizi besliyor, daha doğrusu koruyorlar diyeyim, siz onları koruyorsunuz, kimse birbirine ilişmiyor gibi de bir ilişki varmış.

TY: Evet orada öyle bir düzenek vardı ama o düzeneği yine biz sağladık, yani biz girdik, onlar bilmiyorlar böyle sanatçı nedir, nasıldır, ben normal bir sokak çocuğu olarak gittim oraya, hiç böyle bir derdimiz filan yoktu. Ben Ankaralıyım, sokaktan yetiştiğimiz için sokaklarda oynaya oynaya aynı orası devam ediyordu. Yani İstanbul’un şey parçasıydı biraz böyle daha mahalle mahalle bir parçası. Orada özel bir şey yapmamıza gerek kalmadı, kendimiz gibi davrandığımız için onlar da çok kolay bizi kabul etti, biz onları zaten şey yapıyorduk. Yani çok iyi dost olduk, o sokaklarda bize hiçbir şey olmuyordu, biz o derinlikler içerisinde kayboluyorduk hiç kesinlikle şey yapmıyorlardı.

FY: Evet, karşılıklı bir benimseme vardı, onlar da toplum dışına çok itilmiş, insan yerine konmuyor, bizim onlarla olan insani diyaloğumuz karşılıklı bir değer oluşturdu.

YY: Bir yandan da oraya gelen kalabalık film ekipleri orada yemek yiyorlar, bir yandan öyle ticari anlamda da bir ilişki devam ediyor, bir yandan Adnan Vurdevir söylediğiniz gibi çok kulaklarını çınlatıyoruz, bu programlarda bir Beyoğlu bitirimi olarak da hem dışarıyla, mahalleyle ilişkiyi kuruyor, hem içeriyle olan ilişkiyi sürdürüyor derken de şunu sorabilirim: oraya insanları çağırıyorsunuz, kaç kişi vardı mesela ve neye göre siz bu insanları davet ediyordunuz?

TY: İlk önce arkadaşlarımız olduğu için sanatçıları davet ediyorduk ama onlar ondan sonra bu da var, şu da var demeğe başladılar. Kim var? İşte Ergin İnan var, Avrupa’dan Almanya’dan geldiğinde ilk bizim oraya geldi galiba. Böyle başladı iş, herkes birbirinin daha iyi tanıdığını getirmeye başladı. Konuşuyorduk beraber “olsun mu?” “olsun!” falan böyle, ilk bir yıl öyle geçti.

FY: Ama seçerken Tamer’in de benim de üzerinde durduğum bu dokuya uygun ve kendi bilek gücüyle hakikaten artistik estetik alemi olan insanları toplamaya çalıştık.

TY: Oraya gidip gelmek de kolay değil; hani ilk önce sempatik gelir de sonradan ‘ben nereye geldim arkadaş!’ diyebilir, onun için hani çabuk değişmesin insanlar istedik.

YY: Programdan önce konuşurken de bahsediyordunuz, sürekli pire istilaları, binanın temizliği, film ekipleri geliyor, herkesin kullandığı tuvaletleri temizlemek, vs. hani bir yandan da eviniz gibi burayı çekip çevirip toparlamanız gerekiyor.

FY: Hakikaten enkazı bir şey haline getirmeye başladık. Bir de tabii orada Adnan Vurdevir çok iyi bir adam ama cahil bir adam “şuraya bilmem ne yapalım” diyoruz direk kontrplağı dayayıp çakmağa başlıyor! Biz bir de onlarla uğraşıyoruz “yapma böyle, güzel değil!” falan yani o işlerle de uğraşıyorduk.

YY: Peki nasıl ikna ettiniz Adnan Vurdevir’i? Bildiğim kadarıyla o orayı ayakkabıcılara kiralamayı filan düşünüyormuş gelir getirmesi için.

FY: Körfez savaşı çıkınca tabii her iş kesildi, ayakkabıcılar belli bir parayla geliyorlar, dedi ki “burayı yapalım” biz de dedik ki “bunlar gelirse biz çıkarız!” Sanatçı arkadaşlarımızı getirelim falan dedik, biz hakikaten razı ettik en sonunda ve öyle başladı iş, Adnan’ı razı etmekle. Orası esasında kiralanamıyor, Adnan kendi üstüne her ay film çekiyormuş gibi, bir proje varmış gibi yapıyor yoksa Türk vakıfları yabancı vakıflardan kiralattırmıyormuş, biz de ilk defa o zaman öğrendik.

YY: Evet, o dönem vakıflar yasasında bir karar alınıyor ve bunu da dinleyiciler için tekrar edelim “vakfa ait mülkler başka şahıslara kiralanamıyor” bir yandan ilkokul kapatıldığı için, ondan önce ortaokul kısmı kapatılmış, hani burası atıl, boş bir şekilde kalıyor. Sanıyorum vakıfla Adnan Bey arasında cüzi bir ücret karşılığında

FY: Proje karşılığında yapılıyor, yani bir proje, bir şey çekiliyormuş gibi yaparsanız kiralayabiliyorsunuz.

YY: Sürekli mülk olarak kiracı olamıyorsunuz?

FY: Tabii her ay bir proje yapıyormuş gibi. Zaten biz de Adnan beyle şöyle anlaştık, biz orayı kiraladık ama ayda bir kere de Adnan beye şey verecektik, yani biz orayı vereceğiz ama o filme verecek, vs. dizi yoktu o zamanlar, orada film çekiliyordu. Robert’in Günlüğü mü?

TY: Robert’s Movie filan orada çekildi.

FY: Neydi Bennu’nun annesi çekiyordu Aslı?

TY: Aslı Altan vardı, oyuncuydu.

FY: Bennu Gerede çekti, Canan Gerede yönetmendi değil mi?

TY: Evet.

FY: Bir ton film çekildi orada.

YY: Biz bu programla ilgili araştırma yaparken konuştuklarımız çok söylerlerdi; Yılmaz Morgül’ün klibinde de şapeli görebilirsiniz, şu dizide de onu görebilirsiniz gibi. Aslında nerelerden nerelerden çıkan, hatta ilk bizim programın jeneriğinde de Cahide dizisinin jeneriğinden ufak bir parça da dinletiyoruz, ilk Cahide ile başlıyor Manastır’ın kullanılması.

TY: Öyle mi?

YY: Evet, evet. Bu şekilde bir ortak yaşama mekânı oluyor, hayli kalabalık zamanları da oluyor, sonra kumpanyalar geliyor, dans tiyatroları geliyor, bir yandan orada partiler yapılıyor, ilk defa caz festivali, o zamanlar İstanbul Kültür Sanat Festivali’ydi galiba

FY: Parliament Jazz ve Efes Pilsen Jazz vardı galiba?

TY: Doğru, Pozitif.

FY: O Pozitif daha yeni kurulmuştu, onlar da 88’de mi 89’da mı ne geldiler, sadece caz festivallerini yaparken kendilerine şirket kurdular ve beraber yani sırtsırta gidiyorduk. David Murray diye Grammy ödülü almış bir saksafoncu geliyor mesela Parliament Jazz’da çalıyor, ertesi akşam bizim orada parti yapıyoruz. Bütün İstanbul’daki eş-dost, sanatçılar herkes orada.

TY: Reklamcılar filan da vardı. O partiyi ben bir anımsatayım. 300 tane mum yaktık, hiç elektrikli bir şey yok.

YY: Ay çok güzel!

FY: Yerlere hasırlar kapladık, beyaz şarap plastik bidonlarda geliyordu Kavaklıdere’nin, onu ikram ediyoruz. Bakın 1991-92 bu, sigara içilmiyordu orada sanatçıya saygıdan dolayı. O zamanlar sinemada bile, uçakta bile sigara içiliyordu! Konser bittiği zaman David Murray, Kahil El’Zabar perküsyoncu ve Okay Temiz vardı, o 300 mumun ışığında öyle bir ambiyans oluştu ki kilisenin içinde, bittikten sonra herkes donakaldı ve sanki bir tıp oynuyormuşuz gibi bir şey oldu!

YY: Çok güzel!

TY: Kimse gitmek istemedi yani, çok muazzam. O 300 tane mumun da kenarları vardı, bende o zaman dağcılık filan vardı, o kenarlardaki mumları ben koymuştum.

FY: Evet Tamer orada.

TY: 4,5 metre yükseklik, yani çok tehlikeliydi esasında, şimdi yap deseniz yapmam yani çünkü o niş kırılabilir herşey olabilir ama öyle bir cesaretimiz vardı yani. Hafif cahil cesareti diyelim.

YY: Binayı da benimsemişsiniz.

TY: Çok benimsedik.

YY: Keyifle yapmışsınız. Sonra partileri meşhur oluyor zaten Manastır’ın.

TY: Biz iki parti yapınca daha sonra Adnan buna uyandı ve bundan bir gelir getireyim diye bütün reklam ajanslarına “yılbaşı partisi” adı altında kiraya vermeye başladı. Bu da bize zor geldi, çünkü her seferinde bizim eşyalarımız daha fazlalaşıyordu, parti olunca biz bunları çıkartıp tekrar yerine koymak zul haline geldi.

FY: Bir de çok fazla, bizim ayda bir anlaşmamız ayda 10 güne çıkmağa başladı, işlerimiz kesişmeğe başladı filan. Onun öncesinde biz girdikten belki 2 sene sonra 23 tane atölye vardı, 2 tane tiyatro, 1 dans salonu vardı, Ezel Akay da ilk gelenlerden.

TY: 1-2 sene içinde.

FY: Evet ilk 1-2 sene içinde. Bence en önemli faaliyetlerden bir tanesi de, dünya tarihinde bile ciddiye alınabilecek açık atölyeler sergisi. Biz bütün bu atölyelerin sahipleri olan arkadaşlarımızla görüştük, dedik ki bir açık atölyeler sergisi yapalım, herkes atölyesini açsın, kendi müziğini koysun, kendi ikramını yapsın, gelen insanları da biz aşağıdaki kilisedeki bir partide toplayalım sonra. Bunun broşürleri filan duruyor hala, bu çok önemli bir şey, şu anda bile böyle bir şey yok, yani açık atölyeler yapılıyor ama bir çatı altında bu kadar kaliteli sanatçının toplandığı yok.

TY: Çok farklıydı.

YY: Evet evet eşi benzeri olmayan bir yapı bir yandan, Türkiye tarihinde de hem eşsiz bir zaman, Beyoğlu için de çok doğru ve çok hareketli başka bir zaman da galiba bir ilk olarak bir arada yaşama mekânı olmuş. Bütün bağımsız sanatçılar, dansçılar, bir yandan STK’ların ilkleri burada atılıyor, birçok politik örgütlenme oluyor, başka örgütlenmeler de oluyor.

FY: Bizim dönemimizde yoktu politik örgütlenmeler, biz ikimiz de apolitiğizdir.

TY: Bizim zamanımızda şey oldu yani bizdeki şeyler vardı, Grafikerler Meslek Kuruluşu vardı, Reklamcılar Derneği gibi dernekler vardı, onlar biz çıktıktan sonra oluyor bunların hepsi, yani daha başkalaştı galiba oralar.

YY: Yine de her anlamda eşi benzeri olmayan bir yapı ve otonom bir yapı, çünkü bir kurum değil, bir şirket değil, bir vakıf-dernek değil tek başına.

TY: Çünkü kiralanmadığı için yapamıyorsun, adres veremiyorsun, adres yok.

FY: Bizim şirket adresi de karşı handaki bir odaydı!

YY: Lojmanların sakinlerinden.

TY: Evet lojmanın yanındaki.

YY: Siz 89’da giriyorsunuz, “biz çıkana kadar” dediniz, programın da sonuna gelirken son zamanlarını hatırlayalım. Ne zaman çıktınız ve çıkarken nasıl bir ortam vardı?

FY: Biz 93’ün sonuna doğru çıktık, biz orada demin söylediğim gibi yorulmağa başladık, yani bir sürü bizim şapeli kiralamağa başladılar, biz dedik ki bir şey yapmamız lazım artık buradan dayanamıyoruz, öyle bir şeyle ben dedim ki “çıkalım” çıktık. Ama çıkarken de Adnan abi “kalsaydınız” çünkü oranın en renkli ekibi bizdik.

TY: Oranın aklıydık biz, biz çıkınca aklı gitti ve ondan sonra devamlılığı başka türlü oldu.

FY: Orada zaten son zamanlarda, o zaman mıydı bu Young Indiana Jones dizisi geldi çekildi, onu kimse bilmiyor, bir bölümü orada çekildi.

YY: Çok ilginç!

FY: Yani baş artist geldi, tırlar geldi, Tarlabaşı’nı kapattılar filan. Çok enteresandı.

TY: Bir de Evrensel Mevlana Aşıkları hikayesini anımsayalım, geçen Salt’ta olan şeyde ben hatırlamamıştım, seni görünce hatırladım.

FY: Ben hatırlattım, çünkü bizim o zamanlar Galata Mevlevihanesi kapalıydı, tamirdeydi daha doğrusu, Feyyaz oradan sen devam et

TY: O zaman Hasan Çıkar dedeyle çok yakın ilişkilerimiz vardı, bir sema grubu kurmak istiyordu orada, bir aşıklar sema grubu, çünkü o zamanki sema grupları genel olarak mahalleden toplanan çocuklarla yapılmış bir grup gibiydi, yani gönülle bu işi yapacak birilerini istiyordu. Biz de mekânınızı gelin burada yapın dedik boş zamanlarda. Pazar günleri sohbete geliyorlardı, diğer boş zamanlarda da semazenler yetişti, bir sürü semazen yetişti grubun temelleri orada atıldı. Şu anda çok önemli bir grup, kendi kültür merkezleri var Silivrikapı’da.

YY: Çok ilginç, Pazarları böyle ekipler geliyor, bir yandan Reklam Yazarları Derneği, Grafikerler Meslek Kuruluşu, sanatçı atölyeleri var, sergiler yapılıyor, akşamları konserler, partiler yapılıyor. Böyle çok güzel, sihirli, o dönemde olmuş bir arada yaşama mekânı.

FY: Tam bir interdisiplinler alan oldu tam anlamıyla.

YY: Yani bir Bauhaus yapma hayaliniz gerçek olmuş, diyebilir miyiz?

TY: Bizim kendi açımızdan o 3 sene bence öyleydi, ondan sonrası yine biraz devam etti tahmin ediyorum ama biz artık işe güce daldık çok ilgilenemedik. Ben açıkça söyleyeyim ondan sonra herhalde 3 kere filan gitmişimdir 93’ten 2000’e. Yani böyle bir gönlüm de gitti çünkü.

FY: Evet Tamer’in gönlü kırıldı.

YY: Siz galiba bir dönem gidiyorsunuz.

FY: Evet kısa bir süre daha kaldım bir dönem. Bu bir örnek teşkil etti kültür merkezi, İstanbul Sanat Merkezi ismini biz koyduk Tamer’le ikimiz, logosunu da İsmail Cengiz yaptı, o zamanlar marka kimliğini oluşturdu. Birçok önemli şahıs –şimdi isimleri önemli değil- gelip bizden burayı kiralayıp kültür merkezi olarak devam ettirmek istediler. Biz de onlara dedik ki “siz gidin kendi kültür merkezinizi yapın niye bu kadar imkânınız varken gelip burayı almaya çalışıyorsunuz?” Bir sürü çok önemli tohumlar atıldı buradan, çünkü Türkler, bizim milletimiz soyut düşünmeyi çok bilemediği için bir şeyin örneğini gördüğü zaman hemen onun bir kopyasını yapmaya çalışıyor, bunu her alanda görebiliyoruz. Çok önemli bir örnek yaratmışız biz. Bunu yaparken çok zevk aldık, oluştururken, yaşarken içinde ama bizim zevkimizle kalmadı, vatanımıza da çok hayırlı bir iş oldu.

YY: Evet oradan devam eden başka yerlere taşınan, başka birlikteliklerle devam eden de birçok yapı olduğunu biliyoruz. Zaten siz çıkarken de 2 tiyatro, 1 dans atölyesi, 23 atölye varmış. Hayli kalabalık. Kaç katı binanın o zaman kullanılıyordu?

FY: Bina 6 kat, en üst katı Adnan Bey restoran yapmıştı.

YY: Onu açmıştı o dönemde?

FY: Evet evet.

TY: Öyle bir şey vardı, o dönem değil baştan 91’den itibaren öyle bir restoran havasında bir şey yapıyordu.

FY: Daimi değildi ama haftada bir mesela fasıl günü filan gibi şeyler çıkartıyordu.

TY: O Beyoğlu bitirimi dedik ya, onun zaten eskiden kumarhanesi varmış, kahvesi varmış, mekâncı, dolayısıyla onun öyle üretimleri meşhur.

YY: Çan kulesini asansör kulesi yapmış, gibi.

FY: Ama çok zekice bir fikir!

YY: Evet, evet tam bir Beyoğlu bitirimi. Çok teşekkürler sayenizde böyle bir 80’li yılların sonu 90’lı yıllarında başında Tarlabaşı’na doğru, Manastır’ın koridorlarına doğru böyle bir gezintiye çıkmış olduk, yaşamış, görmüş kadar olduk, böyle bir bellek kazısı gibi gidiyor bizim programlar zaten. İkinizi bir arada ağırlamak da seneler sonra 27-28 yıl önceyi hatırlamak da çok keyifli oldu. Teşekkür ederim tekrar geldiğiniz için.

TY: Biz teşekkür ederiz.

FY: Biz teşekkür ederiz davet ettiğiniz için.

YY: Yolu Manastır’dan geçmiş anılarını bizimle paylaşmak isteyen, bilgi vermek isteyen, benim söyleyeceklerim var diyenler için bize [email protected] adresi üzerinden mail atarsanız çok seviniriz. Size de programlarımızda yer vermek isteriz. Ben Yağmur Yıldırım, bugün Manastır’ın ilk konuklarından, ilk defa stüdyo açanlardan Nucleus Fotoğraf Atölyesi kurucularından sevgili Feyyaz Yalçın ve Tamer Yılmaz ile birlikteydik. Ben Yağmur Yıldırım, teknik masada Ömer Şahin ile birlikteydik. Hepinize iyi bir gün dilerim, hoşçakalın!