Bileklerine acımasızca kelepçe vuruluyor, üç satır yazıdan dolayı kelepçe...

-
Aa
+
a
a
a

Bakışlarımı kaçırıyorum. Bir an Ahmet Turan Alkan'la göz göze geliyoruz. "Boşver Hasan Cemal" diyor gülerek, "Biz alıştık artık..." Mümtazer Türköne bileklerini kelepçeye uzatırken bana gülümsüyor. Dün öğle vakti, Çağlayan Adliyesi.

Kaynak: T24 (8 Haziran 2018)

Duruşmaya ara veriliyor.
Hemen çıkmıyorum salondan.
Jandarmalar, ellerinde kelepçeler...
Yaklaşıyorlar.
Ve hepsi ellerini bitiştirip, yukarı doğru kaldırıyor.
Ahmet Turan Alkan.
Mustafa Ünal.
Mümtazer Türköne.
İbrahim Karayeğen.

İnsanın vicdanı sızlıyor" diye özetliyor duygularını...
Aradan bir ses kulağıma çalınıyor:
"Alnı secdeye değen gazeteciler, yazarlar nerede?.. Bir sefer bile uğramadılar."
Jandarmaların arasında tek sıra, bileklerinde kelepçelerle dışarıya çıkan dostlara, meslektaşlara arkalarından bakarken gözlerim doluyor.
Ne yaptı ki onlar?
İki satır yazdılar.
Hapse atıldılar.
Terör işbirlikçisi ilan edildiler.
Lale Kemal'in savunmasını dinliyorum, iddianameyi delik deşik ediyor:

Zaman'da çıkan üç yazımdan cımbızla çekilen cümlelerle, "Terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım ve yataklık etmek"le suçlanıyorum. Delillere bakılmamış, hiçbir delile dayanmadan hakkımda suç isnadında bulunulmuştur. Hukukun temel kuralları gözardı edilmiştir. Ben herşeyi fikir özgürlüğü çerçevesinde yazdım. Şiddet ve cebir yoktur benim yazılarımda. Ben yazılarımda darbelere her zaman karşı çıktım.  Mal varlığıma el kondu. Banka hesaplarım donduruldu. Maddi ve manevi büyük acılar yaşadım. Derin bir hayal kırıklığına uğradım. Benim gözaltına alınan Ekrem Dumanlı'ya bir yazımda geçmiş olsun demem neden suç gibi sunuluyor iddianamede? Neden? Anayasa Mahkemesi, 2 Mayıs tarihli yeni bir kararında, gazeteciliğin nasıl yapılacağına mahkemelerin karar veremeyeceğini belirtmiştir. Tek bir delil olmadan cezaevine konuldum. Bu süreç sağlığımı olumsuz etkiledi. Benim hayati önemde ilaçlarım var. Sağlık Bakanlığı cezaevine ilaç sokulmaması için yazı yazmış, ailem bana çok zor şartlar altında ilaç yazdırabildi. İstenen cezayı son derece haksız buluyorum. Sarı basın kartımın ve pasaportumun geri verilmesini istiyorum.

Eziyet hiç eksik olmuyor.
Duruşma sabah 10'da başlayacak diye ilan ediliyor.
Sonra 10:30 deniyor.
11:35 ancak başlıyor.
12:10'da 13:30'a kadar öğle arası veriliyor.
13.45'de ancak başlıyor duruşma.
Bir avukat diyor ki:
“Uzatıyorlar davayı. Bitirmek istemiyorlar. Anlaşılan havayı koklamak istiyorlar 24 Haziran öncesi..."
Biri lafa giriyor:
"Ali Koç da kazandı! Şimdi bir değişim dalgası da dipten geliyor galiba, bu dalga da Erdoğan'ı götürmesin?.."
Çağlayan koridorlarında en çok konuşulan konular 24 Haziran, Ali Koç, Muharrem İnce...

Biri diyor ki:

"İkinci tur kesin... Erdoğan'la İnce kalacak... Meclis'i de Erdoğan'ın kaybetmesi yakın ihtimal... Muharrem İnce çok iyi gidiyor. Halkın ağzıyla konuşuyor. İnce eğer birinci turda yüzde 30'un altında kalmazsa... Erdoğan yüzde 45'i geçemez ve de Meclis'i kaybederse... Muharrem İnce de Ahmet Türk'ü, Meral Akşener'i ve Temel Karamollaoğlu'nu başkan yardımcıları ilan ederek meydanlara çıkarsa... Bu iş biter, Erdoğan gider!"

Ali Bulaç'ın savunması 100 sayfa.
Öğledan sonra saat 4'e doğru okumaya başlıyor.
Üç bölümünün altını çiziyorum:

Birincisi:
Düşünce özgürlüğü demokrasinin temel ilkesidir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü şoke edici ve rahatsızlık verici olabilir. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekliliğidir. Bu doğrudur, ama bu doğru bütün yazarlar, gazeteciler ve medya mensupları için de geçerli ve doğru olmalıdır. Hangi görüşe ve inanca sahip olursa olsun, hiç kimse düşüncelerinden dolayı yargılanmamalı, hapse atılmamalı, benim çektiğimi eziyete maruz kalmamalıdır.

İkincisi:
Fransız aydın geleneğinin en güçlü isimlerinden biri J. Paul Sartre idi. (1905-1980) Sartre, 1960’ta Fransa’nın Cezayir’deki varlığına karşı çıkıyor, Cezayir bağımsızlık savaşını destekliyordu. Aşırı sağcı militanlar sokaklarda “Sartre vatan hainidir, kurşuna dizilsin” diye bağırırlarken General De Gaulle “Biz Voltaire’i hapse atamayız” diye sokakları inleten güruha tek kuruşluk değer vermedi, sonra şu ünlü cümlesini kurdu: “Sartre’a dokundurtmam, Sartre Fransa’dır.”

Üçüncüsü:
Bu Türkiye kim?..
"Ben köşemde kimin ismini yazıyorsam ertesi gün gözaltına alınır ve Silivri’yi boylar” diyen iliştirilmiş gazeteciler mi? Yoksa yazı hayatları boyunca temel hak ve özgürlükleri savunan, sivil veya askeri vesayete, rejime ve darbelere karşı mücadele veren biz burada yargılanan gazeteciler, fikir adamları mı?
Şimdi Sn. Başkan, Sn. Üyeler, Sn. Savcı’ya soruyorum:
Buna sizler karar vereceksiniz!

Duruşma ertesi güne, cuma sabahına kalıyor.
Akşam vakti, uzun ve yorucu bir günü arkamda bırakıp sevgili Şahin'le Çağlayan Adliyesi'nden çıkarken, arkadaşlarımın bileklerine acımasızca vurulan o kelepçeler gözümün önünden gitmiyor.
Bugünlerin hesabı da bir gün hiç kuşkusuz sorulacak.