"Akbelen yuvamız, yuvamızı vermeyeceğiz"

-
Aa
+
a
a
a

Akbelen'den kadınlara bağlanıyoruz; Deniz Gümüşel, İlkay Demir, Melahat Çulha, Ayşe Sezer, Havana Abla ve Güler Abla'yla konuşuyoruz.

Esin Düzel: Herkese merhaba. Hikâyenin Her Hâli’ndesiniz. Ben Esin. Bugün tabii ki Akbelen’i konuşacağız. Akbelen'e bağlanıyoruz. Bu yayını bir saat sonra dinliyor olacaksınız. Yani çok canlı yayına yakın bir yayın oluyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun ziyareti nedeniyle tam canlı yayın yapamasak da şu anda alana bağlandık ve son durumu dinleyeceğiz. Dinlediğimiz şarkı Praxis'ten güzel günler şarkısıydı. Yılbaşı programımızda yine Akbelen'e bağlanmıştık ve onlar bu şarkıyı istemişlerdi. Şimdi bu şarkıyla tekrar bağlandık ve şarkıda diyor ki ‘Güzel günler ona yürümezsen sana gelmez.’ Bu programı da Akbelen'le dayanışmayı büyütmek için yapıyoruz. Hem son durumu öğreneceğiz, hem de dayanışmayı nasıl büyütebiliriz diye konuşacağız. 

Alandayız. Deniz Gümüşel bizle, İlkay var, Melahat Abla var ve başka kadınlar var. Biraz sonra zaten onları dinleyeceksiniz. Ben sözü uzatmadan Deniz'e sormak istiyorum. Deniz şu anda durum ne, nasılsın ve son birkaç günle ilgili neler var sende? Anlatabilir misin? 

İkizköy Çevre Komitesi’nden Deniz Gümüşel’in Milas’a girmesi yasaklandı.

Son bir ağaç kalıncaya kadar biz burada direnmeye devam edeceğiz

Deniz Gümüşel: Tabii. Kesimim başladığı pazartesi günü, sabah saat 05:30’da kolluk kuvvetlerinin eşliğinde kesimciler alana girdiler. Çok büyük bir katliam başladı. Dostlarım, İkizköylüler hemen alana geldiler. Durdurmaya çalıştılar. Ama polisin müdahalesiyle, jandarmanın müdahalesiyle karşılaştılar. Biz de birkaç arkadaşımla o saatlerde Ankara'daydık. Hemen milletvekillerinin eşliğinde Tarım ve Orman Bakanlığı'na hitaben bu kesimin durdurulmasına yönelik ivedi bir dilekçe verdik. O akşam da otobüse binip alana geldim. Maalesef bugün kesimin beşinci günü ve ormanın, çok acı çekerek söylüyorum, üçte birine yakını kesilmiş durumda. Kesim neredeyse Nejla'nın evine kadar varmış durumda yani Ankara yoluna dayanmış durumda maalesef. Çok büyük bir ağaç kaybımız var ama bizi teselli eden şey şu; henüz iş makineleriyle alana girmediler. Yani orman toprağımız orada, çalılarımız orada, mantarlarımız orada. Hala küçük bebek ağaçlarımız orada. Dolayısıyla ormanı kaybetmiş sayılmayız. Evet yaşlı ağaçlarımız kesildi ama yeniden yeşertmek için hala umudumuz var ve şöyle diyoruz; son bir ağaç kalıncaya kadar biz burada direnmeye devam edeceğiz. 

Biz dün sabah köyden Tuncer Abi, Necati Amca, Bahadır Abi yani dört kişi, yanımızda iki sevgili gazeteci arkadaşımız ve bir avukatımız olmak üzere toplam yedi kişi, sabah saat 05:30’da kesimciler gelmeden önce alana girdik. Niyetimiz kesimcilerin önünü kesip işleme başlamalarını durdurmaktı. Bunu da başardık. Orman yolu üzerinde dört arabayla gelen kesimcilerin önüne oturarak kesimin yapılmasını engelledik. Ama tabii hemen kolluk güçlerini çağırdılar. Çok şiddetli bir müdahaleye maruz kaldık. Derdest edilip alandan uzaklaştırıldık. Eylemin sonunda beni gözaltına aldılar ve çıkarıldığım Sulh Ceza Mahkemesi'nde hakim, adli kontrol, yurt dışına çıkma yasağı ve çok ilginç bir şekilde de şu ana kadar hiç duyulmamış bir ceza verdi. Milas ilçe sınırlarına girmem yasaklandı. Şunu yapmaya çalışıyorlar diye düşünüyoruz; yakaladıklarının üzerinden bir mesaj vermeye çalışıyorlar. Diyorlar ki, Akbelen ormanını savunmaya devam ederseniz başınıza çok işler gelecek, cezalar alacaksınız, mahkemeye düşeceksiniz vs. Bunların hiçbiri hiçbirimizi korkutmuyor işin açığı. Şu anda ben yedi günlük bir itiraz süresi olduğu için Akbelen Ormanı'na girebiliyorum ama jandarma her sabah savcıyı arayıp alana girip giremeyeceğim konusunda savcılıktan talimat alıyor. Yani bizi yıldırmaya çalışıyorlar. Yılmayacağız. Deniz Gümüşel giremeyebilir ama Aytaç Yakar burada, Melahat Çulha burada, İlkay Demir burada, Havana Abla burada, Edibe Abla burada. 

Mesele şu. O kadar çokuz ve o kadar haklıyız ki ellerinde bulundurdukları iktidar gücüyle yaptıkları hiçbir yıldırma, dediğim gibi tek bir ağacımız kalıncaya kadar biz burada mücadele etmeye devam edeceğiz Esin. Kısaca benden bu kadar. 

E.D.: Çok teşekkürler Deniz, geçmiş olsun. Bunlarla uğraştığın için ayrıca çok teşekkürler ve çok üzücü tabii. Bir yandan çok önemli bir şey, sivil direniş de gösteriyorsunuz aslında. Tamamen barışçıl yöntemlerle. Gerekirse ağaçlara sarılarak ormanı korumaya çalışıyorsunuz. Ama çok da şiddetli bir müdahale var gördüğüm kadarıyla Jandarma ve güvenlik güçleri tarafından ve siz orada onlara ne kadar dil dökmeye çalışsanız da, ‘sizin aslında burayı koruyor olmanız gerekiyor’ dedikçe de bir kapı duvar tavrı görünüyor uzaktan. 

Köylüyü mülksüzleştirmeye çalışıyorlar

D.G.: Herhangi bir bilimsel argümanı, herhangi bir sosyolojik argümanı kabul etmiyorlar Esin. Şunu yapmıyorlar; burada özellikle ikinci bilirkişi raporunda çok net bir şekilde Akbelen Ormanı'nın iklim krizi nedeniyle tetiklenen 2021 yılındaki yangınlardan sonra öneminin çok daha fazla arttığına dair çok önemli olduğu belirtildi. Buradaki zeytinliklerin madencilikten nasıl etkilendiğine dair bilgileri yine ziraat mühendisi bilirkişi çok net ifadelerle rapor etmişti. Bunlar hiçbir yere ulaşmıyor Esin. Bilimsel hiçbir argümanın karşılığı yok. Çok kara gözlü bir şekilde, kontrolsüz, plansız bir üretime, buna üretim de demek doğru değil, bir talana devam ediyorlar. Tamamen kar edebilme hırsıyla. Yani burada amaç, enerji üretimi falan değil. Alternatif pek çok yolun bulunduğu bir dönemde yaşıyoruz. Artık bu alternatiflerin de gayet makul yani hem teknolojik olarak hem de maliyet olarak gayet makul olduğu bir dönemdeyiz. Ama amaç belli ki burada elektrik üretmek falan değil.

Köylüyü mülsüzleştirmeye çalışıyorlar. Son kalan, kendi kendine yeten tarımı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Çünkü gerçekten İkizköylüler kendi buğdaylarını, kendi sebzelerini, kendi meyvelerini ekip biçerek küçük çaplı bir iki hayvanlarıyla hayvansal gıda ihtiyaçlarını gidererek, sisteme bağımlı olmadan yaşayabilen bir topluluk. İşte bu onları sinirlendiriyor. Herkes bu sistemin işçisi haline gelmek durumunda. Ellerindeki o birkaç dönüm toprak onların gözüne batıyor. Bu toprakları ele geçirmek, onları bütün bu doğal varlıkların içerisindeki sistemden yani bu doğal ekolojik sistemden koparmak, sisteme entegre ederek onun bağımlısı, bir anlamda kölesi haline getirmek için uğraşılıyor diye düşünüyorum büyük pencerede ve büyük resimde. Yoksa her türlü alternatif üretilebilir buraya, her türlü çözüm üretilebilir. O defterlere girmeye hiç gerek yok. İşin özünü konuşalım. Politik olarak verilen bir karar bu ve politika şunu söylüyor; burada kendi kendine yeten insanlar sisteme dahil edilmeli ve yok edilmelidir. Bütün kaynaklar, bütün doğal varlıklar ve mülk de sermayenin elinde toplanmalıdır. 

E.D.: Evet, siz orada Akbelen Dayanışması olarak, yaşam savunucuları, dayanışma grupları aslında ne zamandır da ortaya koyuyorsunuz, koyuyoruz, oradaki toprağın nasıl kirlendiği, havanın nasıl kirlendiği, bunun ilgili sağlık sonuçları. İstersen bu noktada biraz diğer kadınlarla da konuşmaya başlayalım. İlkay merhaba. Nasılsın? 

Akbelen Ormanı Savunucuları - İlkay Demir

Biz toprağımızda mutlu kalmak istiyoruz

İlkay Demir: Merhabalar. Dört günden beri ormanlarımızı bütünüyle kestiler. Bugün beşinci gün. Anlatılmaz, o kadar çok zor ki sanki elim kelepçelemiş gibi bakmak zorunda kaldım. Sanki boğazım düğümlendi. Göz yaşımla izleyerek hiç acımadan benim evimin yanındaki çamlara kıydılar. Şu anda bütün o alanı kestiler. Dün iki çocuğum evde kaldı. Ben alana indim. Bana hiç haber vermeden benim evimin kıyısındaki çamları kesmişler. Ama benim ineğimin şu anda iki ayı kaldı doğumuna. Benim ineğim buzağım olmuş olsa, hadi evinize yakın bir çam gelmiş olsa, çocuklarım ev içinde cayır cayır yansa, üzerine düşünseler, hiç bana haber vermeden eve yaklaşmışlar. Dün vardım, polisi yakaladım,  tahliye istedim. Ben haber etmeden bu kadar evin yanında kalmış. Evimden çıkmadım dedim. İki çocuğum ev içinde sanki kilit altında. Ha hapiste tutmuşum çocuğumu, ha evin içinde. Hayır, çocuklar jandarmadan, polisten, askerden korktuğu için evden babaannesinin yanına gidemedi. O kadar şokta kaldım ki, nasıl anlatayım? 

Biz kömür istemiyoruz. Biz toprağımızda mutlu kalmak istiyoruz. Elimizden gelene kadar termik santrali kapattıracağız. Yani benim o kadar çok zor ki... Bak benim sözüme, damımda da iki buzağım var, üç ineğim var. Benim inek korkudan ya kalp krizi geçirirse, anne olarak söylüyorum bak, benim iki çocuğum ev içinde cayır cayır yansa gözümün önünde. Benim iç kapının dibine yanaşmış. Bu kadar vicdansız insan mı olur bu yanar ayda? Helikopterle tepemizden vızır vızır geçiyorlar yangını söndürün diye. Bize duam, geleceğim yok ama hiç umudumu kaybetmeyeceğim. Her zaman direnmeye devam edeceğim. Şu ana kadar bu olmadı. Anlatması o kadar çok zor ki, kaplumbağası, tavşanı, tilkisi, domuzu, kaç tane, kaç tane can yandı. Benim canım yandıysa tüm hayvanların canı yandı. Hiçbir şey yapamadım. Ağladım, ağladım, bağırdım, bağırdım. ‘Lütfen kardeşler, çekin ellerinizi’ dedim. Kuşlara bak, cığıl cığıl, can çekişe çekişe... Bu çamların dalında yuvası var, belki yavrusu var, belki yumurtası var. Hiç acımadan benim gözümün önünde... Ne yaptıysam yaptım. Avukatlarla gittim, çamlarımıza sarıldım. Hiç acımadılar. ‘Arkadaşlar’ dedim, ‘Ben burada, alanda oturamayacağım.’ Sinir oldum. Elimden gelen hiçbir şey yok. ‘Böyle olmaz bu’ dedim. Hep birlikte yüklendik. O kadar biber gazı yedik. Biber gazının arkasından ne olduğunu bilemedim. Duman sıkıldı. Dedim, ‘Arkadaşlar, lütfen koşalım’ dedim. Koştuk da nefesim bir daraldı. Başımda şapkam vardı, şapkamı bir çıkardım. Nereden geldiğimi bilemedim. Bir taş kulağımın dibinden geçti. Eğer yarım santim kulağımı aşapı eğmeseydim iki tane çocuk annesiz kalacaktı. Biz vatandaş olarak ne günah işledik. Lütfen herkes sesimi duysun. Akbelen’e desteğinizi bekliyorum. Ama çocuğumun yani ineğimin bir yerine bir şey olursa... En şey ettiğim, LİMAK’tır. Hiç haber vermeden benim evimin yanına gelemez, benim evimin kapısına dayanamaz. Lütfen beni anlasınlar,  lütfen bana bir çare bulsunlar. Sesimi duyursunlar. Ben önceden böyle bir hanım değildim. Yani boğazım düğümlendi. Gözyaşı döke döke yoruldum. Ben daha nasıl diyeyim? Çocukları dayılarının yanına gönderecek oldum. ‘Anne, beni bırakma’ dediler. Teyzesine yanına gönderim dedim çocukları, hep birlikte oynasınlar da bu hali görmesinler dedim. İçinde vicdan olan çıksın baksın. Ben beş günden beri çocuklarıma böyle bir kahvaltı hazırlayamadım. Çocuklarımla ilgilenemedim. Ne günahı var onların? Böyle ceza mı olur? Sabahleyin çocukları uyandırdım sabah yedide. Benim çocuklarımın diğer çocuklar gibi öğlene kadar uyuma hakkı yok mu? Var. Çocukların kapısını kilitledim geldim. Anahtarı şu anda elimde. Yani özür dilerim. Daha fazla konuşmak istemiyorum, boğazım düğümlendi. 

E.D.: Çok teşekkürler İlkay. Tabii ki ağaçları koruyoruz ama aynı zamanda ağaçlar, orman kuşuyla, yılanıyla, kurduyla, mantarıyla kocaman bir ekosistem. Sen bunu çok iyi bilen, çok iyi anlatan bir kadınsın. Akbelen'i hem çok iyi tanıyor hem de çok iyi anlatıyor İlkay. Yanında yaşıyor, onunla birlikte yaşıyor, onu yaşatmaya çalışıyor. Hem de çocuğum dediği inekleriyle, buzağılarıyla birlikte düşünüyor, yapıyor bu mücadeleyi. Onlar için yapıyor. 

D.G.: Evet. Şimdi Havana Abla var burada. Havana Abla'ya geçeyim istersen. Abla tam nasıl etkilendiğini falan anlatır mısın?

Akbelen Ormanı Savunucuları - Havana Ova

Ben torunlarım olmayınca, toprağım olmayınca yaşayamam

Havana Ova: İyi günler. Benim ismim Havana Ova. Biz yandık, başkaları da yanmasın. Biz çok kötü günler geçirdik. Bizim üzerimize biber gazı ve su sıkıldı. Benim iki tane torunum var. Onların canını tehlikeye attılar. Onların yanına kaçayım dedim. Komşular aldı beni. Çocuklarımın yüzleri yandı. Ben perişan oldum, bayıldım. Ormana düştüm. Benim torunlarım bağırmış, ‘Ambulans, ambulans!’ diye. Ben hiçbirini hatırlamıyorum. Ben torunlarım olmayınca yaşayamam. Toprağım olmayınca yaşayamam. Ben bir tansiyon hastasıyım. Ben 65 yaşındayım. Ben bundan sonra nereye giderim, gidecek yerim yok, tutacak dalım kalmadı artık. Bize acısın. Lütfen, Türkiye duysun. Bizlere desteğe gelsinler. Biz yardım bekliyoruz. Bizleri, vatandaşı, köylü olarak, gariban olarak bizleri düşünen yok. Sadece zenginleri düşünüyorlar. Hak mı adalet mi? Biz hakkımızı savunacağız sonuna kadar. Burada canımı feda edeceğim, bunu da böyle bilsin Türkiye. Başka da hiçbir şey diyecek gücüm kalmadı artık. Saygılarla, sağolun, varolun. 

E.D.: Çok teşekkürler, çok geçmiş olsun.

H.O.: Sağolun. 

D.G.: Melahat Abla da geldi. Melahat ablayı veriyorum şimdi. 

Akbelen Ormanı Savunucuları - Melahat Çulha

Topraklarımızdan vazgeçmiyoruz

Melahat Çulha: Biz çok kötüyüz. Bütün gaza maruz kaldık. Biz birşey yapamadık. Lütfen bizi kurtarın. Rica ediyorum bizim şu elimizdeki çamları kurtarın. Lütfen rica ediyorum sizden. Herkes geldi. Bir müdahale var ama gaz verdiler. Herkesin gözü kör oldu. Herkes hastanelik oldu. Adım atacak takatimiz kalmadı bizim. Lütfen kurtarın. Başka diyecek bir şeyimiz kalmadı. 

E.D.: Melahat Abla da bu hareketin önündeki kadınlardan. Günlerdir oraya gidip geliyorsun. Günlerdir nöbet alanına gidip geliyorsun, bütün eylemlere katılıyorsun. Zeytin Torba Yasası dediler, atladınız, Ankara'ya gittiniz, Zeytin Yasası’nı geri çevirdiniz. Neler neler yaptınız.

M.Ç.: Aynen. Yaptık da yapacağız da. Sonuna kadar, burada öleceğiz. Yaptık da, yapacağız da. Vazgeçmiyoruz. Topraklarımızdan vazgeçmiyoruz. Çamlarımızı, canımızı, ciğerimizi söktüler ama çaremiz kalmadı. Müdahale ettiler. Beş milyon asker geldi buraya. Soksalardı bizi, bu çamları kestirmeyecektik, tutacaktık kolundan bacağından. Bir belinden tutacaktık, kökünden tutacaktık. Kestirmeyecektik. Ama bizi sokmadılar oraya. Müdahale yaptırmadılar. Sağol teşekkür ederim. 

E.D.: Siz elinizden geleni yapıyorsunuz. 

Canımı veririm, toprağımı yine de vermem 

D.G.: Güler Ablaya veriyorum. 

Güler: Merhaba. Biz burada yandık. Çok mahvolduk. Burada sonuna kadar direneceğiz. Çamlarımızı katlettiler. Bir tane kalana kadar direneceğiz. Sonsuza kadar. Bize destek olsunlar. İstiyoruz. Desteğe gelsinler. Sonuna kadar direneceğiz. Canımızı burada feda edeceğiz. Benim konuşacağım bu kadar. 

E.D.: Çok teşekkürler. 

Güler: Ben de teşekkür ederim. 

D.G.: Başka konuşmak isteyen var mı. Ablacığım, siz hangi köydensiniz? 

Ayşe Sezer: Biz Çamköy’den. 

D.G.: Esincim, şimdi yanımızda komşu köyden, Çamköy'den. Orası da etkileniyor, Çamköy de dostumuz.
 
A.S.: Adım Ayşe Sezer. Çamköylüyüm. 

E.D.: Buyurun. Siz de dayanışmak için geldiniz. 

A.S.: Evet. Akbelen'in korunmasını istiyoruz. Bu termik santrallerini kaldırmak istiyoruz. 

D.G.: Zeytin üretiyor musunuz? 

A.S.: Üretiyoruz. Zeytinlerimizi, çamlarımızı, tarlalarımızı hepsini korumak istiyoruz.

D.G.: Peki bu tozdan falan hiç zeytininiz etkileniyor mu?

A.S.: Etkileniyor. 

D.G.: Nasıl etkileniyor? 

A.S.: Yapıyor, tutacağı zaman tam bir toz geliyor. Zeytin vermiyor.
 
D.G.: Santralin tozu mu geliyor?

A.S.: Santralin tozu geliyor. Bu tarafa geliyor tozlar. Benim eşim kanser hastası oldu. KOAH hastası oldu. Kanser hastası oldu. Ben nasıl yaşarım? Bizim ormanlar gittikten sonra biz ne yaparız? Bizim tek güvencemiz burası.
 
D.G.: Milas’a gitsen, tertemiz bir apartman dairesine.
 
A.S.: Yok, yok. Hayır, vermem. Toprağımı, çamlığımı, zeytinimi hiç kimseye vermem. Canımı veririm, toprağımı yine de vermem.

D.G.: Burada, zeytinde çalışmakta falan yorulmuyor musun? 

A.S.: Hiç yorulmam hiç. Dünyayı getir yine kabulüm değil. Zeytini çok severim, çamları çok severim, toprağımı. Varımız yoğumuz toprağımız bizim. Zeytinlerimiz çoluğumuz çocuğumuz. Başka ne yapabiliriz? 

D.G.: Esincim çemberi tamamladık gibi. Sormak istediğin başka bir şey varsa buyur. 

E.D.: Şimdi bugünden sonrası için nasıl bir öngörü var sürece dair? Yürütmenin durdurulması için mahkemeye başvuruldu yapıldı sanırım. Bir taraftan öyle bir yasal süreç devam ediyor. Zaten hala devam olan bir süreçti aslında. Şirket böyle bir şekilde girmiş oldu. Şimdi yürütmenin durdurulması için başvuru yapılıyor ve bir yandan da sivil bir durdurmaya çalışma gibi bir çaba var. Bunlar devam edecek. Senin öngörün ya da planlanan neler var?
 
D.G.: Esin, bütün araçları, bütün müdahale araçlarını kullanmaya çalışıyoruz. Sen de çok güzel özetledin zaten. Çok yakından takip ediyorsun meseleyi. Evet, tekrar Akbelen Ormanı'nın madene tahsis izninin iptali için açmış olduğumuz davada avukatlarımız yürütmenin durdurulması kararını talep ettiler ve birlikte yürütmenin durdurulması kararı çıkmasını talep ettiler. Dün İkizköylüler Muğla Adliyesinin önüne gittiler ve orada bir basın açıklaması yaptılar. Melahat Abla belki anlatabilir. Ben yoktum. Basın açıklamasında ne dediniz abla? 

M.Ç.: Çamlarımızı kurtarın dedik. Sularımızı, toprağımızı kurtarın dedik. Muğla Valiliği Orman Dairesi'ne başvurduk. Söyledik, çamlarımızı, suyumuzu kurtarın başta dedik.

Bu orman artık iklim adaletinin de bir simgesi haline gelmiş durumda

D.G.: Yani idari başvurular da yapılıyor. Avukatlarımız aynı zamanda Melahat Ablanın dediği gibi Muğla Orman Bölge İşletme Müdürlüğü'ne de başvurdular. Bir yandan burada fiili olarak becerebildiğimiz kadarıyla kesimi yavaşlatmaya ve durdurmaya çalışıyoruz. Bir yandan kamuoyunu oluşturmaya çalışıyoruz ki burada sizin katkılarınız çok çok önemli. Yani bu aslında İkizköy'ün sınırlarını aşan bir mesele. Çok ciddi bir iklim krizi süreci yaşanırken bu orman artık iklim adaletinin de bir simgesi haline gelmiş durumda. Dolayısıyla uluslararası dayanışma da çok önemli. İklim örgütleri buradaki mücadeleye destek verebilmek için ciddi bir çaba içerisindeler. Çok yakın zamanda Birleşmiş Milletler'e (BM) hem insan hakları, ihlalleri hem de doğa hakları, ihlalleri için başvuruda  bulunacağız. İkizköylülere hak görülen bu adaletsizliği BM’ye şikayet edeceğiz. Onunla ilgili özel prosedürlerden yararlanmaya çalışacağız. Onunla ilgili gelişmeleri de mutlaka sizlerle paylaşırız. Yani dört bir koldan buradaki insan haklarını ve doğa haklarını korumak için mücadele etmeye çalışıyoruz. Şu an aktarabileceklerimiz bu kadar herhalde alandan.

E.D.: Tamam. Çok çok teşekkürler, çok kıymetli söyledikleriniz ve katılımınız. Bütün bu yoğunluğun yorgunluğun içerisinde ve kesimlerin içerisinde bağlandığınız için herkese çok çok teşekkürler. 

D.G.: Bu güzel programın yapımcılarına, kadınlara çok çok teşekkür ediyoruz. Bütün bu süreç boyunca dayanışmalarınız için. Özellikle de sana Esin. Artık sen de bu mücadelenin asli bir parçasısın. Umarım güzel günlerde tekrar buluşuruz alanda.
 
E.D.: Evet. Yeniden haberleşmek üzere. Çok teşekkürler. Herkese sıkıca sarılıyorum. 

Hikâyenin Her Hâli’ndesiniz. Bugün programımızın ilk yarısında Akbelen alanına bağlandık. Akbelen'de herkesin bildiği gibi şu anda büyük bir katliam yaşanıyor. Ormanın en azından üçte biri şu anda görüldüğü kadarıyla kesilmiş durumda. Bütün amaç da zaten 1984’den beri açık olan ve çok büyük bir alanı yutmuş olan kömür madenini genişletmek, ormanın içindeki linyiti çıkartmak, planlanan alana girmek ve bunun için oradaki ağaçlar birer birer kesiliyor. 

İki seneyi aşkın bir süredir orada bir nöbet sürdürülüyordu. Akbelen Ormanı’nın yanında olan İkizköylülerin yürüttüğü bir nöbetti bu. Aynı zamanda yaşam savunucularının desteğiyle birlikte sürdürdükleri iki seneyi aşan bir nöbet vardı. Birkaç çadır vardı, mutfağı olan bir çadır. Hala da var. Ormanda herhangi bir kesim olmasına karşın aktif bir direniş sürdürülüyordu ve sürdürülmeye devam ediliyor. Ancak pazartesi günü, 24 Temmuz Pazartesi günü, şirket, devlet güvenlik güçlerinin de korumasıyla kesimlere başladı. O gün bu gündür köylüler ve orada sayısı gitgide artan yaşam alanı savunucuları kesimlere engel olmaya çalışıyorlar. Biz de bugün bu programdan birkaç saat önce alana bağlanıp son gelişmeleri dinledik. Oradaki, Akbelen mücadelesini çok önemli kılan başka bir konu da mücadelenin öncülüğündeki kadınları görüyor oluşumuz. Şimdi de Akbelen'de konuştuğumuz kadınları dinlediniz. 

Ben programın geri kalan kısmında oradaki kadınlarla yaptığımız bir görüşmeden bazı alıntılar okumak istiyorum size. Geçen sene, geçen yaz bu dönemlerde orada Avrupa Birliği dahilindeki bir araştırmamız için görüşmeler yapmıştık. Bunlar, isimleri ve kişisel bilgilerini gizli tuttuğumuz görüşmeler. O görüşmeleri kişilerin izniyle araştırma projemizde kullanıyoruz çeşitli şekillerde. Şimdi o görüşmeden birkaç alıntı okumak istiyorum size ve dediğim gibi bilgileri, isimleri dahil olarak gizlemiş durumdayım. Bu görüşme aslında bize orada neyin, ne mücadelesi verildiğini, neden mücadele verildiğiyle ilgili çok önemli şeyler söylüyor. 

Bu arada söylemeyi unuttum. Dinlediğimiz şarkı da Cengiz Özkan'dan geldi; “Bir Ulu Ağaç'tan bir Yaprak Düşse.” 

Ben görüşme yaptığım kişiye Miray ismini verdim. Orada herhangi bir böyle bir ad olmadığını biliyorum, düşünüyorum daha doğrusu. O yüzden Miray'ın hikayesini biraz size aktarmak istiyorum. Bu aslında Akbelen mücadelesinin nasıl biriktiğini, nasıl oluştuğunu anlatan, yani tek bir kadının hikayesi aslında, çok da şey söylüyor; 

Miray: Annemin babamın dört çocuğundan biriyim. 18 yaşına girmeden çocuk yaşta evlendirildim. İşte bu zamanlara kadar geldik. Bu termik santralin içinde... Evet, çocukluğum burada oldu. Biz biraz rençber çocuğuyuz. Rençber demek, mesela ekin vardı, tütün vardı, orak vardı. Gariban çocukların, gariban köylünün çocuğuyum. 18 yaşında da evlenince aynı şeyler devam etti. Dedik ki biz, bu termik santral olunca biraz kurtuluruz. O gözle bakıldı. Anneler babalar öyle önem verdiler. Hani iş vaadiyle. Çünkü traktör yok. Öküzden çift sürüyordun. Eşekle gidiyoruz. Zor şartlar. Ama yine de geçinmek iyiydi yani o zaman da zordu ama işte termik santral bir umut oldu. Yeniköy'de başladı.

E.D.: Bu arada bir bilgi geçeyim. 1984’te kuruldu Yeniköy Termik Santrali ve o zaman Miray'ın anlattığı gibi aslında bir iş kapısı olarak görüldüğü için bir hareket, bir heyecan da yaratmış. Ama çok geçmeden de köylerin yerinden edildiği, köylülerin yerinden edildiğini de anlatıyor Miray. 

Miray: Çakıralan, Hüsamlar, bizim Yeniköy, Karacaağaç’ı tamamen aldı. Onca zaman zeytin ağaçlarımız gitti, tarlalar gitti. Sadece evler kaldı, ovalar gitti. Yani biz köyde gördüğün otuz ev dışarıdayız. Köy tamamen kaldırıldı. Babam da oradan emekli oldu ama tarla yok. Bize bırakacağı zeytin ağacı yok. Bize bırakacağı bir avuç toprağı yok. İşte buralara geldik. Eşimin dedesinin babasından kalma 300 yaşındaki ağaçlar katledildi. 

Akbelen’deki kıyım uydu fotoğraflarında.

E.D.: Bu arada ben araya giriyorum tekrar. Görüşme yaptığımız esnada sürekli dinamit sesleri geliyordu. Ona dair de bir şeyler söylüyor Miray. 

Miray: Bizi biraz sarstı şimdi. Hayır. Böyle kuvvetli dinamit atıyorlar ki evlerdeki çatlakları gör. Yani bırak bu tozu. Bu toz ne! Bazen karayel diyoruz biz. Karayel estiği zaman komple çamlar bembeyaz oluyor. Dinamit dersen daha çok patlıyor sarsacak şekilde. Yani bizim şimdi yaşayacak zamanımız... Size daha önce de anlattım. Çocuk yaşta evlendim, çocuk yaşta anne oldum, çocuk yaşta neler gördüm. Şimdi kafamı dinleyeceğim zaman. Ama işte bu da böyle olunca biraz umutlarımız kırılıyor. Dumanı etkiliyor dediler filtresi değişmediği için. Biz bilemeyiz ki biz ne yapalım? Bakıyoruz. Bazen oluyor. Bir duman çıkıyor, bir kül çıkıyor. Bir küle bürünüyor burası, bizi zehirliyor bizi. Buradaki bu bağ bostanı falan da etkiliyor. Şimdi toprağımız var da, bostanımız var da, toprak giderse ne olacak ya? Hiç olur mu, hiç öyle şey olur mu? Bak mesela benim iki tane bostanım var. İki börülcem, iki susamım var. Yeter bana. Başka ne içip, ne yiyip, ne içeceğim toprak olmazsa? Ben üretiyorum burada. Bak biz kaç köye bakıyoruz biliyor musun? Eskiden dört beş tane fabrika çalıştırıyordu bu köyler. Zeytin fabrikası, zeytini, zeytinyağı fabrikası olarak çalışıyordu. Çıntar olur biliyor musunuz? Mantar. Yani etle eş değerdir o. Siz bilmezsiniz evet. Izgarasını da yap, fırına da at mesela. Böyle yıka. Küçük küçük zeytinyağı döşe. Göbeklerini koy ver fırına. Şimdi ormandan bir tane çam kes, bir tane biz kessek kaç para ceza gelir? Haklı, devletin çamını kesiyorsunuz izinsiz, aslında hepimizin çamı. Ama madenleri açıp diyor ki, ‘Bak, bu kadar çam kesilebilir. Burada güneş paneli mi kurarsın, rüzgar mı kurarsın, her şeyi yapabilirsin. Şimdi burada maden alan yerinde ot bile bitmiyor. Çöl gibi. Yani rehabilitasyon mu diyorlar? Öyle bir şey de yapılamaz. Toprağın verim gücü, zaten toprağın içinde elli santim bir verimlilik payı var. Sen o toprağa gittin, iki yüz metre aşağı gittin. Ne var yani? Şöyle hiçbir şey yok geride.

E.D.: Bu arada belki görmüşsünüzdür bu aralar. Akbelen Ormanı’nın yanındaki kömür madeni on beş kilometrelik bir çapa ulaştı. Çok büyük bir alan, çok ciddi bir etkisi var bölgedeki evlere. İşte Miray'ın anlattığı gibi, dinamiti ayrı, tozu ayrı, toprağın verimliliğini düşürmesi ayrı. Sadece bu verimsizlik toprağın belli bir alanında tek bir bölgede kalmıyor. Çevreyi de etkiliyor. Toprak birbirine, her şey birbirine bağlı. Onların üretimini de etkiliyor ve söylediği gibi göç ettirilen yani boşaltılan, yerinden edilen köylerin eskideki üretimi aslında dört beş tane zeytin fabrikası çalıştıracak kapasitede. Öyle ciddi bir tarımsal üretim varken, o kadar canlı bir tarımsal üretim varken, şimdi orada koskocaman ve ölüm çukuru dedikleri, diyebileceğimiz bir yer var. Miray'la konuşmamızda tabi var olan, yürümekte olan, sürmekte olan, çevre mücadelesine de çok atıf yaptı ve tabii çok büyük bir sevgiyle, çok büyük bir şefkatle bu mücadeleye de atıf yaptı. Şimdi tekrar onu dinleyelim. 

Miray: İşte bilmiyoruz. Allah razı olsun. İki yıldır hemen hemen direniyorlar. Hepimiz direniyoruz. Yani bir gün vazgeçerler diye korkuyoruz. Her gün korkuyoruz. Ama sonuna kadar gitmeyi düşünüyoruz. Bir dönüm yerimiz olsa onu eksek. Çocuklarımıza bir dikili ağaç bırakırız şu yaşadığımız yerde diyoruz. Kaç tane ağacımız var. Geldin, gördün. Cennet gibi yer burası. Bir cevize bak. Cevizde nereden baksan bir dolu ceviz var. Şu küçücük yere cennet hurması diyoruz. İki ay önce uyandım, sabah erken işe gidiyorum. O kuş sesleri, telefona çektim. Ama öyle bir şey yok. Nasıl dil çeviriyorlar. Bu kuşlar nasıl dil çeviriyor. Nasıl yapayım? Yani o kadar değişik kuşlar var ki. Ne yapayım ben havuzlu villayı, yazlığı. Benim burası sıcak olursa burada yatarım. Serin olursa içeride yatarım. Ören buraya kaç kilometre? 20 kilometre. Didim dediğin 40 kilometre. Sabahtan giderim, akşama geri evime giderim. Bana burası esas cennet. 

E.D.: Diyor Miray. Aslında biraz önceki sohbette de dinlediniz. İlkay anlattı. Orada kendi evinin yanındaki ormanla nasıl iç içe yaşadığını, hayvanlarını nasıl sahiplendiğini, herkes bunu anlatıyor. ‘Biz burada zaten mutluyuz. Burada kendimize yetiyoruz, üretimimizi yapıyoruz. kendi suyumuzla kavruluyoruz. Kendi kendimize yetiyoruz. Hatta başka köyleri de besliyoruz’ diyorlar. Ama bu gidişle, eğer bu kömür madeni genişlemeye devam ederse biz daha çok enerji tüketmeye devam ettiğimizde ve bu enerji ihtiyacı bahanesiyle kömür madenleri bu şekilde açık olmaya devam ederse, bu yaşam alanları gidecek. Bu insanlara gösterilen şey ki daha önce başka köylülerin de yaptığı şey, işte yakındaki Milas'a, apartman dairelerine gitmek, orada sağlıksız koşullarda yaşamak. Biraz önce de duydunuz, Ayşe teyze bahsetti, yakınlarını kanserden, KOAH hastalığından, çeşitli hastalıklardan, yavaş ölüm diyebileceğimiz şekillerde kaybediyorlar. Herkes bunu çok iyi biliyor. Bilim de bunu söylüyor. Köylüler de bunu söylüyor. Oradaki yaşam savunucuları da bunu söylüyor. Aslında hakikat burada çok açık ve net. Şu anda yapılan şey sadece o hakikati en cansiperane bir şekilde savunmak. Buna dair ses yükseltmek ve dayanışmayı yükseltmek.

Bugün Hikâyenin Her Hâli’nde biz de bu dayanışmaya ufak da olsa bir katkıda bulunmaya çalıştık. Alana bağlanarak, İkizköylülerin, yaşam savunucularının, onlarla dayanışan diğer kişilerin seslerini duymaya ve duyurmaya çalıştık. Twitter'da ve Instagram’da ‘İkizköy Direniyor’ ve ‘Akbelen Yuvamızı Vermeyeceğiz’ hesaplarından takip edebilirsiniz. Sosyal medya kampanyaları da çok önemli bu süreçte ve aynı zamanda imkanı olanların uluslararası dayanışma köprülerini kurması da çok önemli. Çünkü Akbelen gerçekten bir sembol. Tek başına bir mücadele değil. Aslında şu anda Türkiye'deki çevre mücadeleleri içerisinde sembolleşmiş çok önemli bir mücadele. Sesimiz, kulağımız, yüreğimiz orada olmaya devam edecek. Hoşçakalın.