"Afet sürecinde kadın ve çocuk ihtiyaçları görünmez oluyor"

-
Aa
+
a
a
a

Afet için Feminist Dayanışma'dan Irmak ve Ezgi'yle, depremin ardından sahadaki deneyimleri üzerine konuşuyoruz.

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
"Afet sürecinde kadın ve çocuk ihtiyaçları görünmez oluyor"
 

"Afet sürecinde kadın ve çocuk ihtiyaçları görünmez oluyor"

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Aylin: Merhabalar. Hikayenin Her Hali programına hoş geldiniz. Bugün iki değerli konuğum var. sevgili Ezgi ve Irmak'la beraberiz. Irmak ve Ezgi. Afet için Feminist Dayanışma grubunu temsilen bugün bizimle beraberler. Hikâyenin Her Hâli programı olarak 11 ilimizi dehşetli bir durumda bırakan, bütün Türkiye'yi de bir şekilde etkileyen deprem afetinden sonra hem sahadan, hem de deneyimlerden öğrenmeye adadık programımızı. Bugün Ezgi ve Irmak'tan da sahadaki deneyimlerini dinlemek istiyoruz. Neler yaşadıklarını paylaşmalarını istiyorum. Başlamadan evvel Afet İçin Feminist Dayanışma'nın kuruluş hikayesini de duymak isteriz ve tabii Ezgi ve Irmak kısaca kendinizi de tanıtırsanız çok güzel olur.

Ezgi: Ben Ezgi. Bağımsız feministim. Çeşitli kadın platformlarında kampanyalarda emek vermeye çalışıyorum. 6 Şubat'tan bu yana Afet İçin Feminist Dayanışma grubunda dört yüze yakın feminist ile birlikte bir şeyler yapmaya çalışıyoruz diyebilirim. 

Irmak: Ben de Irmak. Kadın doğum uzmanıyım. ve ben de birtakım kampanyalarda bağımsız feminist olarak görev alıyorum. Aynı zamanda da İstanbul Tabip Odası ve TTB Kadın Komisyonları'nda da çaba gösteriyorum. Maalesef çok yakıcı olan bu depremin hemen ardından da afet için feministler olarak bir araya geldik ve bununla ilgili çaba gösteriyoruz. Biraz bu süreci anlatarak başlayalım diye konuşmuştuk; şimdi biliyoruz ki halihazırda mevcut olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılık afet dönemlerinde çok daha artıyor. Hem daha önce depremle ilgili deneyimleri olan feministlerin bu konudaki deneyimlerinden de bunu gördüğümüz için hemen aynı gün akşam, hem Türkiye'den hem yurtdışından çeşitli örgütlerden ya da bağımsız olarak bir araya gelerek “ne yapabiliriz?” diye konuşmaya başladık. Afet İçin Feministler dayanışma grubu kurulmuş oldu. Ertesi gün ilk olarak, ilk sözümüz olarak tüm gerekli göçük altında kalanların kurtarılması için her şeyin seferber edilmesini söyleyerek kendimizi duyurmuş olduk. Sonrasında da dört yüze yakın kişi olduğumuz için kendi içimizde bir takım gruplara bölünerek farklı alanlarda çalışarak gücümüzü daha etkili olarak kullanmak için çabalara başladık. Temel başlangıç noktamız oradaki ihtiyaçları tespit etmek, bu ihtiyaçları, oradaki kadın örgütleriyle iletişime geçerek sahadaki arkadaşlarla iletişime geçerek tespit etmek, bunların yerlerine ulaştığını, çeşitli bağlantıları kurarak bunları temin etmek ve yerlerine ulaştırmaktı. Buradaki depolarda tasnif işlerine yardım etmek yapılan politikalara karşı feminist bir söz söylemek gibi genel amaçlarımız da var ve bunlar üzerine de çaba gösteriyoruz.

Aylin: Ezgi sen bir şeyler eklemek ister misin? Bu süreçte sen kendini nasıl buldun? 

Ezgi: Afet akşamında bir toplantı yaptık. O toplantıya katıldıktan sonra arama kurtarma gönüllüsü olarak ertesi gün İslahiye'ye gittim. Daha çok sahadan izlenimlerimi aktararak dahil oldum diyebilirim. Hem buradan, İstanbul'dan, hem de Antep'ten, Adıyaman'dan çok koordineli bir şekilde bir arada hem sözümüzü söyledik hem de birçok çalışma yaptık. Yapmaya da devam ediyoruz.

Aylin:  Bazılarımız 99 depremini hatırlıyor. Tabii daha yakın geçmişte Van Depremi’ni de yaşadık. Ve bu iki deprem sürecinde de kadın ve çocuk ihtiyaçlarının görünmez kılındığına dair deneyimlerimiz var. Bunu daha evvel birlikte de konuştuk. Feministler her zaman vardı. Kadınlar ve çocuklar her zaman vardı. Ama kadınlara özel ihtiyaçlar sanırım en çok bu afet sonrası daha görünür kılındı. Belki birazcık bu ihtiyaçlar üzerine konuşabiliriz. Veya bu ihtiyaçlar nasıl daha görünür kılındı, nasıl mesele edildi bu süreçte? Özellikle hijyen konusu, güvenlik konusu, bakım alma verme konusunu konuşabiliriz. Bu konulardaki gözlemleriniz, deneyimleriniz veya bu ihtiyaçların bir mesele olarak görünür kılınmasındaki yöntemler nelerdi? 

Ezgi: Ben yaşımdan dolayı söylediğim gibi 99 depremine tanık olmadım. Sonrasında Van depreminde de yaşım yine küçüktü ve bir çalışma içerisinde yoktum. Ancak daha sonrasında hem 99 depreminde hem de Van depreminde feministlerin nasıl çalışmalar yürüttüğünü başka feminist arkadaşlarımdan aktarım olarak aldım. Hem feminist harekette hem de kadın hareketinde bizim birlikte iş yapabilme halimiz ve birlikte hızlıca bir araya gelip koordinasyonu kurabilme halimiz gerçekten çok iyi ve çok hızlı bir araya gelip politika üretebiliyoruz. Çok hızlı bir araya gelip dayanışma kurabiliyoruz. Dayanışmaya dair çok güçlü bir altyapımız da var ve birbirimizle kurduğumuz ilişkiler bu anlamda çok derin. Dolayısıyla hem bunun etkisi hem de 99 depremindeki ve Van depremindeki feministlerin hem sahada deneyimleri, hem orada aldıkları aksiyonlar burada hızlıca bir grup oluşturmamıza ve bu grupta hızlıca aksiyon alabilmemize, politika üretebilmemize hem sahaya hem burada aktif görev alabilmemize neden oldu diye düşünüyorum. 

Irmak: Aylin’nin de söylediğin gibi yani kadınlar, çocuklar, LGBTİ+’lar her zaman vardı ve ihtiyaçları da vardı ve evet zaten toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin de derinleşmesi nedeniyle afet dönemlerinde bu ihtiyaçlar daha da göz ardı ediliyordu. Şimdi neden daha çok duyuluyoruz? Daha daha çok görünür halde? Aslında iki neden bence var. Biri  feminist hareketin daha güçlenmesi. Her zaman vardı feminist hareket. 80’lerden beri var Türkiye'de. Çok aktif bir şekilde çalışıyor ama gittikçe güçleniyor. İkincisi de sosyal medyanın daha aktif olarak hayatımıza girmesi ve kullanılır olması ve pek çok şeyi daha görünür kılması. Taleplerin de daha kolay dile getirilebilmesi ve bu taleplerin görünür olması bence burada çok önemli bir rol oynuyor. Ama tabii bu sahadaki ihtiyaçları değiştirmiyor, sadece görünür kılıyor. Hijyen dediğimiz şey neden bugün bundan bahsediyoruz? Çünkü depremin üzerinden geçen onca zamana karşın temiz su sağlanması çok uzun zaman aldı mesela. İçme suyu pet şişelerde geldi ama insanlar ellerini yıkayacak su bulamadı. Ya da bir tuvalete ulaşmak duşa ulaşmak hala çok büyük bir sorun deprem bölgelerinde. Dolayısıyla bunlar nedeniyle biz hijyenden bahsediyoruz. Şimdi bu kadınlara yönelik olarak nasıl bir etkisi oluyor? Tuvalete ulaşamamak, ya da tuvalete ulaşamadıkları için adet gören kadınlar pedlerini değiştiremiyorlar. Burada sadece tuvaletin olmaması değil bir mahrem alana da sahip değiller. Yani enkazların arasına tuvalet ihtiyacını gidermek için gittiklerinde bile gece olmasını bekliyorlar. Karanlıkta gitmeyi tercih ediyorlar. Görünür olmaktan korkuyorlar dolayısıyla da bu durum pek çok kadında baş gösteren kaşıntıyla gelen bir takım sorunlara yol açabiliyor. Ya da tuvalete gitmemek için doğal su içmemek gibi yemek yemek istememek gibi sorunlara yol açıyor. İdrarı çok tutmaya bağlı birtakım sorunlar gelişebiliyor. Evet hijyeni dile getiriyoruz, karşılanmayan ihtiyaçlardan dolayı. Yani ped olsa da değiştiremiyorlar, ama zaten ped de yok. O yüzden de Afet İçin Feminist dayanışma olarak ilk örgütlediğimiz şeylerden biri de bu ped ve tampon meselesiydi çünkü bu bir seferlik bir ihtiyaç değil. Bir kadın bir adet döneminde sadece bir tane adet görmeyecek.  Depremden sonra devamlılığı olması gereken bir süreç ve burada hem devleti hem de çeşitli kurumları biz davet ettik ve bunlardan da cevap aldık. Bu da iyi bir süreçti. Ama tabii ki sürdürülebilir olması, yani devamının gelmesi önemli ve bununla beraber tabii tuvalet meselesinin de çözülmesi gerekiyor her şeyden önce. Duş meselesinin çözülmesi gerekiyor. 

Aylin: Evet bir de güvenlik meselesini biraz konuşmak belki iyi olur. Özellikle bekar annelerden, bekar annelerin kendilerini güvende hissetmemesi meselesi var çadırlarda, evlerinden uzak ve gene kadına yönelik şiddet meselesi de bitmiyor tabii. Ev içi şiddet meselesi de bitmiyor. Evli olan kadınlarda veya partneri olan kadınlar için de şiddet de bir mesele olarak devam ediyor. Bir de bu şiddet meselesi devam ederken başvuracak kurumların veya koruma mekanizmalarının da olmaması gerçeği var. Hayatta kalmayı düşünürken bunları da düşünmek de gerekiyor. bunlarla ilgili neler gözlemlediniz, neler gördünüz? Güvenlik konusunda nasıl sıkıntılar yaşanıyor? 

Irmak: Çadır kentlerde özellikle. Yalnız yaşayan kadınların, çadır kentlerde kendini güvende hissetmemesi çok normal. Çünkü kadınların yaşadıkları ve özellikle AFAD'ın oluşturduğu çadır kentlerde ciddi bir sorun var. Yollar yok. Hiç aydınlatma yok bunun yanında tuvalet ve benzeri ihtiyaçlar gibi kadınların her saat ulaşması gereken yerler hem çok az, hem de kısıtlı. Bazılarında hiç yok. Olanlar da çok ücra köşelerde. Gece tuvalete kalkıp bir kadının gitmeye çekinebileceği bir yerde oluyor. Bunun yanında zaten bu çadır kentlerde henüz var olan gönüllü belediyelerin de, AFAD'ın da ya da oradaki askerin de birbiriyle koordineli olamaması ya da oradaki bir planlamayı yapamaması çadır kentte yaşayan depremzedelerle kadınlarla bir iletişim kuramaması da bu sorunları giderilememesine yol açıyor bir yandan. Bunun yanında yalnız yaşayan kadınların özellikle çadıra erişimi de problem oluyor. Çünkü çadır dağıtımı yapılırken hep aile üzerinden çadır dağıtımları yapılıyor. Bu nedenle hem çadıra hem de oraya ulaştırılan yardımlara ihtiyaçlara yönelik bir erişememe durumu söz konusu oluyor. Bununla birlikte aslında kadınların LGBTİ+’ların, özellikle yemeklerin dağıtıldığı ya da insanların bu soğuk havada ısındığı ateş kenarı gibi yerlerde çok fazla görünür olmaması, güvenlik endişesi nedeniyle aslında bu tür alanlara çok fazla dahil olmaması da bir başka başlık diyebilirim. Bununla birlikte göçmen ve mülteci kadınların da aynı zamanda dil bariyeri var. Göçmen ve mülteci kadınlar aslında dil bariyeri nedeniyle kendi ihtiyaçlarını ve oradaki var olan sorunlarını dile getirmekte zorlanıyor. Özellikle belirli bölgelerde göçmenlere, mültecilere çadır verilmemesi gibi bir durum söz konusu. Bununla birlikte ve depremden sonra iyice körüklenen bu göçmen mülteci karşıtlığının, nefretin aslında dönüşünü de sahada, oradaki çadır kentlerde ya da şehrin içerisindeki göçmen kadınlar daha da derin yaşıyorlar. Bunun güvensizliğiyle güvencesiz bir ortamda daha da içe kapanık ve sürekli tedirgin bir durumda yaşamak durumunda kalıyorlar. LGBTİ+’lar için de yine aynı şekilde. Zaten görünür olamıyorlar. Herhangi bir barınma ya da herhangi temel ihtiyaçlarına erişimde oldukça zorlanıyorlar. Şunu mutlaka belirtmek isterim kurulan çadır kentler maalesef olması gerektiği gibi değil. Çadırların arasında belli bir mesafe olması gerekiyor. Güvenlik anlamında bu sadece kişinin güvenliği ile ilgili değil, yangın çıkmasın diye mesela çok basit bir güvenlik meselesiyle alakalı. Dolayısıyla bu mesafelerin verilmediğini görüyoruz çadır kent fotoğraflarında. Bir diğer konu ise Ezgi'nin bahsettiği gibi aydınlatmanın iyi olması gerekiyor. Tuvaletlerin ve duşların, kadınların ayrı kullanımında olması gerekiyor. Yani kadın ve erkek tuvaletlerinin ayrı olması gerekiyor. Ve kapılarının kilitlenebilir olması gerekiyor ki kadınlar kendilerini güvende hissetsin. Bunların biraz önce Ezgi'nin bahsettiği gibi ücra köşelerde değil, görünebilir yerlerde olması gerekiyor. Çok uzakta olmaması gerekiyor ki kadınlar güvenli bir şekilde buralara ulaşabilsinler. Çünkü bu tip afetlerden sonra her tür cinsel şiddet artıyor. Sizin de bahsettiğiniz gibi ev içi şiddet de devam ediyor. Şiddet de ortadan kalkan bir şey değil. Burada önemli bir fark var: kadınların eski networkleri, yani ağları dağıldığı için bu şiddet ortamından uzaklaşabilecek bir alanları bulunmuyor ve burada yaşamaya devam etmek zorundalar. Bu çok ciddi bir sıkıntıya sebep oluyor tabii ki. Herhangi bir şiddet vakasını halihazırda zaten ihbarı yapmakta kadınlar zorlanıyor. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmış olması, 6284 sayılı kanunun uygulanmıyor olması zaten kadınların önünde çok ciddi bir engeldi. Oradaki koordinasyonsuzluk nereye gideceğini bilememe örgütsel yapılara ulaşamama gibi durumlar kadınları çok daha çaresiz bir hale sokuyor. Bu çok ciddi bir sorun. Tabii şöyle şeyler de var. Hayat devam ediyor ve örneğin gebeliği önleyici yöntemlere ulaşım sıkıntılı. Zaten çok sıkıntılıydı. Yani bugün ücretsiz olarak bu yöntemlere ulaşamıyordu kadınlar. Şimdi bu bölgelerde hepten ulaşılamaz haldeler ve bu hiç gündeme getirilmeyen bir konu. Sanki kadınlar artık gebe kalmayacaklar gibi. Ya da istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması durumu gerçekten çok ciddi bir sıkıntı. Zaten daha da sıkıntılı bir hale gelecek bu bölgelerde. Dolayısıyla bunların da aslında dillendiriliyor ve görünür kılınıyor olması önemli. Bunu da söylemeden geçmek istemedim. Çünkü bunlar hep unutuluyor ya da kadın sağlığı yani önce enkazdan çıkarılanların sağlığına odaklanıldığı için genel olarak kadın sağlığı geri planda kalıyor. Örneğin gebe takipleri devam edemiyor. Çünkü zaten sağlık kuruluşları çok korkunç durumda. Bugün biliyoruz ki Balcalı yani Çukurova Eğitim Araştırma Hastanesi boşaltılıyor. Çukurova Üniversitesi Hastanesi boşaltılıyor, düzeltiyorum. Ya da işte Hatay'daki devlet hastanelerinin durumu ortada. Dolayısıyla kadınlar temel gebe takiplerinden uzak kalıyorlar. Bu tip afetler sonrasında erken doğumlar olabilir, düşükler olabilir, kanamalar olabilir. Bu durumlarda ulaşabilecekleri bir sağlık kuruluşu da bulamıyorlar. Orada zaten kendileri de depremzede olan doktorlar çalıştırılmaya devam ediliyor. Bu da başka bir handikap oluşturuyor tabii. Yani kadın dediğimiz zaman aslında depremlerde çok geniş bir alandan bakabilmemiz gerekiyor. En temel ihtiyaçları hijyen ve gıdanın ötesinde buralara da bakabilmemiz gerekiyor. Bir de bu konuda son bir şey söyleyeceğim. Bekar annelerin başka sorunları da oluyor. Bu sorunlardan da bahsetmek isterim. Mesela kadın eğer dağıtan kişi erkekse ped istemeye çekinebiliyor. Bunlara dikkat edilmesi de önemli. Tek anneler çocuklarını bırakarak bir yardım almaya ya da ihtiyacını karşılamaya ya da o dağıtım merkezlerine gidemiyor çocuklarını bırakarak. Bu da onların ihtiyaçlarında bir açığa sebep oluyor. Bu sorunların da görünür olması gerekiyor. 

Aylin: Gebelik meselesinden bahsedince aklıma BBC'de de okuduğum bir haber geldi. Afet sonrası kadınların durumuyla ilgili o haberde de 214 binden fazla hamile kadın olduğu söyleniyordu. Bu da ciddi bir rakam ve hamilelik sürecinde destek alınamaması da başka bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Çok önemli söyledikleriniz. Bunun dışında bir de tabii kadının hem çocuk hem aile büyüklerine bakım verme meselesi var ve bu bakımı verirken kendisine bakım verememe meselesi ve tükenmişliği de var. Bu konuyla ilgili neler gördünüz? Neler duydunuz? Neler söylemek isterdiniz? Ezgi galiba senin de çok zor bir hikayeyle karşılaşma durumu vardı. Bilmem anlatmak ister misiniz onları? 

Ezgi: İslahiye'de bir çadır kentte depremzede bir kadının aslında depremden kaçarken kolunun kırılması, daha sonrasında kolunun alçıya alınması durumu oldu. Ancak bakım zorunluluğu (tırnak içinde söylüyorum) nedeniyle o alçıyı çıkartmak zorunda kalması durumu vardı. Kadının bakım verdiği aslında üç yaşındaki çocuğu aynı zamanda buhar makinesi kullanan bir çocuktu ve depremde evleri yıkılırken buhar makinesi de kırılmıştı ve hem orada battaniyelerin gerektiği gibi koordineli bir şekilde dağıtılmaması nedeniyle çok soğuk olan günlerde, özellikle de gecelerde çocuklar çadırların içinde soğuktan uyuyamıyorlardı ve sürekli ağlıyorlardı. Aynı zamanda böyle özel ihtiyaçları olan çocuklar yaşlılar için kadınlar hem bu süreci kendileri de yaşıyordu ama aynı zamanda da o çocuğa, yaşlıya, o aslında hane içindeki bakıma ihtiyacı olan herkese bakım veren kişi konumundaydı. Bu kadın da aynı şekilde hem çocuğun hastalığı nedeniyle bir elindeki bir aletle onu gidermeye çalışması, hem de bu koşullarda aslında kırık koluyla bunu devam ettirememesi artan bu bakım yükünün karşısında devam ettirememesi nedeniyle alçıyı kırmak durumunda kalmıştı ve sargıyla devam etti. Doktor yanlış kaynayabileceğinden ve ağrısı olabileceğinden bahsetmişti ama ona rağmen mecbur kalıp alçıyı çıkartmıştı. Buna benzer birçok hikayeye rastlayabiliyoruz. Özellikle bu şartlarda çoğu ihtiyaca erişilemeyen yani ısıtmanın olmadığı çok soğuk yerlerde,  çadırlara erişmenin mümkün olmadığı çoğu zaman kuru gıdaya erişimin de mümkün olmadığı bu koşullarda o hayatın devam ettirilmesi yükünü yine kadınlar omuzuna alıyor. Bunun karşısında da bir şekilde o hayatı devam ettirebilmek için kendi temel ihtiyaçlarını da geride bırakmak durumunda kalıyor. İyice artan bu bakım yükü  kadınların hayatlarını çok derinden etkiliyor. Yani temel fiziksel ihtiyaçlarını karşılayamamanın yanında zaten psikolojik olarak yaşadıkları travmaya dair de bir adım atmamak ya da bunu konuşabilmek bile bir lüks haline gelebiliyor kadınlar için. Böyle bir gözlemim vardı. Bunun yanında zaten çoğu çadır kentte özellikle yani Adıyaman'daki bir çadır kentte de mesela erkekler bir çadıra tamamen yerleşmiş. Kadınlar ve çocuklar diğer çadıra yerleşmiş. Erkekler bunu şöyle bahane etmiş: biz sigara içiyoruz o yüzden sigara tütün burada çadırın içinde çocukları rahatsız edebilir diye yaklaşık 10-15 çocuk, 2 kadın, 3 kadınla birlikte bir çadırda kalıyorlar ve böylece o çadırın içerisinde, küçücük çadırın içerisinde bu kadar çocukla ilgilenmek zorunda kalma, onların bir şekilde tüm ihtiyaçlarını karşılama ve bu zorlu koşullarda o yükü sırtlanma yine sadece kadınların omuzlarında kalıyordu. Her çadıra girdiğiniz zaman buna benzer bir sürü şey görebiliyorsunuz. Aynı zamanda ev işi yükü çadırda da daha farklı şekilde katmanlı bir şekilde derinleşen bir şekilde devam ediyor. 

Irmak: Şunu söyleyebilirim, örneğin çamaşır meselesi. Yani şu anda su yok, çamaşır yıkanmıyor ama nasıl yıkanacak? Daha önceden en azından makinası vardı kadınları. Yıkıyorlardı yani. Herkesin olmasa bile. Şimdi o çadırlara taşınmış olacak. Çok iş yükü artıyor ve bu bakım sorumluluğunun kadınlarda olma hikayesi aslında şurada da ortaya çıkıyor: Yani deprem anında ya da afet anında bile kadınlar bakım verdikleri ve sorumluluk aldıkları insanların alıyor; bu yaşlı olabilir, çocuk olabilir. Kimisi yakınını kurtarmak üzere harekete geçerek bazen onları kurtarıp, kendileri kurtaramayabiliyorlar.
Ezgi: Buna bir örnek verebilirim. İslahiye'de bizim çalıştığımız Zaman Apartmanı’nda Tuğba'nın hikayesi buna örnek olabilir. O evde herkes kurtulmuştu. Bir tek Tuğba- çünkü deprem olduğu anda koşarak çocukların odasına gitmiş ve 4 çocuğu da balkondan atmış ama kendi atlamaya fırsat bulmadan bina yıkılmış, çökmüş. Bu ve buna benzer aslında birçok örnekle karşılaştık o enkazda çalışırken. Bir de şunu da ekleyebilirim. Buraya gelmeden önce çadır kentte kadınlar artık çocukların su olmadığı için ve hani duş imkanı olmadığı için çocukların bitlenmesinden, hastalanmasından korkuyorlardı. Aynı zamanda bir yandan da soğuk hava var. Dolayısıyla kendileri ateş yakıp onda su ısıtıp onunla çocukları hızlıca yıkayıp, daha sonra hızlıca hastalanmamasını sağlayacak şekilde kurutmaya da çalışıyorlardı. Buna benzer de o hane içindeki kişilerin de sağlığı herhangi bir aile bireyinin sağlığını devam ettirme pratiği yüzünden olumsuz etkileniyor.  Hijyen durumunu sağlama gibi yükler de ayrıca binebiliyor.

Aylin: Evet çok teşekkürler bu bilgileri paylaştığınız için. Şimdi biraz da Mor TIR’ı konuşabiliriz. Eminim dinleyicilerimizin çoğu da takip etmiştir. Afet İçin Feminist dayanışma olarak bir harekete geçtiniz ve Mor TIR’ı yüklediniz, organize ettiniz, sahaya gönderdiniz. O süreçle ilgili neler paylaşmak istersiniz? Nasıl ortaya çıktı bu fikir? 

Ezgi: Bu organizasyon şöyle ortaya çıktı. Zaten deprem bölgesinden ihtiyaçları sürekli alıyorduk hem orada bulunan arkadaşlarımızdan, hem oradaki kadın örgütlerinden ve onları oraya ulaştırmaya çalışıyorduk. Neden böyle bir Mor TIR  organize edip sonra da direkt olarak kadınlara bu ihtiyaçları götürmüyoruz dedik. Çünkü temel olarak kadınların temel ihtiyaçlarını gönderelim gibi bir fikirle çok heyecanlanarak, buna hemen başladık. Önce ihtiyaçlar belirlendi. Hatta gün gün belirlendi. Her gün eksik ihtiyaçlar
Instagram'da, Twitter'da duyuruldu;  hem kurumsal hem de bireysel destekler geldi gerçekten. Malzeme temininin dışında pek çok kadın bir araya geldi bunların tasnifinde, kolilenmesinde, TIR’a yüklenmesinde. Çok büyük bir dayanışma örneğiydi ve bizim hepimizi çok çok heyecanlandıran bir süreç oldu. 

Aylin: Ne güzel. 

Ezgi: Ben de kendi açımdan şöyle anlatabilirim. Aslında orada kadınlarla sohbet ettiğimiz zaman bir süre sonra kadınlar ihtiyaçlarını bize dile getiriyorlardı. Örnek veriyorum iç çamaşırı özellikle erkeklerin dağıtım yaptığını çok da dile getirdi. Buna benzer bir süre aslında ihtiyaçla sohbetlerin belirleyerek ve bu ihtiyaçların da ulaştırılması noktasında daha hem birlikte sohbet edebileceğimiz hem iletişim kurabileceğimiz, temas edebileceğimiz birbimize bir noktadan bu ihtiyaçları oraya götürelim diye düşündük. Hem de bir yandan şu andaki koordinasyonsuzluk nedeniyle bazı gönderilen tırlardaki malzemelerin kişilere ulaştırılamaması ya da yeterince iletişimin sağlanamaması gibi bir problem söz konusu sahada. Bunun da önüne geçmiş olmayı istedik. Birazcık bu anlamda da bana iyi geliyor yani. İhtiyaçları hem beraber belirlemek, orada hep birlikte belirlemek, hem de bu ihtiyaçları birbirimizle temas ederek, sohbet ederek ulaştırmak. Orada dayanışmayı daha birebir de kuruyor olmak bana ayrıca iyi geliyor. 

afet

“Bizi iyileştirecek şey bu dayanışma olacak”

Aylin: Kulağa müthiş iyi geliyor. Bu zorlu zamanlarda hem çok verimli bir şekilde çalışmayı organize etmek, hem temasla bunu yapmak, insanları dinleyerek, sahadaki insanların ihtiyaçlarını, kadınların, çocukların, gençlerin, yaşlıların bütün göçmenlerin ihtiyaçlarını dinleyerek bunların organizasyonunda çalışmak çok değerli. Sizi de dinlerken aklıma geçenlerde karşıma çıkan,  kendisi de afet zamanlarında çok aktif olarak çalışan Amerikalı yazar Rebeca Solnit’in  Karanlıktaki Umut kitabından bir alıntı geldi. Sizinle de paylaşmak istiyorum. Belki buradan sonra da sizinle konuşur, özel deneyimleriniz ve duygu durumunuzla ilgili de konuşabiliriz diye düşündüm. Şöyle diyor Rebecca Solnit: “Felaket karşısında verilen tepkiler konusunda beni şaşırtan şey sergilenen erdem değildi. Çünkü erdem genelde özenin ve sorumluluk bilincinin bir sonucudur. Beni esas şaşırtan, ölmekten kıl payı kurtulmuş insanların anlatılarında öne çıkan, yoğun haz oldu. Her şeyini kaybetmiş, enkaz ya da harabelerde yaşayan bu insanlar diğer sağ kalanlarla el ele vererek yürüttükleri çalışmalarda failliklerini kazanmış, anlam, topluluk ve yakınlık bulmuşlardı.” Ezgi özellikle sen depremden kurtulan kadınlar, çocuklar, göçmen kadınlar, LGBTİ+larla yan yana olan biri olarak senin kurduğun temastaki gözlemlerin neler oldu? Özellikle haz konusu. Çünkü haz bu felaket durumlarında hayatta kalmanın da getirdiği ve harekette olmanın da getirdiği bir duygu olarak karşımıza çıkıyor. Senin deneyimlerin, paylaşacakların ne olur? 

Ezgi: En başta aslında büyük bir yıkımın olduğu bir bölgede etrafa dönüp baktığımız zaman birçok üzüntü ve öfkeyi hissedebileceğimiz bir yerde, kadınlarla sohbet etmek, iletişimde olmak ve birbirimizle bir şeyleri paylaşıyor olmak bana ciddi anlamda umut verdi. Birbirimizde o dayanışmayı, umudu bulmak da bence çok güçlü bir taraf. Benim haz tarafım orası diyebilirim. Yani birbirimizle temas etmek birlikte orada bir şeyleri yeniden kurmaya çalışmak, birbirimizle bir şeyleri paylaşmak kısmı. Yani örnek veriyorum ki depoda çalışırken birlikte çalıştığım kişi aynı zamanda depremzedeydi ve enkazda kalan yakınlarını çıkardıktan sonra depoya gelmişti ve beraber çalışıyorduk. Hem beraber çalışmak ama aynı zamanda da birlikte sohbet etmek, o süreçleri birlikte birbirimizle paylaşmak, deneyim aktarımı ve bu süreci aslında beraber kol kolayken atlatacağımıza dair o birbirimize verdiğimiz güç ve birbirimizde bulduğumuz o umut bence çok önemli, çok kıymetli. Zaten feminist dayanışmada da o kurduğumuz ilişkiyi birbirimizle kurduğumuz o bağı, teması çok önemsiyoruz. Bu anlamda bu tarafı bana çok iyi geldi. Özellikle deprem bölgesinde sahadayken beraber bir şeyler yapmak.

Aylin: Irmak sen neler eklemek istersin kendi deneyiminden?

Irmak: Ben sahaya gitmemiş biri olarak konuşacağım. Henüz daha gitmemiş biri diyeyim. Şöyle, benim ilk hissettiğim duygu çaresizlikti. Ve biraz da suçluluktu. Yani halihazırda işte ne bileyim hani duşa girebilmek, halen sıcak bir şey içebiliyor olmanın getirdiği bir suçluluk duygusu ve hiçbir şey yapamıyor olmanın da getirdiği bir çaresizlik hissi vardı. Ne yapacağımı bir bilemez halindeydim. Ama ne zaman ki bu Afet İçin Feminist dayanışma grubu olarak bir araya geldik. Bu çaresizlik ve suçluluk hissim o dayanışmanın içerisinde var olmanın büyük bir bütünün bir parçası olmanın ufacık da olsa bir katkı sağlayabilmenin getirdiği,  büyük bir mutluluğa bıraktı yerini. Yani belki de burada ve bu dayanışmayı görmek insanlıktan ümit kesmemek anlamına da geliyor. Çünkü bütün bu yıkımın sebebinin sadece kâr hırsı olduğunu görmek, bu rantın sebebi olduğunu görmek, yeri gelip insan canının hiçbir kıymeti kaldı ki hayvanların da canının hiçbir kıymetinin olmadığını görmek. Bütün bu ayrımcılığın nefret söylemlerinin içerisinde tüm bu dayanışmanın hâla o umudu yeşertmenin… Bu mutluluğu yaşayabildiğim için çok iyi hissediyorum kendimi. Bunun bir parçası olabildiğim için çok mutlu hissediyorum. Ve bu dayanışmanın herkese iyi geleceğini düşünüyorum. O yüzden Ezgi'nin söylediği gibi kadınlarla temas noktalarının oluşturulabilmesi bölgede çeşitli yerlerde Hatay'da var, inşallah Adıyaman'da da olacak. bu alanların olması hem kadınların kendilerini ifade edebilecek alan olması, ihtiyaçlarını dile getirebilecekleri, özgürce bir alan olması açısından da çok önemli ve hem oradaki kadınlar, hem de buradan giden kadınlar için de çok dönüştürücü ve iyileştirici olduğunu düşünüyorum açıkçası. Ve de o yüzden de çok önemli olduğunu düşünüyorum. 

Aylin: Kesinlikle. Ben arada Mor TIR’a hazırlık videolarınızı görmüştüm sosyal medyadan. Oradaki o el ele elden ele taşıma sahnesi bile, yani sahada değil belki ama İstanbul şartlarında, o bile insana bir güç veriyordu doğrusunu isterseniz. İçinde olmanın da eminim. O elden ele çalışmanın da verdiği gücün Solnit’in kitabının başlığındaki gibi karanlıktaki umudu çağrıştırdığını söylemek gayet mümkün. Mor TIR’dan bahsetmişken bir de mor çadırlar var mor çadırlarda neler oluyor? Mor çadır organizasyonu hakkında neler? Neler paylaşmak istersiniz deneyimlerinizden. 

Ezgi: Şu anda halihazırda Hatay'da kadın çadırları var. Mor TIR ile birlikte yine başka bir kadın çadırımız Adıyaman'a ulaşıyor. Adıyaman'da da bir kadın çadırı kurup orada hem çadırda kadınların ihtiyaçlarını birlikte konuşmayı hem de birlikte temas alanlarını genişletmeyi, o zemini oluşturmayı hedefliyoruz ve aslında bugün de bir çağrı çıktık. Yani bu kadın çadırlarında gönüllü olmak isteyen feministlere bir çağrıydı. Dönüşümlü olarak sürekli o çadırı çadırda birilerinin olmasını ve hani hep birlikte oradaki o dayanışmayı sürdürmeyi istiyoruz. Dolayısıyla da ben çağrıyı da çıkayım buradan. Kadın çadırlarında gönüllü olmak isteyen tabii ki alanda sahada çalışmak isteyen, temas kurmak isteyen tüm kadınları da gönüllü formunu doldurmaya davet ediyoruz. 

Aylin: Evet hangi platformdan takip etmelerini önerirsiniz? 

Ezgi: Afet İçin Feminist Dayanışma Grubu. Tüm platformlarda.

Aylin: Irmak senden de duyalım. Belki eklemeler gelir. 

Irmak: Bu kadın çadırları gerçekten çok önemli. Mesela biraz önce bahsettik. Ev içi şiddet gördüğü zaman kadının bunu ifade edebileceği bir alan ya da sağlıkla ilgili bir şikayeti olduğunda bile gidebileceği bir alan ve oradaki kadınların yönlendireceği bir alan. Gerçi şu anda TTB'nin ve tabip odalarının da kadın sağlığıyla ilgili olarak girişimleri var ama sonuçta bir doktor hasta ilişkisi hiçbir zaman eşit bir ilişki olmuyor, ama çadırlarda kurulan ilişki eşit bir ilişki oluyor ve kadınların kendilerini ifade edebilecekleri böyle alanlara ihtiyacı var. Çünkü bu deprem olmamış olsaydı bile kadınların böyle alanları zaten sınırlıydı. Böyle doğal afet durumlarında bu alanlar neredeyse hiç kalmıyor. O yüzden bu alanların açılıyor olması kadınlara çok önemli. Dayanışmayı çok güçlendirecek, kadınları da güçlendirecek ve kendilerini ifade etmelerini sağlayabilecek alanlar olduğu için çok önemsiyorum. Instagram'da Afet İçin Feminist dayanışmayı takip edebilirler ve aslında bu grubun içerisinde pek çok kadın örgütü de yer aldığı için onlar da paylaşımda bulunuyorlar. Onlara da direkt mesaj atarak nasıl ulaşabileceklerini öğrenebilirler. Ama bizde de formumuzu bio’da var form oradan doldurabilirler. Twitter hesabımızı takip edebilirler. Her koşulda destek olabilecekleri, yani sadece oraya da sahada gönüllü olmanın ötesinde başka türlü de destek olabilirler, olmak isteyebilirler. Onları da bize iletebilirler. Biz de gelen her mesaja dönmeye çalışıyoruz. O yüzden dayanışmayla diyorum. 

Aylin: Evet. Yani bizi iyileştirecek şey bu dayanışma olacak, iyileştirecek ve hakikaten o karanlıktaki umudu bulmamıza yani bulmaya götürecek şey bu dayanışma olacak. Tabii dört yüz kişi ciddi bir rakam. Yani dört yüz kişiye ulaşmışsınız şimdiden ama dediğiniz gibi sahada mütemadiyen o çadırlarda her türlü, hem tıbbi hem psikolojik, psiko-sosyal destek verecek insanların özellikle diye duyuyorum sizden biraz da, gönüllerin sahada bulması çok değerli diye hayal ediyorum ve duyuyorum. Umuyorum bu çağrımıza geri dönenler olur ve umarım sürdülebilir bir yan yana olma hali, geçici de olsa bir süreliğine en azından güvenli hijyene ulaşımı olan, sağlığa erişimi olan ve her türlü şiddetin dışarıda kaldığı ortamları sizlerin de hepimizin desteğiyle inşa edeceğimiz bir süreç olur. Evet dayanışma yaşatır. Tekrar tekrar hatırlıyoruz bunu. Emeklerinize sağlık. Yorgun, yorucu bir günün sonunda kırmadınız, ve hemen örgütlenip bu bu programa da geldiniz. Ezgi ve Irmak çok teşekkür ediyorum.

Ezgi: Teşekkürler. 

Irmak: Teşekkürler