"Tehlike Mevsimi": İklim krizi yaz mevsimini nasıl dönüştürüyor?

-
Aa
+
a
a
a

Endüstriyel devrimin yaşandığı son yüzyılda eşi benzeri görülmemiş bir hızda ısıtılan dünyamızda "yaz" artık o kadar sıcak bir mevsim haline geldi ki, artık "Tehlike Mevsimi" ya da "Tehlike Sezonu" olarak anılıyor. İklim krizi nedenli bu mevsimsel dönüşümü Haftanın Haber Hasatı'nda konuştuk.

Güneşin küresel ısıtması odaklı bir görsel.
Fotoğraf: Ulusal Kurumlar Arası Yangın Merkezi/Flickr
"Tehlike Mevsimi": İklim krizi yaz mevsimini nasıl dönüştürüyor?
 

"Tehlike Mevsimi": İklim krizi yaz mevsimini nasıl dönüştürüyor?

podcast servisi: iTunes / RSS

Türkçe etimoloji kaynaklarına göre ‘yaz’ kelimesi neredeyse Türkçe’nin kendisi kadar eski. Bilinen en eski Türkçe kaynaklardan Orhun yazıtlarında. (8. yüzyıl) yay/yaz kelimelerinin "açma mevsimi, ilkbahar veya yaz" anlamında kullanıldığı düşünülüyor. (‘Yayla’ kelimesinin de yaylak veya yaylaġ “yazlık konaklama yeri” sözcüğünden evrildiği düşünülüyor.)

Aradan geçen 12 yüzyıllık dönemde ‘yaz’ birçokları için anlamını büyük ölçüde korudu. Ancak endüstriyel devrimin yaşandığı son yüzyılda eşi benzeri görülmemiş bir hızda ısıtılan dünyamızda ‘yaz’ artık o kadar sıcak bir mevsim haline geldi ki artık ‘Tehlike Mevsimi’ ya da ‘Tehlike Sezonu’ olarak anılıyor.

İklim aktivisti bilim insanlarının oluşturduğu Union of Concerned Scientists yani Endişeli Bilim İnsanları Birliği tarafından yapılan bu yeni tanımlama, iklim krizinin etkileri derinleştikte Mayıs’tan Ekim ayına kadar süren sezonun dünyanın birçok bölgesinde felaket haberleriyle oldukça tehlikeli bir dönem haline geldiği gerçeğinden yola çıkıyor.

Birliğin Politika Direktörü Rachel Cleetus Tehlike Mevsimi ile ilgili şunları söylüyor: ‘‘Ölümcül sıcak hava dalgaları, aşırı kuraklık, gıda ve su kıtlığı, sel faciaları, hızla yoğunlaşan tropik fırtınalar, dünyanın dört bir yanında şiddetli orman yangınlarıyla iklim krizi aşırı hava olaylarını ve bunların insanlar ve ekosistemler üzerindeki sert etkilerini daha da kötüleştiriyor.

‘‘İklim krizi bu etkilerin zirvede olduğu ve felaketlerin birlikte görülmesi olasılığının giderek arttığı “Tehlike Mevsimleri”ni körüklüyor. Ve yıldan yıla şiddetlenen bu tehlikeli mevsimler pek çokları için ezici “yeni normal” haline geliyor.

‘‘Dünya, iklim krizinin etkilerini sınırlamak için sera gazı salımlarını keskin bir şekilde azaltma çabalarının yanı sıra iklim değişikliğine uyum önlemlerini de hızla artırmalı. Ancak şu anda, politika yapıcılar çok yetersiz kalıyor ve özellikle daha zengin ülkelere daha fazla sorumluluk düşüyor.

Marmaris’te yangın: Yaban hayatı geliştirme bölgesinin yüzde 90’ını kaybettik

Muğla’nın Marmaris ilçesinde 21 Haziran’da akşam saatlerinde başlayan yangın dördüncü gününde kontrol altına alındı.

Bölgede uzun zamandır yaban hayatı araştıran Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi Dr. Yasin İlemin, Bördübet Yaban Hayatı Geliştirme Sahası’nın yüzde 70 ila yüzde 90’ının yandığını söylüyor.

Bu bölgenin karakulaklar, "dünyada bir kızılçam ormanında yaşadığı bilinen tek bozayı popülasyonu," kurtlar ve su samurlarına yangında önce ev sahipliği yaptığını anlatıyor.

Yangının bu özel bölgedeki türlere etkisini de anlatan İlemin, henüz herhangi bir ölüm vakası tespit etmediklerini söylüyor. Buna karşın yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan karakulaklardan su samurlarına birçok canlı büyük risk altında.

İlemin ile Haftanın haber hasatı için yaptığımız söyleşide dört gün süren yangına tanıklığını da konuştuk. Söyleşinin kaydı Pazar sabah 8:00’den itibaren Açık Radyo’da ve podcast kanallarında.

Avrupa yangın izleme sistemi uydu verilerine göre Marmaris’te 3 bin 400 hektara yakın alan yangında kaybedildi. Resmi verilere göre 3 bin 417 hektar yani 4 bin 813 futbol sahası büyüklüğünde bir alan kaybedildi.

Zeytin ağacı ‘ilk kez’ 7 bin yıl önce evcilleştirildi

Bilim insanları bir meyve ağacının evcilleştirilmesine ilişkin en eski kanıtları ortaya çıkardı. Araştırmacılar, Ürdün Vadisi'ndeki Tel Zaf'ın Kalkolitik’ten (Orta. Doğu’da M.Ö.5500-3000 dönemini kapsayan Bakır Devri) kömür kalıntılarını analiz ettiler ve bunların zeytin ağaçlarından geldiğini belirlediler. Ürdün Vadisi'nde zeytin doğal olarak yetişmediğinden, bu kalıntılar, ağacın yaklaşık 7.000 yıl önce amaçlı olarak diktiği anlamına geliyor.

Çalışmayı ortak yürüten Tel Aviv Üniversitesi ve İbrani Üniversitesi araştırmacıları: "Zeytin ağaçları İsrail topraklarında vahşi doğada yetişir, ancak Ürdün Vadisi'nde yetişmez" diyorlar ve şöyle devam ediyorlar:

"Bu demek oluyor ki, bilgi sahibi birisi onları kasıtlı olarak oraya getirdi. Arkeobotanikte bu, evcilleştirmenin tartışılmaz kanıtı olarak kabul edilir, yani bu, zeytinin dünyanın herhangi bir yerinde evcilleştirilmesi konusunda olabilecek en eski kanıta sahibiz demek oluyor. Ayrıca genç incir dallarının da çok sayıda kalıntısını tespit ettik. İncir ağacı Ürdün Vadisi'nde doğal olarak yetişiyordu, ancak dalları yakacak odun, alet veya mobilya yapımı için pek kullanılmıyordu. Bu yüzden insanların büyük miktarlarda toplayıp köylerine götürmeleri için hiçbir neden yoktu. Görünüşe göre bu incir dalları, meyve ağaçlarının verimini artırmak için bugün hala kullanılan bir yöntem olan budama işlemi için kullanılıyordu."

Küresel ısıtma deniz canlılarının temel omega-3 yağ asitlerini üretmesini engelliyor

Okyanuslardaki planktonların yağ hücrelerini inceleyen yeni bir araştırma, yağ hücrelerinin yapı taşı niteliğinde olan temel omega-3 asitlerinin üretiminde sıcaklığa bağlı düşüş olacağını öngörüyor.

Çalışmanın önemli bir sonucu, küresel ısıtma şiddetlendikçe, besin ağının tabanında planktonlar tarafından üretilen omega-3 yağ asitlerinin giderek azalacağı yönünde. Bu da balıklar, insanlar ve diğer canlılar için daha az omega-3 yağ asidi bulunacağı anlamına geliyor.

Araştırmacılar yağ hücrelerinde yağ asidi tutulması ve sıcaklık arasında ters orantı olduğunu bulduklarını söylüyor ve önümüzdeki yüzyılda tem yağ asitleri türlerinde önemli düşüşler olacağını öngörüyorlar. Bu hem canlılar hem balıkçılık yaparak hayatını kazanan topluluklar için ciddi sonuçlar doğurabilir.

Dünyanın ‘Üçüncü Kutbu’nda su çatışması riski artıyor

Dünyanın "Üçüncü Kutbu" olarak bilinen Tibet Platosu ve komşusu Himalayalar, Kuzey ve Güney Kutupları’ndan sonra dünyanın en büyük donmuş su stoğuna ev sahipliği yapıyor. Asya Su Kulesi (AWT) olarak da bilinen bu bölge, karmaşık su dağıtım sistemiyle Çin, Hindistan, Nepal, Pakistan, Afganistan, Tacikistan ve Kırgızistan dahil olmak üzere birçok ülkeye hayat veriyor.

Yeni bir araştırmaya göre, iklim krizinin etkisiyle buradaki karların ve buzulların hızla erimesi, Su Kulesi’ne bağımlı ülkelerin sürekli büyüme talebini sürdürülebilir şekilde destekleyemeyecek.

Araştırmacılar bu durumun uluslararası çatışma risklerini artırdığını söylüyor.

Yaklaşık elli yıldır iklim değişikliği üzerinde çalışan ve bölgenin hidrolojik durumunu tüm tutarsızlıklarıyla izleyen Kıdemli Araştırmacı Lonnie Thompson, 1984'te Çin ve Tibet'teki buzulları araştırmak için gönderilen ilk Batılı ekibin de üyesiydi. O zamandan beri, bölgeyi inceleyen ekibin son araştırması , Su Kulesi’nde genel sıcaklığının on yılda yaklaşık 0,42 derece arttığını buldu. Bu küresel ortalama sıcaklık artışının yaklaşık iki katı.

Thompson, "Bunun özellikle Himalayalar'daki buzullar üzerinde güçlü etkileri var. Genel olarak, kazandığımızdan yaklaşık yüzde 50 daha fazla su kaybediyoruz." Bu kıtlık endişe verici bir su dengesizliğine neden oluyor: Tibet'in kuzey kesimleri, batıdan esen rüzgarlar sayesinde daha fazla yağışa maruz. kaldığı için genellikle aşırı su bolluğu yaşarken, kuraklık ve artan sıcaklıklar nedeniyle güneyde nehir havzaları ve su kaynakları küçülüyor.

Araştırmaya göre, birçok kırılgan topluluk aşağı havzadaki su kıyılarında yaşıyor. Artan su dengesizliğiyse, bu nehir havzalarını paylaşan ülkeler arasındaki çatışmaları artırabilir veya zaten gergin olan durumları daha da kötüleştirebilir. Örneğin Hindistan ve Pakistan arasındaki uzun süredir devam eden su çatışmaları gibi.

Thompson, "Bu bölge genelinde suyun adil paylaşımını sağlamak için birlikte çalışmayı öğrenmeliyiz” diyor ve ekliyor: "İklim değişikliği küresel bir süreçtir. Hangi ülkeden veya dünyanın hangi bölgesinden geldiğinizin bir önemi yok. Er ya da geç, benzer bir problemle siz de karşılaşacaksınız."