BANTU: Steve “Bantu” Biko, Bantu göçleri ve kolektifin gücü

-
Aa
+
a
a
a

Uzun yıllardır Afrofunk, Afrobeat, Yoruba müziklerini harmanlarken toplumsal gerçekleri vurgulamaktan da geri durmayan BANTU’nun yeni albümü 25 Eylül’de piyasaya sürüldü.

Güney’in Sesi’nde bu haftanın yolculuğu bol duraklı. Zoufris Maracas grubuyla Flavia Coelho’nun yolu Fransa’da kesişiyor; melankoliyle samba ritimleri Adonis Barbosa’nın sesinde Brezilya’da buluşuyor; Küba’dan Afro-Cuban All Stars’la keyifli bir guaracha örneği ve ABD – New York’tan Orquesta Harlow’un efsanevi orkestral salsasının ardından yolculuk Afrika’da devam edecek.

Mali ve Küba müziği arasında kurulan bağı 60’lı yıllardan itibaren güçlendiren grup Maravillas de Mali ve ona eşlik eden Mory Kante’nin ardından, ikinci yarıyı tümüyle şarkılarına ayıracağımız Angola müziğinin efsanevi ismi Bonga’nın şarkılarına geçmeden hemen önce bizi BANTU bekliyor olacak. Uzun yıllardır Afrofunk, Afrobeat, Yoruba müziklerini harmanlarken toplumsal gerçekleri vurgulamaktan da geri durmayan bu kolektif/grubun yeni albümü 25 Eylül’de piyasaya sürüldü. Albümden üç keyifli şarkıya kulak vereceğimiz program öncesi, BANTU’nun kurucularından Ade Bantu sorularımızı yanıtladı; müzik yolculuklarından Nijerya’daki güncel politik duruma kadar farklı konulara değindi. Müzikle politikanın ve hatta bağımsızlık mücadelesinin birebir ilişkisine Angola’dan bir örnek olan Bonga’ya ikinci yarıyı ayırdığımız program öncesi, bu ilişkiyi Afrofunk ve Afrobeat ezgileriyle hatırlatan BANTU’ya bırakalım sözü… 

Caz ve blues’un dünyayı etkisi altına almasından bu yana, aslında dünya çapındaki endüstriyel/popüler müziğin hâkim olduğu süreçte Afrika kökenli müzikal ögeler birçok popüler akımın ana dinamikleri olduğu düşüncesi vardır. Buna katılıyor musunuz? Kendi müziğinizi popüler müzik/endüstriyel yaklaşım bağlamında nerede konumlandırıyorsunuz? 

Hem Afrika müziği hem de Afrika diasporasının müziği onlarca yıldır popüler müziği etkiliyor. Esas sorun ise Batı’nın bu gerçeği kabullenmeyi açıkça reddetmesidir. Yenilikçi isimlere baktığımızda da beyaz müzisyenlere daha çok itibar edildiğini görüyoruz. Siyah müzisyenlerin yüzlerinin, isimlerinin müzik tarihinden bilinçli bir şekilde silinmesi, ele alınması gereken ciddi bir sorun.

Afrika pop müziğinin küresel pop piyasasında halihazırdaki hakimiyeti, Afrika müziğine yönelik ilginin ve bu müziğin küresel ölçekli etkisinin daima süreceğinin ispatı. Yeni nesil Afrikalı müzisyenlerin kendilerini “Dünya Müziği” gibi küçük düşürücü bir terimden özgürleştirdiklerini görmek ise çok güzel. Biz de grup olarak kendimizi işte böyle bir tavırla özdeşleştirebiliriz.

Son albümün öne çıkan şarkılarından, size Sean Kuti’nin eşlik ettiği Yeye Theory’nin sonunda Fela Kuti’nin sesinden duyduğumuz sözler, aslında sizin dünden bugüne müzikal çizginizi yansıtıyor gibi. Afrobeat’in öncü ismi Fela Kuti’den hareketle, bu müzikal akımın endüstriyel bir popülerlikten uzak, daha organik bir popülerlik alanından kopmadığı söylenebilir mi? 

Fela Kuti’nin öncülüğünü yaptığı Afrobeat, geçmişten bugüne Nijerya’da büyük bir popülerliğe sahip. Enstrümantasyon ve özellikle şarkı sözleri açısından bu müzik, hayal kırıklıklarına ve acılarına seslenecek ve onların ifadesi için bir yol açacak müziğe özlem duyan dinleyicilerle kolay bir şekilde bağ kurdu. Nijerya’nın geçmişte birbiri ardına gelen askeri diktatörlüklerin de yaşandığı travmatik bir süreçten geçtiğini unutmamak gerek. Fela gibi birisinin zalimlere karşı ayağa kalkması, ortalama bir Nijeryalı için ilham vericiydi. Umut duygusu aşıladı ve mağduriyetlerden kurtulma kararlılığı verdi.

Sizin müziğinizde de ilk zamanlarda özellikle hip hop’ın etkisinin daha yoğun olduğunu, sonrasında gittikçe azaldığını söyleyebilir miyiz? Bu süreçte popüler olana kaymak yerine, Afrobeat, Afro-funk gibi alanlarda ısrar etmek, bir yandan politik söyleminizi de ortaya koymakta en doğru tarzlar olduğunu hissetmenizden mi kaynaklanıyor?

Kişisel müzik yolculuğum hip hop ile başladı, çünkü o gençliğimin müziğiydi. Ama bu diğer müzik tarzlarına ve formlarına maruz kalmadığım anlamına gelmiyor. Annem Alman, babam ise Nijeryalı ve onların geniş ve çok çeşitli bir müzik koleksiyonu vardı. Bu koleksiyonu tümüyle özümsedim diyebilirim. Bu etkileri sonraları grup müziğine de dahil ettim. BANTU’nun müziği; caz, hip hop, soul ve başka müzik tarzlarından etkiler taşıyan Afrofunk, Afrobeat ve Yoruba müziğidir.

Bantu isminin açılımına ve Steve Biko’nun ikinci ismini hatırlatmasına yansıyan, doğrudan politik bir söyleminiz var. Bu söylemle müziğiniz arasındaki etkileşim, yıllar içerisinde nasıl bir dengeyi doğurdu? Sözlerin yanı sıra müzikal altyapıda yeni arayışların da politik söylemi kapsadığını düşünüyor musunuz?

Steve “Bantu” Biko’nun Siyah Bilinci Hareketi kendimizi kolaylıkla bağdaştırabileceğimiz bir şeydi. Onun mirasını onurlandırmak için BANTU’yu grup ismi olarak seçtik. Aynı zamanda, Pan-Afrikan fikirlerimizi ve bakış açımızı sergilemek isterken, bu ismin Batı ve Güney Afrika’ya doğru yaşanan Bantu göçleriyle bağlantılı Afrika’nın ortak mirasının yansıtması bizim için önemliydi. Ayrıca BANTU, “Brotherhood Alliance Navigating Towards Unity”nin kısaltması.

Şarkı sözlerimiz bir toplumsal bilinci yansıtıyor. Çünkü yolsuzluk, polis şiddeti, otoriterlik, göç, kentsel yabancılaşma gibi baskı yaratan konuları ele alma ihtiyacı hissediyoruz.

Bantu’nun uzun yıllardır üyelerinde değişiklik olsa da bitmeyen bir yolculuk olmasının temelinde neler yatıyor dersiniz? Özellikle müziğe ticari bakışın ötesinde bakma ortak noktası ve kolektif bir yapıyla ilerleme bu anlamda öne çıkıyor mu?

BANTU’yu kardeşim Abidoun ve diğer müzisyenler Patrice ve Ameachi’yle birlikte esnek bir kolektif olarak kurduk. Yıllar içerisinde 13 kişilik bir kolektif/gruba dönüştü. Müzikal ufkumuzu sürekli genişletirken yeni isimleri davet ettiğimiz için bu doğal bir gelişimdi. BANTU’yu hiçbir zaman ticari bir proje olarak görmedik; müzik ve politika açısından duruşumuza her zaman sadık kalmaya çalıştık. Ne mutlu ki, Nijerya’da bazı şarkılarımız radyo hitleri arasına girdi. Ticari anlamda başarılı UB40, Gentleman, Nneka ve Brothers Keepers  gibi sanatçı ve gruplarla birlikte imza attığımız işler de daha kapsamlı bir dinleyici kitlesine sesimizi duyurmaya yardımcı oldu.

İlk albümlerden bugüne dek düşündüğünüzde, yeni çalışmalara Afrika’daki dinleyicilerle Avrupa’daki dinleyicilerin verdiği tepkiler arasında; örneğin konserlerdeki atmosferlerden ya da albüm kritikleri/dinleyici yorumlarından yola çıkarak işaret edebileceğiniz bir fark var mı?

Her dinleyici kendine özgüdür, bunu unutmamak gerek. Avrupalı ​​dinleyicilerimiz, Afrikalı dinleyicilerimizi için de geçerli olduğu gibi sorunsuz bir şekilde müziğimizle ilişki kurmayı başardı. Müziğinizde samimi olduğunuzda insanların her zaman onunla ilişki kuracağına inanıyorum. 

Konserlerimizde sonunda dans etmeyen hiçbir dinleyici olduğunu hatırlamıyorum. Sözlerin etkisiyle sizi düşünmeye teşvik eden müziğimiz, bir yandan da kalçanızı sallamadan duramamanıza sebep oluyor. (Gülüyor)

Son albümün hazırlanma sürecinden biraz bahseder misiniz? Son albümle ilgili tepkiler nasıl oldu? Şu ana dek beklediğiniz karşılığı buldu mu? Pandemi koşullarında üretmek, duyurmak ve paylaşma süreçlerinde eskiye nazaran ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Yeni albümün çalışmalarına pandemiden önce başladık. Çalışma tarzımız kimisinin “old school” dediği tarzda, organik. Tüm grup prova odasında bir araya gelir ve kolektif bir şekilde fikirlere katkıda bulunuruz, grubun her üyesi bir şeylere şekil verir. Ortaya çıkan çeşitli melodileri, ritimleri ve armonileri sonrasında stüdyoda kayda alacağımız şekle getiririz. 10 yılı aşkın bir süredir bir arada çalışan bir grup olarak bu bizim için etkili ve egodan arındırılmış bir sistem. 

Son albümü hazırlarken karşılaştığımız zorluk, Lagos’ta tüm grubun aynı anda kayıt almasına elverişli bir stüdyo ortamına sahip olmamaktı. Bunun dışında bir sorun yaşamadık. Müziğimizi en iyi şekilde ele alan bir yapımcı ve teknik ekibimiz olduğu için çok şanslıydık. Yeni albümümüzle gerçekten gurur duyuyoruz ve hem Avrupa hem de Afrika’dan gelen değerlendirmeler, yorumlar bizi mahcup ediyor. Salgının olumsuz etkisi; sosyal mesafe önlemleri nedeniyle prova yapamamak, ayrıca konserler ve turnelerin iptal olması sebebiyle yaşadığımız ciddi bir gelir kaybı oldu.

Pandemi sürecinde hem müzikal üretim hem de genel olarak yaşam koşullarındaki değişimler açısından Nijerya’daki durumu deneyimleme şansınız oldu mu? Buna dair neler söylemek istersiniz?

Pandemi başlamadan önce kayıt ve mixing’i bitirdiğimiz için şanslıyız, yoksa ciddi sorunlarla karşılaşabilirdik. Lagos’taki önlemler ve sosyal mesafe kurallarını düşününce; stüdyoda bir araya gelip kayıt almak mümkün olmayacaktı.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Nijeryalılar da bu pandemi sürecini büyük bir belirsizlikle yaşıyor. Şu an ciddi bir ekonomik durgunluk yaşanırken hükümet yakıt ve elektrik fiyatlarını arttırma kararı aldı. Yolsuzluk en yüksek seviyede ve seçilmiş yetkililerin bu açıdan yaptıkları da cezasız kalıyor. İfade özgürlüğü, protesto etme ve barışçıl toplanma hakkı tehdit altında. Yargısız infazlar yaygın ve bir yandan da Boko Haram örneğinde olduğu gibi ayaklanmalar var. 

Pandemi devam ederken belki zor ama, pandemi sonrası Afropolitan Vibes’ı yeniden canlandırma fikriniz var mı? Daha doğrusu, önümüzdeki zamanlara yönelik hem albümler açısından hem de farklı organizasyonlar açısından ne gibi planlar var?

7 yılı aşkın süredir ev sahipliği yaptığımız festival ve konser serimiz Afropolitan Vibes'ı pandemi nedeniyle iptal etmek zorunda kaldık. Önümüzdeki yıl geri dönmeyi umuyoruz ama hepsi bu krizin nasıl sonuçlanacağına bağlı. Sahneyi çeşitli sanatçılarla paylaşmayı ve seyirci önünde canlı performans sergilemeyi özlüyoruz.

Vakit ayırıp sorularımıza yanıt verdiğiniz için çok teşekkürler. En kısa zamanda, sağlıklı günlerde Türkiye’de gerçekleşecek bir konserde BANTU şarkılarını canlı canlı dinleyebilmek ümidiyle…