Yaptırımların sonuçları Rusya'yı nasıl etkiliyor?

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te savaş nedeniyle Rusya'ya yapılan yaptırımlar üzerine konuşuyor ve Türkiye'nin nükleer politikaları üzerine tartışıyor.

Putin boykot
Ekonomi Politik: 7 Şubat 2022
 

Ekonomi Politik: 7 Şubat 2022

podcast servisi: iTunes / RSS

(7 Mart 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, merhaba Feryal, günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Evet, yeni bir haftaya girerken dünyanın hali bir hayli kaygı verici. Özellikle de hem bir yandan muazzam bir mülteci akını var dünyada, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın gördüğü en büyük mülteci akınına yol açtı savaş hem de atom savaşına dair, nükleer savaşın olabileceği üzerine tehlikelerin arttığına dair çok sayıda yazı çıkıyor. Bir de faşizmin, yani sağ düşüncenin yükselişine dair çok sayıda analiz var. 

AB:Faşizmin kaynağı bu sefer farklı, menbası farklı. Eskiden “komünistler Moskova’ya” diye üstümüze saldırırlardı, şimdi faşistler Moskova’ya gidiyor. Bir de eski Maocular gidiyor, oligarklar, havuzgarklar orada toplanıyor. 

Öncelikle nükleer alandaki gelişmelere girelim; Ukrayna Savaşı’nda Çernobil’in işgal edilmesi, ardından diğer nükleer santralin kurşunlanması, bombalanmasından sonra nükleer sızıntı, nükleer facia, nükleer savaş meselesini yeniden gündeme getirdi. Nükleer savaş durumunda neler olacağı ve neler yapılması gerektiği üzerine konuşalım istiyorum. Bu konular hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz, bu konulara biraz baktım. Günlük hayatımız içinde bireyler ve toplum olarak nükleer konularda ne kadar donanımlıyız? Korunma planları var mı? 35 sene önce bölge ülkesi olarak Çernobil’den dolayı bir deneyim yaşadık, Çernobil’in etkilerini bolca tükettik, çayından hububatına tükettik. İyi hatırlarım, dönemin Ticaret Bakanı Cahit Aral radyasyonlu çayı basın toplantısında “hiçbir şey olmuyor “diyerek içti. Toprak Mahsulleri Ofisi genel müdürü vardı dönemin, Özal’ın prenslerinden biriydi, ekonomi basınına bir davet vermişti, ben de ordaydım. Yemekli bir toplantıydı, müdür ağzından kaçırdı “radyasyonlu hububatı da sattık” deyince yemek kaldı, salon boşaldı, herkes haberi yazmaya koştu. Radyasyonlu ne varsa tüketmiştik. Çernobil etkisi ile Türkiye’de ölenlerin sayısını bilmiyoruz, çünkü etkisi üzerine çalışılmadı. Hiç ders çıkartmadık. Örneğin nükleer savaşta ya da sızıntıda neler yapacağız, bilmiyoruz. Böyle durumlara uygun sığınaklarımız var mı? Aslında konvansiyonel savaş durumunda bile sığınaklar zaten yetersiz. Bu konudaki uzmanların yaptığı açıklamalara, bu konudaki mevcut duruma baktım, AFAD’ın, sivil savunmanın bazı yönetmelikleri var ama nükleer konusunda böyle herhangi bir donanımımız yok. 

Geçtiğimiz yıllarda kanun hükmünde kararname ile Nükleer Düzenleme Kurulu (NDK) kuruldu. NDK, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulduğu ve böyle bir düzenlemenin kanunla yapılması gerektiği için konu Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü ve AYM kararnameyi iptal etti, kanunlaşması için bir süre tanıdı. Süre 9 Mart’ta doluyordu, bu nedenle yasa teklifi meclise geldi geçen hafta. Komisyondan Genel Kurul’a indi, ışık hızıyla kanunlaştı. Kamuoyunda olması gereken değerde konuşulmadı, ama konu meclise gelince haberimiz oldu, bir de Ukrayna savaşına denk geldi. 

İşte parlamentoların önemi de burada; konular parlamentoya gelince haberdar oluyorsunuz, düzenlemelerin içeriğinden parlamentoya gelince haberimiz oluyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten beri çoğunlukla cumhurbaşkanlığı kararnameleri, emirnamelerle düzenlemeler yapılıyor. Nükleer Düzenleme Kurulu, kararname ile oluşturulduktan sonra neler yapmış diye faaliyetlerine bakmaya çalıştım; 2021-25 yılları için stratejik plan oluşturulmuş, 2020 faaliyet raporu yayınlanmış. Sözde tüzel kişiliği olan “bağımsız” idari otorite, nükleer alanda düzenlemeleri yapmaya mükellef bir kurum, sözde konu politik alanın dışına çıkarılıyor. Ancak cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bağımsız idari kurumlar diye bir yapı kalmadı. Anlaşılan yeni bir bürokrasi ve yüksek ücretli arpalık denilen bir yapı ülkeye kazandırılmış, böyle bir kurum-yapı kurulmuş. Acaba nükleer meselelerde, nükleer sızıntılarda, nükleer savaşta toplumu ve bireyleri ne ölçüde bilgilendiriyorlar, neler yapmışlar diye baktım, eğitim ve önlem anlamında bir şeye rastlamadım. Nükleer alanda da çalışması gereken bir kurum, düzenleyici otorite hayata geçiriliyor, bu kurumdan bireyler olarak bizlerin herhangi bir bilgisi olmadığı gibi, kurumdan nükleer eğitime yönelik bir akış da yok.. 

Nükleer savaş tehlikesi

Kurum kanunu yasalaşırken Rusların yaptığı Akkuyu nükleer santraline ilişkin düzenlemelerin de kanuna eklendiği görüldü. Bu hususta bir makale ve bir açıklama dikkatimi çekti; biri Makine Mühendisleri Odası’ndan Türkyılmaz’ın açıklaması, diğeri de Pınar Demircan’ın yazısı.

Yasada nükleer enerjiyi üretecek Rus şirketin nükleer atıklarıyla ilgili bir düzenleme yapılmış. Radyoaktif atıklar, daha önce işletici şirket tarafından Rusya’ya gönderilecekti. Şimdi bu atıkların santral kapanana kadar Akkuyu’da saklanacağı kararlaştırılmış. Genelde nükleer işletmelerde şöyle bir uygulama oluyormuş; atıklar da işletici firmanın ülkesine gidiyor, bir işleme tabi tutulduktan sonra santralin olduğu ülkeye geri dönüyormuş ve işlem neticesinde atıklardan tekrar enerji üretilebiliyormuş. Kaşla göz arasındaki atıkların yine Akkuyu santralinin etrafında depolanacağı hükme bağlanmış. Nükleer santralle ilişkin kamusal sorumlulukların, tüzel kişiliklerin üzerine Rus şirketine devredildiğini de görüyoruz. Bir yandan Ukrayna’da savaş devam ederken, Ukrayna ve Rusya topraklarında sayısız nükleer santral varken Akkuyu’da devam eden ve mali açıdan da -bana kalırsa- önemli soruları olan bir yatırıma ilişkin konuların şirket gözetilerek yapılması bir imtiyazdır. 22-25 milyar dolar civarındaki bir yatırım ki çok pahalıya üretilen bir enerji olduğu otoriteler tarafından dillendiriliyor. Ayrıca santrale ilişkin düzenlemelerin cumhurbaşkanlığı yetkisine devredilmesi, kimi konuların özellikle de şirket yetkisine geçirilmiş olması durumuyla karşılaşıyoruz. Konunun savaş haberlerine kurban olmadan ayrıntılı sorgulanması gerekiyor. 

ÖM: Ben bu noktada bir ufak ilave yapayım izninizle, yani sizin de sözünü ettiğiniz nükleer düzenleme teklifi AKP ve MHP’nin oylarıyla meclisten geçti ve ne olduğu hiç belli değil. CHP grup başkan vekili Özel’in bayağı ciddi uyarıları vardı, buna rağmen geçti. Fakat yalnız Türkiye’de değil, dünyada da takip etmek kolay değil. Çok sayıda düşünür, yazar ve gazeteci tarafından yazılmış, bu nükleer tehlikenin büyüğüne dair çok sayıda yazıya rastlıyoruz. İşte Amy Goodman’la Dennis Moynihan’ın mesela 4 Mart’ta yayınladıkları “Putin’in Ukrayna’daki savaşı bir nükleer facia yaratabilir” diye analizleri var. Başka, Jim Green’in Common Dreams’de gördüğümüz çok ayrıntılı bir yazısı, analizi var; Rusya’nın istilasının bütün Ukrayna’nın nükleer santrallerini etkilemesi, tehdit altına sokması tehlikesinden bahseden bir uzman yazısı. Sürekli olarak serinletilmesi, soğutulması gereken atık havuzu meselesinden ve savaş halinde bunun yapılamayacağı tehlikesinden bahsediliyor. En önemlilerinden bir tanesi de şu: Rusya’nın Ukrayna’daki dev nükleer tesisleri, santralleri bombalamasının yeni bir Çernobil’i, çok daha büyük çapta bir Çernobil kazasına, faciasına yol açabileceğine dair çok ayrıntılı bir analiz yazısı var. 

AB: Ömer bey, Putin “Nükleer savaş düğmesi elimde, kırmızı düğmeye hemen basabilirim” diye dolaşıyor.

ÖM: Evet, ama bu nükleer silahların ötesinde, doğrudan doğruya Ukrayna üzerinden çıkabilecek yeni bir Çernobil felaketi ve bunun çok büyük, korkunç sonuçları olabileceği konusunda bir endişe var.

AB: Kruşçev’le Kennedy’nin bir diyaloğu var, Kennedy diyor ki “Sizi 30 kere yok edecek kadar füzemiz var.”, Kurşçev de “Bizim sizi yalnızca 1 kez yok edecek kadar füzemiz var fakat bu bize gerekenin tümü.” diyor. Birini ateşlediğinizde inanılmaz bir felakete yol açacak. Zaten nerdeyse gezegen son nefesini vermeye çok yakın, daha da hızlandıracak gelişmeler bunlar. Dünyanın hali ve Türkiye’nin hali de böyle. 

“Başrolde olacağım, başroldeyim, başrolde olmam lazım” diyen bir Putin Rusya’sı var. Rusya meselenin diplomatik kanallardan çözümü yerine, Avrupa’nın göbeğinde böylesine bir savaşa sebebiyet verdi, 12 gündür savaşın içindeyiz. Tabii burada merak edilen bir soru da şu: Putin’in yönetim kadrosundan, Rus elitlerinden gidişattan endişeli olanlar var mı? Mesela Rus ordusu ne durumda? Genelkurmay başkanı ve savunma bakanı görevden alındı, bilgileri de dolaştı. Onlar ne kadar teyit edildi bilmiyorum ama orada neler oluyor, bilmiyoruz. 1991 darbesi aklıma geliyor; ordunun önemli kısmı Yeltsin’in yanında yer almıştı. Ordu ne durumda, elitler ne düşünüyor? Sonuçta tüm bu yaptırımlar Rus halkının bedel ödemesine yol açıyor. Yaptırımların sonuçları Rus halkını ve otokrasisini ne şekilde etkileyecek? Putin’in illüzyonunda bulunan bir Rus halkı var. Bu halk da büyük bir propaganda maskesi, makinası altında. Her gün, her saat Nazilere karşı savaştıklarını duyuyorlar, sabahtan akşama kadar Polonya’nın, Moldovya’nın, Ukrayna’nın, Romanya’nın aslında Rus toprağı olduğu işleniyor.

"İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki en büyük savaşı yaşıyoruz"

ÖM: Evet, aynen öyle. Yani bir-iki küçük ilavede bulunayım; Lev Golinkin diye Ukrayna kökenli Amerikalı bir gazeteci var, çok yakından takip ediyor Ukrayna olaylarını ve uzun zamandan beri bunların üzerine yazıyor. O da aynı zamanda sizin de biraz önce değindiğiniz bu Putin’in korkunç savaşının başka yerlerde olduğu gibi Ukrayna’daki aşırı sağ hareketi de güçlendireceği konusunda önemli bir kitap da yazmış zaten “Benim çocukluğumun Ukrayna’sı haritadan da her şeyden de siliniyor…” başlıklı bir kitap bu. Bir de şu var; yani cuma gününden kalma bir haber vardı, onu da söyleme ihtiyacını duydum Açık Radyo dinleyicilerine.; Ukrayna’da Volnovaha ve Şastiya diye iki küçük kasaba var: 20-25 bin nüfuslu küçük kasabalar. Orada binaların %90’ı yerle bir edilmiş Rus ateşi sonucunda ve enkazın altında üç bin kişi olduğunu ve akıbetlerinin bilinmediğini yazıyordu Guardian’da son gördüğüm haber. Bundan daha dehşet verici bir haberi düşünmek bile kolay değil doğrusu. Artık Ukrayna’daki yardım kuruluşları ölüleri toplamaya uğraşmaktan vazgeçmek zorundalar “Sadece dirileri kurtarabilir miyiz diye ona bakıyorlar” diye bir haber vardı, Emma Graham-Harrison ve İsobel Koshiw’in Kiev’den bildirdikleri bir haber vardı. Sonucu bilemiyoruz. Cuma’dan bu yana daha göremedik. Durumlar böyle yani. 

AB: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki en büyük savaşı yaşıyoruz. Ayrıca bu iki ülke Hristiyanlık dinine mensup, ne zamandan beri Hristiyan dinine mensup iki ülkenin savaşına tanık olduk? Bu tarafı da dikkat çekiyor değil mi? İki ülkede de ezici çoğunluk Hristiyan. 

ÖÖ: Mezhepsel olarak da aynı: Ortodoks.

AB: Evet, aynı mezhepten.

ÖÖ: Evet, Ukrayna Moskova kilisesinden ayrılıp İstanbul’a bağlanmışlar.

AB: Doğru, işin böyle bir tarafı da var; aynı mezhebe mensup iki ülke savaş halindeler. Rus halkı milliyetçi propagandaların altında da eziliyor, medya, televizyonlar, iletişim kaynakları iktidarın kontrolünde. Araştırmalara göre atom bombasına halkın desteği olduğu görülüyor. Ambargo ve yaptırımlar nedeniyle sinemalarda 1991 darbesinde olduğu gibi aynı filimler gösterime giriyormuş. Bizde de darbelerde Hasan Mutlucan türkü söyler ve Kütahya çini tabağı televizyonlara konulurdu. Rusya’da 1991 darbesinde de televizyonlarda sürekli Kuğu Gölü balesi gösterildi. Şimdi de Amerikan filmleri ambargoya takılınca sinemalarda Kuğu Gölü balesinin değişik versiyonları gösterilmeye başlayacakmış. Sonuçta Rus halkı yaptırımlardan etkilenip sorgulamaları yaparsa hoşnutsuzluk ileri safhalara ulaşabilir, ki gösterilerde 5 bine yakın insan tutuklandı bildiğim kadarıyla.

ÖM: Çok daha yüksek bir sayı şimdi, sekiz binin üzerinde. 

ÖÖ: Sadece pazar günü beş bin deniyor. 

ÖM: Ondan önce de sekiz bin vardı, yani başından beri Rusya’da gözaltına alınanlar 13 bin oldu, tutuklandılar mı bilmiyorum ama sayısı on binin üzerinde, 13 bine yakın.

AB: Ciddi rakamlar bunlar. Şu koşullarda gösteri yapmak gerçekten çok zor, önemli bir karşı damar olduğu muhakkak...

ÖM: Yeni çıkarılan bir kanunla 15 yıl hapis cezası alabilirlermiş.

AB: Evet, o da çıkarıldı değil mi?

ÖM: Yani sadece sokağa çıkıp protesto etmelerinin cezası Rusya’da 15 yıla kadar hapis.

AB: Rusya’ya Ukrayna’yı işgal etmesi nedeniyle uygulanan yaptırımları savaş ilanı olarak gören bir Putin’le karşı karşıyayız. Bu tür rejimler, yani otokrasiler frensiz rejimlerde, Rusya’da bunu çok net görebiliyoruz frensiz rejim var. Fren mekanizmaları, yargı, muhalefet, medya, STK’lar teminat altında değil. Bizde de durum pek farklı değil. Tüm zalimce düzenlemelere rağmen böylesine gösterilerin olması çok önemli. Nükleer savaş tehdidi altında yaşayan dünyamız için Rusya’daki direnen bu damar çok önemli. Frensiz ülkelerde durum böyle, uluslararası kurumlar da fren görevi göremiyorlar, yetersiz kalıyorlar. Dünyamızın frenleri de yetersiz, işlemiyor. Birleşmiş Milletler yetersiz bir kuruluş, Amerika’nın hegemonyası altında. 1945 sonrası kurumların çoğu böyle. NATO demek aslında bir anlamda Birleşik Devletler demek. G7 ‘de yine benzer bir şekilde. G20 dağılır diye düşünüyorum. Rusya da G20’nin içindeydi. Bu tür kurumların işlevlerinin azaldığı, kalmadığı önümüzdeki dönemde yeni formların, yapıların kurulması da tartışmaya muhtaç bir durum. Sonuçta bir de güney grubu var; yoksulların, ezilenlerin toplandığı bir grup var, onu da unutmayalım. Bu bağlamda Rusya’nın yanında kimler duruyor, Rusya kimlerle dayanışıyor, otokrasiler ittifakı söz konusu mu ve bunun gücü nedir? Çin’i çekerseniz, Suriye var, Kuzey Kore var değil mi destekleyenler arasında?

ÖM: Eritre var, o kadar.

AB: O kadar, fazla bir ülke yok. Çin de olabildiğince seviyeli bir beraberlik içinde.

ÖM: Çin bu veto edenlerden biri değil, yani vetoyu destekleyenlerden biri değil. Sadece işte Suriye, Kuzey Kore, Eritre, bir tane daha var mıydı hatırlamıyorum? Böyle bir durum vardı Rusya’da; ama bu arada iki lider de konuşmuş, Erdoğan Ukrayna’da acil ateşkes çağrısını yinelemiş Vladimir Putin’le telefon konuşması yaparak ve Putin de koşulunu açıklamış ateşkes için. Yani Erdoğan “Hep birlikte barışın yolunu açalım” çağrısını tekrarlamış. Onun üzerine T24’ün haberinden okursak, Sputnik’in aktardığı habere göre Rusya lideri Putin de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Kiev’in askeri eylemleri durdurması ve Rusya’nın talepleri yerine getirmesi durumunda operasyonu durdurabileceğini söylemiş. Yani soru şu tabii; askeri eylemleri, yani harekatı yapan Ukrayna mı, Kiev mi, yoksa Rusya mı, hangisi? Ukrayna’nın tam teslim olması ve Rusya’nın bir parçası olması mı? Bu gibi açıklamalar geliyor çünkü. 

AB: Evvel ezel konuşuyoruz Türkiye’nin Rusya ve batı dünyası arasındaki durumunu. Geçen 20 yılda yaşadıklarımız ülkenin ağırlık merkezinin nerede olduğu problemli. Tabii ki ilişkilerin problemli olması Türkiye’nin geleceğini de tehlikeye sokuyor. Bir yandan Ukrayna’ya SİHA satıyorsunuz, öbür taraftan S400 alıyorsunuz, NATO’nun içindesiniz, bu nasıl bir dış politika planlaması? 

ÖM: Esnek yani askeri eylemleri durdurması ve Rusya’nın taleplerini yerine getirmesi talebini çok ilginç buldum doğrusu, Rusya lideri Putin’in şartını. Yani “teslim olursa o zaman durdururum” diyor. 

"Otokrasilerde fren yok"

AB: Elinde nükleer düğmeye basma tehdidi ile dolaşan bir ülke lideri var. 2004 yılında, programlarımızın ilk yıllarında konuşmuşuz, Rusya NATO’ya elçi atamış. Nereden ve nasıl geldik bu duruma diye baktığımızda durum böyle. Ekim 2021’e kadar hem Moskova’da hem Brüksel’de NATO ve Rusya’nın delegasyonu vardı, kapatıldı sonra. 2004’de NATO nezdinde Brüksel’e bir büyükelçi atamış, Putin atamış bu elçiyi, ama belli rezervleri var doğuya genişleme meselesi üzerine, o dönemde de gündeme getiriyorlar. NATO-Rusya ilişkilerinde 1992 sonrasındaki ilişkiler bu şekilde, tarihsel perspektif içinde bakmak lazım. Aslında burada da yine hidrokarbonlar üzerinden bir savaş var. 1998’de Rusya iktisadi bir krize girdi, sırayla krizler yaşadığımız yıllardı, Güneydoğu Asya krizi, Meksika tekila krizi, Türkiye krizi, Arjantin krizi, vs. Rusya’nın SSCB’nin yıkılışından sonra vahşi liberalleşmesi sonucu 1998’de gümledi, yani bayağı dağıldı. İşte ondan sonra petrol fiyatlarının, enerji fiyatlarının artması ile toparladı ama yoksullar için değil, ayrıca SSCB döneminden kalan çok ciddi bir nükleer ve askeri silah gücüne sahipti. 

ÖÖ: Aslında bu vurgunuz çok haklı bence çünkü birkaç makale okumuştum, Putin’in en büyük gücünün aslında neo liberal politika, bu şok doktrinine karşı özellikle fosil yakıl endüstrisini millileştirip buradan gelen kaynakları kullanması ve orduyu özellikle yeniden yapılandırması olduğu söyleniyordu. 

AB: Bu durum takip ediliyordu, orduyu devamlı kuvvetlendiriyordu, ağırlıklı fosil yakıtlar üzerine kurulu bir ekonomi var. Oradan elde ettiği gelirlerle silah sanayiini güçlendirmeye çalıştılar. SSCB dağılıp Ukrayna ayrıldıktan sonra iki ülke arasında nükleer alanda bir anlaşma durumu oldu. Şimdi ona girmeyeyim… Yakın dönem tarihini nükleer güç, fosil yakıtlar ve silahlanmayla birlikte ele almak gerekiyor. Kuruşçev döneminde bile çeşitli fren mekanizmaları var, Sovyet bürokrasisi içerisinde frenler var, ABD ‘de fren mekanizmaları bulunuyordu. Covid nedeniyle evdeyken, bolca belgesel izledim. First lady’lerin hayatlarını anlatan bir yapımda Jacqueline Kennedy’ e denk geldim. Jacqueline Kennedy, başkanlık konutu Beyaz Saray’dan ayrılırken Kuruşçev’e el yazısıyla bir mektup yazıyor. Mealen söylüyorum yazdıklarını, “Siz ve J.F Kennedy dünyanın sona ermesini engellediniz, kurtardınız ikinizin barış ortaklığı bulunuyor, barışın müttefikisiniz” diyordu. Soğuk Savaş döneminde de olunsa her iki ülkenin de bir milli fren mekanizmaları var. Biz bugün Rusya’da bunu maalesef göremiyoruz. Parlamentoların olması, demokrasilerin olması bu nedenle önemli o eleştirdiğimiz demokrasilerin içine kimi fren mekanizmalarının yerleşmiş olması, nükleer felaketleri engelleyici en önemli faktörler olarak karşımıza çıkıyor.

ÖM: Tehlike de burada zaten.

AB:Otokrasilerde fren yok, ülkemizin kırıntı parlamentosunda bile geçen hafta öğrendiklerimizle -nükleer düzenlemeyi kastediyorum- konuyu bu kanallardan anlatma imkanı buluyoruz. Küçümsenen parlamentoya, güçlendirilmiş parlamenter rejime aslında ne kadar ihtiyaç olduğumuzu anlıyoruz. Nükleer tehlikelerde ve nükleer savaşlarda fren mekanizmaları son derece önemli. 

Vaktimiz kalmadı, son olarak bir konuya da değineceğim. Geçen hafta ABD senatosuna bilgi vermeye çağrılan Amerikan Merkez Bankası Başkanı Powell’ın açıklamalarına değineceğim. Yaptırımlar nedeniyle Rusya’nın dolar kullanmasının engellenmesinin sonuçları tartışıldı, Çin’in tavrı gündeme geldi. Dünyanın en önemli rezerv parası, para bloğu dediğimiz, yani ticarette kullanılan para dolar, ardından euro ve sterlinle birlikte dünyadaki ticaretin %80’ine yakını bu para birimleriyle yapılıyor, dolar’ın ciddi bir egemenliği var. Rezerv para olma gücü, fosil yakıtların da, nükleerin de üzerinde bir güç. Doların egemenliğinin geleceği rezerv paraların ve ödeme sisteminin nasıl everilebileceğini konuştular. Bu konu savaştan da önce konuşulurdu, programlarımızda pek çok kez değindik. 21. yüzyılın önemli meselelerinden biri rezerv paralardaki değişim. Özellikle Çin’in ve Asya’nın bu konuda yaptıkları, -Rusya da buna eklemlenmeye çalışıyordu- yeni bir rezerv para oluşturması ki Asya’da kullanılan bir sepet yapılmıştı. Powell, yaptırımların gelecekte kendisinin de başına geleceğini düşünmesi nedeniyle Çin’in dolar dışı para biriminin devreye girmesini hızlandıracağını söyledi. Böyle bir durum ABD’nin üstünlüklerinden önemli bir kısmının kalkması anlamına gelecektir. Umarım önümüzdeki günlerde bu mevzuları konuşma fırsatı buluruz.

ÖM: Peki, çok teşekkür ederiz, hoşça kalın!

AB: Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

AB: Hoşça kalın!