“İktidar, sesi çıkmayan toplum istiyor, çıtı çıkmayan bir toplum ve medya isteniyor”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı. 

Ekonomi Politik: 26 Temmuz 2021
 

Ekonomi Politik: 26 Temmuz 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

(26 Temmuz 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, günaydın, iyi haftalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Teşekkürler, size de öyle. Gayet yoğun bir hafta var, bugün ana konumuz nedir?

AB: Bayram tatili süresinde medyayla ilgili 3 konu öne çıktı. Biri Cumhurbaşkanı’nın sağlığına ilişkin yayınlardı, canlı yayında uyuklaması sonrasında, yorgunluğuna ve sağlığına ilişkin hususlar gündeme geldi. Bu gelişme oldukça yoğun polemik ve tartışma konusu oldu.İkinci önemli bir konu ; Almanya’da gazeteci Erk Acarer’e yapılan fiziki saldırı ve 55 kişilik, çoğunlukla gazetecilerin de yer aldığı, Türkiye’deki rejime muhalif aydınların yer aldığı infaz listesiydi. Acarer ve infaz listesinde yer alan bu kişiler sığındıkları Almanya’da dahi saldırılara muhatap durumdalar

Üçüncü konu da bağımsız medyanın fonlanması meselesi oldu. Bugün üzerinde durmak istediğim konu budur.. Yabancı fonlar ve yabancı basının Türkiye’deki durumu, 2019 yılında iktidara yakın bir vakıf olan SETA tarafından yayınlanan bir raporda gündeme getirilmişti. Raporda bu mecralarda çalışan ve yazan kişiler de isimlendirilerek anons edilmişti. Bu konular zaman zaman da ulusalcı medya olarak tanımlayan kesimlerde de dile getirilmişti. Bayram tatili süresinde yine Türkiye’de yabancı fon kullanan kuruluşların listesi oda tv de yayınlanan bir yazı ile yine haber oldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bu yayın üzerine fon kullanan kuruluşların beşinci kol faaliyeti olduğunu öne sürdü.

Türkiye’de %95-98’inin iktidara bağımlı olduğu bir medyadan söz ediyoruz. Çok uzunca bir süredir Türkiye’deki medya sahipliği, medya yayınları ile iktidar ilişkisini üzerine yayınlar yapıyoruz. İktidar kontrolünde olmayan medya çok sınırlı alanda ve güçsüz pozisyonda, hem yazılı hem görsel tarafta. Uzun yıllardır iktidara bağımlı medya sancısıyla yaşıyoruz. Bu tehlikeli vahim durum aynı zamanda yeni kanalların doğmasına yol açtı. Otoriter rejimin tehlikeleri yeni olanakların zorlanmasına yol açtı.. İnternet ortamında yayın yapan medya kuruluşları oluştu. Dijital ortamlarda, sosyal medyada yapılan yayıncılık sayesinde toplumun doğru haberle teması kurulmaya çalışıldı. Toplumun önemli bir bölümü tarafından benimsenen internet gazeteciliğinin yükseldiği bir dönemdeyiz. İnternet ortamında yapılan gazeteciliğin gelişmesine karşılık iktidar kontrolünde bulunan %95’lik medyanın da gittikçe eridiği bir süreçteyiz. 

En son programlarımızda gündeme getirdiğimiz bir husus vardı, 30 Haziran’da bir tasarruf genelgesi yayınlandı. Tasarruf genelgesi, iktidarın kontrolünde olmayan medyanın, özellikle yerel medyanın, Anadolu medyasının, kolunu, kanadını koparmıştı. Yerel medyanın maddi olanakları azaltıldı, kapanmaya terk edildi. Genelgeye göre günlük gazete alımı yapılmayacak, abone olunmayacak yayın organlarına, reklam verilmeyecek, kamusal reklamlar, kitap, dergi, vb. yayınlar basılmayacak. Yerel medyaya verilen özel günlerdeki ilanlar da durdurulacak. 30 Haziran şoku yaşanırken, şimdi de yabancı fonlar meselesi gündeme geldi. 

Yabancı fonlar üzerine sorulması gereken soru şu: yabancı fonlardan yararlanmak Türkiye’de suç mudur? Bu konuda düzenlenmiş bir kanun, düzenleme var mı? Öncelikle bu soruyu sorup cevabını vermemiz gerekiyor. Böyle bir düzenleme tanımlama yok. Aksine devletin bu fonlardan yararlanmayı teşvik ettiğini görüyoruz. Örneğin eski AB bakanlığı bu işler içinde kurulmuş bir bakanlıktı. Şimdi AB bakanlığı kapandı, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde AB başkanlığı oldu. Bu başkanlığın sitesinde dün baktım

ÖÖ: Ulusal Ajans da öyle bir dönem bu fonları yönetmek için. 

AB: Evet, evet. Bu mali kaynaklardan yararlanmak için seminerler, toplantılar yapıldı, iller tarandı, bölgeler tarandı “gelin bu fonlardan yararlanın” dendi, STK’lar, medya kuruluşları proje hazırladılar. Yıllardır devam eden bir vaziyet, son yıllarda Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin akamete uğraması, yıpranması bazı fonların kullanılamamasına da yol açıyor. Şimdi bu başkanlığın sitesine baktığınızda, sivil toplumun ve medyanın yaralanacağı programlar yazılmış, nasıl yararlanılacağı anlatılmış. Halihazırda sitede de duruyor bunlar, medya diyalog seminerleri, medya hibe programları, bunların miktarları, nasıl başvurulacağı, tanımları, neden bu programların geliştirildiği, amacı vs anlatılıyor. Hali hazırda gazeteciler, gazete ve tv ler ve yerel medya AB fon kaynaklarından yaralanmaya devam ediyorlar. Gazeteci örgütlerinin, cemiyetlerin bu fonlardan yararlanarak sürdürdüğü, devam eden programlar var, gazeteci cemiyetlerin kullandığı kaynaklar var. Türkiye’de, Çin’de olduğu gibi, İran’da olduğu gibi yabancı fonlardan yararlanmanın suç olduğuna dair bir hukuki düzenleme söz konusu değil, aksine bu fonlardan yararlanılması teşvik ediliyor. 

Ülkede medyanın %95-98 gibi yüksek oranda iktidar kontrolünde olduğunu biliyoruz. Bağımsız gerçek medyanın olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Çünkü demokratik bir ülke değiliz, otoriter bir rejim içerisindeyiz. On binin üstünde gazeteci işsiz sektör dışında kalmış, işlerinden ayrılmak zorunda kalmış durumdalar. Dolayısıyla olumsuz şartlar bağımsız medya için fonlardan yararlanmayı zorunlu kılıyor. Bağımsız medya internet ortamında dijital ortamda yer bulmaya başladı. 

Bu medyalardan biri de Medyascope sevgili Ruşen Çakır’ın gerçekleştirdiği yayıncılık projesi . Başka yayınlarda da var. Artı Gerçek var, Duvar var, pek çok yeni yayıncılık bu kulvarda kendini buldu ve bu sayede de habercilik yapılmaya başlandı. Rejime bağlı bir medyanın yaratılması, bağımsız medyanın engellenmesi, internet ortamında yayın yapan medyanın yabancı fonlardan destek almadan yayınlarını sürdürmesi imkanını ortadan kaldırdı. Bağımsız medyanın yaşayabileceği bir iklimin olmaması sonucunda da bu kulvarlara gidildi. Zaten yasal bir engel yok, bir de üstüne üstlük bunlar devleti güvencesinde ve kontrolünde cereyan eden işler, hepsi deklare ediliyor, nereden, ne kadar kaynak alındığı belli, fonlardan yararlanan kuruluşlar şeffaf bir şekilde ortaya koymak durumundalar Avrupa projesi hazırlayanlar bilir, AB bürokrasisi çok ağırdır, bu tür projelerde inciğine cıncığına girerler, sonrasındaki takibat da önemlidir. Yabancı fonlar içinde politik ve ideolojik şarta bağlı olan kaynaklar yokudur, vardır elbette.. Bugün gündeme getirilen yabancı vakıflardan kullanılan kaynakların şarta bağlı olmayan fonlar olduğu anlaşılıyor..

Yıllardır kullanılan mesela Japon hibeleri, Japon fonları var, bunlarla yapılan kültür merkezleri var. Yıllardır milyonlarca dolarlık hibe ve destekle binlerce proje yapılmıştır Türkiye’de. Nakdi ya da ayni yardım, hibe ile sayısız iş yapılmıştır. Halen sığınmacı ve göçmenlerle ilgili yapılan projeler var, bu projelerin sonuçlarından verilerinden yararlanarak haber, yorum yapıyoruz, programlarımızda gündeme getiriyoruz, çözüm üretiyoruz. Aslında normal demokratik ülkelerin bütçelerinde, muhalif olan sanat ve bağımsız medyalar, gelişmiş demokrasinin göstergesi olarak desteklenir. Bizde de şöyle bir şey vardır, plan ve bütçe komisyonlarını izleyen gazeteciler bilirler, komisyonun son gününe doğru dernek, vakıflara desteklere yönelik öneriler, teklifler gündeme getirilir. İktidarın niteliğine göre kimi dernek ve vakıflar ve vakıf üniversitelerine yapılacak destekler karara bağlanır. İçinde bulunduğumuz dönemde bu uygulanma tamamen iktidar kaynaklı medyaya, vakıflara, derneklere desteğe dönmüş durumda. 30 yıl yayıncılık yaptım, bu meseleleri çok içinden yaşadım, çok da mücadelesini verdik, herhangi bir sermaye grubuna bağlı olmadan bir yayın yapmak, gazete ve dergi çıkartmak, çok zordur, kahrını çektim acısını iyi bilirim. 

Hiç unutmam yıllar önce bir seferinde rahmetli Adnan Kahveci ile bu mevzuları ayak üstü konuşmuştuk, bir süre sonra telefon etmişti, bağımsız medyaları ve yerel medyaları ilgilendiren konuları çözmek için yaptığı bazı hazırlıklarını anlatmıştı “çok haklısınız, çok şeye de destek veriliyor, sizler bunlardan yararlanamıyorsunuz, bu hususta bir kanun teklifi hazırladığından bahsetmişti. Hatırımda kalmış, 1991 yılı başları olması lazım. “Bağımsız medyaya objektif bakmamız lazım” demişti. Kendisini kısa bir süre sonra trafik kazasında ailesi ile birlikte kaybettik.

ÖM: Adnan Kahveci kimdi? Adnan Kahveci’nin kim olduğunu da hatırlatalım, belki dinleyiciler bilmiyordur.

AB: Adnan Kahveci ANAP iktidarlarında bakanlık yaptı, Turgut Özal’ın kurduğu partinin kurucu üyelerindendi ama askeri rejim tarafından veto edilmişti. Değişik özellikleri olan bir karakterdi. Mühendisti ve yeniliklere çok açıktı. Konuştuğumuzda sanıyorum maliye bakanıydı, son ANAP hükümetinde maliye bakanlığı yapmıştı. İlginç projeleriyle tanınırdı, Özal’a çok yakın bir insandı, liberal bir kişiydi. Klasik bir ANAP’lı denilemezdi, diyalogları zengindi. Çevre konularına da duyarlı bir siyasetçiydi. 

Gelelim Kemalist ve ulusalcı çevredeki arkadaşlarımıza, bu arkadaşlar yabancı bir fondan kaynak temin edenleri hemen “emperyalizmin uşağı” olmakla suçluyorlar. Çok haksız bir yaklaşım. Bugün bu arkadaşlara bazı önerilerim olacak. örneğin milli mücadele, kurtuluş savaşı diye adlandırılan süreçlere yeniden bakmalarını, birinci meclisin bütçelerine 1919-24 arasının mali kaynaklarına da bakmalarını öneririm. Bu mali kaynaklara baktığımızda, Sovyet Rusya’dan alınan silah ve altınlarla bu mücadelenin yapıldığını çok net görüyoruz. Birinci meclisin mebusları ve memurları Sovyet altınıyla maaşlarını alırlar, Sovyet silahlarıyla teçhiz edilmiştir kurulmakta olan ordular. Şimdi biz Mustafa Kemal ve o günkü kadrolara, meclise, “emperyalizmin, Sovyet emperyalizminin uşağı mı” diyeceğiz? 

ÖÖ: Onları ama biliyorsunuz emperyalist değil diyorlar açıklamaları genelde bu şekilde oluyor ama benzer bir şey…

AB: Ne diyorlar duyamadım Özdeş?

ÖÖ: Emperyalist değil ama Sovyetler diyorlar, açıklamaları genelde bu şekilde oluyordu ama benzer bir örneği belki ikinci dünya savaşı içerisinde bu İtalya’da, Fransa’da partizan direnişi için vermek mümkün. Komünist partiler faşistlere karşı silahlı mücadele verirken alenen batıdan tüm silah desteği, vs. alıyor.

AB: Tabii ki, şimdi aklıma geldi, Nazi Almanya’sının gönderdiği paralarla İstanbul ve Ankara’daki Türk faşistlerini yayın organları desteklenmiştir. Bunlarla ilgili belgeler de yayınlanmıştı.

ÖÖ: Evet.

AB: Şimdi birinci mecliste Sovyet altını ile maaşlar dağıtılıyor. Başka neler oluyor işgalci Fransızlarla sulh yapıyorsunuz, sonra Fransız bankasından kredi alıyorsunuz, o krediyle yine işgalci İtalyanlardan silah alıp İtalyan şilebiyle boğazdan geçiriyorsunuz, silahları İnebolu’ya taşıyorsunuz, İngilizleri geçmenin yolu böyle oluyor. Şimdi, bu iletişime, işbirliğine ne diyeceğiz, emperyalistlerle, işgalcilerle işbirliği mi yaptı birinci meclis diyeceğiz? 

Gelelim Merkez Bankasının kuruluşuna, merkez bankası bu ülkede nasıl kuruldu kardeşim? 1924 sonrasında uzun süre çalışıldı üstünde, sonunda 1930 yılında Merkez Bankası kanunu kabul edildi. Tamam kabul edildi ama sermaye konacak para yok, üstelik devam eden 1929 büyük dünya bunalımı var. Peki ne yapacağız, para yok, bankaya sermaye bulunamıyor? Ödemeler dengesi sorunu şişmiş, daralan dünya ekonomisi, yeni kurulan cumhuriyeti perişan etmiş durumda, ayrıca bir yandan Lozan’da taksite bağlanmış Osmanlıdan gelen borçları ödüyorsun. 

Sorunu aşmak için Ne yaptı o günkü Kemalist iktidar? Gitti bir Amerikan firmasına, kibrit, çakmak, vb. maddelerin imtiyazını verdi. Kibrit tekelini Amerikan firmasına bıraktı. Bu imtiyazın verilmesi karşılığında, 10 milyon Amerikan Doları altın karşılığı para aldı. 25 yıl sürdü kibrit tekeli imtiyazı. Bu sayede Merkez Bankası kuruldu Türkiye’de. Şimdi bunu yapanlar gayri milli bir iş mi yapmış oluyorlar? Merkez Bankası Amerikan emperyalizmine peşkeş çekilerek mi kuruldu diyeceğiz? Bu bir zaruret, bir durum var, bir açılım-çözüm geliştiriliyor. Merkez Bankasının kanunu çıkmasına rağmen çalışmaya başlayamamışını nedeni buydu, bu yüzden gecikti, sermaye bulamadığı için1931 yılında fiilen çalışmaya başladı. İmtiyazı, Mustafa Kemal’in başkanlığındaki Kemalist -Ulusalcı Cumhuriyet hükümeti verdi. Bu şekilde sağlanan kaynakla Merkez Bankası sermayesi bulundu. Ne diyeceğiz şimdi? Emperyalist uşaklar kimler? 

Amerika’daki Teksas’taki söz konusun edilen vakfın 20 içinde kullandırdığı kaynaklar 5 milyon Dolar’ı geçmiyor. Fon kullanan kuruluşları haber veren Kemalist ve ulusalcı arkadaşlar, bağımsız medyanın nasıl bir fakrı zaruret içinde olduğunu elbette biliyorlar. Bunları geçelim, aslında üstünde durmamız gerekenin üstünde durmaya devam etmeliyiz, şu günlerde unutuluyor, 128 milyar Dolar eritmiş bir iktidar var. Kovalanması gereken bu, “128 milyar dolar “üzerine bağımsız tüm medya nerdeyse ortak bir şekilde üzerine gitmedi mi? Çok iyi bir habercilik, takibat yapıldığı ortada, Kemalist olanı olmayanı tüm muhalefet ve bağımsız medya ortaklaşa bu konuya yoğunlaştı. Ulusalcılık ve anti emperyalist yaklaşım üzerine söz söylerken, 1. Meclisin, milli mücadelenin mali kaynaklarına bakmakta, merkez bankasının kuruluşunu incelemekte fayda var. 

ÖÖ: Ali bey....

AB: Kurtuluş Savaşı’nın mali kaynakları için Alptekin Müderrisoğlu’nun kitaplarına. Selim İlkin, İnan Tekeli’nin Merkez Bankası’nın kuruluşunu anlattıkları kitaplara bakılabilir. Ayrıca Zafer Toprak hocamızın kitaplarını tavsiye ederim. Bunlar böyle tuğla gibi kitaplardır, bayağı işin içine girmek, bakmak lazım, elbette başka kaynaklar da var. 

Yabancı fondan yararlanan kişi ve kuruluşlar mevzusunun, “emperyalist uşaklar” mevzusunun pişirilip pişirilip yeniden ortaya konması gerçekten can acıtıyor. Kıt olanaklarla çabalayan, emek sarf eden, demokrasinin olmadığı zor koşullarda yayın yapan insanlara yazık ediliyor. Esas bakmamız gereken bütçeden kaynak aktarılan islami vakıf, cemaat ve yayınlar olmalı.. 

ÖM: Ben de bir şey ekleyebilir miyim? Yani Yıldıray Uğur’un Karar gazetesinde ‘Bütün bunlar için Teksaslı bir aileyi suçlayabilir miyiz?’ başlıklı ilginç bir yazısı vardı kapsamlı Karar gazetesinde. 

AB: Çok güzel bir yazı, okunması lazım, çok derli toplu.

ÖM: Yani şeyi söylüyor orada, sizin de bahsettiğiniz gibi “çok eski zamanlardan bu yana pek çok şey, pek çok çeşitli yurt dışından para bulmak doğrudan vatan hainliğiyle eşit ama 19. yüzyıldan bu yana yabancı vakıfların fonladığı, proje yaptığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu vakıfların açtığı adında Amerikan, Fransız, İtalyan, Alman geçen okullar, hastaneler hâlâ kullanımda, işte ‘full bright’ bursu resmi anlaşmayla veriliyor, Ford Vakfı en büyük vakıflardan, 50’lerin başından beri projeler yapıyor, Türkiye’nin AB üyeliği lobisinin Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın yapmasının üzerinden 10 yıl bile geçmedi, işte gümrük birliği ile birlikte Türkiye’nin dahil olduğu AB projelerinden iktidar, devlet kurumu ve belediye kalmadı, Adalet Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, hatta bazen Diyanet, yani bütün bunların yaptığı eğitimlerin, projelerin AB fonuyla yapıldı. AB fonuyla yurt dışına gitmemiş, eğitim almamış emniyet müdürü, savcı, hakim, bürokrat bulmak zordur” dedikten sonra bir de şeye değiniyor, en çok sitesinde açıklanan rapora bakılırsa vakfın Türkiye’de siyasi içerikli projelerini en çok verdiği kurum TESEV KREST vakfının ve Can Paker’in başkanlığındaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızının da staj yaptığı TESEV’e o fonlar verilirken kimse KREST için 5. kol faaliyeti CIA dememişti. 

ÖÖ: Yani iktidarı kastediyordur herhalde orada çünkü ulusalcılar o dönemde TESEV’e aynı şey…

AB: Bunların hepsi gözümüzün önünde oldu, yaşadık biz bunları Ömer bey. Soros vakfı, TESEV, AKP’ ilk 10 senesinde çok yakın olmadılar mı? Yabancı kaynaklardan yararlanmayan kalmadı. Bir zamanlar Cumhuriyet dönemi bürokrasinin eğitim meselesi ile ilgilenmiştim. Eğitim için gönderilen öğrenciler dışında bürokratlar ve teknokratlar hangi dış programlardan yararlandı? TODAİ nasıl kuruldu?

ÖM: Evet.

AB: Rusya ya yaptığı gezi sonrasında Cumhurbaşkanı uçakta “Türk gazetecilerini Rusya’da eğitiyoruz” demişti. Bu nasıl bir işbirliği? Bilmiyorum, bulamadım, nasıl bir eğitim veriliyor Rusya ‘da gazetecilere? Bakın Sayıştay son 10 yılda dernek, vakıf gibi kuruluşlara kamu bütçesinden 11.053 milyar TL ödeme gerçekleştirildiğini saptadı. 2011-2021 yılları arasında. Aslında kar amacı gütmeyenlerin toplamı 38 milyar TL, bunların içinde sadece derneklere 11 milyar TL aktarım yapıldı. CHP milletvekili Tekin Bingöl bu konuyu pek çok kez gündeme getirdi. Cumhurbaşkanlığı’na soru soruldu “bunlar hangi kuruluşlar?” diye. Sayıştay raporlarında 134 kamu idaresi tarafından yapılan aktarımlar hakkında kuruluşların idari raporlarında bilgi verilmediği saptandı. Bir havaalanı yapıyoruz Zafer havaalanı, 1 milyon 318 bin yolcu garantisi veriliyor. Yıl sonunda garantisi bitiyor verilen garanti şirkete ödenecek, bu havaalanını bu yıl 16 bin kişi kullanmış sadece. Verilen garanti toplamı 208 milyon dolar . Kuzey Marmara otoyolu inşaatına yapanlara yeni bir ek aktarım söz konusu oldu. 

Dolayısıyla asıl bakılması gereken yerler bunlar. Doğan medya Demirören’e geçerken Kamu bankaları konsorsiyumundan Demirören grubuna verilen krediye bakılmalı, kredinin garantisi olan İstanbul Göktürk alanına ilişkin karar yargıda iptal edildi, konu artık İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tasarrufunda, ama Ziraat Bankası İBB’ye dava açıyor, kredi verdiği gruptan borcunu ödemesini istemesi gerekirken

İktidar, sesi çıkmayan toplum istiyor, çıtı çıkmayan bir toplum ve medya isteniyor. Bu şekilde muhtemelen önümüzdeki seçimler planlanıyor. Yabancı fonların kullanılmasıyla emperyalistlerin Türkiye’deki uzantıları olmak filan, bunları bırakmak lazım, bunlara gerçekten inanmak için çok saf olmak gerekiyor. Bu nedenle tarihimizdeki fonlanma tarihimizin, hibe tarihimizin, yardım tarihimizin ciddi bir gözden geçirilmesinde fayda var.

ÖM: Evet süre biterken ben bir de şeyi ekleyeyim, yani zaten gazeteci ve yazar Murat Yetkin de aynı şeyi sizin söylediklerinizi söylemiş yani “hükümet yabancı fon gerekçesiyle medyaya baskıyı arttırmayı planlıyor diyor ama Türkiye’de sadece medya değil AKP’li belediyeler dahil pek çok projede kullanılan kaynakların kesilmesi de dahil olabilir” diyor. Fakat asıl Yıldıray Uğur’un biraz önceki yazısında bahsettiğim, Krest yayınlarından ve Krest fonundan bahsediyor, vakfından “2001’den beri Türkiye’ye fon vermesinin motivasyonu yani bütün fon miktarı toplamında 5 milyon Dolar bile etmiyor. Bu miktar Ziraat Bankası’nın Doğan Grubu’nu satın alması için Demirören’e verdiği ve geri ödenmeyen kredinin 150’de 1’i diyor. Yani Türkiye’de orta düzeydeki bir yerli zenginin bir rezidans dairesine yatırdığı parayı Teksas’lı Johnson ailesi 20 yılda Türkiye’ye katkı yapan projelere harcamış.” Bir de şeyi söyleyelim, Yeşil Gazete’de vardı dün yayınlanan bir haber “medya özgürlüğü acil müdahale partnerleri ve gazetecilik örgütleri yaptıkları bir ortak açıklamada yetkililerin yabancı fonlu haber mecralarına da dair yasal düzenleme yapılmasına ilişkin söylemlerinin Türkiye’de özgür medyayı daha da boğmak için atılan bir adım olduğunu belirtiyorlar. Yeni sansür mekanizması, baskıyı arttırmak filan ve imzacı 23 kuruluş var, aralarında Article19, Articolo21, Gazeteciler Cemiyeti, DİSK, Basın-İş, Danish Pen, European Center For Press and Media Freedom, Free Press Unlimited, IFEX gibi önemli kuruluşlar var. Pen International, Pen Holland, Pan Flaman ve İsveç Pen’i gibi çok sayıda uluslararası kuruluşun da imzasını taşıyan bir yurt dışından fon alan eleştirel medya kuruluşlarının hedef gösterilmesi kabul edilemez. Türkiye’de özgür medyayı daha da boğmak için atılan bir adım diyorlar.”

ÖÖ: Türkiye Gazeteciler Sendikası da aynı açıklamayı yapmış “24 Temmuz Türkiye’de işte basın bayramı diye geçiyordu, basın bayramını kutlayacak halimiz yok” demişler.

AB: Tabii canım, demokrasi askıya alınmış bir ülkede basın yok demektir.Otokrasilerde bağımsız medya istenmez, yok edilir, 2019 SETA raporunda, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı basın, fon alan kuruluşlar gündeme getirildi. İsimlendirildi hedef gösterildi, yapılacakların öncüsüydü bu rapor adeta.

Bizler, yabancı fonları rahmetli gazeteci Uğur Mumcu’nun Suudi Arabistan mahreçli rabıta fonlarından yararlananları açıklamasıyla tanıdık. Şimdi aklıma geldi! Komünizmle mücadele dernekleri kuruldu 60’larda. Bu derneklerin kaynağını, o devirde kim sağladı? Türkiye’deki paramiliter kuruluşları, ülkücü komando kaplarını kim destekledi? Evet o zaman soğuk savaş dönemiydi, CIA destekledi, kurulan kampları, yayınları, dernekleri onlar destekledi. Komünizmle Mücadele Derneği’nin parasını verenler aynı zamanda o derneğin başkanının genelkurmay başkanı olmasını sağladılar, genelkurmay başkanları, faaliyetin onursal başkanıydı. Beşinci kolmuş, emperyalist uşakmış kimler bunlar, “sosyalist ve komünist olmasın, milliyetçi ve İslamcı olsunlar “diyenler kimler, milliyetçi ve İslamcı örgütlerini destekleyenler kimler? Bu taraflara bakarak mevzuya girmek lazım. Bağımsız tüm medyayı, Medyaskop gibi diğer kuruluşların, karalanmasına kapıyı açmayı anlamak mümkün değil.. Sanıyorum süremiz de doldu, daha çok konu var bugünlük bununla yetinelim.

ÖM: Evet ama bu da önemliydi. Çok teşekkür ederiz Ali bey, görüşmek üzere. 

ÖÖ: Görüşmek üzere.

AB: Hoşça kalın!