"İktidar, kur garantili mevduat uygulamasıyla zengine armağan dağıtacak"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te Türkiye'nin döviz krizine çare olarak sunduğu kur garantili mevduat uygulamasını sonuçlarıyla açıkladı ve yeni atanan ABD büyükelçisi üzerine yorumda bulundu. 

döviz bürosu önü
Ekonomi Politik: 10 Ocak 2022
 

Ekonomi Politik: 10 Ocak 2022

podcast servisi: iTunes / RSS

(10 Ocak 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Özdeş, günaydın Feryal!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: İyi haftalar, iyi yayınlar hepinize!

ÖM: Size de iyi haftalar. Hem ekonomik hem sosyal hem de politik bakımdan bayağı kaotik bir dünyanın içindeyiz. Her hafta başında bunu tekrarlıyoruz ama giderek de tırmanan bir durumu var galiba.

AB: Ekonomide kaotik durum devam ediyor, döviz krizini aşmak için bel bağlanan enstrüman (KGM) kur garantili mevduatını konuşuyoruz. Ülkenin mali, siyasi saygınlığı kalmamasının sonucunda panik, çaresizlik ve hileyle “imdada yetiş” çözümler bulunmaya çalışılıyor. Kur garantili mevduat böyle bir ürün. Maliye Bakan Yardımcısı Murat Zaman, “Dua edin de bu ürün gerçekten tutsun, oynaklık azalsın!demiş. İşimiz duaya kalmış durumda. Türkiye döviz kıtlığı yaşıyor. Bir ülkenin eksi döviz rezervlerinde döviz borçlarını ödeyememesi, döviz yükümlülüklerini yerine getirememesi ihtimali çok yüksek. 1970’li yıllarda dışa kapalı bir kambiyo rejimi içerisindeydik. O yıllarda Merkez Bankası’nın yurt dışındaki binalarına el konulmuştu. Alınan mal ve hizmetlerin karşılıkları ödenememişti, Türk büyükelçiliklerinde çalışanlarının bulundukları ülkede aylıklarını alamadıkları durumlarla karşılaştık. O dönemlerin Merkez Bankası başkanlarını tanıdım. Müteveffa guvernörlerden İsmail Hakkı Aydınoğlu’ndan döviz kıtlığı sonucunda yaşanan sıkıntıları dinlemiştim. Dövizin kıt olduğu dönemlerde devreye giren (DÇM) dövize çevrilir mevduat uygulamasını geçen haftalarda anlatmaya çalıştım. Kısa süren ama büyük tahribata yol açan bu uygulama nedeniyle, milliyetçi cephe hükümetleri olarak anılan o dönem, aynı zamanda “ DÇM iktidarı” dönemi “dövize çevrilebilir mevduat iktidarı” dönemi diye de anılır. DÇM iktidarının sonu hüsrandır, kısa ömürlü olmuştur, büyük bir maliyetle iflasla karşı karşıya kalınmıştır.

Benzer yanları olmasına karşın farklı bir uygulama olan KGM’ler için Maliye Bakan Yardımcısı “Dua edin de tutsun.” diyor. KGM yetmiyor, dua ile destek isteniyor. Bugünkü gelişmelere bakarak, bugünkü iktidarın da “KGM iktidarına” dönüştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Sonunun benzer bir şekilde hüsran ve iflas olacağı ihtimaldir. Fakirden alıp zengine kaynak aktarma operasyonunun daniskasıdır.O dönem, yabancı basın DÇM’leri “Türkiye armağan dağıtıyor” başlığı ile vermişti…

Kur garantili mevduat: "Fakirden zengine bir aktarım olarak programlanmış durumda"

Henüz döviz mevduatlarından ciddi bir çözülme söz konusu değil, aksine artma söz konusu. Sadece TL mevduatlarında geçişler oluyor. Türkiye KGM uygulamasıyla zengine armağan dağıtacak. Bu uygulama yerine oturursa, döviz mevduat sahipleri hükümete inanır, güvenir de mevduatlarını çözdürür TL mevduatına geçerseiktidar zengin kesime ciddi bir armağan dağıtmış olacak. Kur artışları olduğunda kur garantili mevduata geçenlere aradaki fark hazineden ödenecek. Fakirden zengine bir aktarım olarak programlanmış durumda.

Aslında bu düzenlemeyi nasıl yapacaklarını da bir türlü beceremediler; kur farkını nereden ve nasıl ödeyecekler? Tahville mi nakitle mi? Hazine mi Merkez Bankası mı ödeyecek? Gelgitlerle, yazbozlarla 20 gün geçti, nihayetinde meclis komisyonunda yapılan son teklifle hazine tarafından bankalara nakit olarak ödeneceği kararlaştırıldı. Bütçe anlayışına göre, yasalara ve anayasaya göre bütçeden bir kaynağın başka bir tarafa aktarılabilmesi için işlemin kamu yararına yapılan bir faaliyet olması gerekiyor,aktarımın toplumun geniş kesimlerine katkı sunması gerekiyor. Bütçeden yapılan harcamaların, toplumun belli bir kesimini gözeten değil, kamunun çoğunluğunun menfaatini gözeten harcamalar olması gerekiyor. Şimdi burada durum böyle değil; uygulama, serveti olan zengin kesime yönelik yapılıyor. Zenginler güvenip döviz mevduatlarını TL’ye geçirildikleri takdirde aradaki fark hazineden, bütçeden ödeniyor. Bütçe nasıl oluşuyor? Geniş toplumsal kesimlerin vergileriyle, aktarımlarıyla gerçekleşiyor. Sabit ve dar gelirlilerden özel tüketim vergisi, katma değer vergisi, gelir vergisi gibi vergilerle toplanan kaynaklar, zengin kesimlere aktarılıyor. 

Bu uygulama aynı zamanda hazine için, gelecek yıllara devreden bir “görev zararı da “oluşturacak. Görev zararı kavramıyla, 80’li 90’lı yıllarda, 2001 krizine kadar çok uğraştık. Beyan edilen kamu dengesi, azine ve KİT’lerin kamu açığı içinde yer almayan, kamu bankalarının görev zararları sonunda toplam kamu açığına eklendi ve büyük bir kamu açığıyla büyük bir krize girdik. Enflasyon ve kurlar patladı. 

Dolayısıyla bu mesele çok ciddi ve önemlidir. Kanun teklifine göre bu konuda da Cumhurbaşkanı bizzat yetkili kılınıyor. Bu düzenlemeyi ancak kanunla yapabiliyorsunuz. KGM uygulamasının yaşadığımız enflasyon fırtınasına ayrıca katkısı olması bekleniyor. Bu kamu açığı doğuracak bir uygulamadır. Aynı zamanda yasal, anayasal ve ahlaki bir uygulama da değil. Uygulamanın etkin olması durumunda enflasyon üzerinde katkısı olacaktır.

Sarayın meclise gönderdiği torba kanun teklifi ilginç bir madde var; o da Merkez Bankası yasasında yapılan bir değişiklik. Yapılan bu değişiklikte de çok muğlak ifadeler var, açıklanmaya muhtaç maddeler var. O kadar panik halinde işler yapılıyor ki düzenlemelerde tutarsızlık, eksiklik ve bilgisizlik hakim oluyor, 2-3 kez değiştiriliyor ve muğlak yazılıyor. Kanun yazım teknikleri yönüyle de ehil ellerden çıkmadığı çok net belli, alelacele alınan tedbirler karşımıza çıkıyor. 

"Merkez Bankası yasasında yapılan bu değişiklik Türkiye ekonomisinin aczini göstermektedir"

Bu teklife göre, Merkez Bankası’ndaki yabancı ülke merkez bankalarına ve ülkelere ait varlıklar haczedilmeyecek. Sonuç itibariyle, “Başka ülkelerin merkez bankalarından T.C. Merkez Bankasına gelen kaynaklara, diğer ülkeler tarafından bu ülkeler için T.C. ye gönderilen hacizler uygulanmaz.” diyor. Diyelim ki A ülkesi Türkiye’de bir mevduat yaptı, alacak-borç ilişkisine girdi. Borç-alacak ilişkisi devam ederken eğer başka bir ülke -diyelim ki B ülkesi- A’ya haciz getirirse “Bu haciz işlemi Türkiye’de uygulanmayacak.” demek istiyor. Yani, “Siz herhangi bir şekilde borç aldığınız, swap işlemi yaparak bir başka merkez bankasından ülkenize para getirmişseniz, bu kaynağa uluslararası çerçevede bir haciz işlemi söz konusu ise buna müsaade etmeyeceğiz.” diyor. Bayağı problemli bir değişiklik; hem siyasi çevrelerden hem de hukuki çevrelerden tepki aldı. 

Siyasi çevreler bunun Katar gibi ülkelere garanti vermek olduğunu, swap yapılan ülkelere garanti vermek nedeniyle getirildiğini beyan ettiler. Ceza hukuku profesörü İzzet Özgenç de diyor ki üü

Muğlak bir madde; birincisi, eğer ülkemize para getiren bir bankaya bir icra takibi söz konusuysa, o ülke çok şaibeli bir ülke demektir, yani tefeci bir ülke demektir. Böyle bir ülkenin Türkiye’ye borç vermesi, swap koridoru açması, istenemez bir durumdur. Zaten o ülke şaibeliyse, o ülkede bir problem varsa, haciz kararı verilen bir banka ya da ülkeyse, bunun parasının Türkiye’ye getirilmesi Türkiye için acizlik belgesidir.

Aynı zamanda Merkez Bankasına gelen ya da gelecek hacze tabi tutulması muhtemel yabancı varlıkları korumak için bu düzenlemenin yapılması, aynı zamanda hacze muhatap ya da olabilecek ülkelerin T.C. Merkez Bankasına güven duygusunun olmadığının göstergesi anlamına gelmektedir. Merkez Bankası yasasında yapılan bu değişiklik aslında Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumun aczini göstermektedir.

Ancak bu düzenleme açıkçası bende başka çağırışımlar da yaptı. Bir şekilde şeytanın avukatlığı yapmak durumundasınız, gazeteci bunları düşünmek zorunda. Mesela ABD’de devam eden bir Halkbank davası var. “Halkbank devlet kuruluşudur, ABD’de yargılanamaz.” tezi çürüdü ve davaya devam ediliyor. Davanın sonunda çıkacak bir ceza var; hem uluslararası finansal sistem dışına çıkarılma hem de parasal bir ceza var. Açıkçası cezanın miktarı üzerinde çok spekülasyon var, 20 milyar Dolar’a kadar cezalar konuşulabiliyor. Konuştuğumuz Merkez Bankası yasasındaki değişiklik, Halkbank davasını aklıma getirdi. Bu madde, davanın muhtemel sonuçları üzerine mi konuldu, bunu açık bir bilgiye dayandırmıyorum, varsayım olarak söylüyorum. 

Ayrıca, ABD’de yaşayan Ermenilerin 1915 olaylarının sonuçlarına ilişkin açtıkları maddi tazminat davaları var. Bu davalar 2019’da sonuçlandı ama 2019’dan sonra Amerikan yasama meclisi, Kongre, Ermeni soykırımını tanıdı. Daha sonra, yeniden bu davaların tazeleneceği gündeme getirildi ki bu davalar T.C. Merkez Bankası ve Ziraat Bankasına açılan tazminat davalarıdır...

ÖM: Evet, tazminat davaları değil mi?

Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Zaman: "Dua edin de bu ürün gerçekten tutsun, oynaklık azalsın"

AB: Evet, bu değişikliğin arakasında bunlar da mı var? Okumalarım bunları da aklıma getirdi açıkçası. Velhasıl ciddi tartışmalı bir madde. Ayrıca iş yapış stili açısından da abuk bir durumda bulunuyor. Ekonomi ağırlıklı olmak üzere meclisi, meclis komisyonlarını takip etmeye çalışan bir kişiydim. Şimdi Merkez Bankası kanununda bir değişiklik yapılıyor ise o komisyona Merkez Bankası başkanı ve yetkilileri gelir ve değişikliği izah eder. Hayır, bu böyle olmuyor; Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu tarafından komisyon üyesi bir milletvekiline bir bilgi notu gönderiliyor, komisyon üyesi bu notu okuyor. Bilgi notunda da biraz önce söylediklerim ikrar ediliyor. Deniliyor ki “Merkez Bankamıza herhangi bir yabancı ülke, banka tarafından gelen kaynağa, başka bir yabancı ülke, banka tarafından haciz getirilirse biz onları korumak zorundayız. Bu nedenle bunu yapıyoruz.” Nota göre pek çok ülke Türkiye’ye teveccüh ediyormuş, “Paramızı Türkiye’ye yatıralım. Getirelim, muhabirlik hizmeti alalım, o kadar iyi banka ve uygulamalarınız var ki size para yatırmak bize itibar katar.” diyorlarmış. “İşte bu gerekçelerle bu düzenlemeyi yapıyoruz.” diyorlar. Notta, Fransa ve Kanada örnekleri veriliyor ama onlara bakma fırsatım olmadı. Sonuç itibariyle böyle bir düzenlemenin getirilmiş olması da kur garantili mevduata ilişkin düzenleme gibi ülkenin ne kadar zor bir durumda olduğunu göstermektedir. Sonuçta fakirden zengine bir aktarım olacak, Türkiye’nin sorunlarını daha da ağırlaştıracak. DÇM’lerin sonuçlarına benzer bir durumla karşılaşma olasılığı çok yüksek. DÇM’lerle bunlar aynı değil, tıpatıp benzer değil. Asıl yabancılar DÇM uygulamasından yaralanıyordu, ancak onun gibi yüksek tahribatlara yol açabileceği endişesini taşıyoruz. DÇM’ler konusunda gazeteci Yalçın Doğan’ın 1980 yılında yayınladığı “IMF kıskacında Türkiye” kitabını konuyla ilgilenenler için tavsiye ederim. Üstadımız, o dönemde genç bir gazeteciyken DÇM’ler meselesini kitabında çok ayrıntılı yazmıştı. Belgeleriyle ortaya koyan bir çalışma.

ÖM: DÇM, yani dövize çevrilebilir mevduat.

AB: Evet, Yalçın (Doğan) beyin kitabını tavsiye ederim. Bende 1980 baskısı bulunuyor, lime lime olmuş durumda. Kur garantili mevduat uygulamasıyla birlikte tekrar DÇM’lere bakmak durumunda kaldık. Ayrıca Maliye Bakanını mecliste göremiyorsunuz, bakan yardımcısı da “Dua edin tutsun ki oynaklık kaybolsun” diyor. Herhalde cuma hutbelerinde de…

ÖM: Murat Zaman değil mi? 

AB: Evet.

ÖM: Hazine ve maliye bakan yardımcısı Murat Zaman böyle bir şekilde konuşmuştu.

AB: Böyle bir ifade kullanıyor. 

ÖM: “Burada oynaklığa neden olan bir yatırımcı tipi var, biz bu yatırımcı tipine bu oynaklığı azaltabilmek için başka bir yer gösteriyoruz. Hani dua edin de bu ürün gerçekten tutsun, oynaklık azalsın.” gibi son derece muğlak bir ifade kullanmış.

AB: Geçtiğimiz sene OECD’nin FATF kararlarını çokça programlarda konuştuk. FATF, yani Kara-kirli Para İzleme Organizasyonunun Türkiye’yi gri listeye aldığını söyledik. Türkiye neden gri listeye aldı? Kara ve kirli para aklanmasında ve terörün finansmanında yeterli önlemler almadığı gerekçesiyle… Şimdi bu bağlamda da Merkez Bankası yasasındaki değişikliğine bakmakta yarar var. Merkez Bankası’nın- hep söz ederiz- bilançosunda net hata ve noksan kalemleri çok önemlidir. Ülkeye giren ve çıkan ancak açıklanamayan işlemleri ifade eden bir kalemdir, böyle bir fasıldır. Dolayısıyla Merkez Bankası yasasındaki bu değişikliğe bu bağlantıda da bakmakta yarar bulunmaktadır. Değişikliğin arkasında çok ciddi problemlerin olabileceğine işaret etmek için bunları söylüyorum. Türkiye’de bugün döviz rezerv sistemi halihazırda swap üzerine kurulu. Çok çok nazik bir durum; yani borç bile değil, taze bir borç gibi değil, geçici kaynaklar üzerine, bu şekilde yaşıyoruz. Bu şekilde brüt rezervlerinizi swaplarla yukarıda tutuyorsunuz, net rezervleriniz ekside… 

ÖM: Bir de swap’ın ne olduğunu bir cümleyle hatırlatırsanız çok iyi olur. 

Türkiye ekonomisi dünya döviz endeksinde sonlarda yer alıyor

AB: Borç takası diyebiliriz. Biz karşı tarafa belli bir faiz üzerinden TL veriyoruz, bizim TL verdiğimiz ülke de karşılığını bize döviz cinsinden belli bir faiz üzerinden veriyor. Vade sonunda taraflar aldıklarını faizi ekleyerek birbirlerine ödemek durumunda, kısa vadeli bir uygulama. Şimdi tam bunlarla uğraşırken, hafta sonu, haber kaynağı bir minik kuş (!), bir arkadaşım Malezya’dan beni aradı. Malezya ekonomisini, iş dünyasını, merkez bankasını bilen bir arkadaşım. Tam bu konulara denk geldi. İktidarın kaynak arayışına örnek teşkil ettiği için aktarıyorum. Meğer iktidar ve Merkez Bankası, Malezya’dan destek-kaynak istemiş! Malezya hükümeti önceki yıllarda Türkiye’ye çok olumlu bakıyordu, karşılıklı yatırım yapan firmalar da oldu. Malezya, Türkiye’yi kırmazdı, ilişkiler iyiydi yani. Karşılıklı sayısız seyahatler olmuştu. Ancak artık, bu ilişki kaybolmuş, Malezya hükümetinin Türkiye iktidarına, ekonomisine, uygulamalarına güven duymaması nedeniyle bizimkiler Malezya’dan eli boş dönmüşler. Tüm bunlar kaynak bulmak için kapı kapı dolaşan, para turlarına çıkan bir yönetim olduğunu bize gösteriyor. Sonuçta bu yöntemlerle ülkenin mesafe alması çok zor. Bir yandan gri listede yer alan bir ülkesiniz, bir yandan pek çok yaptırıma muhatapsınız. Merkez Bankası yasasındaki değişikliğe, ileride daha katı yaptırımlar gelebileceği endişesi ile “Diğer ülkelerden alınan kaynaklara güvence sağlamak için yapılmış olabilir.” de deniyor. 2021 yılında Pakistan’dan bile kötü yerel para kaybı yaşayan bir ülkeyiz. Döviz endeksinde sonlardayız, çok ciddi bir kayıpla kapattık. Meclisteki komisyonda bulunan ve genel kurula inecek olan torba yasada başka şeyler de var ama bu iki husus dikkat çekiciydi.

ÖM: Bu görüşmeler bu hafta başlıyor değil mi?

AB: Evet, evet.

ÖM: Meclis genel kurulundaki görüşmeler. Bir de HDP Milletvekili Garo Paylan da daha yasa çıkmadan uygulamaya başlayan bu düzenlemeye de tepki göstermiş, 1 TL’lik sembolik hesap açtığını ve sözleşmeye aldığını, bunu uygulamanın da bir skandal olduğunu söylemiş. 

AB: Evet muhalefetteki partilerin yetkilileri benzer açıklamalarda bulundular. İktidar “Paranın kaynağına bakmam, hangi ülkeden gelirse gelsin. Ayrıca o ülkeye yaptırım, haciz gelirse de bu kaynaklara dokundurtmam, garanti altına alıyorum” demek istiyor. Ancak arakada başka faktörlerin olabileceği düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Daha ekonomiyle ilgili pek çok konu var, ama son olarak isterseniz yeni Amerikan büyükelçisine değinelim; iki gün önce geldi Türkiye’ye, biraz ondan bahsedelim. Yeni büyükelçi gelir gelmez de kebap yedi.

ÖM: Öyle mi, nerede?

"Yeni ABD büyükelçisi zorlu bir döneme tanık olacak bir büyükelçi olacak!"

AB: Büyükelçi gelir gelmez Ankara’da kebapçıya gitti ve kebabın lezzetinden bahsetti. Jeff Flake, yeni Amerikan büyükelçisi kebapla haber oldu. Yeni ABD Büyükelçisi neden önemli? Yeni büyükelçi, Türkiye’nin demokrasiye geçip geçmeyeceği bir süreçte görev yapacak. 2022 ya da 2023’te seçimlerin olma ya da olmama ihtimalini de içeren, çok önemli durumlara açık iki yılda, zorlu bir döneme tanık olacak bir büyükelçi olacak! ABD -Türkiye ilişkiler çok yüksek gerilim hattında bulunuyor. Kısa bir süre önce Osman Kavala için elçilik müsteşarı organizasyonunda büyükelçiler bildirisi yayınlanmıştı ve bundan dolayı çok ciddi bir gerilim olmuştu. 

Tabii benim merak ettiğim şu: Geçen sene T.C., Amerika’ya büyükelçi atamıştı ve Büyükelçi Murat Mercan bir türlü güven mektubunu başkana sunamamıştı. Sanıyorum iki ay sonra güven mektubu verilebilmişti. Haber yalanlanmasına karşın iddia ediliyor ki güven mektubu Beyaz Saray görevlisine bir lokantada verildi ve bildiğim kadar soruşturma, dava açılmadı. 

ÖM: Bu da lokanta da mı? kebapçıda mı olmuş?

AB: Washington’da lokantada olmuş. 

ÖM: Kebapçı değil?

AB: Değil. Benim merakım ve sorum size şu: Yeni ABD büyükelçisi güven mektubunu ne kadar süre sonra ve nerede verir? Normalde cumhurbaşkanlığı sarayında büyükelçiler güven mektubunu cumhurbaşkanına sunarlar. Şimdi bir mütekabiliyet durumu söz konusu olabilir mi? Size soruyorum Ömer bey ve Özdeş. Güven mektubu kokoreççide, dönercide ya da işkembecide verilebilir mi? Büyükelçinin kabul süreci nasıl gerçekleşecek? Gerçi eski bir cumhuriyetçi senatör, ancak Trump’a karşı çıkmış bir senatör Flake. Türkiye ve ABD’nin arasında devasa sorunlarının olduğu ve sırat köprüsünden geçeceği bir dönemde büyükelçilik yapacak. Sizce uzar mı bu güven mektubu verme süreci? Ömer bey siyasal bilimci olarak size tecrübenize istinaden sorayım.

ÖM: Estafurullah, benim deneyimlerimi biraz aşıyor ama bir önerim var: Trump Tower’da versin!

AB: Aa bu güzel! Bunu çok tuttum, çok güzel! Büyükelçilerin güven mektubu meselesi önemlidir, ilişkilerdeki duruma işaret eder, karşılıklı tavırları anlatır. ABD’nin cumhuriyet sonrası Ankara’ya atanan ilk büyükelçisi Joseph Grew ‘un anılarını okumuştum yıllar önce. 1927 yılında atanmıştı. Anılarını yazan tek büyükelçi de odur. Tavsiye ederim, çünkü o döneme ilişkin de çok önemli bilgiler içermekte bu anılar. Kitaba baktım “Acaba Grew ne kadar zaman sonra güven mektubunu sunmuş” diye. Grew çok da önemli bir adam, Amerika Dış İşleri Bakanlığında müsteşarlık yapmış bir kişiyi büyükelçi olarak Türkiye’ye gönderiyorlar. Karşılık olarak bizden de -sizin de tanıdığınız- Ahmet Muhtar bey gidiyor. Joseph Grew 18 Eylül 1927 tarihinde Türkiye’ye geliyor. 12 Ekim’de -o günkü değimiyle- Gazi hazretlerine Tevfik Rüştü Aras tercümanlığında güven mektubunu sunmuş. Görüşme yaklaşık 25 gün sonra gerçekleşmiş. O dönemde de ABD ile ilişkiler gergin; Ermeni konusu var, Lozan’ın imzalanmaması meselesi var, misyoner okulları meselesi var, çok ciddi sorunlar… Ne diyorsunuz şimdi? Güven mektubunu Trump Tower’da ve ne kadar bir süre sonra sunabilir yeni büyükelçi, lotomuz nasıl sonuçlanabilir?

ÖM: Açıyoruz hesabı! Evet, kestirmek çok zor, F35’ler filan iş çok karışık! Şimdi burada isterseniz bırakalım. 

AB: Bitirelim, bunu da takip etmeye devam ederiz. Kolay gelsin.

ÖM: Çok teşekkür ederiz, hoşçakalın!

AB: İyi günler.

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

AB: Hoşçakalın!