İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na MOBESE takibi

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge, Ekonomi Politik'te gündemdeki İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun MOBESE kameralarıyla takip edilmesi ve cereyan eden doğalgaz krizini değerlendirdi, Türkiye'deki mevcut bürokratik sistemi yorumladı. 

İmamoğlu
Ekonomi Politik: 31 Ocak 2022
 

Ekonomi Politik: 31 Ocak 2022

podcast servisi: iTunes / RSS

(31 Ocak 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar. 

Ali Bilge: merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş, Feryal, günaydın.

Özdeş Özbay: Günaydın…

ÖM: Ayrıca geçmiş olsun diyelim. 

AB: Teşekkür ederim. Sağ olun. Atlatıyoruz. Sizin deyiminizle her canlı Covid’i tadıyor…

ÖM: Peki, bu hafta çok yoğun tabii gene hem Türkiye'de hem de dünyadaki gelişmeler. “Bir ortaya karışık” sizin deyiminizle? 

AB: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın MOBESE kameralarıyla izlenmesi meselesiyle başlayalım. İstanbul Büyükşehir başta olmak üzere, 2019 yerel seçimlerde önemli bir hezimete uğrayan iktidarın geçen iki buçuk yıl içerisinde büyükşehir belediyelerine karşı uyguladığı engellemeler üzerinde duralım. İktidar, büyükşehir belediyelerini kaybettikten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan mealen şunu söylemişti: “Evet, kazandılar ama çalışabilecekler mi? Çalışabileceklerini mi zannediyorlar?” demişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni 800 bin oyla ikinci defa kaybettikten sonra söylemişti. Böylesi değerlendirmeleri zaman zaman tekrar ettiler. Aynı zamanda, ismini hatırlamıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin genel başkan yardımcısı da şunu ifade etmişt: “Bizim için beş milyon kişilik Yenikapı mitingleri artık hayal oldu, bunları yapamayız.” Otoriter iktidar için 2019 yerel seçimlerinde yaşanan yenilgi büyük bir kayıptır. 11 büyükşehir belediye başkanlığının kaybının iktidara açtığı yara büyüktür. Adalet ve Kalkınma Partisi, yerel yönetimlerden yükselen bir parti oldu, aynı zamanda otokrasiye geçiş yolunun döşenmesinde de yerel yönetimlerdeki varlığı çok önemliydi. Çok açık bir şekilde, bizzat cumhurbaşkanı tarafından bunlar söylenmişti: “Görün bakalım çalışabilecekler mi?” denmişti. Zaten perşembenin gelişi çarşambadan belliydi

Ancak konunun esas düğümlendiği yer, şimdi değineceğim konudur, bunu da zaman zaman gündeme getirmiştik. 2012 yılında, yerel yönetimler sisteminde, eski deyimle mahalli idareler kanununda yapılan değişikliklere çok dikkat çekmiştim. 2014 ve 2019 yerel seçimleri bu değişiklikler kapsamımda yapıldı. Türkiye'de mahalli yapılanmada, idari yapılanmada çok önemli değişiklikler oldu; köyler mahalle oldu, 150 kilometre, 300 kilometre ötedeki ilçeler ve köyler, büyükşehir belediye başkanlarını seçmeye, belediye meclis üyelerini seçmeye başladılar. Erdoğan, yerel seçimler sonrasındaki konuşmalarında şunları da ifade etmişti: “Merak etmeyin çalıştırmayız, aslında kazanan biziz, belediye meclisleride çoğunluk bizde”… 

Bu çoğunluk 2012 yılında yapılan mahalli idareler kanunundaki değişiklik sayesinde olmuştu. Merkez dışı bölgeler büyükşehir meclisinde yer alınca çoğunluk iktidar partisine geçiyordu, demokratik bir uygulama değildi ki o zaman, yapılan bu değişiklikler maalesef medya ve kamuoyu temsilcileri tarafından görmezden gelindi, bir yerelleşme hamlesi, ivmesi gibi takdim edildi. O zaman da ikaz etmiştik, bu bir yerelleşme ivmesi değil, merkezileşme ivmesiydi. Aslında yereldeki inisiyatif büyükşehir üzerinde toplandı, mahalli idarenin özü bu şekilde dağıtıldı. 

Aynı zamanda merkezi hükümetin yerel yönetimler karşısında gücü arttı; mesela bir büyükşehir belediyesisiniz, üstüne üstlük belediye meclisinde çoğunluğunuzda yok, önemli temel kararlarda da İçişleri Bakanlığına, Hazine ve Maliye Bakanlığına , Şehircilik Bakanlığına bağlısınız. Dış kredi bulacaksınız, Hazine-Maliye Bakanlığına gitmek zorundasınız, yatırımlar için Şehircilik Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına gitmek durumundasınız. Dolayısıyla merkezi hükümetin çok ciddi baskısı altındasınız, eliniz kolunuz bağlanmış durumda. 

"İBB Başkanının MOBESE kameralarıyla izlenmesi Türkiye'nin içinde bulunduğu vahim bir durumu göstermektedir"

Ayrıca bugün yaşadığımız engellemeler, baskılar, anti demokratik, yasa dışı uygulamalar artık o kadar ileri safhaya vardı ki Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı dahil diğer genel başkanlar, tüm muhalif belediye başkanları telefonlarının dinlendiğini, kendilerinin izlendiklerini açıklıyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının MOBESE kameralarıyla izlenmesi Türkiye'nin içinde bulunduğu vahim bir durumu göstermektedir. Saray rejiminin yerel yönetimler üzerindeki baskısını göstermesi açısından da önemli. Ülkenin gidişatının göstergesi olması açısından, baskı rejiminin ne vahim düzeyde olduğunu göstermesi açısından da çok önemli.

Ancak muhalefetten meselenin kaynağına ilişkin değerlendirme duyamıyoruz. 2012 yerel seçim sisteminde, yerel yönetimler sisteminde yapılan değişikliklere ilişkin neler düşünüyor? Bu sistemi onaylıyor mu, değiştirecek mi?  Nasıl bir mahalli idare sistemi istiyor? Önümüzdeki dönemde muhalefet ve ittifaklar yeni bir Türkiye inşası projesine hazırlanıyorsa, anti demokratik süreçlerden çıkma mücadelesi içindeyse ya da olacaksa, muhalefet sektör sektör, alan alan tüm problem olan konulara ilişkin yaklaşımlarını ortaya koyması lazım, nasıl bir yerel yönetim sistemi, mahalli idareler sistemi üzerinde anlaştıklarını beyan etmesi lazım.Büyükşehir, bütünşehir kavramları; mahalleler, köyler ve idari yapılanmalar, il genel meclisleri, belediye meclislerine açıklık getiren netlik getiren politikaları bugünden açıklamaları lazım.

Biraz önce söylediğim gibi, AKP ve Erdoğan, yerel yönetimlere dayalı olarak gelişti, otokrasinin dayandığı en büyük güç, yerel yönetimlerde olan gücüydü. Hep yerel yönetim kaynaklarını kullandı, imkanlarını dağıttı, çoğunlukla yoksul ve dar gelirliye sosyal yardımları belediyeler üzerinden yaptı, bu şekilde yoksul seçmen üzerindeki illüzyonu sağladı, yoksulların oyları üzerinde sağlanan ipotek, çoğunlukla belediyeler eliyle oldu.30 büyükşehir kapsamında Türkiye nüfusunun %85’i yaşıyor. Dolayısıyla seçmenin büyük çoğunluğu da burada bulunuyor. 2019 yerel seçimlerinde iktidar önemli kalelerini kaybetti. O zamandan bu yana da baskı ve engellemeler devam ediyor. Ancak burada muhalefete çıkan mesaj şudur; yerel yönetimlerde yaşanan problemlerin kaynağını ne şekilde analiz ediyorlar ve nasıl çözümleneceğine ilişkin ne gibi bir politika seti ortaya koyuyorlar? Bu çok önemli.

Geçen haftanın konusu neydi? Sezen Aksu ve Sedef Kabaş’tı. Bu hafta Ekrem İmamoğlu'na MOBESE takibi, belediyelerin çalıştırılamaması meseleleri… Şimdi başka bir konuya geçiyoruz, ancak önce şunların altını çizelim; 2018’de tam teşekküllü olarak otokratik yönetime geçtiğimizde -Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi deniyor buna- yeni rejimin, yeni lokomotifin Türkiye'nin vagonlarını taşıyıp taşıyamayacağını ilk programda analiz etmiştik. Bu lokomotifin, bu sistemin, otokratik rejimin Türkiye'nin sorunlarını çözmesi bir yana, Türkiye'nin mevcut yapılarını taşır mı, ülkenin vagonları bu rejimle taşınır mı, işte bunları analiz etmiştik ve “bu lokomotif bu vagonları taşıyamaz” demiştik. 

Nitekim mahalli idareler, yerel yönetimler vagonu devrilmiş durumda. Ülkenin enerji, eğitim, sağlık vb. tüm vagonları sağa sola devrilmiş durumda. Aslında şunu belirtmeliyiz; otoriterleşme sürecinin başlangıç noktasını geriye taşıdığımızda 2012-2014 mahalli idareler, büyükşehir yönetim sistemindeki değişikliklere kadar gidebiliriz. Neyse bunu bir derkenar edelim. 

Doğalgaz krizi nasıl ortaya çıktı? 

Şimdi geliyoruz Türkiye'nin enerji vagonuna, o da tam savruldu geçen hafta. Çok ciddi bir durum, bir kriz hali. Türkiye enerjide ithalatçı bir ülke. Dünyadaki doğalgaz ve petrol üretimlerine muhtaç bir ülkesiniz. Türkiye'nin birincil enerjide %70 ithalata bağımlılığı var. Petrol, kömür, doğalgaz, yenilenebilir enerji gibi alanları saydığımızda bunlara birincil enerji diyoruz. Bunlardan elektrik üretirseniz, ürettiğiniz elektrik ikincil enerji oluyor. Şimdi birincil kaynaklarda %70 oranında ithalata bağımlısınız. Birincil kaynakların içinde %27.1 oranında da doğalgaz bulunuyor; doğalgazda %99 ithalata, dışa bağımlısınız. Enerjinin tümünde çok ciddi dışa bağımlısınız, doğalgazda fevkalade ciddi bağımlılığınız bulunuyor. 

Durum böyle olunca da enerji politikanızı, vagonunuzu çok iyi yönetmek zorundasınız. Ama bakıyoruz durum hiç öyle değil. Pek çok alanda olduğu gibi hem lokomotif bu vagonları taşıyamıyor -devrilmiş durumdalar- hem de vagonların durumu berbat. Şimdi izninizle sıkmadan birkaç rakam vereyim; biz, doğalgazı İran, Rusya ve Azerbaycan'dan ithal ediyoruz. İran'dan bir boru hattı ile getiriyoruz, Rusya'dan iki boru hattıyla getiriyoruz, Azerbaycan'dan iki boru hattı ile getiriyoruz. Bir de sıvılaştırmış gazlar alıyoruz. Bunları Nijerya ve Cezayir'den alıyoruz. İyi, basiretli demokratik yönetimler tüm bu alımları uzun vadeli kontratlarla bağlarlar, fiyatlarını da ona göre de pazarlık ederler. Türkiye'de oldum olası bu doğalgaz kontratları problemlidir, devlet sırrıdır, açıklanmaz, açık değildir, yolsuzluklara yelken açan anlaşmalardır. Bu nedenle yüce divanlara gidilmiştir. Dolayısıyla doğalgaz alımları, kontratları problemli ve iyi yönetilmesi gereken bir alandır. 

Şimdi, Türkiye kış aylarında günlük 265 ile 300 milyon metro küplük ihtiyacı olan bir ülke. 265’in üstünde bir ihtiyaç olduğu vakit sıkıntı var. İyi tahminle, düzgün uygulamalar ile, iyi yönetimle, ehil insanlarla yönetimle, enerji ve doğalgaz politikasını ayarlamanız lazım. İran boru hattından günlük 28 milyon metreküplük bir alımınız söz konusu. Azerbaycan'dan iki tane boru hattından alıyorsunuz; bir tanesi TANAP, 17.3 metreküp alıyorsunuz bundan, diğerinden de -Bakü-Tiflis-Erzurum hattından- 19 milyonluk anlaşmanız var. İran gazını kestiğinde 28 milyon meteküp gelmiyor, TANAP'ın, Azerbaycan'ın ikinci boru hattından 19 milyon almanız gerekirken 12 alıyorsunuz. Neden 12 alıyorsunuz? İşte burada basiretsiz yönetim, vagonun yönetilmemesi durumu karşımıza çıkıyor, çünkü ikinci boru hattına ilişkin kontratlar yenilenmemiş! Eksikler sadece İran gazı kesmesiyle değil, Azerbaycan gazından da kaynaklanıyor. Aslında Türkiye, TANAP üzerinden iki yere veriyor; hem kendi yıllık altı milyar metreküp alıyor, 10 milyar metreküp de Avrupa'ya veriyor. Kendi güvenliğini sağlamadan öbür tarafa veriyor. Bunun da not edilmesi gerekiyor. 

Rusya'dan gelen gazla da problem var. Rusya'da da özellikle ikinci boru hatlarında yine kontratların yenilenmemesinden doğan problemler bulunuyor. Bu hatların özelleştirmesinden doğan sorunlardan eksik doğalgaz alımı söz konusu. Biz bunu da programlarda dile getirdik; hatırlar mısınız bilmiyorum, biten Rusya doğalgaz kontratını takip etmeye çalıştık. 2021 yılı içerisinde Rusya’daki iki hattan birinin kontratlarının yenilenmesi gerekiyordu, ama bu işler hep böyle devlet sırrı şeklinde cereyan ettiği için kamuoyunda açık, şeffaf bir şekilde ortaya konmadığı için ne alım fiyatlarını ne kontratların hangi koşullarda yapıldığını, sürelerini, kontratların yenilenip yenilenmediğini, hangisinin hangi koşullarda yenilendiğini bilmiyoruz. Bu hatta da problemler var. Kışın sertleşmesiyle tüm bu problemler patladı. Rusya’dan gelen ikinci boru hattı olan Türk akımında günlük kapasite 47 milyon metreküp. Ancak 32 milyon alabiliyoruz; buradan da 15 milyon eksik geliyor, çünkü burada özelleştirmeyle şirketlere devredilen kontratlar bulunuyor. Rusya'nın dev şirketi Gazprom, şirketler ödemeleri yerine getirmediği için gazı kesmiş! 

Dolayısıyla mesele sadece İran’ın hatlarındaki kaçaklık nedeniyle gazı kesmesinden ileri gelmiyor. Bu bir doğalgaz politikasızlığıdır, enerji politikasızlığı ve yönetememe sorunu olduğunu ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin, otokratik yönetimin her alanda ülkeye sorunlar ürettiğini, sistemin döküldüğünü gösteriyor. Yanlışlıklara bir örnek daha vereyim; kısıntı nedeniyle sanayinin elektriğini kesiyorlar ancak AVM'lerin elektriğine kısıtlama getirmiyorlar. Yani bir çözüm üretecekseniz, 500 ‘e yakın AVM var ve bunlar muazzam elektrik harcıyorlar, bunu yapmak için otokrat olmaya demokrat olmaya gerek yok; AVM'nin mi elektriğini kesersin yoksa üretim yapan sanayinin mi elektriğini kesersin! Otokratik rejim sorunları daha da karmaşık hale getiryor. Sorunları çözmeye yönelik acil çıkış planları falan söz konusu değil. Bürokrasi ehil değil ve saraya bağlılığın ölçü olduğu bir bürokrasiye sahibiz. Enerji bürokrasisi de farklı değil. Ülkenin enerji vagonunun hali böyle, bu örnekleri çoğaltmak, sıralamak mümkün. 

"2018’den bu yana dört tane Merkez Bankası başkanı gitti"

ÖM: Tam bu noktada ben bir de şeyi sormak istiyorum; yani gaz denince zaten, özellikle de Paris İklim Anlaşmasına taraf olunduktan sonra -nihayet- verilen taahhütler dolayısıyla kısa sürede, belli sürelerde, başta gaz olmak üzerei, kömür ve gaz olmak üzere yenilenebilir enerjiye transfer edilmesi ve kademeli azaltmak hatta tamamen sıfıra ulaşmak durumundasınız. O konularda da herhangi bir açıklama ve girişim gözükmüyor. O da çok ayrı bir mesele yani. 

AB: Tamamen haklısınız, her alanda manzara böyle. Yerel yönetimlerle ilgili manzara böyle, enerji vagonunun manzarası böyle. Bu durumda muhalefetin yaklaşımı önemli. “Evet, durum böyle, biz meseleye şu şekilde yaklaşacağız ve düzenlemeleri şu şekilde yapacağız.” demeleri lazım. “Türkiye'nin enerji politikasında yenilebilir enerjinin payını önümüzdeki beş yılda Paris Anlaşması çerçevesinde şu seviyeye getireceğiz.” demeleri lazım. Artı, “Ülke içinde yenilebilir enerji konusundaki teknolojiyi şu şekilde geliştirmeyi planlıyoruz.” demeleri lazım. Yani bu sorunun tespit etmek yetmez, muhalefetin çözüm planını da ortaya koyması lazım. Türkiye’de demokrasinin yeniden inşasıyla birlikte, ülkenin bahsettiğim vagonlarının, sektörlerinin; eğitimden enerjiye, adaletten diyanete, din-devlet-toplum ilişkisine kadar topyekûn yeniden inşaat, tamirat, tadilata ihtiyacı var. Hem bu otoriter yönetimden kurtulacaksınız, bir demokrasi inşasına soyunacaksınız hem de tüm alanlarda bozulan durumları, devrilen vagonları düzeltmeye çalışacaksınız. Bunun için de her şeyden evvel çok iyi geliştirilmiş politikalara ihtiyaç var, mutabakatlara ihtiyaç var, toplumsal ve siyasal mutabakatlara ihtiyaç var, kadrolara ihtiyaç var. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden kaçan kaçana. En sadık adamlar bile terk ediyor. Merkez Bankasının başına en sadık adamlarını getiriyorsun, adamın yanlış yaptığını iddia ederek görevden alıyorsun. 2018’den bu yana dört tane Merkez Bankası başkanı gitti. Dört tane de, devlet istatistik …

ÖM: Onda da dört taneydi. 20 ayda dördüncü başkan geldi evet, TÜİK’e. Ondan sonra değişen bakanlar yediyi buldu bildiğim kadarıyla.

ÖÖ: Adalet bakanı en son, tekrar. 

AB:İçinde bulunduğumuz kaotik durum artarak devam ediyor. Gemiyi tabii ki terk edenler de çoğalıyor. Pasta büyük iken fazla ses çıkmaz. Pasta küçülünce, başta sizi destekleyen büyük şirketler, holdingler yavaş yavaş terk etmeye başlarlar, çünkü kendilerinin durumlarının zora gireceğini düşünürler. Sisteme akan su azalınca sorunlar artar. Büyük havuzlar, ortanca havuzlar, küçük havuzlar… Birbirini takip ederek çalışır havuz sistemi; alt teşkilatlara, ilçelere kadar yayılan bir menfaat düzeni içinde çalışır sistem, herkes payını alır. E şimdi bu havuzun suyu azaldı. Eskiden bolca dış kaynak geliyordu, gelen kaynaklarla da havuz sistemi çalışıyordu; Türkiye’de kamu harcamalarıyla, ihalelerle, adrese teslim ihalelerle yeni bir zengin sınıfı -yerelde ve merkezde- yaratılmaya çalışıldı. 

Nitekim en son Kılıçdaroğlu da bu örneklerden birini açıkladı; yeni bir zengin sınıfı yaratılırken buna paralel olarak iktidarınızı sürdürebilmek ve desteklemek için paramiliter güçler, troller, mroller yapılandırıldı. Ama bu sisteme biat edenlerde de çözülme oluyor, anlaşılan onlar bile dayanamıyorlar. Otokrasilerde önce iki tür insan tercih edilir; sadık olması bir, ikincisi bilgili olması. Bir süre sonra bilgili olmasından vazgeçiyorsunuz; “sadık olsun, dediklerimi yerine getirsin” diyorsunuz. İşte bunun örneklerini de görüyoruz. Bilen adam bir süre sonra ben lidere sağdığım ama “bunlar çok saçma” diyor, ayrılmak durumuyla karşılıyor. “Bu tünelin ucu çok karanlık, ben ufak ufak gitsem iyi olur.” diyor.

Türkiye bürokrasisinde "kaht-ı rical" sorunu

Osmanlı'da bir deyim var “Kaht-ı rical” sorunu diyor; devlet yönetiminde muteber adam kıtlığı anlamına geliyor, yetişmiş eğitimli insan kıtlığı. Şimdi bu saraya filan baktığınızda durum vahim. Bürokrasiyi de çok uzun yıllardır, özellikle de ekonomi alanı olmak üzere takip ederim, bir anlamda kim kimdir, ne nedir, ne tür bir performansla gelmiştir? Otokraside durum daha vahim…

Bu ülkede kaht-ı rical her daim söz konusudur. Türkiye'de yetişmiş insan gücü azdır. Var olanı da iktidarlar değerlendirmezler. 

Şimdi aklıma geldi, rahmetli Çetin Altan, İsmet Paşa'ya soruyor:“Paşam, cumhuriyetin ilk yılları iyi gidiyordu ancak bir süre sonra işler kötü gitmeye başladı. Neden?” diye. İsmet İnönü, “Bak Çetin, biz bakanlar kurulu toplantısı yaparken İstanbul treni geliş saatinde istasyona bir adam gönderirdik, ‘gravatlı olanını al getir’ derdik, bunları bürokrat yapardık.” diyor. Bürokraside yetişmiş insan gücü -değerlendirmesini bilmezlik ayrı - yeterli değildi. 

Uzay sanayinin başına hiç ilgisi olmayan insanları getiriyorsunuz, aileden insanları atıyorsunuz, damadınızı ekonominin başına getiriyorsunuz, devlet ve aile yönetimi birbirinin içine girmiş vaziyette Ayrıca bir süre sonra hem haremde hem de enderunda güç kavgaları başlıyor. İnsanlar bu tür otokratik yapılarda birbirini takip etmeye başlıyor, birbirini izlemeye başlıyor. Nitekim adalet bakanı da İmamoğlu’nun MOBESE ile takip edilmesine “FETÖ usulü” dedi değil mi?

ÖM: Evet, adalet bakanı. Yani o çok önemli aslında, çünkü Abdülhamit Gül'ün ayrılma gerekçelerine Deutsche Welle Türkçe ulaşmış; “Türkiye polis devleti oldu.” demiş. Bu son derece çarpıcı bir açıklama. Ayrıca da yargıdaki “İstanbul grubu” diye adlandırılan grubun kendi başına hareket etme girişimiyle “İnsan hakları eylem planı uygulansın.” demişti. Onu da hatırlayacağız, konuşmuştuk. Onun uygulanmaması da onu rahatsız eden konuların başında geldi diyor. Buna ilaveten ben bir de şeyi eklemek istiyorum Ali Bey, sizin de yakından ilgi alanınıza giren Merkez Bankası denetim yönetmeliği değişmiş -Gazete Duvar’ın bir haberiydi bu da- ve denetim raporları iade edilebilecekmiş, liyakat kaldırılmış. Merkez Bankası'nda artık liyakat esası kaldırılmış. Bu da çok çarpıcı bir başka yeni haberdi. 

AB: Liyakatla ilgili düzenlemeler Merkez Bankası içerisinde çok önce başlamıştı. Başkanın ekonomi eğitimi alması esastı. Bu maalesef Ali Babacan - herhalde bugün Ali Babacan da saçını yoluyordur- döneminde sarayın baskısıyla değiştirildi. Sarayın başkan yapacağı kişi bu özellikleri taşımıyordu, ekonomi eğitimi yoktu, dış ilişkiler ve kamu yönetimi eğitimi yapan bir kişiydi, adını unuttum şimdi. Bu kişi için yasa değiştirilmişti. Bir süre sonra onu da görevden aldı Erdoğan. Merkez Bankasında o kadar anormal değişiklikler oldu ki… 

Bürokraside iki yerde çok teknik bilgili adama ihtiyaç vardır; bir tanesi Merkez Bankasıdır, özellikle belli alanları çok önemlidir. Ödemeler dengesi masasına, para piyasalarına, Diyanet İşlerinden birini, bir imamı getiremezsiniz, yapamaz, bilmez adam yani. Aynı zamanda Dışişleri Bakanlığında da. Şimdi ekonomi dahil tüm bürokrasi altüst olmuş vaziyette. 

"Muhalefetin iki tane ajandası olmalı..."

Yeni Türkiye inşası, devrilen vagonların inşası demek, tek tek sektörlerin, yapıların, alanların inşası demek. O kadar çok sorun birikti ki yeni inşa yıllar alır. Elbette, bir de yeni inşada buralarda görev alacak insanlar da çok önemli.Türkiye'de, Avrupa Birliği standartlarında içişleri bakanlığı, jandarma teşkilatı, emniyet genel müdürlüğü yapmak mevcut kadrolarla hiç de kolay olmasa gerek. Böylesine iç içe geçmiş yapılar varken… Yine karanlık bir tablo her zaman olduğu gibi çiziyoruz ama bugünden muhalefeti de ikaz etmeliyiz.

Muhalefetin iki tane ajandası olmalı: Birincisi, kendi ajandası; ikincisi, iittifakla ilgili ajandası. Bu ikisi birlikte olmalı, iki ajandayla birlikte yürümek gerekiyor. Ülkenin yeniden inşası için bunlar gerekli. İttifak mevzusu bizim temel alanlarımızdan biri oldu hep. Çok alan var düzeltilmesi, inşa edilmesi, tamir edilmesi gereken... Bu nedenle ittifakın muhalefetin çözüm dosyalarını ortaya koymaya bugünden başlaması lazım. En azından toplumsal moral açısından çare dosyaları üretmek önemli, topluma hazır bir muhalefet olduğunun hissettirilmesi önemli. Türkiye inşası elbette anayasa değişikliğiyle başlayacak, ancak yetmiyor; anayasa ile birlikte, yani rejimin demokratikleşmesiyle birlikte, yani vagonları çekecek bir lokomotifin devreye girmesiyle, sıra vagonların tamirine gelecek; eğitimden iklim sorunlarına, diyanetten enerjiye, sağlıktan yerel yönetimlere kadar. Bugün bu yönetim, bu rejim dökülüyor ve rejim döküldükçe sertleşiyor, örneklerini de görüyoruz. İktidarın daha da sertleşeceğini bekleyebiliriz. 

ÖM: Bir son dakika haberi olarak verebilirsek; bu işçi hakları meselesinde Gebze'deki Far Plus fabrikasına polisin girdiği haberi verildi; sendikal hakları için, yine işten çıkarılan arkadaşlar için eylem yapan işçilerin kendilerini fabrikaya kapatmaları üzerine Birleşik Metal İşçilerine, polis müdahalesiyle bir sürü gözaltı haberi geldi.

ÖÖ: İki yüz. 

ÖM: Evet, akıllı iş değil yani. Bu da Bianet’ten aldığımız bir son dakika haberi. Yani sosyal medyada söylüyordu Özdeş ama sosyal medyaya tam güvenemediğimiz için bekledik. Şimdi Bianet’te ayrıntılı olarak yayınlandı bu.

AB: Yani zaten greve, toplu sözleşmeye, işçi hareketine düşman bir iktidar var. Erdoğan Ne demişti? “OHAL’den niye şikayet ediyorsunuz? Grevleri yasakladım.” demişti özel sektöre. Ayrıca onun döneminde Türkiye'de haklar mücadelesine getirilen engellerin haddi hesabı yok. 

ÖÖ: Ama herhalde öngörmedikleri bir şeydi %40, hatta %50 asgari ücreti arttırmaları. Böylelikle tepkinin azalacağını düşüyorlardı. Son bir ayda her yerde işçi eylemleri var. %40’tan aşağıya zam kabul etmiyor hiçbir yerde işçiler.

AB: Özel sektör az paraya işçi çalıştıramıyor. 

ÖM: Evet, %40 yapmıyor yani. Evet, burada süreyi maalesef bitirdik. Bu çok etraflı konuları konuşmaya devam edeceğiz tabii. 

AB: Kolay gelsin sizlere. 

ÖM: Çok teşekkürler. 

AB: Hoşça kalın. Sağ olun. Teşekkür ederim.