Erdoğan'ın ABD gezisi ve kayyım kararı

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'nin Ekonomi Politik köşesinde Ali Bilge'yle kayyım kararları, Barolar Birliği seçimleri, Suriye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD gezisi.
 

Fotoğraf: Reuters
Ekonomi Politik: 18 Kasım 2019
 

Ekonomi Politik: 18 Kasım 2019

podcast servisi: iTunes / RSS

(11 Kasım 2019 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın Ali bey!

 

Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Can, günaydın Selahattin, merhabalar!

 

Can Tonbil: Günaydın Ali bey! Merhaba, sabah şerifleriniz hayırlı olsun efendim.

 

AB: Sizin de efendim, hepinizin.

 

ÖM: Ekonomik durumla mı giriyoruz, nasıl durum?

 

AB: Önce HDP üzerine devam eden baskılar üzerine konuşalım sonra ekonomik meselelere değiniriz. Kürt siyasi hareketi üzerine artan baskılara her gün tanık oluyoruz. Aylardır her türlü engellemelerle karşılaşıyorlar, ablukalar, kayyım atamaları, milletvekillerinin açıklama yapmalarının bile önüne geçiliyor. Eskiden Kürt siyasi hareketine, cumhuriyet başsavcısı dava açar ve kapatma yoluna gidilirdi. İç devlet, devlet politikası genelde bu tür engelleme eğilimi içerisindeydi. O yüzden de 1991’den bu yana, 8 tane parti kuruldu, isimlerini biz bile hatırlayamıyoruz.

31 Mart ve 23 Haziran seçimleri için ne diyorduk? “yerel seçimler kapanmakta olan Türkiye demokrasisi için, kapıyla eşik arasına konulan bir ayaktır, eğer seçim sonuçları muhalefet lehine olursa kapı aralığı açılır ve demokrasiyi daha fazla yaşama imkanı bulabiliriz, demokrasinin genişlemesi için bu seçim bir fırsattır”. Nitekim İstanbul’da iktidarın oyunlarıyla 2 kez seçim yaşandı, İstanbul dahil önemli ve büyük şehirlerde Kürt siyasi hareketinin de desteğiyle ittifakın ve ana muhalefetin adayları seçimleri kazandılar. Bu durum Türkiye’ye bir nefes aldırttı ama iş bitmiyordu, çünkü mesele bir anayasa meselesiydi, rejim meselesiydi, yapılan ittifakın HDP’yi de içine alacak bir formülasyon içinde genişlemesi gerekiyordu, memnuniyetsiz AKP’lilerin ve muhafazakarların kurmakta olduğu partileri de kapsayacak bir şekilde ittifakın güçlendirilmesi gerektiğini savunmuştuk.

Ancak geçen sürede, 31 Mart yerel seçimlerinde HDP’nin kazandığı Büyükşehir ve diğer Belediyelere yeniden kayyım atamalarıyla karşılaştık, Suriye’ye yapılan harekat tezkeresiyle karşılaştık. Kayyımlar ve tezkere ile yerel seçimlerle genişleyen demokrasi kapı aralığı yeniden daraltmaya başladı, biraz olsun kazanılan demokrasi toprakları yeniden kaybedilmeye başlandı. Kayıpların nedeni ana muhalefetin iki konuda gösterdiği tavırdı. Kayyım atamalarına duyarsız kalınması, sessiz kalınması ve ‘Barış Pınarı’ harekâtına destek verilmesi, harekâtın desteklenmesi genişleyen siyasi alanı daralttı demokratikleşme umutlarını azalttı. Ana muhalefet partisi CHP’nin, seçilmişler yerine atanmışlar karşısında pasif tutumu ve askeri harekatı desteklemesi kayyım atamalarını hızlandırdı, 15 belediyeye ulaştı sanıyorum. Seçilmişler yerine yeniden kayyım atamalarının yapılması ile artık Türkiye’de seçimlerin bir şey ifade etmediği kanısı kabul görmektedir. Ağırlıklı Kürt seçmen olmak üzere, Kürtlerden ve Türklerden 6 milyon oy alan, TBMM’nin üçüncü siyasi partisine uygulanan baskıcı, demokrasi ve hukukla hiç ilişkisi olmayan politikalar, yani seçimle gelenin iktidar tarafından hukuksuz bir şekilde görevden alınması, seçimlerin anlamsız olduğu üzerine bir sonuç ortaya koymaktadır.

Zaten tek başına seçimlerin yapılmış olması da demokrasi olduğu anlamına gelmemektedir. Kayyım atamaları ile siyasi alanın daralması, zaten sınırlı ölçüdeki demokrasinin tamamen ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Türkiye’de Kürt sorunu ile demokratikleşme sorununun iç içe geçmiş konulardır. Ana muhalefetseniz, üstelik sosyal demokrat olduğunuzu iddia ediyorsanız Demokrasinin genişlemesine yol açmak istiyorsanız, Kürtlere ve Kürt siyasi hareketine kafanızı çevirmek, bakmak durumundasınız. Ana muhalefetin HDP’ye ve ülke içi ve dışındaki Kürtlere izlediği bu tavır, siyasi alanın daralmasına, 31 Mart ve 23 Haziran kazanımlarının da berhava olmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de bir ana muhalefet sorunu bulunmaktadır, bir CHP sorunu bulunmaktadır. Nasıl bir ana muhalefet? Nasıl bir CHP? Nasıl bir demokratik ittifak?

Ana muhalefet CHP’yi analiz eden pek çok program yapmıştık geçmişte. Eski programlardan esinle öncelikle şunu söylemek pek mümkün. CHP’nin içinde bir ‘askeri kışla’ bulunuyor, CHP içindeki ‘kışlayı’ bir türlü sivilleştiremiyor, dolayısıyla Kürt sorununu anlayamıyor , Kürt sorunu analizi demokrasiyi kapsayacak bir biçimde gelişemiyor. Dolayısıyla refleksleri iktidar refleksiyle örtüşüyor. Nitekim, geçen hafta Afrin üzerine Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklama ibret verici bir açıklamaydı. Konuşmasında “iktidarın Suriye politikasını onaylamıyoruz” diyor, aynı konuşmada “Afrin’de askerlerimiz büyük hizmet götürüyor Suriye halkına” diyor.

 

ÖM: Evet o konuda da bayağı ciddi bir problem var çünkü çeşitli raporlarda uluslararası kuruluşların bu konuyla ilgili, bayağı saygın uluslararası kuruluşların raporlarında da orada insanlık suçları da dahil, savaş suçları işlendiğine dair özellikle Türkiye’nin de desteklemiş olduğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Suriye Milli Ordusu gibi kuruluşların bayağı ciddi suçlar işlediğine dair soruşturma açılmasının gerekli olduğuna dair de açıklamalar birbiri ardından geldi doğrusu.

 

AB: CHP’nin tarihine baktığımızda, tabii bu parti kurucu irade, 1923 sonrası 38’e kadarki evrede Kürt politikası malum, o politikanın belirleyicileri unsurları Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’dür. Daha sonraları da devlet ve asker CHP’dir, İsmet İnönü CHP’dir. Zaten 1938 sonrası Kürt sorunu diye bir sorun ağıza alınmaz. İsmet İnönü’den Ecevit’e oradan Erdal İnönü’ye, Deniz Baykal’a ve Kılıçdaroğlu’na doğru CHP’nin Kürt yaklaşımını irdelediğimizde; Bülent Ecevit 1970 yıllarda, 73’te ve 77’de bölgenin Kürt temsilcilerini CHP’ye önemli ölçüde katmıştı. Oğul İnönü 1991’de, Kürt siyasilerini SHP’den aday göstermişti, buna fırsat vermişti. Sonrasındaki malum parlamentodan onların hapse gitmesine engel olamamıştı. Sonrasında gelen Baykal ve Kılıçdaroğlu çizgisi, 1990’ların ortasından itibaren CHP’nin Kürt yaklaşımı katı iç devlet çizgisinde oldu, Erdal beyin gösterdiği cesaretin zerresini gösteremediler. Biz aslında daha önce CHP’ye ilişkin özel programlar da yaptık. Bakın 2003 yılında bir program yapmışız, onu buldum Ömer bey, biraz da nostalji oldu. CHP genel başkanı Baykal ve danışmanı Onur Öymen diyor ki -o sırada AB demokratikleşme paketleri var- “bu kadar demokratikleşme yeter!” diyor, hatırlarsanız.

 

ÖM: Evet konuşmuştuk.

 

AB:“6.paket tamam da, 7.pakete gerek yok” diyor, “MGK’nın yetkilerini çok daraltmayalım, adaylık süreci başladığında Portekiz ordusunun rejime müdahale etme yetkisi vardı” diyor. İşte CHP budur, yani içindeki ‘kışla’ budur! CHP çok uzun süre zaten Kürt meselesiyle ilgilenmedi, onu tamamen askere devretmiş bir durumda oldu. Şimdi de iktidar dümeninde devam etmekte.. Hem Suriye politikasını onaylamıyorsunuz, onu yerden yere vuruyorsunuz, hem de aynı zamanda Afrin’deki durumu başarılı bir durum olarak destekliyorsunuz…!

 

ÖM: Ben de ufak bir parantez açayım. Fehmi Taştekin’in Gazete Duvar’da 7 Kasım tarihli bir yazısı vardı “İdlib yine az çok konuşulan bir bölge ama Afrin’e sıra gelince beka sorunu ve ulusal güvenlik argümanıyla her şey bir anda karartılıyor” diye başlıyordu, yani kırmızı hat devreye giriyor “devletin âli çıkarları, menfaatleri fısıldanıyor, TSK’nın yedeğine takılan cihatcı cümlenin uluslararası suçlarına dair gerçeğe dokunanlar ihanetle suçlanıyor” demiş ve “Kılıçdaroğlu’nun da orada ‘Suriye halkına olağanüstü hizmetler götürüyorlar, fotoğraflarını gördüm, bana bilgi verildi’ dediğini” ve şöyle eklediğini söylüyor, “askerlerimiz çekilseydi bu hizmetlerin tamamı yok olacaktı” diyor. Sonradan da Taştekin kendi oradaki çalışmalarında gazeteci olarak yaptığı çalışmalarda kendisine mihmandarlık yapmış olan daha önce tanıdığı çeşitli Arap, Suriyeli ve Kürt kişilerle de yaptığı konuşmaları naklediyor. Başta Muhammed Kemal’in diye birisi daha önceki seyahatlerinde mihmandarlık yapmış, bütün ailesinin Afrin’den kaçtığını, sonradan babanın terk etmek istemediği için yollarda filan öldüğünü anlatıyor. Çok sayıda tanıklık var bu 136 bin mesela BM’e göre Afrin’den kaçanların sayısı. Ayrıca Arap-Kürt uzlaşısı için didinirken öldürülenler var Tel Abyad’da, Bağdat’ta, "mihmandarım sokak ortasında katledildi, coğrafyayı yaşadık, anlatacaklarımızı bitirmeden yenileri birikiyor” diyor, “sonuçta da Afrin yağma, gasp, cinayet, kayıp, yıkma gibi suçlarla kabarmaya devam eden bir sicil defteri, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin 2018’de bir askeri grubun bir binayı, bir çiftliği, hatta tüm köyü özel mülkiyetine geçirmesi için bir kutu sprey boya yeterli demesi haksız değildi” diyor.

 

CT: Ben de bir ufak ekleme yapabilir miyim genel tablo ile alakalı olarak?

 

ÖM: Bir de şunu ekleyeyim “zeytinlikler ve ormanlar yağmalanıp yakıldı, zeytin, patates, soğan da artık milli mal sayıldı, yağmanın yasallığı, yani zeytinyağından başlayarak sabun ve prinaya kadar yani zeytin küspesine yağmanın zararları 20 milyon dolarları filan buluyordu” diyor. Bir de arkeolojik eserler de yağmalanıyormuş.

 

CT: Hepsi var, Irak’taki savaşta da var. Ben biraz genel olarak bahsetmek istiyorum, çünkü bu tip yazılarda, yani genellikle önümüze çıkan yazılarda tek bir operasyona ve tek bir savaşçının büyük cephesi var, bu cepheye sadece tek bir alana odaklanıyor ama savaşın başladığı tarihten yani 2011 senesinden Mart 2018’e kadar tutulmuş olan rakamlara göre gene aynı şekilde Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin verdiği raporlara göre 511 bin insan hayatını kaybetmiş durumda, çoğu da sivil. Sadece yurt içinde yani Suriye toprakları içerisinde 6.6 milyon insan evlerini terk etmek zorunda kalmış. 5.6 milyon insan da evlerini ve ülkelerini terk etmek zorunda kalmış. Büyük olan kısmına baktığınız zaman rakamların çok çok daha büyük trajedilerle ve durumlarla da karşılaşıyorsunuz. Bunu unutmamak gerekiyor, bu büyük bir parça aslında biraz önce anlattığınız Afrin’deki Hüseyin Taştekin tarafından anlatılan. Ve yüzbinlerce insan aynı zamanda ya da onbinlerce olabilir tekrardan kontrol etmem lazım, yanlış bir şey söylemeyeyim, alındıkları cezaevlerine konulduktan sonra işkencelerden geçirilip ardından aileleri tarafından kim olduğu bilinmeyen ve aynı zamanda nerede olduğu bilinmeyen bir duruma doğru sevk ediliyorlar, gönderiliyorlar. Yani bizim şu andaki Cumartesi annelerinin peşinde olduğu, kendi evlatları ve akrabalarıyla alakalı durumun benzeri aynısı belki de oradaki Suriye’deki aileler tarafından yaşanıyor. Onbinlerce insan ya da kontrol etmem gerekirse yüzbinlerce insan şu anda nerede olduğu bilinmiyor, faili meçhul bir şekilde yaşıyorlar ya da yaşıyorlarsa.

 

ÖM: Evet, “Afrin’deki suçlu tayfa Tel Abyad, Resulayn ve Tel Emir taraflarında klasik icraatını sürdürüyor, milli güvenlik meselesi efendim, yağmanın, talanın, infazın hesabı mı olur? Lakin savaş suçudur” diye bitiriyor yazısını. “İnsanlığa karşı suçtur bunlar, hukuk bilene hak belleyene” diyor, ciddi sorun olabilir ileride.

 

CT: Evet evet.

 

AB: Tüm bu yaşananlara karşı ana muhalefet partisinin yönetimi ve liderinin takındığı tavır da işte bu. Kayyım atamalarına sessiz kalıyorsunuz, seçilmiş insanların görevden alınmasına sessiz kalıyorsunuz, Suriye’ye yapılan insanlık suçu kapsamında görülen harekatları destekliyorsunuz. İktidar dümenine göre belirlenen paralel politika neye yol açıyor? CHP’nin kendi kazanımlarını da ortadan kaldırıyor, siyasi alanın daralmasına ve demokrasinin kırıntılarının da yok olmasına yol açıyor. Bu ilişkiyi göremeyen, görmek istemeyen bir ana muhalefet bulunuyor.

İstanbul seçimlerinin iki kez (31 Mart ve 23 Haziran) büyük bir farkla kazanılması, 31 Mart’ta önemli büyük şehirlerin muhalefete geçmesi sonucu kazanılan siyasi ve demokratik mesafeyi, ana muhalefet CHP’nin, bu kadar kötü bir şekilde berhava etmesinin nedeni; HDP belediyelerine kayyım atanmasına karşı gösterdiği kayıtsızlıkla iktidarı onaylaması ve Saray'ın Suriye harekatlarına destek vermesidir. 23 Haziran’da siyasi alanın genişlemesine yol açan başarılı durumu daraltmaya dönük hamlelerle, bugünkü duruma gelindi.

Diğer dikkat çekmek istediğim hususta şu, Kürt sorununda bir üçgen bulunuyor. CHP’nin liderliği ve yönetimi , Barolar Birliği Başkanlığı ve yönetimi , üçüncü de belli Saray.. Kürt meselesi, kayyım atamaları, Suriye’ye harekât tezkereleri gibi konulara baktığımızda bu üçgeni görüyoruz, ortaklaşama olduğunu görüyoruz. HDP üzerine kurulan baskıların arka planında böylesine bir dayanışmanın olduğunu görüyoruz. Kürt siyasi hareketi üzerindeki baskılar, kerteriz alınan noktalarla yapılan bir ittifakla devam ediyor.

12 büyük baro - üyelerinin hepsini topladığınızda barolara kayıtlı olanların %95’ı ediyor neredeyse- olağanüstü genel kurul istedi geçen haftalarda. Bu genel kurul talebi Barolar Birliği başkanı ve yönetimi tarafından hukuka aykırı biçimde kabul edilmedi. Türkiye’nin hukuk ve demokrasi ortadan kalktığı bir ülke olduğunun altını sürekli çiziyoruz. Hukuk devletini en çok savunan kesim barolar, malum hakim savcıların büyük çoğunluğu yürütmenin iradesine geçmiş durumda. İktidarın, yürütmenin emrinde olan bir yargı sistemine sahibiz. Barolar halen ayakta kalan hukuka ve demokrasiye saygılı yegane kuruluşlar ama Barolar Birliği başkanı ve yönetimi, tek adam rejimini barolarda uyguluyor, başkanın ve yönetimin kerteriz aldığı nokta Beştepe’deki saray. 12 baronun genel kurul talebinde, “Barolar Birliği yönetimi değişmeli çünkü iktidar dümeninde yol alıyorlar” diyor. Baroların genel merkeze yaptığı itiraza ve Genel Kurul taleplerinin hukuksuz bir şekilde ret edilmesine karşı ana muhalefetten hiçbir ses duydunuz mu siz? Kılıçdaroğlu Barolar Birliği’ndeki bu duruma işaret eden bir açıklama yaptı mı? Ben görmedim, tabii atlamış olabilirim.

 

ÖM: Ben de görmedim.

 

AB: Sizin ana muhalefet olarak tavrınız nedir? Türkiye’nin en önemli hukuk ayaklarından biri barolar, Türkiye Barolar Birliği dünyanın da en büyük barolardandır. Ne diyorsunuz tüm bu hukuk dışı gelişmelere? Dolayısıyla bu üçgen, üç nokta önemli , CHP yönetimi, Barolar Birliği yönetimi ve Saray! Ortaklaşma alanı da; HDP, Kürt siyaseti ve Suriye harekatları. Harekâta desteği bizzat sınıra giderek Barolar Birliği başkanı verdi değil mi? Otelden dürbünle çatışmayı izledi orada.

 

ÖM: Bir de çok önemli bir açıklama yaptı “belli durumlarda da sivillerin korunması şartı da yoktur” diye bence uluslararası insanlık ve savaş suçunu teşvik eden

 

AB: Bu bir hukuk adamı yani!

 

ÖM: Tam değimi hatırlamıyorum ama “sivillerin korunması zorunluluğu ortadan kalkar” gibi bir laf etti, inanamadım yani!

 

AB: Hukuki alanı daraltan Barolar Birliği yönetimi oluyor, öbür tarafta ana muhalefet, “kayyım atamaları bizi ilgilendirmez, ayrıca tezkereye de evet veriyoruz, Afrin de güzel şeyler oluyor” diyor. Yerel seçimler sonucu kazanılan alanlar bu şekilde de berhava oluyor. Siz tezkereye oy vermeye başlayınca, kayyıma atamalarına karşı çıkmayınca, 3 kayyım, 5 kayyım, 10 kayyım, 15 kayyıma çıkıyor ve seçimlerin bir anlamı kalmıyor.

 

ÖM: İki şey daha ilave edeyim, bu Barolar Birliği’nden olağanüstü genel kurul çağrısına red kararını Bianet’te ilginç bir analiz de vardı, sadece net olarak reddetme sebebi Barolar Birliği’nin seçim taleplerini hukuka aykırı olduğunu söylüyorlar. Şöyle bir açıklama var “her ne kadar sayıya ilişkin şekil şartı gerçekleşmiş olsa da, yani bu talep gerçektir, şekil şartına uyulmuştur ama 1136 sayılı avukatlık konuna ve yerleşik içtihada göre olağanüstü genel kurulun seçimi yapılabilmesi sadece ve sadece başkanlık makamının boşalması durumunda olabilir. Dolayısıyla seçim talepleri hukuka aykırıdır” diyor. Bu benim şahsen hayatımda rastladığım en hukuka yani acayip açıklamalardan biri. Hukuka aykırı mı?!

 

AB: Ağzımdan aldınız, ben de bunu kalın bir şekilde çizmiştim, gerçekten ne diyeceğini bilemiyor insan; ibretlik yani, bu garip açıklama inanılır gibi değil

 

ÖM: Barolar Birliği CMK komisyonu yürütme kurulu üyeliğinden istifa eden avukat Erkan Şenses de bunu söylemiş “10 baro çağrıyı yaptığı taktirde Türkiye Barolar Birliği olağanüstü genel kurulu toplamak zorunda” demiş. “Nedenlerini tartışmak o Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulunun görevi değildir. 60 gün içinde de idare mahkemesine dava açılabilir” diyor. Yani Barolar Birliği’ne karşı da idare mahkemesine karşı dava açılması gibi daha da acayip bir durumla karşı karşıya kalacağız herhalde.

 

AB: Maalesef bütün bu gelişmeler siyasal alanı, legal alanı ortadan kaldıracak derecede zorlamalar, çok yüksek bedelleri sonuçları olabilecek tasarruflar. Bu nedenle bizim en önemli gündem maddemiz olan ana muhalefet olmalı. CHP’nin Genel Kurulu var 2020 yılında, ilçe ve iller yapılıyor yapılacak, tüm bunlar genel kurullarda gündeme gelecek mi getirilecek mi? Bilmiyorum ..

 

ÖM: Türkiye’nin üçüncü büyük muhalefet partisi HDP’nin, yani 6 milyon oy almış ve kayyımlar bir yana İstanbul cumhuriyet başsavcılığı tarafından yeni bir soruşturma başlatıldı HDP eş genel başkanı Pervin Buldan ve Sezai Temelli hakkında. Üçüncü olağan kongresinde yaptığı konuşmalar nedeniyle yani kongrede, olağan kongrede yapılan konuşmalar nedeniyle soruşturma başlatılıyor. Nedir? Terör örgütü propagandası yapmak suçu. Bu hakikaten artık insanın bütün sınırlarının zorlandığı düşündüğü bir an, HDP eş genel başkanı Sezai Temelli de “Kürde mermi Türk’e siyanür düştü. Bu halk savaş istemiyor, bugün planlanan bütçe halkın bütçesi değil sarayın bütçesidir” diye bir konuşma yapmış.

 

AB: Erdoğan Amerika’ya gidiyor, yolda, dün akşam açıklamalar yaptı, masanın üstünde konuşulacak çok ciddi konular var. 1 ay önce masanın üzerinde 100 milyar Dolar’a çıkarılacak ticaret hacmi vardı. Uçurdular hedefleri 20 milyardan 100 milyar dolara çıkartacağız nutukları atıldı, daha yeni Eylül ayıydı , ticaretin artırılması gündemdeydi. Şimdi neler var? Ermeni soykırımı, S400 alımı, yaptırımlar, Suriye harekatı, Halk Bank dosyası, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın malvarlığının araştırılması vbg çok konu var…

 

ÖM: Erdoğan’ın korumalarının Washington’da protestoculura yönelik müdalesinin detayları da The Hill dergisi tarafından yayınlanmış Amerikan haber sitesi. Çok acayip, gizli servis çalışanlarından biri korumaların Türkiye’ye dönüşünü “meslek hayatımda gördüğüm en hızlı gidiş” sözleri, yani kaçmışlar. Bu adamlar kontrolden çıkmış diyorlar bir hukuk bürosu 5 protestocusu temsil eden. "Bu dava Amerikan vatandaşlarının anayasal haklarını kullanması açısından gerçekten önemli ve Türkiye’nin anayasamızda yani ABD anayasasıyla vatandaşlarımıza karşı şoke edici bir saygısızlığı” demiş. Orada yaralanmalar oldu çünkü hatta ABD’den yetkililer de yaralanmıştı cumhurbaşkanı korumaları tarafından.

 

AB: Evet evet, hatta büyükelçi de dahil olmuştu. Herhalde o korumalar gitmiyor Erdoğan’la birlikte çünkü onlar not edilmişti.

 

ÖM: Sadece not edilmiş değil dava da açılmıştı haklarında. Beyaz Ev’den de ABD kongresi “Türkiye’nin S400’lerden vazgeçmemesi durumunda yaptırım kararı almaya hazır” diye Sputnik haberi var. Amerika’nın ulusal güvenlik danışmanı Robert C. O’Brain CBS televizyonunun canlı yayınında yaptığı açıklamada “ABD kongresinin S400’lerden vazgeçilmemesi durumunda Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı olmaya hazır olduğunu, bu konunun Erdoğan’ın gerçekleştireceği Washington’u ziyaretinde Trump tarafından da dile getirileceğini" belirtmiş. Bu da Sputnik haberi.

 

AB: Bir de şu meşhur Trump‘tan gelen mektup var, hakaretin dik âlâsı, tehdidin doruğa ulaştığı, ülkenin ve sarayın aşağılandığı. Ayrıca ilginç bir iddia oldu onu gördünüz mü? Suriye harekatında Trump’ın damadı Kushner’in “Kaşıkçı kaydı kullanıldı” diye ABD başkanı Trump’ın damadı da aynı zamanda danışmanı Kushner, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın yakalanması için Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'a yeşil ışık yaktığı öne sürülen bir telefon görüşmesini Türk istihbaratı kaydetmiş

 

CT: Ele geçirmiş.

 

AB: Ele geçirmiş ve cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’deki harekat öncesinde de Trump’ı bu nedenle çekilmeye ikna ettiği gündeme gelmiş.

 

CT: Kaynak var mı bununla ilgili?

 

AB: Evet var, The Spector

 

ÖM: Evet ilginç!

 

AB: İlginç değil mi? Böyle abuk sabuk işler olağan işler oldu, dünyanın hali bizden farklı değil Amerika’nın başında da başka bir acayip var ama sonuçta yaptırım konusu Türkiye’nin kafasının üstünde bir topuz gibi duruyor.

 

ÖM: Yani çeşitli şantajlar gibi şeyler kullanılıyor, artık uluslararası alemin en geçerli şeyi böyle şantaj, tehdit, gizli kapaklı işler olduğu anlaşılıyor.

 

AB: Evet. Bu yaptırımlar eğer Türkiye’de uygulanırsa Kuzey Kore, İran, Rusya ve dördüncü Türkiye olacak. Yani bunlar ağır yaptırımlar ve bunlara Türkiye hiç hazırlıklı değil. Zaten bir ayağı çukurda bir ekonomisi var, ha bir ayağı çukurda da diyemeyeceğiz yakında biliyor musunuz? Yani ekonomik duruma ilişkin bilgi paylaşanlara, eleştirenlere hapis cezası verilmesinin önünü açacak düzenlemeler düşünülüyormuş.


ÖM: Öyle mi?

 

AB: Evet.

 

ÖM: Yani “ekonomik kötüye gidiyor” ya da “şu noktalarda zayıf” dediğiniz zaman terör örgütü üyesi olmamakla beraber teröre yardımcı olmak mı diyecekler?

 

CT: TÜSİAD, vs. falan şey mi olacak? Sonuçta gördüklerini söylemesi gerekiyor bunların da galiba? Söylemedikleri zaman da birbirlerini kandırmış olacaklar.

 

AB: Onlar kulağı başka yerden gösteriyorlar son yıllarda, bakın yeni bir şey söyleyeceğim, onunla bitireyim. Haber atlatma diyoruz ya, buna çok güldüm, Türkiye’de yabancılar konut alıyorlar ya, gayrimenkul ediniyorlar ya, satışlar bu sene bu patlamış.

 

CT: Evet öyle bir söylenti var.

 

AB: Bayağı gayrimenkul almışlar

 

CT: E ucuz tabii.

 

AB: Ucuz 250 bin dolar, ayrıca 250 bin’e vatandaşlık hakkı veriyorlar.

 

CT: Oh!

 

AB: O işlemi de şirketler yapıyormuş biliyor musunuz, “Gel, benden ev al, sana bir de vatandaşlık verelim!”. Vatandaşlık formaliteleri, işlemleri ve harçlar şirketten ..

 

CT: Ekstradan!

 

AB: Evet öyle ama bunun adı ne olmuş? Türkiye’nin petrolü diyorlar satılan gayrimenkullere. Artık petrolümüz var..

 

ÖM: Güzel!

 

CT: Bu arada ben de yayının başında emin olamadığım rakamları buldum söyleyeyim. Suriye’deki savaştan bahsediyorduk, Suriye’deki savaşın başlangıcındaki isyandan bu yana, yani 2011’den bu yana 1,2 milyon Suriyeli göz altına alınmış ve cezaevine konulmuş.

 

AB: Açık havada yapmışlardır bunu, yer yok!

 

CT: 2011’den içinde bulunduğumuz zamana kadar geçen süreden bahsediyoruz. Aynı zamanda verilen raporlara göre 130 bin kişi hâlâ ya ailelerinden habersiz bir şekilde cezaevlerindeymiş ya da zorla kaybedilmiş durumdalarmış. Suriye İnsan Hakları İzleme Ağı’nın verdiği son rapora göre 14 bin kişi cezaevlerinde işkencede ölmüş durumdaymış. Rakamı gözünüzün önüne getirebilmek için “Türkiye’deki 12 Eylül’deki işkencede ölenlerin sayısı resmi rakamlara göre 171 kişi sorgularda ve cezaevlerinde işkencede can vermişti” diye yazıyor Birgün gazetesinin internet sitesinde. Suriye’deki bu rakam 14 bin kişi imiş!

 

AB: Ege ve Akdeniz’de ölenlerin sayısı?

 

CT: Evet onlar da var, en son yapılan bu ifadelere ve görgü tanıklarının anlatımına göre 72 farklı işkence metodu uyguluyorlarmış rejimin cezaevlerinde halen Suriye’de.

 

ÖM: Evet çok ağır bir durum var.

 

CT: Bunlar da bir parçası şu andaki politikanın ama çok fazla gözönüne getirilmiyor artık ve çok fazla konuşulmuyor.

 

AB: Dünyanın her tarafına giden ve ölen insanlar var..

 

ÖM: Evet onunla ilgili, duvarlarla ilgili son derece ilginç bir raporla açılışımızı yaptık, Berlin duvarının kalkmasının 30. yıldönümü vesilesiyle yeni bir rapor yayınlanmış, hakikaten akıl almaz yani; askeri sistemler, radar sistemleri, drone’lar, gözetleme kameraları, biyometrik parmak izi sistemleri, göçmenler ve somut beton duvarların yanı sıra bunların da milyonlarca kişiyi kendi yerlerine hapsettiği ve çok büyük paralar kazanıldığı

 

AB: Tabii eskiden mayından kazanılıyordu ama şimdi hem mayın hem de duvardan kazanılıyor

 

ÖM: Bir asıl tabii bu IT denilen gemilerden, inşaat şirketlerinden filan kazanılıyor, beton duvarları yapanlar filan en çok müthiş bir şey var.

 

AB: ... biz bunun kaç kilometre olduğunu konuştuğumuzu hatırlıyorum dünyada ikinci galiba değil mi bizim bu duvar

 

CT: 3

 

ÖM: 3 galiba.

 

CT: Hatta Çad’da çöldekini sayarsak 4 olabilir, belki de ondan sonraki 4’tür.

 

ÖM: Ya 3 ya 4, dünya rekoruna gidiyoruz yani.

 

CT: Seyyar kısmı da var

 

ÖM: Dünya rekoruna gidiyoruz yani ve sadece Akdeniz’de 15,440 kuzey Afrika’da da 4,371 bilinen sayı ölen mültecilerin

 

AB: Boğularak ölen?

 

ÖM: Evet boğularak ölen ve bilinmeyenlerin sayısı da verilmemiş, yani pek çok ölüm de var, işte böyle. Peki çok teşekkür ederiz.

 

CT: Kendinize iyi bakın efendim.

 

AB: İyi yayınlar, aynı şekilde, hoşça kalın.