14 Mayıs’tan sonra bizi neler bekliyor?

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ali Bilge’yle 14 Mayıs’ta gerçekleşecek olan seçimin olası sonuçlarının ülke yönetimine etkisini konuştuk.

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
Ekonomi Politik: 27 Mart 2023
 

Ekonomi Politik: 27 Mart 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.) 

Ömer Madra: Merhaba Ali Bey!

Ali Bilge: Merhaba. Bugün muhtemel seçim sonuçlarına göre gelişecek durumlara işaret etmek istiyorum. 10 yıldır ülkede Cumhurbaşkanlığı yapan, 21 yıldır ülkenin yönetiminde olan, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın yüksek öğrenim diplomasının sahteliğini, 2014’den itibaren iki kez Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan'ın Anayasa ve yasalara aykırı olan üçüncü kez aday olmasını konuşuyoruz. Ayrıca Bakanların memur statüsünde olmalarına rağmen, milletvekilliği adaylık prosedürlerinin Anayasa ve yasalara aykırı olması da gündemimizde. 

Kadına şiddeti onaylayan, 24 saatte bir tavır değiştiren, Yeniden Refah Partisi’nin ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından terör örgütü kabul edilen, İslamcı Hizbullah örgütünün uzantısı HÜDA-PAR’ın, AKP-MHP‘nin oluşturduğu Cumhur İttifakı ile birlikte seçime girmesi de başlı başına bir konu. 2018 yılında Erdoğan’ın karşısına CHP tarafından Cumhurbaşkanı adayı olarak çıkarılan Muharrem İnce ve diğerlerinin iktidar lehine adaylığı diğer bir başlık. 

HÜDA-PAR Genel Başkanı, “Hizbullah sivil toplum örgütü, terör örgütü değil” diyor ama Türkiye Cumhuriyeti’nin terör örgütü listesinde Hizbullah bulunuyor. HÜDA-PAR hakkında eski içişleri bakanı Sadettin Tantan’ın Bahçeli’ye bir yanıtı oldu.

Yaşanan dönüşler, pazarlıklar, 1990’lı yıllarda DSP’den meclise gelen Kubilay Uygun isimli bir milletvekilini hatırlattı, adı “fırıldak Kubilay”a çıkmıştı. Bu vekil arkadaş sık sık, dönüşler yapar, parti değiştirirdi. 5-6 kez parti değiştirmişti. 

Yaşadıklarımız, ortamın ne kadar tehlikeli olduğunu da ortaya koyuyor. Önümüzdeki seçim normal bir seçim değil, otokrasiden demokrasiye geçmek üzere bir seçim arifesindeyiz. Bazı kişiler ve partiler bunun farkına varamıyorlar. Çadır devleti görünümünden çıkmak istiyorsak, bunun farkına varıp normalleşme adımlarını bu çerçevede atmamız gerekiyor. 

Şırnak’ta 12 bölge, 15 gün süreyle özel güvenlik bölgesi ilan edildi. Geçen seçimlerde de Türkiye’nin doğusunun önemli bir bölümü, özel güvenlik bölgesi ilan edilmişti. İktidarın seçimleri kaybetme endişesi, çaresizliği, yolsuzlukla büyüyen servet sahiplerinin telaşı, iktidarın gelecek korkusu, iç içe geçmiş durumda. 

Ayrıca “seçim güvenliğini nasıl sağlayacağız?” endişesi de yaşıyoruz. “Nasıl bir seçim olacak?” Yüksek Seçim Kurulu tarafsız bir hukuki kurum olması gerekirken, tarafsız bir pozisyonda değil. Geçen sene, seçim kanununda Erdoğan ve Bahçeli iktidarının sürmesine dönük yapılan değişiklikler var. 

Ayrıca Türkiye YSK ile Rusya YSK arasında 2019 yılında yapılan bir protokol var, bu işbirliği protokolünün içeriğini bilmiyoruz. Bu konuda CHP milletvekili Onursal Adıgüzel’in mecliste cevaplanması için yönelttiği bir soru önergesi bulunuyor. Bildiğim yanıtta verilemedi bu soruya bugüne kadar. 

Geçen Ekim ayında YSK’ya sözlü mülakat yöntemiyle bilişim uzmanları alındı. YSK için bu işe alım, Cumhurbaşkanlığı kariyer ve insan kaynakları tarafından yapıldı. Daha önce de pek çok kez bu konuları programlarımızda gündeme getirdik. Seçim güvenliğinde endişelerimiz bulunuyor. 

Seçim güvenliğini şu ya da bu şekilde sağladığımızı düşünelim, muhtemel seçim sonuçlarına göre gelişebilecek durumlara bakalım. Diyelim ki muhalefet çoğunluğu sağladı, elbette bu durumda da diğer bir sorun/endişe bulunuyor, mevcut iktidar yenilgiyi kabul edecek mi, demokratik usullere göre iktidarı devredecek mi? Güvenlik bürokrasisi ve paramiliter güçler, nasıl davranacak? Bunlar da konuşulan hususlar. 

İktidar değişiminin de sorunsuz sağlandığını düşünelim. Cumhurbaşkanlığını Kılıçdaroğlu, TBMM çoğunluğunu muhalefetin kazanması durumuna bakalım. Muhalif ittifakların mecliste çoğunluğu sağlaması (300 Milletvekili üstü) iktidar olmaya yeterli ancak bu çoğunlukla anayasayı, rejimi değiştirmenin imkânı olmuyor. 

Bugünkü muhalif ittifakların seçimlerde TBMM’de 300- 360 arası vekil elde etmesi, otokratik rejimi değiştirmeye yetmiyor. Muhalefet, TBMM’de 300-360 aralığında bir çoğunluğa sahip olduğunda ve Kılıçdaroğlu da Cumhurbaşkanı seçildiğinde, yeni iktidar ülkeyi, mevcut rejim içinde kalarak yönetmek durumunda olacak. Böyle bir durumda demokratik teamüllere göre ülkeyi yönetmek, Kılıçdaroğlu’nun ve TBMM çoğunluğunun demokrasiye olan saygısına ve iradesine kalıyor. 

Anayasa değişiklikleri, TBMM üye tamsayısının en az üçte biri olan 200 milletvekili tarafından teklif edilebiliyor. Anayasa değişiklik teklifleri, TBMM genel kurulunda iki defa görüşülüyor. Teklifin kabulü, meclisin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla gerçekleşiyor. 600 milletvekilinin yer aldığı TBMM’de, teklife en az 360 vekilin onay vermesi gerekiyor. TBMM’de Anayasa değişikliği yapan kanun, daha sonra Cumhurbaşkanlığına onaya gönderiliyor.

Cumhurbaşkanı, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları, bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderebilir. Meclis geri gönderilen kanunu, üye tam sayısının beşte üçü çoğunluğu ile aynen kabul ederse, Cumhurbaşkanı bu kanunu halkoyuna sunabilir.

Mecliste üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmî Gazete’de yayımlanır. Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların yürürlüğe girmesi için, halk oylamasında kullanılan geçerli oyların yarısından çoğunun kabul etmesi gerekiyor. 

Otokratik rejim anayasasının, TBMM’de değişikliği için ise, üye tam sayısının üçte iki çoğunluğuna karşılık gelen 400 milletvekilinin oyu gerekiyor. Bu durumda seçmen, genel seçim yorgunluğu üzerine tekrar yorulmamış oluyor. Bugünkü muhalefetin bu çoğunluğu elde etmesi için, ittifakların düzgün çalışması ve milletvekili listelerinin oy parçalanmasına izin vermeden çok dikkatlice yapılması gerektiriyor. Zor bir ihtimal olarak görülüyor.

Diğer bir seçim sonucuna bakalım: Cumhurbaşkanlığını Kılıçdaroğlu, meclis çoğunluğunu Cumhur ittifakı kazandığında neyle karşılaşırız? 

Cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu’nda, TBMM çoğunluğu da otokratik Cumhur İttifakı’nda kaldığında da rejim değişikliğinin gerçekleşmesi mümkün değil. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile Kılıçdaroğlu’nun ülkeyi yönetmesi de pek mümkün değil. Sistem tıkanır. Kilitlenme mukadderat olur, siyasi ve iktisadi istikrarsızlık artarak devam eder. 

Tam tersine bakalım: Erdoğan Cumhurbaşkanı ve meclis çoğunluğu muhalefette olduğunda durum nasıl olur? 

Rejim değişikliği, muhalefetin 360 üstü vekil çıkarmasına bağlı olacağından, çoğunluk bunu sağlıyorsa rejim değişikliği gündemde gelebilir. Rejim değişikliği gerçekleşemez ise Erdoğan’ın ülkeyi tek başına yönetme imkanı da kalmaz, sistem bu durumda da tıkanır. 

Son olarak çoğunluğun Cumhur ittifakında olmasına ve Cumhurbaşkanını yeniden Erdoğan seçilmesine bakalım: Seçim sonucu böyle gerçekleşirse çenemizi patlatmaya değmez, aynı tas aynı hamam devam eder. Hızla yokuş aşağı inmekte olan Türkiye, karanlık geleceğe doğru, stabilize ülkeler topluluğuna katılmak üzere ilerler, “Putinleşme” sürecine girmiş oluruz. Bize de tası tarağı toplamak düşer.

Velhasıl, Cumhurbaşkanlığı kazanılmadan ve mecliste otokrasiyi değiştirecek çoğunluk sağlanmadan tam bir huzur yok.Cumhurbaşkanlığını tek başına kazanmak yetmez. Rejimi Cumhurbaşkanı kararnameleriyle değiştiremezsiniz, rejimi meclis çoğunluğu ile değiştirirsiniz. Ancak rejimi değiştirmeden ülkeyi yönetebilirsiniz. 

Dolayısıyla ittifaka giren çıkan, pazarlık eden tüm partilerin, tüm bu sonuçları göz önünde bulundurması gerekiyor. Otokratik rejimin, ekonomiden siyasete bütün alanlarda ve sektörlerde ülkeyi felce uğrattığını tespit ediyorsak, rejim değişikliğini istiyorsak, 360’ı bulmak durumundayız. Bulunmadığı takdirde çok problemli durumlar, kilitlenmeler yaşayabiliriz.

Biraz önce seçim sonuçlarına göre iktidar ve rejim değişimi alternatiflerini yaptığımız analize eklenmesi gereken bir diğer husus, yüksek yargının bileşimidir. Seçim sonrası oluşacak iktidar alternatiflerine, yüksek yargı kurumları ve AYM üzerinden de bakmak gerekiyor. 

Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasasından itibaren var olan bir yüksek mahkeme. AYM en son olarak 2017’de değişikliğe uğradı. Cumhur İttifakı partileri, AYM’nin yapısını kendileri şekillendirmesine rağmen, AYM’ye tahammül edemediler. Kapatmak istediler, şikayetçi oldular. AYM’nin bugün bileşimi, durumu nedir? Üşenmedim baktım, gerçekten sıkıcı bir işti:

AYM üyeleri son değişikliğe göre 12 yıllık süre için seçiliyorlar. AYM’nin temel görevleri içinde norm denetimi var. Tüm Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ve TBMM’nin yaptığı düzenlemeler,en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubu ve TBMM’de üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeler tarafından AYM’ye götürülebiliyor. 

Parlamentoda çoğunluk elde etmiş olduğunuzda Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ülkeyi yönetme durumunda kaldığınızda, yeni muhalefet yeni iktidarın yaptığı düzenlemeleri AYM’ye sürekli götürebileceğini, bu şekilde yönetme alanının daralacağını hiç aklımızdan çıkarmayalım. Şimdi AYM’ye bakalım:

AYM üyeleri 12 yıllığına seçiliyor, 12 yıl dolmadan 65 yaşını doldurunca da emekli oluyorlar. 12 Eylül 2010’da Anayasa değişiklikleri gerçekleşmişti. Bu değişiklikler AYM’ye de yansımıştı. 2010’dan sonra 2017’de Anayasa ve AYM de de değişiklikler yapıldı. 2010’dan bu yana Cumhurbaşkanları tarafından yapılan atamalarda süresi biten ve yaşı dolduran üyeler gitti, şu ana hangi cumhurbaşkanı tarafından yapılan atamalar var? İsterseniz biraz da ona bakalım. 

Ö.M.: Cumhur İttifakı’na HÜDA-PAR destek oldu. Skandal niteliğinde bir durum yaşandı: MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Cumhur İttifakı’na katılan HÜDA-PAR’la ilgili bir açıklama yapmış ve “HÜDA-PAR’ın hiçbir terör örgütüyle bağlantısı olmadığı açıklanmış ve muhataplarınca ifade edilmiştir. Sık sık gündeme taşınan Hizbullah terör örgütünün ise nasıl ve ne zaman çökertildiği malumdur.” diyor.

A.B.: Hizbullah’la bağı reddediyor.

Ö.M.: Reddediyor ve bu hususta da ara sıra vermiş olduğu beyanlarda “emperyalist güçlere karşı oyunu bozacak Türk milletidir” görüşünü paylaşan eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan’ın “kamuoyuna açıklama yapması boynun borcudur” ifadesini kullanmıştı. T24’te, 27 Mart tarihli bir haberde görüyoruz: Eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, HÜDA-PAR’ın hiçbir terör örgütüyle bağı ve bağlantısı olmadığını söyleyen Bahçeli’ye “Gaffar Okkan’ın nasıl öldürüldüğüne başbakan yardımcısı olarak şahit olmuş biriyim, bunları nasıl söyleyebiliyor?” diyor.

A.B.: Tantan, Devlet Bahçeli’yi yalanladı. HÜDA-PAR ve Hizbullah hakkında devletin tespit ettikleri ve kayıtları da bulunuyor. 2019’da bir hukuki boşluk nedeniyle vahşi cinayetlerden hükümlü Hizbullahçılar serbest bırakıldı. Çıkış izinleri olmamasına rağmen ülkeyi terk ettiler. Terk etmelerine göz yumuldu. Hatta IŞİD’e katıldıkları yazıldı. 

Hizbullah, İran ve Suriye’nin desteklediği Hizbullah değil. Türkiye’deki Hizbullah farklı bir örgüt, PKK’ye karşı kurulduğu biliniyor. Ülkemizde varlığı bilinen illegal güvenlik güçleri ile ilişkili olduğu yazıldı, iddia edildi. Türkiye Hizbullah’ı, JİTEM gibi konulardandır. Dolayısıyla, bunların geçmişte yaptıkları pek çok vahşete adeta göz yumuldu. Konca Kuriş’i de bunlar katletmiştir. 

Ö.M.: Hem de bir ay süren işkenceyle.

A.B.: Böyle vakaları vardır. Dolayısıyla Saadettin Bey’in açıklaması önemli. Zaten o dönem İçişleri Bakanıydı. Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli, Başbakan da Bülent Ecevit. 

HÜDA-PAR’ın Cumhur İtifakı’na katılması iktidar çevresinin çaresizliğini de gösteriyor, bunlar iktidarı kaybetme korkusunun yarattığı durumlar. Gidiyorsunuz Yeniden Refah Partisi’ne işbirliği yapıyorsunuz. Henüz parti bile değil, bir parti kimliği var denilemez, sadık sürekli bir oyu veya potansiyeli olan bir parti değil. HÜDA-PAR’a da, kaybedilen “Kürt oylarına tekrar kazanabilir miyim?” diye yaklaşıyorsunuz. 

Hizbullahçılar önce Mustazaf-Der adı altında bir dernek altında toplandı, Diyarbakır’da büyük mitingler yapmalarına izin verdiler. Sivilleştiriyoruz adı altında bunlar yapıldı. 

AKP’nin Kürtler üzerinde etkisinin azalması nedeniyle, geçen seçimlerde de Abdullah Öcalan’a bir öğretim üyesi gönderildi ve Öcalan’dan iktidar yanlısı bir mektup alındı. Şimdi de HDP ‘ye karşı Kürt oylarını toparlamak HÜDAPAR üzerinden yapılıyor. 

Tüm bunlar ne kadar tehlikeli bir durumda olduğumuza da işaret ediyor. 

Gelelim biraz önceki konumuza; seçimlerde, Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı ve Meclis’te de çoğunluk sağlandı ama yeni iktidarın rejimi değiştirecek gücü yok, yani 360 milletvekilinin altında, şimdi bu iktidar nasıl bir AYM ile çalışacak. 

AYM’nin 15 üyesi var, bu 15 üyenin 5’i Abdullah Gül tarafından atanmış, 10 üye bizzat Erdoğan ve Erdoğan’ın kontrolündeki meclis tarafından atandı. Bu üyelerin çok büyük bir çoğunluğunun görev süreleri kısa sürede bitmiyor, 2028, 2032, 2034, 2038 gibi tarihlerde bitiyor. En yakın yenilenmeler 2024 yılında, Abdullah Gül’ün atadıkları olacak. Bu nedenle, AYM’nin bileşiminin değiştirilmesi Anayasa değişikliği olmadan pek mümkün değil. Sadece iktidardan düşenlere karşı pozisyonlarını değiştirebilecek üyelerin olabileceğinden söz edebiliriz. 

Millet İttifakı’nın anayasal rejimi değiştirecek güçte bir parlamentoda çoğunluğu sağlamadığı takdirde yarıdan fazla çoğunluk sağlasa ve cumhurbaşkanlığı da Kılıçdaroğlu’nda olsa bile, mevcut anayasa ve rejim ile ülke yönetilecek demektir. Üstelik bileşimi bu şekilde olan bir AYM ile karşı karşıya kalacaksınız, bu da ayrı ciddi bir problem teşkil edecek. Kılıçdaroğlu’nun kararnameleri, meclisin düzenlemeleri, bu bileşimdeki AYM’nin önüne gidecek. 

Geçmişte Açık Radyo’da çok konuştuk: Asker kontrolündeki, MGK kontrolündeki yargı nasıl kilitlemişse, önümüzdeki dönemde böyle kilitlenmelerle karşı karşıya kalmamız mümkün. Muhalefetin rejimi değiştirecek bir meclis çoğunluğuna ulaşması gerekiyor. Bu sağlanmadığı takdirde, kilitlenmelerle karşı karşıya kalabileceğimizi bilmeliyiz. 

Son değişikliklerle seçim sistemi de zaten, mevcut iktidarı kollayan bir sistem. Küçük partilerin seçimlere ayrı listelerde girmeleri bu sistemde oyların “atık” olmasına yol açıyor. Tüm partilerin ve ittifakların bunu göz önünde bulundurması gerekiyor. Muhalefet ittifaklarının tek listeyle seçimlere girmekten başka şansının olmadığını belirtelim. 

Bu seçim sisteminde muhalefetin çoğunluğu, 300 ve üstünü sağlamaları ancak bu şekilde mümkün olabilir. İttifakların demokrasi cephesinin, aday ve liste belirlemede, belirttiğim teknik konulara ihtimam göstererek, önem vererek yapması lazım. Yoksa rejimi değiştirme şansı kalmaz. Ayrıca yüksek yargıdaki durum, çoğunluk sağlansa bile ülkeyi pekala yönetilemez kılabilir.