Yaratıcılığın“Müşterek Sesi”: Açık Radyo

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Programcımız Özlem Yalım'ın, Açık Radyo 19. Dinleyici Destek Haftası vesilesiyle genel yayın yönetmenimiz Ömer Madra ile Gazete Pencere için yaptığı röportajı paylaşıyoruz. 

Ömer Mara Açık Radyo stüdyolarında yayın sırasında

(Bu yazı 10 Nisan 2022 tarihinde Gazete Pencere Pazar ilavesinde yayınlanmıştır.)

En sevdiğim radyoya -artık her şeye olduğu gibi- cep telefonumdan ulaşmayı seviyorum. Açık Radyo uygulaması hayata geçtiğinden beri, daha çok dinleyebilir oldum, çünkü cep telefonum artık ayrılmaz bir parçam halinde benimle her yerde.  Sizi bilmem ama ben bunu seviyorum. Bir sürü yararlı şeyin, alışverişin, bankanın haricinde sevdiğim insanların, sevdiğim müziklerin, müzelerin, kitapların, kısaca ihtiyacım olan her şeyin bu küçücük cihazdan ulaşılabilir olmasını bir esaret değil; bir özgürlük olarak karşılıyorum. Çünkü ben hiçbir şeyin esiri olmam; yeteri kadar sahip olmayı her geçen gün daha ciddi bir biçimde kendime yaşam biçimi ediniyorum.

Ömer Madra stüdyoda

Çinli filozof Lao Tzu, “Yeteri kadarına sahip olduğunu bilenler zengindir” demiş. Hayatta her şey var. Her şeyin fazlası var. “Yeteri kadar” kavramı herkesin yaşam duruşuna göre değişim gösteriyor. Kimine göre az olan, diğerine göre çok. Bu, hemen her konuya uyarlanabilir bir gerçek. Başka bir gerçek ise, insanlık olarak aç gözlüyüz. Aç gözlülüğümüz sadece üzerinde yaşadığımız yer yüzünü değil; tüm evreni kirletiyor.

Oysa farklı bir yaşam mümkün. Edebiyat, sanat eserleri, filmler bize sürekli bunu anlatıyor. Yaratıcılığımız bir bakıma iç sesimizi dışa vuruyor. Onlardan öğreniyor, onlarla fark ediyor, onlarla unuttuklarımızı hatırlıyoruz. Yaratıcı üretim bize var olduğumuzu, kendimiz olduğumuzu ve bize benzeyen başka kalpler, başka beyinler olduğunu hissettiriyor. Yaratıcı üretim bilmediklerimizi öğretiyor, bizi buluşturuyor. İşte uygulamasını indirip de daha sık dinlemeye başladığımdan beri her açtığımda hissettiklerim bunlar Açık Radyo ile.

Eşsiz İstanbul’da vapurda süzülürken Açık Radyo kulağımda, beni yalnız bırakmayan başka bir şey ise hala bitirmediğim, hatta neredeyse bitmesin diye ağır ağır okuduğum, araya başka onlarca okuma sıkıştırdığım Walden, Ormanda bir Yaşam kitabı (H.D. Throeau). Bu kitap bu kez çok fazla soru ve sorgulama yaratıyor beynimde.

Düşünceleri düşünmenin de doğru bir zamanı var; insanlarla karşılaşmanın, şehirde yürümenin, yalnız kalmanın olduğu gibi, düşünmek de ancak doğru zamanda yapıldığında anlam kazanıyor.

Thoreau’nun materyalist kültür üzerine yaklaşımını okumak için sanıyorum artık iki yıl sonra iyiden iyiye kanıksadığımız küresel salgın sonrasından daha iyi bir zaman olamazdı. İçinde bulunduğumuz sistemin yıkıcılığının, doğaya olan duyarsızlığımızın, birbirimizle ilişkilerimizin kalitesizliğinin en üst noktada olduğu bir zamanda yakalandık bu salgına; değer yargılarımız dönülmez olarak değişti.

DÜNYA BANA GÖRE, ARTIK “DAHA İYİ” BİR YER

Salgın üzerine gelen savaş ortamı, daralan ekonomiler, sağlık endişesi hala yaşamlarımızı büyük ölçüde karartırken, biraz da baharın coşkusu ile yine de dünyanın öncekine göre çok daha iyi bir yer haline dönüştüğünü düşünüyorum.

Bu düşüncemin temelinde insanlar var. İnsanların farkındalığı arttıkça, dünya kuşkusuz daha iyi bir yer haline dönüşüyor.

Geçmiş sistemleri reddeden, kendi düzenini kurmaya çabalayan, kendi değer yargıları ile kurdukları yaşamlar için inat eden, sorumlu, farkındalığı yüksek bir nesille birlikte yaşıyoruz. Esnek olanlarımız eski alışkanlıklarını, zincirlerini kırıp onlarla kol kola yürümeye, dönüşmeye çabalıyor. Yeni dünya savaş istemiyor. Yeni dünya doğaya, canlıya karşı gelen her tehlikeye karşı sesini yükseltiyor. Yeni dünya kuşkusuz savaş istemiyor. Yeni dünya “Enn büyük, enn yüksek, enn geniş!”  naraları ile ilgilenmiyor. Küçük ama nitelikli olan, özetle yeterli olan ile yaşamak istiyor.

Yeni dünya yaratıcı bir dünya. Yayınlanan raporlar bunu gösteriyor. Özellikle yaratıcı ekonomilerde büyük bir ivme var. Küresel salgın ile birlikte en çok darbe alan yaratıcı sektörlere dair profesyoneller, salgın sonrası gittikçe genişleyen bir talep ile karşı karşıya. Dönüşümün yaratıcılığa doğru yaşanmasından duyduğum mutluluğu tahmin edersiniz.

Yaratıcı ekonomilere sık sık değiniyorum. Bu bir ekosistem. Bireysel yaratıcılığın katma değere dönüştüğü bir döngüyü anlatıyor bu kavram. Yapan, üreten, sunan ve bu eylemlerin tümü ile maddi ve kültürel zenginlik sağlayan, istihdam yaratan ekonomik modele yaratıcı ekonomi diyoruz. Söz konusu yaratıcı üretimlerin fikri mülkiyet haklarına sahip olması ve bunları kullandırma yetisi, onları ekonomik bir değer haline getiriyor.

Doksanlı yıllarda başını Birleşik Krallık’ın çektiği bu ekonomi, 2019 yılında, yani tam pandemi öncesinde İngiltere’de yaklaşık 116 milyar pound değerinde “değer” yaratmış. Genel olarak bu bölgedeki yaratıcı ekonomi bir önceki yıl olan 2018’e göre de % 5.6 oranında büyümüş.

19. radyo günleri afişi

Yaratıcı endüstrilerin içinde mimarlık, iç mimarlık, endüstri ürünleri tasarımı, grafik tasarım, moda tasarımı, zanaat (crafts), sanat, müzik, film, TV, radyo, basılı yayınlar, video üretimleri, video oyunlar, reklamcılık ve pazarlama ile bunların tümüyle ilgili insan gücü ile kurumsal yapılar var. 2019 yılının değerlerine göre İngiltere’de bu artan değerin, % 47’si IT, yazılım ve video oyunları, %17’si reklam ve pazarlama, %3.6 sı tasarım alanları, diğer bir %3.6’sı mimarlık, %11‘i yayıncılık, %10.67sı müzik ve sanat, %21.6’sı film, TV ve radyo olarak paylaşılmış. Yaratıcı ekonomilerde en az katma değer %0.6 ile zanaat, %1 ile müzecilik alanında sağlanmış.

YARATICI POTENSİYELİNİ GÖZ ARDI EDEN TÜRKİYE

Bu değerler Türkiye için yapılsaydı, sanat üretimi, zanaatkarlık ve son dönemdeki yatırımlar göz önüne alındığında müzecilik alanındaki oranlar kuşkusuz çok farklı ve açık ara daha yüksek olurdu. Türkiye’nin yaratıcı ekonomileri hiçbir zaman tam anlamı ile ölçümlenmedi. Bu alanda rol üstlenen kurum ve kuruluşların çalışmaları hiçbir zaman tam anlamıyla kapsayıcı çalışmalar olmadı. Türkiye, kendi içinde bu potansiyelini göz ardı ederken gittikçe artan yazılım ve video oyunlara dair gelişimi ve yıllardır dikkat çeken dizi ve film endüstrisi ile global istatistiklerde yerini almaya başladı. Ancak geçtiğimiz yıl dahil olduğu çalışmaları incelediğimizde, gerçek potansiyelden ne kadar uzak bir tablo ile karşılaştığımızı gözlemleyebiliyorum.

Oysa yaratıcılık söz konusu olduğunda eşsiz bir ülkeyiz. Bunu son nefesime dek iddia edeceğim. Oyun ve dizi film konusundaki başarılar, Netflix desteği ile hayata geçirilen projeler biraz olsun bu içimizden gelen yaratıcılığı görünür kılan  faktörler olarak  ortaya çıkmaya başladı. Sunmayı, saymayı yani değer vermeyi bilmiyoruz. Bizim sorunumuz bu ikisinde. Nicelik olarak ortaya koyamadığınız her nitelik maalesef yok sayılıyor. Sunmadığınız şeyler, zaten yoklar.

Pandemi sonrası dönüşen ve değişen değer yargılarına en iyi adapte olabilecek toplumlardan biri Türkiye. Toplumsal olarak adaptasyon becerimizin ne kadar lüksek olduğunu gözlemlemek için sosyolog olmaya gerek yok. Kültürel kodlarımızda problem çözme becerisi ve kollektif yaşam var ve bu iki değer, bugün yaratıcı endüstrilerin büyümesindeki en temel özellik olarak gösteriliyor. Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya, tarihi özellikleri ile, farklı katmanlarda kültürlere ev sahipliği yapmış olması ile zengin bir yapıcı kültürün de beşiği aynı zamanda. Son olarak Türkiye hikayesi bol bir ülke. Yaratıcılık hikaye demektir. Başka bir deyişle yaratıcı üretimi sürdürülebilir kılan onun sunduğu içeriğin niteliği ve zenginliğidir. Türkiye belki de yer yüzündeki en içerik zengin ortamlardan birine sahip.

Tüm bu belirttiklerim, Türkiye’nin ekonomik çehresini değiştirebilecek kadar güçlü özellikler. Örneğin İngiltere’nin son otuz yıldır kurduğu devlet birimleri, bu konuya özel araştırma ve geliştirme istihdamı, hazırladığı düzenli istatistikleri ve raporları, yürüttüğü PR kampanyaları ile sağladığı ivmeyi, Türkiye’nin yapması halinde sağlanabilecek değer artışının ne kadar büyük olabileceğini hayal bile edemiyorum.

Bu ütopya bir yana, sadece bireysel çabalarla, dengesiz bir siyasi ve ekonomik düzene karşı yaşamını sürdüren, başarılara imza atan kişileri ve oluşumları gördükçe gururlanmamak mümkün değl. Şartlar bu olunca, böyle girişimlerin değeri daha da artıyor. Bu ülke, çok daha iyi yönetilmeyi hak ediyor. Bu ülkenin yaratıcı potansiyeli çok daha iyi politikalar hak ediyor.

KAİNATIN TÜM RENKLERİNE VE SESLERİNE AÇIK BİR RADYO

Söz konusu yaratıcı ekonomiler olunca örnekler çok ama bir tanesi hepsinden farklı.

Bu yazımı hazırlarken, başta belirttiğim gibi bir yandan da uygulama üzerinden Açık Radyo dinliyorum. Açık Radyo tam 27 yıldır hayatımızda. Onu farklı kılan, sunduğu yaratıcı içeriği bunca zamandır büyük bir kolektif anlayış ile ayakta tutmuş, kendiyle müstesna bir kültürü de yıllar içinde yaratmış olması. Yapısı ile, duruşu ile, içerik zenginliği ile sadece Türkiye için katma değer olmakla kalmayan, globalde de eşi benzeri az rastlanan bir örnek bu radyo. Özetle yukarıdaki istatistiklere örnek bir “ değer”.

Türkiye’nin hatta dünyanın ender bağımsız yayın organlarından biri olan Açık Radyo, 9-17 Nisan tarihleri arasında Dinleyici Destek Projesi’ni yürütüyor. Gönüllü programcıları, dinleyicileri ve destekçileri buluşturan bu radyo ile ilgili sorularımı Ömer Madra yanıtladı.

Ömer Bey, Açık Radyo 27 yıldır yaşamımızda. Radyoyu kurarken Hedefleriniz neydi? Açık Radyo’yu, bunca süre ayakta tutan değerler nedir?

Cevaba başlarken, öncelikle bir sıfat düzeltmesi yapmama izin verirseniz, mutlu olurum: Açık Radyo’nun kurucusu değil, -ne mutlu ki- çok sayıdaki kurucu ortaklarından biriyim. Küçük görünebilir, ama önemli bir nokta bu; temel ilkelerimizden birini ortaya koyuyor: Kolektif varlığımızı. Radyomuz, her zaman söylemeye çalıştığımız gibi bir müşterek. Kolektif bir varlık.

Ömer Madra eski stüdyoda kontrol masasında

Tanınmış gazeteci, yayıncı ve aktivist Jay Walljasper’in “Müştereklerimiz – Paylaştığımız Her Şey” adlı kitabının 2014 Türkiye baskısının akademisyen Bengi Akbulut tarafından hazırlanan Türkiye Eki’nde bu olguyu şöyle kaleme almaya çalışmıştım:

“Açık Radyo 20 yıldır yayında. Bunca zaman kuyruğu dik tutmayı başardı. İşin sırrı tek kelimeyle özetlenebilir: Müşterekler. Bir avuç mütevazı insanın parklar zeytinlikler, sahiller, demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet gibi ortak değerleri koruyarak o “müştereklere” gözü gibi bakmak için yürüttüğü çaba, bu “mini mucize”yi getirdi.

“Sessiz, derinden ve fakat sürekli üreten gönüllü programcılar, delip gibi koşturup sinir krizinin eşiğine gelmemeyi başaran çalışanlar. Ve dinleyiciler: Hem sıradan “sokaktaki insanlar” hepsi, hem de tamamen biricik, benzersiz birer yurttaş. “Sokağın Müziği”ni bu Bremen Mızıkacıları elbirliğiyle yapıyor…” (Metis, 2014, s. 271)

İçinde bulunduğumuz günlerde de Dinleyici Destek Programı gerçekleştiriliyor. Bu programın özünde ne var, önemi nedir? Kuruluş yıllarında böyle uzun süreceğine, hem de dinleyici desteklerinin bunda önemli rol üstleneceğine dair inancınız var mıydı?

Bu sorularınıza tek bir metinle, yine aynı yıllarda radyonun web sitesinde “Açık Radyo Nedir?” bölümünde dinleyici ve destekçilere hitaben kaleme alınmış olan şu cümlelerde anlamlı bir cevap bulabiliriz belki:

“1995 baharında yeni kurulan radyomuzun henüz var olmayan yayın akışını harıl harıl tartışmış, sonunda, her hafta irili ufaklı 100 programdan oluşan zengin bir sebze çorbasını andıran bir genel program üzerinde anlaşmıştık. Formülden herkes memnun kalmıştı.

Bir küçük mesele vardı yalnız: Eşi menendi görülmemiş bu oyuncağın en fazla bir yıl ömrü olacağı kanaati aramızda hayli yaygındı. Buna rağmen, kurucuların hepsi şu fikirdeydi:

“Ne kadar kısa ömürlü olursa olsun, gene de denemeye değer!”

“Şimdi yirmi yılı aştık. Ve, ne sihirdir ne keramet! Sebze çorbamızın dumanı tütmeye devam ediyor! Hatta, malzeme arttıkça lezzeti de kesifleşiyor! Açık Radyo ekolojik-ekonomik-politik krizlerle çalkalanan fırtınalı okyanustaki zorlu yolculuğun yirminci yılında geleceğimizi yerel-yatay-yavaşça nasıl şekillendirebiliriz, onu konuşmaya devam ediyor.

“Yolculukta yelkenlerimizi dolduran da sizin rüzgârınız! Siz olmadan yol alamayız.

“Sonsuz teşekkürlerimizle.”

Açık Radyo bizlere “Kâinatın tüm renklerine, seslerine ve titreşimlerine açık radyo” şeklinde sesleniyor, Dünya bu kadar çeşitlilik ve kapsayıcılık konuşmaz iken, biz 27 yıldır, 95.0 frekansında her gün bu çatıda buluşuyoruz. Bu bir öngörü mü, yaşama biçimi mi?  Aslında sorum biraz da şu: Açık radyo neden açık?

Bu soru gerçekten “damardan”, hatta tabir caizse, “candamarından” girerek sorulmuş bir soru. Cevabını ise, sadece bu yayın döneminde sayıları 230’u aşan ve belki de sırf bu sebeple dünya rekorlarını zorlayan düzenli programcılarımıza bu ayın başında yolladığımız bir çağrı mektubunda arayabiliriz:

“Bu paylaşımcı davranış biçiminin bir parlak örneği de DemocracyNow! (Demokrasi, Şimdi!) adlı ünlü muhalif radyo/TV yayınından geliyor. Bizden bir yaş küçük olan (doğ.1996) DN! yayınlarını, bildiğiniz gibi, 10 küsur yıldır hafta içi her sabah sizlerle bölüşmekteyiz. İşte ondan bir ‘müşterek’ tarifi: ‘… Her biri kendi adına konuşan bağımsız sesler büyük bir çeşitlilik içinde, dünyada olup bitenler üzerine benzersiz ve kimi zaman kışkırtıcı perspektifler getirirler kulağınıza. DN! izleyicisinin desteğine dayanır: bu da demektir ki bizim editoryal bağımsızlığımız şirketlerin ya da devletin menfaatleri ile asla gölgelenmez…’

“Açık Radyo olarak biz de işte bunu olmaya çalıştık: ‘Sessizlerin sesi’ olmayı, ‘Söylemi ile eylemi bir’ olmayı. Eşsiz muhalif entelektüel Hrant Dink’in tam 17 sene önce radyomuzda büyük bir belagatle dile getirdiği ‘etik-estetik bütünlüğü’nü kurmayı… Bunları bugün bir ölçüde başardığımızı söyleyebiliriz belki.

“Peki nasıl?  Siz programcılarımızın yıllar yılı büyük özveri ve enerjiyle sürdürdüğü kolektif gayreti ve bunu içselleştiren dinleyicilerimizin 17 yıldır kesintisiz devam eden maddî desteği sayesinde… Evet şaka gibi!

“Ama değil işte. 17 yıldır, ağırlıklı olarak dinleyici desteği ile ayaktayız.

Geçen ay Dünya Radyo Günü vesilesiyle kendimize yeniden hatırlattığımız ‘misyon’u bir daha anarak bitirelim isterseniz.

“Misyonumuz … Dünyanın en acil ve önemli siyasal, sosyal, etik ve estetik meselelerinde sürekli bu ilke ve değerlere bağlı yayın yaparak ortak yarar adına değişim yaratmak…”

Dünyanın bu gününü ve geleceğini ilgilendiren konuların tümüyle çok ilgili insanların buluştuğu bir vaha gibi Açık Radyo. Açık radyonun geleceğinde ne var? Başka bir deyişle de, sizce dünya nasıl daha iyi bir yer olabilir?

9 Nisan 2022 Cumartesi başlayan ve 9 günde 99 saat boyunca süren “destek günleri”nde bize seslenen bir sevgili dinleyicimizin müthiş yalın ve vurucu cümleleri ile tamamen onun ağzından verelim cevabımızı. Paylaşmanın harikuladeliğini şöyle anlatıyor bizlere Lale Çavuldur:

“Merhaba… Açık Radyo dinlemek için kuşkusuz sayısız neden sayılabilir ama benim için en önemlisi çeşitliliği barındırması ve çok boyutluluğu sanırım. Her çeşit müziği ve sesi duyan, bildiğiniz bir radyo. Her gün ülke haberleri, dünya haberleri ve en çok da gezegenden çevre haberlerini aldığınız bir kanal. Ayrıca hayata dair her konunun ele alınıp didik didik edildiği bir radyo. Yani Açık Radyo. Çok sesli, çok renkli, çok saygılı, çok düşünceli, çok komik, çok ciddi, çok boyutlu bir frekans. Açık Radyo, ütopik bir radyo. Ütopik çünkü bağımsız, özgür bir yayın organı. Kâr ve çıkar amacının olmadığı bu frekansı programcılar ve dinleyiciler elele birlikte yaşatıyorlar. Dayanışma duygusuyla hareket eden insanların toplamı özetle. Bu topraklardan çıkmış dünyada eşi benzeri olmayan bu ütopik radyoyu desteklerimiz ile yaşatmak, gelecek kuşaklara aktarmak hepimize iyi gelecek. Paylaştıkça çoğaltacağız.”

İşte böyle. Bizler de aynen dinleyicilerimiz ve destekçilerimiz gibi duyuyor ve düşünüyoruz…

Türkiye’nin yaratıcı ikliminin en önemli halkalarından biri olan Açık Radyo’nun dinleyici destek projesinin başlamasına ben bu satırları yazarken saatler kaldı; siz okurken ise ilk gün geride kalmış olacak. Bu keyifli maraton, tam bir şenlik havasında 17 Nisan tarihine dek devam edecek.  Bu yaratıcı atmosferin bir parçası olmak isteyen herkes, önce, eğer hala indirmediyse, telefonuna bu “her renge, sese ve titreşime açık” radyoyu indirmeli, sonra da buradaki akışta kendini kaybetmeli! 

Yaratıcı üretimin bir destekçisi olmak isteyen herkes yayına kapıldıktan sonra içinden geldiğince destek olabilecek zaten buna inancım sonsuz.

İnsanların aklı, kalbi, ve en önemlisi birlikteliği  tüm sorunlardan büyüktür. Yaratıcı aklımızın, yaratıcı kalbimizin bir kutlaması olarak,  bu hafta ben derim ki bu kez de Açık Radyo’da buluşalım.