İnfaz yasası ve eşitlik

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Aynı miktar cezayı alan iki hükümlüden biri, suçunun türü nedeniyle infaz yasasında yapılan koşullu salıverme ve denetimli serbestlik gibi değişikliklerden yararlanıp cezaevinden tahliye olurken, başka bir gruptaki hükümlü cezasını çekmeye devam edecek. 

(Rıza Türmen'in bu yazısı T24 internet gazetesinin sitesinden alınmıştır.)

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 15 Nisan 2020 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. CHP, yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Yasanın amacı gerekçede belirtilmiyor. Ancak amacın cezaevlerini boşaltmak olduğu, iktidar partisi sözcülerinin konuşmalarından anlaşılıyor.

Türkiye’de cezaevlerinde yaklaşık 300 bin hükümlü ve tutuklu bulunmakta. Bu sayının yüzde 70’i hükümlü, yüzde 30’u tutuklu. Her şeyden önce, cezaevlerindeki bu aşırı doluluğun nedenleri üzerine eğilmek gerek. Bu yapılmadan çıkarılan af ya da infazla tahliye yasaları geçici bir önlem olmaktan öteye geçemez. Cezaevleri kısa bir süre içinde aynı doluluğa ulaşır. Daha şimdiden İnfaz Yasası ile salıverilenlerin yeniden suç işleyerek cezaevine döndüğünü görüyoruz.

Sorun, tutuklular bakımından ayrı bir önem taşıyor. Yaklaşık 90 bin tutuklamaya gerçekten gerek var mıydı? Başka adli kontrol önlemleri uygulanarak bu sayı azaltılamaz mıydı? AİHM’den çıkan tutuklamaların, özgürlüğün ihlali olduğuna ilişkin çok sayıda karar da göz önünde bulundurulursa, 90 bin tutuklamanın hukuk devletiyle ne denli bağdaştığını sorgulamak büsbütün önem kazanıyor.

Yasa birçok yönden eleştirilebilir. Bu bir İnfaz Yasası. İnfazda suç değil, suçlu esas alınır. Örneğin, suçlunun iyi hali nedeniyle cezanın indirimine gidilir. Oysa, İnfaz Yasası’nda suç esas alınmış. Suça göre gruplandırma yaparak cezalarda indirim ve tahliyeler gerçekleştirilmiş. Gruplandırma yanlış olunca, eşitsizlik ve ayrımcılığa kapı açılmış.

Yasanın infaz yasası mı, yoksa resmi af yasası mı olduğu tartışmalı. Doğurduğu sonuç bakımından bu bir af yasası. Ayrıca, koşullu salıverme için iyi halin aranmaması da yasaya af yasası niteliği vermekte. Anayasa Mahkemesi (AYM), kararlarında belirttiği gibi, önüne gelen düzenlemeye verilen adla ya da nitelemeyle bağlı değildir. Dolayısıyla, yasayı şekil bakımından, yani af yasası olduğu ve Anayasa’nın 87. Maddesi gereğince beşte üç çoğunlukla kabul edilmediği için iptal edebilir.

Ya da, AYM, yasaya Anayasa 10. Maddedeki eşitlik ve 2. Maddedeki hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu için iptal edebilir.

Eşitlik, sadece ilke değil aynı zamanda bir temel insan hakkı. Bireylerin devletin keyfi işlemlerine karşı korunmasının, devletin ayrımcılık yapmasının önlenmesinin de aracı. Devletin keyfi davranması ve bireylerin hak ve özgürlükleri bakımından ayrımcılık yapması hukuk devletiyle bağdaşmaz. O nedenle eşitlik hukuk devletiyle de yakından bağlantılı.

Gerek AYM, gerek AİHM’in kararlarında belirtildiği gibi, eşitlik aynı hukuksal durumda olan kişilerin aynı kurallara tabi olması. Aynı durumda olanlara farklı kurallar uygulanmasının bir hak ihlali oluşturmaması için haklı nedenler gerekir. Haklı nedenlerin oluşması için farklı davranış meşru bir amaca dayanmalı ve meşru amaçla farklı davranış arasında orantılı bir bağlantı bulunmalı. Bu konuda ispat yükü, farklı işlemi yapan hükümete ait.

AYM 12.12.1991 tarih ve 21079 sayılı kararında şöyle demekte: "… cezanın çektirilmesi, işlenen suçun türüne bağlı olmaksızın, suçlunun topluma uyum sağlamasını ve topluma yeniden kazandırılmasını amaçlar. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi, suça bağlı kalınmadan ayrı bir programın uygulanmasını gerektirir. … Bu program, suça göre değil, suçlunun infaz süresince gösterdiği davranışlarına ve gözlenen iyi durumuna göre düzenlenecektir. Bu da infazın, mahkûmların işledikleri suçlara göre bir ayrıma gidilmeden, aynı esaslara ve belirli bir programa göre yapılmasını ve sonuçların gözlenmesini gerektirir. Aynı miktar cezayı alan iki hükümlüden birinin, sırf suçunun türü nedeniyle daha uzun süre ceza çektikten sonra şartla salıverilmesi, cezaların farklı çektirilmesi sonucunu doğurur ve bu iki mahkûm arasında eşitsizliğe neden olur."

Bu ölçütler yeni yürürlüğe giren İnfaz Yasası’na uygulandığında, yasanın birkaç nedenle Anayasa’nın 10. Maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğu ortaya çıkmakta.

Her şeyden önce yasanın tutukluları kapsam dışı bırakması eşitlik ilkesine uygun değil. Tutuklu olan kişiler, hüküm giymemiş, masumiyet karinesinden yararlanan kişiler. Bu kişilere uygulanabilecek yurt dışına çıkma yasağı, ev hapsi gibi başka adli kontrol tedbirleri var. Sonra, Sulh Ceza Hakimliklerince verilen tutuklama kararlarının pek çoğunun muhalifleri sindirmek, göz dağı vermek, gazetecileri cezalandırmak gibi siyasal nedenlerden kaynaklandığı mahkeme kararıyla sabit. AİHM iki kararında (Demirtaş ve Kavala) tutuklamanın siyasal nedenlerle yapıldığı sonucuna vardı. Ayrıca, pek çok davada, tutuklamanın hukuka aykırı olduğuna karar verdi. Dolayısıyla tutukluların tahliyesi mevcut haksızlıkları gidermek ve bir toplumsal barış sağlamak için gerekli. Bunun yanında, koronavirüsün doğurduğu sağlık sorunları var. Koronavirüs döneminde çıkarılan yasanın aceleyle yürürlüğe konulmasının bir nedeni de hastalığın cezaevlerinde yayılması kaygısı. Geçici 9. Maddenin 5. Fıkrasında bu kaygı açıkça ifade ediliyor. Böyle bir sağlık riski, hükümlü bile olmayan tutuklular için de geçerli değil mi? Bu nedenle tutukluların yasa kapsamına alınarak öncelikle serbest bırakılmaları gerekirdi.

Yasanın geçici 9/5 maddesi hükümlüler açısından da ayrımcılığa yol açmakta. Buna göre, açık ceza infaz kurumunda bulunan ya da bulunmaya hak kazanan ve denetimli serbestlikten yararlanan hükümlüler, "Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle" 31.05.2020 tarihine kadar izinli sayılacaklar. Bu süre Adalet Bakanlığı tarafından iki ayı geçmemek üzere üç kez uzatılacak. Bu madde kapsamına girmeyen hükümlüler ise korona virüse yakalanarak ölmekte serbestler.

Yasa, koşullu salıverme ve denetimli serbestlik bakımından da ayrımcılık yapmakta. Koşullu salıvermede üçte iki oranında ceza infaz süresi aranırken, yeni yasa ile bu süre ½ oranına indirildi. Ancak kasten öldürme, yaralama, işkence, cinsel saldırı, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar, özel yaşama karşı suçlar, uyuşturucu imal ve ticareti suçu, casusluk suçu, Terörle Mücadele Kapsamına giren suçlar, Milli İstihbarat Kanunu kapsamına giren suçlarda koşullu salıverilme oranı üçte iki olarak kaldı.

Aynı şekilde, belirli koşullarda cezanın konutta çektirilmesini öngören özel infaz usulleri, terör suçları ile örgüt kurma suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan mahkûm olanlara uygulanmayacak.

Koşullu salıverme için infaz yasasında yapılan ve koşullu salıvermeyi belirli gruplar için kolaylaştıran düzenlemeler kasten öldürme suçları, cinsel dokunulmazlığa karşı işlene suçlar, özel yaşam karşı suçlar, devlet bütünlüğünü bozmak, anayasal düzeni ortadan kaldırmak, hükümeti devirmek, casusluk gibi devlete karşı işlenen suçlardan ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan hüküm giyenler için geçerli olmayacak.

Bunun anlamı şudur: Aynı miktar cezayı alan iki hükümlüden biri, suçunun türü nedeniyle infaz yasasında yapılan koşullu salıverme ve denetimli serbestlik gibi değişikliklerden yararlanıp cezaevinden tahliye olurken, başka bir gruptaki hükümlü cezasını çekmeye devam edecek. Bu durumun ortaya çıkardığı eşitsizlik, ayrımcılık, Anayasa’nın 10. Maddesindeki eşitlik ilkesine, 2. Maddesindeki hukuk devleti ilkesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. Maddesindeki ayrımcılık yasağına aykırıdır. Bunu haklı gösterecek makul bir gerekçe de bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle, AYM’nin geçmiş içtihadına uygun olarak, infaz yasasındaki ayrımcılığa yol açan maddeleri iptal etmesi gerekir.

Öte yandan, hükümlü ve tutukluların ayrımcılık ve eşitsizlik nedeniyle AYM’ye bireysel başvuru yapmaları olanağı bulunmakta. Ancak, ayrımcılık şikâyeti tek başına yapılamaz. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki başka bir hak ve özgürlüğün ihlal edildiği şikayetiyle birlikte yapılması gerekir. Bu şikâyet, kişi güvenliğinin ihlal edildiğine ya da devletin tutuklu ya da hükümlü kişinin sağlığını koruyacak önlemleri almadığına ilişkin olabilir. AYM ve AİHM’in ayrımcılık nedeniyle ihlal kararı vermesi için diğer şikâyetin de ihlalle sonuçlanması gerekmez.

AYM’nin bu konuda vereceği kararlar ayrımcılığa, adaletsizliğe son vermek, hukuk devletinin hala var olduğunu göstermek bakımından önem taşıyacak.