İklim değil, yaşam krizde: Türk Toraks Derneği’nin ekolojik bakışı

-
Aa
+
a
a
a

Açık Gazete'ye konuk olan Haluk Celaleddin Çalışır'ın bahsettiği ve Nilüfer Aykaç, Arzu Yorgancıoğlu ile birlikte hazırladıkları 'iklim değil, yaşam krizde' konulu çalışmayı yazarların izniyle yayınlıyoruz.

Giriş

Türk Toraks Derneği (TTD), hastalıklar kadar onlara yol açan nedenleri önemsediği ve bu çerçevede tedavinin yanı sıra koruyucu hekimliği temel sorumluluk olarak gördüğü için çevre sorunları öncelemektedir(1). Bu nedenle uzmanlık derneği olarak 2015 yılında Hava Kirliliği ve Akciğer Hastalıkları Görev Grubu’nu oluşturmuş ve aynı yıl Çevre Politikası’nı yayınlamıştır (2). 

Türk Toraks Derneği Çevre Politikası Metni’nde de ifade edildiği gibi ekolojik felaketlerin yaygınlaşıp sıradanlaştığı ve dünyanın geleceğini tehdit ettiği bir ortamda insanı ve insansız doğayı birbirinden ayrı ele almak ya da birisini diğerinin içinde eritip yok etmek doğru değildir. Çünkü insan doğanın bir parçasıdır ve insan ile doğayı birbirinden koparmak mümkün değildir. Daha önemlisi insana ve insanın var ettiği uygarlığa yapılacak her müdahale bizatihi doğaya; benzer şekilde insansız doğaya yapılacak her türlü müdahale de insanın doğasına yapılmış olmaktadır (2, 3).

COVID-19 aslında hepimize dünyanın doğal yaşam dengesini bozduğumuz zaman ufacık bir virüsün hayat için nasıl bir tehdit oluşturabileceğini yüzbinlerce kayıpla gösterdi. Hiç kuşkusuz SARS-CoV-2 sadece ölümlere yol açmakla kalmadı, ekonomik, siyasi ve sosyolojik etkileriyle küresel çapta pek çok taşı da yerinden oynattı. 

Oysa TTD yayınladığı çevre politikasında doğanın sahibinin tek başına insan olmadığını ve insanın içinde yaşadığı çevrenin sağlığını ve uyumunu bozacak her türlü girişimin, insan ve diğer canlıların sağlığını doğrudan etkileyeceğini görmüş ve bunu yıllar önce adeta çığlık atarak deklare etmişti (2, 3). 

Ulusal akciğer sağlığını geliştirmeyi amaçlayan bir uzmanlık derneği olarak, hava kirliliği başta olmak üzere yaşanan tüm ekolojik sorunların çözüm noktasının “sürdürülebilir kalkınma” bakış açısının yerini “sürdürülebilir bir gelecek ve yaşam”ın alması gerektiğinden geçtiğini bilmekte ve böylesi bir değişimin gerekliğini ısrarla belirtmekte idi (2, 3).

Geldiğimiz noktada COVID-19 sözü bitirdi; acil eylemin önünü açtı. Görmek zorundayız ki; daha çok tüketmek için, daha çok enerji için, daha çok maden için, daha çok yol için, daha çok araba için, daha çok uçak için, daha çok klima için, daha çok... daha çok... ve daha çok için kullandığımız fosil yakıtları hızla insan uygarlığının sonunu getiriyor.

Daha büyük alışveriş merkezleri yaparak...kırsal alanın doğasını, korunması ve sayıca arttırılması gereken ağaçları maden uğruna keserek...kent içi dikey yapılaşmayı teşvik ederek...her yeri inşaata ve betona boğarak... aslında yaşamı yok ediyoruz. 

Oysa ki çocuklarımıza bırakacağımız en iyi miras: Yaşanılabilir Bir Dünya

COVID-19’dan çıkarabileceğimiz tek kazanım bakış açımızı, değerlerimizi ve nihayetinde zihniyetimizi değiştirmek olmalı.Yeni bir dünya için, başka türlü bir dünya için, geleceğimiz için değişelim, değiştirelim...

İklim Krizi, Antroposen ve COVID-19 Pandemisi

Yerkürenin tarihi 4,5 milyar yıl öncesine gitmektedir. Oluşumundan bizim anladığımız dünya haline gelebilmesi için çok sayıda önemli jeolojik ve ekolojik değişiklikler geçirmiştir. Bu değişikler bizim algılarımızın ötesinde milyonlar, hatta milyarlarca yıl süren periyotlarda gerçeklemiştir. Her bir periyotta ekosistemden bazı canlı türleri tamamen yok olmuş, bazı yeni türler ortaya çıkmıştır. 4,5 milyar yıllık süreçte yer küremiz canlı yaşamının imkansız olduğu bir ortamdan, çok farklı yaşam şekillerinin birbirleri ile ilişki örüntüleri içerisinde farklı ekolojik yaşam alanlarına, ekosistemlere dönüşmüştür.  

Bir ekosistem, bitkiler, hayvanlar, bakteri ve mantarlar gibi biyotik komponent ile hava, su, toprak, atom ve moleküller gibi abiyotik komponentlerden oluşur. Her iki komponent birbiriyle oldukça hassas bir etkileşim içerisinde ekosistemi oluşturur. Ekosistemin dengesi değişik nedenler ile bozulabilir. Değişiklikler küçük çaplı olabileceği gibi, büyük yok oluşlara kadar gidebilen boyutlarda olabilmektedir. Yer kürenin tarihinde de çeşitli çapta çok sayıda bu tür değişimler yaşanmıştır. 

 Dünyamız günümüze kadar olan uzun süreçte beş kez büyük çapta yok olma sınırına kadar gelmiştir. 450 milyon yıl önce Ordovisiyen-Siluriyen olarak tanımlanan jeolojik dönemde gerçekleşen ilk büyük yok oluşta, tüm türlerin yüzde 85’i ortadan kalkmıştır. İkinci yok oluş 375 milyon yıl önce Üst Devoniyen dönemde gerçekleşmiş ve türlerin yüzde 75’i silinmiştir. 250 milyon yıl önce Permiyen-Triyas dönemde “Büyük Ölüm” diye tanımlanan üçüncü yok oluşta ise türlerin yüzde 95’inin devamı son bulmuştur. Bu büyük yok oluştan yaklaşık 50 milyon yıl sonrasında, günümüzden 210 milyon yıl önce, Triyas-Jura dönemde dördüncü büyük beşinci yok oluşta türlerin yüzde 76’sı ve son olarak günümüzden 65 milyon yıl önce Kretase dönemde, Meksika’da Yukatan yarım adasına 10 kilometre çapında bir meteorun çarpması sonucunda dinazorlar da dahil olmak üzere tüm türlerin yüzde 80’i yok olmuştur (4,5).

Bu yok oluşların temel nedenleri volkanik patlamalar ya da meteor çarpmaları gibi jeolojik süreçlerdir. Bu büyük yok oluşlardan sonra yaklaşık 4-5 milyon yıldır yerküre üzerinde görülmeye başlanan atalarımız humanoidler ve Homo sapiens’in de yer kürenin değişimine önemli katkısı olmuştur. İnsanlığın yer kürenin değişimine yaptığı katkının geçmişten günümüze uzanan kronolojik süreçte giderek arttığını ve hatta şiddetlendiğini söylemek mümkündür. Doğada milyon yılları alan değişim ve dönüşümler, insan müdahalesi ile baş döndürücü olabilecek hız ve şiddette gerçekleşmektedir. 

İnsan merkezli yaklaşım, yeryüzü için oldukça önemli bir evrimsel baskı oluşturmaktadır. Günümüz dünyasındaki modern yaşam olarak tanımlayacağımız yaşama ve tüketme biçiminin bedelini bizlerin de içerisinde yer aldığı ekosistem üzerine geri dönülmesi çok zor bedeller yaşatmaktadır. Hayatımızın sosyal ve ekonomik yanlarını belirleyen üretim ilişkileri, gelir dağılımı ve paylaşımının çerçevesini oluşturan neoliberal paylaşım düzeni, yerküre kaynaklarını sorumsuzca sonuna kadar tüketmektedir. Yerküre ve çevremizdeki diğer canlı türler ile olan ilişkimizi ölümcül bir şekle tırmanmasına neden olan neoliberal paylaşım düzenin, en somut yansıması kendisini iklim krizi olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bugün tüm dünyayı etkisine alan SARS-CoV-2 virüs ile ortaya çıkan salgının da nedeninin iklim krizi ile somutlaşan doğa ile olan ilişkimiz olduğunu söylemek çok ileri bir tespit olmasa gerekir. 

İklim krizi, küresel ısınma ya da daha doğrudan söylemek gerekirse küresel ısıtma nihai olarak atmosferde sera gazı emisyonlarının artması ile somutlaşmaktadır. Yaşadığımız üretim ilişki ve süreçleri, pestisitler, antibiyotik kullanımı, yoğun tarım, genetiği ile oynanmış organizmalar doğa üzerinde yoğun değişimlere neden olan baskılardan bazılarıdır. Bu baskılar, kutuplardaki dengeyi, okyanusların, akarsuların ve atmosferin fiziksel ve kimyasal özelliklerini değiştirmekte, artan nüfus ile birlikte endüstriyel tarım, endüstriyel hayvancılık nedeniyle toprak dağılımının insan odaklı kullanımı, diğer türlerin yer değiştirmesine, yok olmasına, yok olan türlerin yerine invaziv türlerin işgaline neden olmaktadır. Sosyal yaşamda ise tüm bu değişimden en büyük olumsuz payı kırılgan gruplar, yoksullar almaktadır (6).  

Yerküre üzerinde iki yüz yılda giderek artan bir ivme ile gerçekleşen endüstriyel gelişmelerin neden olduğu değişiklikler, bizi son bir yok oluşa, ya da altıncı yok oluşa götüreceği ileri sürülmektedir. Bu nedenle de Holosen olarak adlandırılan, bulunduğumuz jeolojik zaman döneminin, Crutzen ve Stoermer tarafından artık Antroposen olarak adlandırılması gerektiği belirtilmiştir (7). Bu nedenle de Antroposen ifadesi biraz da ironik bir şekilde oluşacak altıncı yok oluşun insan eliyle olacağına vurgu yapmaktadır. 

Sera Gazları ve Küresel Isınma

Büyük yok oluşa neden olan ve/veya gerekçesi olan faktörlerin kümülatif ve belki de en belirgin etkisi küresel ısınma/ısıtmadır. Küresel ısıtma ise atmosferdeki sera gazları emisyonlarının artmasına bağlı bir süreçtir. Karbondioksit, metan, nitrik oksit ve florlu gazlar başlıca sera gazlarıdır. Karbondioksit küresel ısıtmaya neden olan faktörler içerisindeki katkısı yüzde 64’dür. Halen atmosferdeki konsantrasyonları, endüstri öncesi dönemden yüzde 40 kadar daha fazladır. Diğer sera gazları miktar olarak karbondioksitten daha az olmalarına karşın ısıyı tutma kapasiteleri daha yüksektir. Metanın küresel ısınmaya katkısı yüzde 17, nitrik oksidin katkısı ise yüzde 6’dır. Ayrıca florlu gazların endüstride çeşitli amaçlar ile kullanılması sonucu ortaya çıkan emisyonları da miktar olarak diğer faktörlerle karşılaştırıldığında az olmasına karşın, etki gücü açısından karbondioksitten 23 bin kat daha güçlü sera gazı etkisi yapmaktadır (8). Artan emisyonlar küresel sistemin ısınmasına, kutup ve karasal buzullarda erime, ekstrem hava olaylarının artışına, deniz seviyelerinde yükselmeye, biyoçeşitlilikte azalmaya, toprak kullanımında değişikliğe, ormanlarda azalmaya, çölleşmeye ve okyanusların asitliğinde artış gibi her biri birbirlerini besleyen ve birbiri ile oldukça ilişkili süreçler, gezegenimizde geri dönülmesi çok zor değişikliklere neden olmaktadır. Bu değişiklikler sonucunda insan yaşamı, sosyal hayatta oldukça olumsuz etkilenmektedir (8). Bir yandan fosil yakıt kullanımı karbondioksit ve nitrik oksit gibi sera gazı emisyonlarının artmasına yol neden olurken diğer yandan da karbondioksit emisyonlarını absorbe edecek ormanların tarım, kereste ticareti, madencilik, yol yapımı ve kentleşme amaçlı yok edilmesi kısır döngüye neden olmaktadır.  Ayrıca orman çeperlerinde yaşayan kırılgan grupların yaşam alanlarını yok ederek onları açlığa ve yoksulluğa maruz bırakmaktadır. Artan endüstriyel hayvancılık, yoğun metan emisyonlarına ve azot içeren gübrelerin yaygın kullanımı da bir yandan nitrik oksit emisyonlarına neden olurken diğer yandan da yeraltı suları ile deniz ve okyanuslara ulaşarak suların asitlenmesine neden olmaktadır.

Endüstri öncesi dönemlerde 280 ppm civarında olan karbondioksit emisyonu 3 Mayıs 2020 tarihinde 412.55ppm olarak ölçülmüştür (9). Karbondioksit emisyonlarındaki bu derecede yükseklik, yerkürenin ortalama yüzey sıcaklığında 2019 yılı itibari ile 1880’e göre 0,98°C’lik ısındığını göstermiştir (10). Artan ısınma ile özellikle kuzey buz denizindeki buzların erimesine, bu erime de hem denizlerdeki su seviyesi artışına, hem de güneşten gelen ışınları yansımasına da neden olan buz yüzeyinin azalmasına ve dolayısıyla ısınmanın daha artmasına neden olmaktadır. Yine özelikle arktik bölgede bulunan permafrost alanların erimesine, eriyen bu alanlardan metan gazı salınmasına neden olmaktadır.  

Küresel ısıda 1,5°C’lik bir artış halinde böceklerin yüzde 6’sı, bitkilerin yüzde 8’i ve omurgalı hayvan türlerinin de yüzde 4’ünün yok olacağı hesaplanmıştır. Isınmanın 2°C artması halinde ise sayılan habitatın sırasıyla yüzde 18, yüzde 16 ve yüzde 8 oranında yok olacağı hesaplanmıştır (11). 

Madencilik, büyük baraj inşaatları gibi doğaya büyük ölçüde müdahaleler sonucunda dünyadaki sulak alanların bazı bölgelerde yüzde 95’i yok olmuştur. Dünyadaki en büyük nehirlerin üçte ikisi belirli oranlarda, büyük barajlar ile akışı değişmiş ve ekosistemleri ile bağlantılarının bozulması sonucu türlerin yok olmasına yol açmıştır. Dünyadaki temiz su kaynaklarının üçte birinden fazlası, tarım, endüstri ve ev işlerinde kullanılmaktadır. Bu kullanımların önemli bir kısmı ise suların kirlenmesi ile sonuçlanmaktadır. Yerküredeki toprakların yüzde 30’u endüstriyel hayvancılık tarafından tüketilmektedir. Özellikle endüstriyel hayvancılıkta kullanılacak yem bitkileri için orman alanları tümüyle tarım alanlarına dönüştürülmekte ve bu alanlarda soya, mısır gibi bitkilerin tarımı yapılmaktadır. Söz konusu bu bitkilerin monokültürleri, biyoçeşitliliği azaltan önemli faktörlerden birisidir. Yerküredeki toprak kullanımının insan odaklı olması diğer canlı ve türlerin alanlarını kaybetmesine neden olmaktadır (12). Yok olan türlerin bir kısmı da yasadışı avlanma sonucunda olmaktadır. Ancak önemli sayıda canlı türü, gerek küresel ısınma nedeniyle gerekse de toprakların insan odaklı kullanımına bağlı olarak yok olmaktadır. 

Sera gazı emisyonlarının yüzde14,5’u endüstriyel hayvancılık kaynaklı olarak meydana gelmektedir. Bu da yılda 7,1 Gigaton CO2 emisyonuna eşdeğer miktardadır. Bu emisyonların, yüzde 45’i yem üretimi, yüzde 39’u da hayvanların bağırsaklarından kaynaklanan fermantasyona, yüzde 10’u gübre işlenmesi ve depolanmasından kaynaklanmaktadır. Geri kalan emisyonlar da sektördeki ürün ve hammaddelerin taşınması sırasında oluşmaktadır. Endüstriyel hayvancılıkta oluşan sera gazı emisyonlarının yüzde 44’ü metan, yüzde 29’u nitrik oksitler ve yüzde 27’si de CO2 emisyonuna bağlıdır (13). 

Endüstriyel hayvancılığın sera gazı emisyonlarına önemli katkılarından birisi de ormanların yem üretimi için kesilmesidir. Güney Amerika, Brezilya, Şili, Nikaragua ve Paraguay’da yem üretimi için kullanılan arazilerin yüzde 97’si ormanlardan dönüştürülmüştür. Antarktika buzullarından alınan örneklerde yapılan ölçümlerde izlenen karbondioksit emisyonlarında 1550 yılında başlayan ve 1610 yılında en dip seviyeye ulaşan değerler saptanmıştır. Karbondioksit emisyonlarındaki bu düşüş; 1492 yılında Amerika kıtasının keşfi ile Avrupa’dan göç edenlerin taşıdıkları hastalıklar, yapılan savaşlar ve kıyımlar sonucunda o dönemlerde 61 milyon civarında olduğu düşünülen Amerika kıta nüfusunun önemli bir kısmının yok olması ve ilerleyen dönemlerde tarım yapılamayan toprakların yeniden ormanlaşması ve bu ormanlar tarafından karbondioksit yakalanmasının artışına bağlanmaktadır (6). Karbondioksit emisyonlarında yapılan bu tarihsel ölçümler, insan faaliyetleri ve doğa ilişkisini gösteren çok çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. Bu gözlem antroposen başlangıcı için önerilen kanıtlardan birisi olarak tartışılmaktadır. 

Arazi bozulması (land degradation); toprak koşullarında ve yapısında, iklim değişikliği de dahil olmak üzere insan kökenli doğrudan ya da dolayı negatif yönde gidişi tanımlamak için kullanılmaktadır. Uzun dönemde biyolojik üretim kapasitesi, ekolojik uyum veya insan kullanımı değerlerinden en az birisinin kaybedilmesi anlamını içermektedir. Orman ya da orman dışı alanları kapsamına almaktadır (14). 

Gıda Güvenliği

Bütün insanlar için, tüm zamanlarda, beslenme tercihlerine göre aktif ve sağlıklı bir yaşam için, güvenli ve besleyici gıdaya fiziksel, sosyal ve ekonomik olarak ulaşılabilme gıda güvenliği olarak tanımlamaktadır(14). Orta Dereceli Gıda Güvensizliği yeterli miktar ve/veya kalitede gıdaya ulaşma olanağının belirsizliğini ifade ederken, gıdanın tükendiği, günler boyunca hiçbir gıdanın yenilemediği, insan sağlığı ve esenliğinin büyük risk altında olduğu durumlar ve açlık ise Şiddetli Gıda Güvensizliği olarak tanımlanmaktadır (15). 

2019 Birleşmiş Milletler raporuna göre dünya nüfusunun yüzde 26,4’ü, Afrika nüfusunun yüzde 52,5’i, Latin Amerika nüfusunun yüzde 30.9’u, Asya nüfusunun yüzde 22,8’i ve Kuzey Amerika ile Avrupa nüfusunun yüzde 8’i orta dereceli ya da şiddetli gıda güvensizliği yaşamaktadır. Görüldüğü gibi, küresel  kuzey olarak tanımlanan Avrupa ve Kuzey Amerika ile, küresel Güney olarak adlandırılan sahra altı Afrika, Güney Amerika ve Asya arasında önemli eşitsizlik bulunmaktadır. 

Orta ve şiddetli gıda güvensizliği yaşanan bölgelerin ortak özelliği tropikal kuşak ve çevresinde olduğu zengin doğal kaynakları bulunduğu ve oldukça zengin orman – yabanıl hayatın yaşandığı bölgeler olmasıdır. Bu bölgeler doğal kaynaklar bakımından da oldukça zengin olduğu kadar ekolojik çeşitliliğin tehdit altında olduğu bölgelere de denk düşmektedir. Gıda güvensizliğinin yaşandığı bölgeler, aynı zamanda son yirmi yıldır önemli pandemilerin çıkış bölgeleridir (16). İnsanlarda ortaya çıkan salgın hastalıkların yüzde 75’i zoonoz olarak tanımlanmaktadır. Hassas doğal alanların küresel ısınma nedeniyle tahrip olduğu coğrafyalar, insanlığı tehdit eden önemli salgınların kaynaklandığı yerler olarak düşünülmelidir (17). 

Beslenme Öğesi Olarak Yaban Hayvanları

Dünya üzerinde yaban hayvanları değişik amaçlar ile avlanmaktadır. Turizm, macera ve ekonomik kaygılar ile yapılanlar dışında önemli bir kısmı beslenme amaçlıdır. Dünyadaki yaban hayvan eti tüketimi ve ticareti başlıca üç büyük bölgede yapılmaktadır: Amazon, Orta Afrika ve Asya. 

Bu bölgeler aynı zamanda da orta ve şiddetli gıda güvensizliğinin en yoğun yaşandığı bölgelerdir. Söz konusu bu bölgeler aynı zamanda biyoçeşitliliğin en zengin olduğu yağmur ormanları alanlarıdır. Bu alanların kereste ticareti ya da palmiye yağı üretimi nedeniyle ormansızlaştırılması ve palmiye plantasyonları yapılması gibi nedenler hem yerel dokuyu değiştirmekte, hem de sosyal yapıda değişikliklere neden olmaktadır. Bu bölgelerde avcı-toplayıcı olarak yaban hayvanları tüketen topluluklar bu değişimler sonucu gıdaya ulaşmada sorun yaşamaktadırlar. 

Öte yandan madencilik amaçlı olarak açılan alanlar ormanların derinlerine yasadışı avcıların girmesini kolaylaştırmakta ve yoğun avlanmaya neden olmaktadır. Bu yollar aynı zamanda, avlanan yaban hayvanların, bu bölgelerde “Wet Market” olarak adlandırılan canlı hayvan pazarlarına da taşınmasını sağlamaktadır. 

Bu pazarlarda değişik türlerde yaban hayvanları canlı kafeslerde tutulmakta, pazar yerlerinde kesilmekte ve tüketime sunulmaktadır. Yaban hayvanları bölge halkı için bazen ucuz protein kaynağı olabildiği gibi, kültürel olarak da yerel halk tarafından “temiz” olarak düşünülüp tercih edilebilmektedir. Bazı yaban hayvan türleri ilaç amaçlı satılmakta, bazıları da lüks tüketim için kullanılabilmektedir. 

Ormanların derinlerinde yaşayan ve orada avlanan yerel halk, genellikle bir günlük yürüme mesafesinde olan kırsal komşularına avladıkları vahşi hayvanları satmaktadırlar. Bu tür ticaret genellikle volüm olarak küçük olmaktadır. Özelikle orman derinliklerinde yaşayan topluluklar için, geleneksel olarak takas şeklinde olan bu ticaret önemli bir gelir kaynağı olabilmektedir. Bunun dışında ormanlarda yapılan daha büyük hacimdeki ticaret, aracılar vasıtasıyla kilometrelerce uzaklardaki pazarlara taşınabilmektedir. Bu tür daha büyük hacimli ticaret, orman derinlerinde yaşayan topluluklar ve doğal hayatın sürdürülebilirliği açısından tehdit oluşturabilmektedir(18).

Avcı-toplayıcılar, toplumdaki en yoksul, ekonomik ve politik olarak en izole topluluklardır. Kırsal bölgelerde orman çeperlerinde yaşayan topluluklar, başka kaynakları olmadığı için, vahşi hayvanları, yiyecek, giyecek, ilaç ve süsleme amaçlı kullanmaktadırlar. Yaban hayatı kaynakları kısıtlı topluluklar için önemli bir gelir kaynağıdır. Gabon kırsalında yaşayan halklar arasında avcılık, hane halkı gelirinin yüzde 15’inde bütçenin yüzde 72’sine ulaşan bir yer tutmaktadır (19).

Yapılan bir araştırmada; 2012-2016 yılları arasında, 189 değişik ülkeden 11,569,796 adet canlı vahşi hayvan ticareti yapıldığı bildirilmiştir. Memelilerin  % 58,7 gibi önemli bir kısmını Çin, amfibiyanların da % 53.8’i Nicaragua’dan yapıldığı bildirilmiştir (20). Doğu Asyada önemli bir vahşi hayvan ticaret bölgesidir. Bu bölgede yapılan bir çalışmada; yılda 5000 ton canlı yakalanan vahşi kaplumbağa ve 4 milyon ton kurbağa bacağı Endonezya’dan Çin’e ihraç edildiği; Lao PDR eyaletinden, Vietnam’a yıllık yaklaşık 3,6 milyon dolarlık pangolin, kedi ve ayılar olmak üzere vahşi hayvan ticareti yapıldığı; HoChiMinh şehrinde 1,500 civarında restoranda yaban hayatı kaynaklı et servisi yapıldığı; Da Nang şehrinde ise sadece 4 restoran haftada bir ton vahşi hayvan eti satıldığı bildirilmiştir. Yine Vietnam’da Da Nang şehrinde sadece bir satıcının haftada 6 ton yaban hayvanı etini Hano, Da Nang ve Çin’e satabildiği;  Çin’in güneyinde, 39 memeli türü, 453 kuş ve 154 sürüngen, 90 binden fazla yılan, 24 bin  kaplumbağa satıldığı tespit edilmiştir (19). 

Kemirgenler gibi zoonotik rezervuar popülasyonların bileşimi ve yoğunluğu arazi kullanımı ve iklim değişikliğinden etkilenmektedir. Orta Afrika’da yapılan vahşi hayvan ticareti ile birlikte hayvanların doğal yaşam alanlarına yapılan saldırı, Ebola salgını da dahil olmak üzere, insan popülasyonlarında zoonotik kaynaklı hastalıkların görülme sıklığını artırmaktadır. Yine Orta ve Batı Afrika ormanlarında yapılan goril ve şempanze eti için yapılan avlanma ve ticaret Ebola riskini de artırmıştır (21).

Yarasalar ve koronavirüs

Dünyadaki memeli popülasyonlarının yüzde 20’sini yarasalar oluşturmaktadır. Antarktika dışında tüm kıtalarda yaklaşık 1,300 civarında türü bulunmaktadır. Eko sistem için önemli bir yeri olan yarasaların eti de gıda ve ilaç amaçlı olarak tüm bu coğrafyalarda tüketilmektedir. 

Tek sarmallı RNA içeren bir virüs olan koronavirusların dört cinsi bulunmaktadır. Alphacoronavirus ve betacoronaviruslar memelilerde, gammacoronavirus ve deltacoronaviruslar temel olarak kuşlarda bulunmaktadır. Korona virüsler, insanlarda ve hayvanlarda solunum yolu ve gastrointestinal  sistem enfeksiyonlarına neden olmaktadır. 

Genel olarak insanlarda üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden olmakta iken, Şubat 2003’te Çin Halk Cumhuriyeti Guangdong eyaletinde, akut solunumsal sendroma yol açması (SARS-Cov) ile dünya sağlık gündemine gelmiştir. 8 ay süren salgın dünya çapında yayılmış ve 8098 konfirme vaka ve 774 ölüme neden olmuştur (22). Bu salgında yaklaşık 10 yıl sonra Middle East Respiratory Syndrome Coronavirus (MERS-Cov) olarak adlandırılan ve yüksek patojeniye sahip yeni bir corona virüs salgını Suudi Arabistan’da ortaya çıkmıştır. Bu salgın da 27 ülkede, 2206 konfirme vaka ve 803 ölüme neden olarak sonuçlanmıştır. Bu iki şiddetli ölümcül sonuçları da olan corona virüs dışında HCoV-OC43, HCoV-NL63, HCoV-HKU1 ve HCoV-229E olarak adlandırılan hafif üst solunum yolu enfeksiyonuna yol açan 4 cinsi daha bulunmaktadır (23). 

Alfa ve beta korona virüslerin doğal kaynağı yarasalardır. Yarasalardan çoğunlukla evcil hayvanlara bulaşmakta onlara da hastalık yaptıktan sonra da insanlara bulaşmaktadır. 2003’te Çin’de saptanan SARS-CoV salgınında Misk kedileri kaynak olarak düşünülmüş, daha sonra da yarasalardan misk kedilerine bulaştığı, onlardan da insanlara geçtiği ve insandan insana geçiş özelliği kazandığı bildirilmiştir. 

MERS-CoV, salgınında ise hastalık develerden insanlara bulaşmıştır. Develerde saptanan MERS-CoV’a karşı 1980’lerde toplanmış deve serumlarında antikorlar saptanmıştır. Ayrıca MERS-CoV’in filogenetik olarak develerdeki korona virüs kaynağının yarasalardan kaynaklandığına yönelik bulgular bulunmaktadır (24)

2019 yılının son aylarında Çin Halk Cumhuriyeti’nde Wuhan’da ortaya çıkan ve CoVID-19 olarak adlandırılan SARS-CoV2 virüsün da kaynağının yarasalar olduğu, ara konak olarak da pangolinler üzerinden insanlara bulaştığı belirtilmektedir (25). Koronaviruslar, firavun faresi, deve, yılan, timsah ve maymun gibi ara konaklarda da gösterilmiştir. Ayrıca atlara bulaşıp, insanlarda da ölümcül sonuçlar doğurabilen diğer bir zoonotik hastalık olan Paramyxoviridae grubuna ait Hendra ve Nipah Virusların da kaynağı yarasalardır. Hendraviruslar atlarda ve insanlarda hastalık yapabilmekte, Nipah virusun da domuzlar aracılığı ile insanlara geçtiği düşünülmektedir. Hendra ve Nipahviruslara konakçılık yapan meyva yarasaları Avustralya, Endonezya, Malezya ve bazı pasifik adalarında bulunmaktadır. Eylül 1998 ile Nisan 199 yılları arasında Malezya’da Nipahvirusa bağlı ensefalit salgını sırasında 265 kişi enfekte olmuş, bunların 105’i ölmüştür (26). 

İklim Krizi ve Pandemiler

İklim krizi, küresel ısınma/ısıtma giderek geri dönülemez bir geleceğe doğru gezegenimizi değiştirmektedir. İklim değişikliği artık hayatımıza somut olarak girmiştir. Sık sık sel, çığ, aşırı yağış, fırtına, kuraklık gibi aşırı iklim olaylarını yaşadığımız günlerde tüm dünyanın aniden neredeyse tüm hayatı durma noktasına getiren COVID-19 salgını ile tüm yaşam biçimimizin değiştiğine şahit olduk. Bu salgının kökenine inildiğinde; neoliberal düzenin sorumsuzca gezegenin kaynaklarını yok etmesine bağlı olarak biyoçeşitliliğin azalması, habitat değişikliği ve gıda güvencesinden yoksun yaşayan insan topluluklarının yaban hayvanları ile doğal sürecin ötesinde yakınlaşmasının yattığı görülmektedir. Doğal olmayan bu yakınlaşma, Wuhan’da “Wet Market” olarak anılan canlı hayvan pazarlarında çok sayıda hayvan türünün beslenme, llaç ve kültürel eğilimler nedeniyle satılması amacıyla bir araya geldiği bir ortamda, ölümcül virusların konağı olan yarasalar ile onlara ara konak olabilecek değişik hayvan türlerinin temasına olanak sağlamıştır. Söz konusu canlı hayvan pazarları, Asya, Orta Afrika ve Güney Amerika’da yaygın olarak bulunmaktadır. Bu canlı hayvan pazarlarının yerel alışkanlıklar yanı sıra tropikal kuşaktaki üç kıtada benzer ekolojik tehdit altında olan coğrafyalarda olması ve bu bölgelerde aynı zamanda orta – şiddetli gıda güvencesizliğinin yaşanması tesadüf değildir (26). 

İklim krizi sonuçlarını artık sadece iklimsel anomaliler olarak değil, zoonotik kaynaklı pandemiler olarak da göreceğimizi öngörerek, tüm canlılar ile tür ayrımı yapmadan gezegenimiz ile uyumlu bir yaşamı kurgulamamız gerektiği açıktır. Bu bağlamda içerisinde bulunduğumuz jeolojik zamana Antroposen adını vermek giderek daha fazla anlam kazanmaktadır. 

İklim Krizi, Hava Kirliliği ve COVID-19 Pandemisi

Aralık 2019'da Çin'in Hubei eyaleti Wuhan'da bilinmeyen pnömoni vakaları ortaya çıkışının sonrasında insanlık yeni bir virüs ile enfekte oldu: SARS-CoV-2

Aslında gelen felaket sürpriz değildi. Atnalı yarasalarında SARS-CoV benzeri virüslerin yaygın olarak bulunduğu ve Güney Çin'de egzotik memelilerin tüketilmesi kültürüyle birleştirildiğinde insanlığın yeni bir virüsle tanışması adeta zaman ayarlı bir bombaydı. Zaten 2007 yılında Hong Kong Üniversitesi’nden KwokYungYuen ve arkadaşları, koronavirüslerin “genetik rekombinasyona” uğradığının iyi bilindiğine dikkat çekerek bu durumun “yeni genotiplere ve salgınlara” yol açabileceğini vurgulamışlardı. 

Yerküre ve Pandemi

Antroposen çağıyla birlikte artan nüfusun, biyoçeşitlilik kaybının, endüstriyel hayvancılık ve tarım amaçlı ormansızlaşmanın ve yabanıl hayatın insan tarafından istilasının üçüncü bin yılda zoonotik kaynaklı enfeksiyonları arttırdığı görülmektedir. Öte yandan vahşi hayvan pazarları, av turizm altında nesli tükenen hayvanların avlanması, genetiği değiştirilmiş ürünler, sanayi atıklarıyla kirletilen su kaynakları, plastik çöplüğüne dönüşen yedinci kıta, havuzlara hapsedilmiş yunuslar, seyirlik uğruna hayvanat bahçelerine kapatılmış canlılar doğa karşısında insanın kendisini merkeze koyduğu yaklaşımlardır. Bununla birlikte yeni hastalıkların ortaya çıkması ve ölümcül seyri, söz konusu faktörler kadar iklim değişikliği ve hava kirliliği arasındaki ilişkiyi de bağlıdır. Çünkü yerkürede artan karbon salım ile ısınan atmosfer sonucu oluşan kirlilik, bazı virüs ve bakterilerin hayatta kalması için daha elverişli bir ortamın şekillenmesi anlamına geliyor.

Hava Kirliliğinin Etkileri

Dünyada her on kişiden dokuzu bugün itibariyle sağlıksız hava solumaktadır. Bu nedenle hava kirliliği küresel bir halk sağlığı sorunudur. olarak kabul edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, çevresel nedenlere bağlı gelişen hava kirliliğinin KOAH vakalarının yüzde 25'ine (65 milyon hasta) ve solunum yolu enfeksiyonu ölümlerinin yüzde 26'sına (yılda 600.000 önlenebilir ölüm) neden olduğunu ifade etmektedir. 

Sağlıksız kirli bir havanın solunmasının solunum hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları, akciğer kanseri gibi hastalıklara yol açtığı, özelikle çocuklar, yaşlılar, yoksullar ve hastaları daha çok etkilediği bilinmektedir. Özellikle 2,5 mikrondan küçük partiküler maddenin (PM2,5), başta KOAH ve astım gibi kronik solunum yolu hastalıklarına, kalp-damar hastalıkları nedenli hastaneye yatışlarına ve akciğer kanserine bağlı ölümler de dâhil tüm ölümlerin artışına katkı sunduğu tespit edilmiştir. İnce partiküler madde dışında azot dioksitin de çocuklarda astım ve pnömoni prevalansı ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. 

Kömür, petrol ve diğer fosil yakıtlarının enerji üretiminde, endüstride ve evlerde ısınma amaçlı yaygın kullanımı, plansız kentleşmenin arttırdığı trafik ve sağlıktan ziyade kazanç eksenli yaşanan kentsel dönüşümün hava kirliliğinin kentlerdeki temel nedeni olduğunu biliyoruz. COVID-19 bu sorunu bir lez daha ölümcül biçimde gündeme getirmiştir. Çünkü araştırmalar daha fazla hava kirliliğine maruz kalan ve tütün ürünleri kullanan kişilerde hastalığın daha ağır ve ölümcül seyrettiğini göstermiştir. Bu saptama aslında yeni bir durum değildir. Çünkü 2003 yılında şiddetli akut solunum yolu sendromu salgını sırasında yapılan araştırmalarda da Çin genelinde daha düşük hava kalitesine sahip bölgelerde hastalığın daha ölümcül seyrettiği gösterilmişti.

Hava Kirliliği ve COVID-19

Kirliliğin üst hava yollarındaki silyaların ilk savunma hattını bozduğu iyi bilinmektedir. Bu nedenle hava kirliliğinin yüksek olduğu yerlerde yaşayanlar solunum yolu enfeksiyonlarına geliştirmeye daha yatkındır. İlk veriler İtalya ve Çin gibi bölgelerde SARS-CoV-2’ye bağlı hastalığın hem yaygınlığının hem de ölümcüllüğün yüksek olmasının hava kirliliğine bağlı olduğuna işaret etmektedir. Partiküler madde 2,5 ve 10, kükürt dioksit (SO2), azot dioksit (NO2), karbonmonoksit (CO) ve ozon (O3) solunum yollarını olumsuz etkileyerek virüs enfeksiyonlara karşı olan duyarlılığı ve hastalığın şiddetini potansiyalize etmektedirler (27). Son iki hafta boyunca yüksek PM2.5, PM10, NO2ve O3 maruziyetiyle yeni konfirme edilmiş Covid-19 hastalar arasında pozitif korelasyonun olduğu (her 10 μg/m3 artışı ile PM2.5, PM10, NO2 ve O3 için sırasıyla%2,24 (95% CI: 1,02 – 3,46), %1,76 (95% CI: 0,89 – 2,63), %6,94 (95% CI: 2,38 – 11,51) ve %4,76 (95% CI: 1,99 – 7,52)saptanmıştır (28). ABD’de yapılan bir araştırmada da PM2.5 düzeylerinde her 1 mikrogram/m3 artışı ile COVID-19 ilişkili ölümlerin yüzde 15 oranında arttığı gösterilmiştir (29). Benzer biçimde İngiltere’de yapılan bir çalışmada da yüksek NO2 ve O3 maruziyetinin COVID-19’a bağlı ölümleri arttırdığı tespit edilmiştir (30). 

Hava kirleticileri COVID-19’a etkileri doğrudan etkiler yanı sıra özellikle nitrojen dioksit maruziyetinin hipertansiyon, diyabet, atriyal fibrilasyon ve kronik böbrek yetmezliği ile ilişkili olmasının da dolaylı etkisi aracılığıyla da gözlenmektedir. Bilindiği üzere eşlik eden bu hastalıkların hepsi COVID-19’un daha ağır seyretmesine yol açmaktadır. Zaten bu durumun bir yansıması olarak; dördü İtalya kuzeyi, beşi İspanya olmak üzere saptanan uzun süreli atmosferik NO2 maruziyetine yüksek COVID-19 ölümlerinin eşlik ettiği gösterilmiştir (31).

COVID-19 ve Kazanımlar

COVID-19 nedeniyle sanayi faaliyetleri ve trafik yoğunluğunda azalma solunun hava kalitesinin iyileşmesini sağladı. NASA ve Avrupa Uzay Ajansı'nın kirlilik izleme uyduları, Çin genelinde karantina sırasında (10-25 şubat) öncesine (1-20 ocak) kıyasla azot dioksit oranında önemli düşüşler saptadı. Salgının yayılması ile birlikte azot dioksit oranının dünya genelinde düştüğü izlendi. COVID-19 pandemisi küresel hava kirliliği oranının yüzde 6 oranında düşürdü (32). Ayrıca Çin’de COVID-19 salgınına yönelik önlemler sayesinde sanayi sektörlerinde üretimde yüzde 15-40 oranında düşüşler yaşandı. Bu azalış Çin kaynaklı karbondioksit emisyonlarında da azalmaya yol açtı. Benzer biçimde Fransa’da uygulamaya konulan karantina nedeniyle Touloese sokaklarında geyikler dolaşmaya başladı. Venedik’in ünlü kanalları temizlendi ve balıklar ile kuğular kanallara geri döndü. Ortaköy sahillerinde yunuslar gözlendi. Uludağ, İstanbul semalarında silüetini gösterdi.

Sürdürülebilir Gelecek ve Yaşam

Sanayi Devrimi’nden bu yana artarak süregelen sanayileşme süreci, toplumu siyasi, iktisadi ve sosyal anlamda dönüştürürken, doğal kaynaklar ve çevre üzerinde ağır tahribatlar yarattı. Söz konusu tahribatların yarattığı ekolojik krizler ortaya çıktı (33). Tarih boyunca sermaye, (neo)liberal yaklaşım çerçevesinde hızlı sanayileşme ve teknolojik ilerlemeler ile büyüyüp, güçlenirken, bu süreç doğal çevre açısından yıkıcı oldu. Sanayi Devriminden bu yana sanayileşmeye bağlı olarak Kuzey Avrupa ülkeleri ve ABD sanayiye dayalı kirliliğin mekânı oldu. Ardından kirli sanayileşmenin Doğu’ya kaydırılması sonrası Batı’nın kalkınması uğruna Doğu’nun çevresi tahrip edildi. Sermayenin kar maksimizasyonu uğruna ondokuzuncu yüzyıl Avrupa’sından günümüz Çin’ine kadar küresel düzeyde ekolojik ve toplumsal yıkım yaşandı. Bu yıkım karşısında dünyanın en zengin 85 kişisi insanlığın yarısı kadar zenginliğe sahip oldu. Küresel 90 şirket, sanayileşmenin başlangıcından bu yana üretilen karbondioksit emisyonlarının üçte ikisinden sorumlu oldu (34). 

Günümüzde yerküre, çevre kirliliği, ozon tabakasının incelmesi, küresel ısıtma ve iklim değişikliği, hayvan ve bitki türlerinin azalması, nüfus yoğunluğunun artışı, suların kullanımı, atık yönetimi, küresel yoksulluk, finansal istikrarsızlık, salgın hastalıklar, savaşlar, göçler, kentleşme ve gürültü gibi çok sayıda ortak sorunla karşı karşıya... Toplumsal eşitsizlikler, ekolojik yıkım ve aşırı tüketimde radikal bir değişimi sağlayamazsak yaşanabilir bir geleceğimiz de olmayacak. Bu nedenle Türk Toraks Derneği Çevre Politikası’nda da vurgulandığı gibi “biyoçeşitliliği, çeşitlilik içinde birliği ve aynı zamanda yaşam niteliğini yükseltmeyi hedeflemek” gerekiyor. Hava kirliliği başta olmak üzere yaşanan tüm ekolojik sorunların çözüm noktasını “sürdürülebilir kalkınma” bakış açısını terk ederek onun yerine “sürdürülebilir bir gelecek ve yaşam”ı yeşertmekten geçiyor.

 

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Kaynakça:

  1. 1) Türk Toraks Derneği Tüzüğü. Türk Toraks Derneği Hedefleri, Politikaları ve Örgütsel İşleyiş El Kitabı.Sentez Matbaacılık ve Yayıncılık. Haziran 2018, Ankara, 9-27.
  2. 2) Türk Toraks Derneği Çevre Politikası. Türk Toraks Derneği Hedefleri, Politikaları ve Örgütsel İşleyiş El Kitabı. Sentez Matbaacılık ve Yayıncılık .Haziran 2018, Ankara, 37-39.
  3. 3) Hava Kirliliği ve Akciğer Sağlığı Sempozyumu Sonuç Bildirgesi. Türk Toraks Derneği Sempozyumu, 18-19 Kasım 2017, İstanbul.
  4. 4) DellaSala DA, Goldstein MI, Elias SA et al. The Anthropocene: how the great acceleration in transforming the planet at unprecedented levels, DellaSala, DA, Goldstein MI, Elias Encyclopedia of the Anthropocene 3. 2018 Elsevier Inc.;2018:p1-7. 
  5. 5) Uhm Van, Daan P. The Sixth Mass Extinction. Uhm Van, Daan P, editors.  The Illegal Wild life Trade. Studies of Organized Crime, Springer;2016.p.17-32
  6. 6) Lewis S, Maslin M.Defining the Anthropocene. Nature 2015; 171–180 
  7. 7) Crutzen P, Stoermer EF. The “Anthropocene”. Global Change Newsletter of the International Geosphere−Biosphere Programme 2000, 41, 17−18.
  8. 8) An official website of the European Union. Causes of climate change. https://ec.europa.eu/clima/change/causes_en (Erişim Tarihi: 4.Mayıs.2020)
  9. 9) Global Monitoring Laboratory.  Trends in Atmospheric Carbon Dioxide https://www.esrl.noaa.gov/gmd/ccgg/trends/gl_trend.html (Erişim Tarihi: 4.Mayıs.2020)
  10. 10) Nasa Global Climate Change  https://climate.nasa.gov/vital-signs/global-temperature/ (Erişim Tarihi: 4. Mayıs.2020)
  11. 11) IPCC, 2018: Global Warming of 1.5°C. An IPCC Special Report on the impacts of global warming of 1.5°C above pre-industrial levels and related global green house gas emission pathways, in the context of strengthening the global response to the threat of climate change, sustainable development, and effort to eradicate povertyhttps://www.ipcc.ch/sr15/ (Erişim Tarihi: 4.Mayıs.2020
  12. 12) Connecting Global Priorities: Biodiversity and Human Health A State of Knowledge Review. https://www.cbd.int/health/SOK-biodiversity-en.pdf ( Erişim Tarihi: 5.Mayıs.2020)
  13. 13) Gerber  PJ, Steinfeld H, Henderson B et al. Tackling climate change through livestock – A global assessment of emissions and mitigation opportunities. Food and Agriculture Organization of the United Nations  2013, 45-53.
  14. 14) IPCC2019Climate Change and Land: an IPCC special report on climate change, https://www.ipcc.ch/srccl/cite-report/ ( Erişim Tarihi 6.Mayıs .2020)
  15. 15) Hunger and Food İnsecurity. http://www.fao.org/hunger/en/ (Erişim Tarihi:8.Mayıs.2020)
  16. 16) Holst J. Global Health – emergence, hegemonic trendsand biomedical reductionism. Global Health. 2020;16:42. 
  17. 17) Wolfe ND, Daszak P, Kilpatrick AM et al. Bushmeathunting, deforestation, andprediction of zoonosesemergence. Emerging  Infectious Disesase. 2005;11(12):1822‐1827. 
  18. 18) Bennett EL. Hunting, Wildlife Trade and Wildlife Consumption Patterns in Asia. Daviesand G,  Brown D. Editors.  Bushmeat and livelihoods: wild life managementand poverty reduction. Willey 2007.p. 241-249
  19. 19) Wilkie DS, Bennett EL, Peres CA et al. The empty forest revisited. Annals of the New York Academy of Sciences, 2011 Mar;1223:120-8. 
  20. 20) Can ÖE, D'Cruze N, Macdonald DW. Dealing in deadly pathogens: Taking stock of the legal trade in live wild life and potential risks to human health. Global Ecology Conservation. 2019;17:e00515. 
  21. 21) IPCC, 2019: Climate Change and Land: an IPCC special report on climate change, desertification, land degradation, sustainable land management, food security, and greenhouse gas fluxes in terrestrial ecosystems https://www.ipcc.ch/srccl/cite-report/ ( Erişim Tarihi: 9.Mayıs.2020)
  22. 22) CDC Severe Acute Respiratory Syndrome. https://www.cdc.gov/sars/about/fs-sars.html. ( erişim tarihi: 10.5.2020)
  23. 23) Banerjee A, Kulcsar K, Misra V et al. Coronaviruses. Viruses. 2019;11(1):41. 
  24. 24) Cui J, Li F, Shi ZL Origin an devolution of pathogenic coronaviruses. Nature Reviews Microbiology. 2019 Mar;17(3):181-192
  25. 25) Lorentzen HF, Benfield T, Stisen Set al. COVID-19 is possibly a consequence of the anthropogenic biodiversity crisisand climate changes. Dan Med J. 2020 Apr 28;67(5). 
  26. 26) Weekly epidemiological record 79, 2004, 86-88 https://www.who.int/publications-detail/web-wer7909 ( erişim tarihi: 7.Mayıs.2020)
  27. 27) J. Ciencewicki J, Jaspers I, Airpollution and respiratory viral infection Inhal Toxicol, 19 (2007), pp. 1135-1146
  28. 28) Zhu Y, Xie J, Huang F, et al. Association between short-term exposure to airpollution and COVID-19 Infection: Evidence From China. Sci Total Environ, 2020
  29. 29) Xiao W, Nethery RC, Sabath BM, et al. Exposure to air pollution and COVID-19 mortality in the United States. https://www.medrxiv.org/content/10.1101/2020.04.05.20054502v2 (Erişim Tarihi:6.Mayıs.2020)
  30. 30) Travaglio M, Yu Y, Popovic R et al. Liks between air pollution and Covid-19 in England https://www.medrxiv.org/content/10.1101/2020.04.16.20067405v3.full.pdf ( Erişim Tarihi 6.Mayıs.2020)
  31. 31) Ogen Y. Assessing nitrogendioxide (NO2) levels as a contributing factor to coronavirus (COVID-19) fatality Sci Total Environ. 2020
  32. 32) Dutheil F, Navel V, Clinchamps M. The indirect benefit on respiratory health from the world’ s effort reduce transmission of SARS-CoV-2. Chest, 2020 Apr 10. pii: S0012-3692(20)30689-9
  33. 33) Kılınç A Neoliberalizm bağlamında sürdürülebilir kalkınmanın merkez ve çevre ülkeler açısından değerlendirilmesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi, İİBF Dergisi, 2012.
  34. 34) Annual Report 2013 – Oxfam America https://www.oxfamamerica.org/explore/research-publications/annual-report-2013/ ( Erişim Tarihi:16.5.2020)