Ekolojik Kriz Bir Siyasi Krizdir

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Eğer tabandan gelen başarılı mücadeleler gerçek siyasi değişim için umut vadeden hareketlerle bağ kurabilirlerse, ancak o zaman gelecek adına umut olabilir. 

Fotoğraf: CBC

Kevin MacKay

Küresel iklim değişikliği hakkındaki raporlar her geçen gün giderek daha karamsar bir hal almakta. Güncel araştırmalar buzulların beklenenden daha hızlı eridiğini teyit etmiş durumda (1). 

Aynı zamanda okyanus ekosistemleri üzerinde feci bir etkisi olan asitlenme de korkulandan daha hızlı bir ilerleme kat etmekte (2). 

Atmosferdeki karbon yoğunluğu artmaya devam ederken, iklim değişikliği konusunda geri dönüşü olmayan bir eşiği geçmiş olma ihtimalimiz de artıyor (3). Dünyanın diğer hayati önemdeki ekosistemlerine baktığımızda da tehlikenin aynı açıklıkla kendini gösterdiğini görüyoruz. Toprak yok ediliyor (4). 

An itibariyle birkaç kıtada birden hissedilen tatlı su sıkıntısından ötürü milyarlarca insan temiz içme suyuna ulaşmakta zorluk çekmekte (5). Balık sürülerinin sayısı gittikçe düşüyor (6). Okyanuslar plastik çöplerle kaplanmış (7). Bio-çeşitlilik endişe verici bir hızla kayboluyor (8). Ekolojiye yönelik bu topyekün taarruz karşısında, gittikçe artan sayıda bilim insanı medeniyetin çöküşünün artık kaçınılmaz olduğunu söylemeye başladı (9).

Sanayi üretim üzerine kurulu kapitalist medeniyetin yok edici etkilerini durdurmak artık çağımızın en temel meselesi haline gelmiş durumda. Eğer toplumumuzun istikametini sonraki otuz yıl içinde kökten bir değişime tabi tutmazsak, yaşanacak derin çöküşün ardından uzun bir Karanlık Çağ’ın geldiği kesinleşmiş gibi gözükmekte. Bu meseleyle mücadele etmek için öncelikle medeniyetin içinde bulunduğu buhrana neyin neden olduğunu ve en önemlisi bunun nasıl çözülebileceğini anlamamız gerekir. Karşı karşıya olduğumuz mesele bu gezegen üzerinde yaşanılabilir bir geleceğimizin olup olmayacağı meselesi.

Günümüz Kıyametinin Beş Atlısı

Radikal Dönüşüm: Oligarşi, Çöküş ve Medeniyetin Buhranı adlı kitabımda, sanayi üretimi üzerine kurulu medeniyetin beş temel güç tarafından – bunlar sistemin terminal safhadaki işlev bozukluklarına dayanan ekolojik, iktisadi, sosyo-kültürel ve siyasi alt-sistemlere tekabül ediyor – çöküşe doğru sürüklendiğini vurgulamıştım:

1. Ayrışma: küresel üretim ve dağıtım sistemleri, insanların kendi eylemleriyle elitlerin eylemlerini, tutarlı bir nedensel ve etik çerçeveye oturtma kabiliyetlerini yitirmelerine neden oldu. Dolayısıyla bireyler, kurumlar ve yönetim sistemlerinden kaynaklı eylemlerle, bu eylemlerin doğa ve diğer insanlar üzerindeki etkileri arasındaki bağ kopmuş vaziyette. Bu temel etkileşimin yokluğunda ise en iyi niyetliler bile davranışları söz konusu olduğunda rasyonel ve etik kararlar almaktan aciz kalıyorlar.

2. Karmaşıklık: sanayi üretimi üzerine kurulu kapitalist medeniyetin doğası gereği tüm dünyaya yayılışı ve temsil ettiği muazzam sayıdaki ilişkiler ağı göz önünde bulundurulduğunda, herhangi bir değişimin sistemin tümü üzerindeki etkisini öngörmek tahmin edilemeyecek derecede zorlaşıyor. Medeniyetin birden fazla sistemi içerisinde felakete yolacak eşikler ufukta gözüktü – okyanus ekolojisinin çöküşünden tutun da nükleer savaş tehdidine kadar. İlaveten, kriz yerkürenin sadece bir kısmını etkilemekle kalmadığından, işlev bozuklukları birbirlerinden ayrı bir şekilde de çözülemiyorlar.

3. Katmanlaşma: Hem küresel hem de ulusal çapta servet dağılımında derin eşitsizlik kitlesel sefalete, göçe ve hastalık ile sürekli savaş hali nedeniyle zamansız ölümlere yol açmaktadır. Katmanlaşma aynı zamanda, toplumun kaynaşmış halini yitirmesine ve karar alma mekanizmalarının suiistimal edilmesine yol açarak, siyasi istikrarsızlığa neden olmakta.

4. Aşırılık: sanayi üretimine dayalı kapitalizmin iktisadi uygulamaları ekolojik sınırları aşmaktadır. Medeniyetimiz, yenilenemeyen enerji kaynaklarını duman ederek ve tüm iklimsel dengeyi değiştirerek, biyosferi ciddi derecede aşındırmaktadır.

5. Oligarşi: dünya çapında bütün devletlerde siyasi karar alma mekanizması sayıca az ve servet sahibi elit tarafından denetlenmektedir. Bu tarz bir yönetim çatışma, istibdat ve ekolojik kıyımı birbirine kenetlemekten başka hiç bir işe yaramaz.

Karar-Alma Sistemleri Olarak Toplumlar

Bu atlılardan her biri medeniyetin hayatta kalmasına karşı önemli birer tehdit teşkil etmekte. Ne var ki, bunlar içinden oligarşi, toplumun karar alma mekanizmasını doğrudan ilgilendirdiğinden ayrı bir öneme haiz. Coğrafya bilimci Jared Diamond 2005 yılında yayınlanan Çöküş: Toplumlar İflası ya da Başarmayı Nasıl Seçer (Collapse: How Societies Choose to Fail) adlı eserinde bir çok geçmiş medeniyetin varoluşsal tehditler karşısında doğru kararları alamadıklarından ötürü çöktüklerini belirtmektedir (10). Diamond arkeolog Joseph Tainter'ın Karmaşık Toplumların Çöküşü (The Collapse of Complex Societies) adlı eserinden yola çıkmaktaydı; Tainter 1998 basımlı bu kitapta medeniyetlerin bir dizi nedenden dolayı başarısız olduğunu öne sürüyordu (11).

Tainter'a göre, iflas etmiş medeniyetlerin yaptıkları nihai hata, sorunları sürekli olarak toplumsal karmaşıklığı arttıracak çözümlerle gidermeye çalışmalarıydı. Sonuçta meydana gelen durum toplumun enerji ihtiyaçlarını gittikçe arttırmaktaydı. Zamanla, Tainter'ın ileri sürdüğüne göre, medeniyetler enerji bakımından yoğun bu karmaşıklığı kaldıramayarak, bir nevi "termodinamik kriz" ile karşı karşıya kalıyorlardı. Neticede çöküş – ekolojik tahribat, siyasi ayaklanma ve kitlesel nüfus kayıpları – yaşanıyordu.

Toplumların aşırı enerji talebi altında çökmeye olan meyillerini anlamak önemli olabilir. Ne var ki, Tainter ve Diamond'ın yeteri kadar değerlendirmedikleri bir nokta var; bu da medeniyet çöküşünde oligarşinin oynadığı temel rol.

Oligarşinin denetimi, bir toplumun varoluşsal tehditler karşısında doğru kararları alma kabiliyetini tehlikeye atar. Bu, eski medeniyetlerin içinde bulundukları krizden kurtulacak teknik ve kültürel birikime sahip olmalarına rağmen çökmüş olmalarındaki bariz çelişkiyi de açıklamaktadır. Sorun medeniyetlerin tehdidin kaynağını ya da ondan kaçınmanın yolunu anlamamaları değildi. Asıl sıkıntı toplumsal elitlerin sistemin işlem bozukluklarından istifade etmeleri ve mevcut çözümleri engellemelerinden kaynaklanıyordu.

"Demokratik" Devletlerde Oligarşinin Denetimi

Fotoğraf: Seattle Times

Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, ya da Avro-bölgesi üyeleri gibi ülkelerin vatandaşları, genellikle kendilerini demokratik toplumlarda yaşar zannederler. Ne var ki, Batı demokrasilerinin siyasi sistemlerine dikkatle bakıldığında, oligarşinin işaretleri açık ve net bir şekilde her yerde görülmektedir.

Amerikalı siyaset bilimciler Martin Gilens ve Benjamin Page'in 2014'te yaptıkları bir çalışmaya göre Amerika Birleşik Devletleri’nde alınan siyasi kararların büyük bir çoğunluğu elit katmanın menfaatlerini ilgilendiriyor. 1981 ile 2002 yılları arasında alınmış 1.800 siyasi kararı işledikten sonra, araştırmacılar şunu öne sürdü: "hem bireysel iktisadi elitler hem de organize menfaat grupları (çoğunlukla zengin elitler tarafından denetlenen ya da doğrudan onlara ait olan şirketler dahil) kamu politikalarını etkilemekte çok önemli bir rol oynamaktalar, ancak genel kamuoyunun neredeyse hiç bir bağımsız etkisi söz konusu değil (12).

Günümüzde, oligarşinin karar alma mekanizması üzerindeki denetimi ve bunun feci ekolojik etkileri, hiç olmadığı kadar açık. ABD'de, Donald Trump ve onun milyarderler hükümeti Çevre Koruma Ajansını (Environmental Protection Agency) (13) yerle bir etmeyi, iklim bilimini sorgulamayı (14) ve fosil yakıt üretimini ciddi şekilde arttıracak bir "Amerikan enerji egemenliği" politikası gütmeyi hedefliyor (15). 

ABD'li enerji şirketleri de bu ulusal enerji politikasına derinden destek veriyorlar. Bunu örneğin, hidrolik yarma (hydraulic fracturing), derin-denizde petrol arama ve dağ zirvelerini oyarak kömür maden açma gibi yöntemlerle ulaşılması zor yakıt kaynaklarını geliştirmeye yönelik politikalarda görmek mümkün (16). Tüm bunların yanı sıra, fosil yakıt oligarkları durmak bilmeden yeşil enerji teşebbüslerini yok etmeye çalışıyorlar; tıpkı Koch biraderlerin Florida ve kıtadaki nice başka şehirlerde, güneş paneli sanayine açtığı savaşta olduğu gibi (17).

Çoğu zaman güneydeki komşusundan daha ilerici gibi tasavvur edilen Kanada'da da durum o kadar farklı değil. Başbakan Stephen Harper'ın iki dönemi boyunca, Kanada devleti dünyadaki en kirli petrolünü -Katranlı kum zifti- (Tar sands bitumen) çıkaran şirketleri küstahça pohpohladı. Harper KKZ üretimini hızlandırdı ve bu da binlerce dönüm kuzey ormanının yok olmasına, milyonlarca litre akarsuyun yatağının değişmesine ve zift çıkartma sürecinde zehre bulanmış sularla dolu maden atığı göletlerinin yaratılmasına neden oldu (18). 

Aynı Trump yönetimi gibi, Harper hükümeti de federal iklim bilimcileri susturdu (19). Hükümet aynı zamanda kaynak kesintileri ve mali teftiş tehditlerini kullanarak çevreci yardımlaşma derneklerini ve sivil toplum kuruluşlarını hedef aldı (20). Ulus çapında bir tepki 2015'te Harper'ı koltuğundan ettiğinde, Kanadalılar iklim değişikliğinin tekrar kaale alınacağına dair umutluydular. Ne var ki, yeni Justin Trudeau hükümeti, uluslararası küresel ısınma söylemini kucaklamış olsa bile, federal fonları kullanarak iflasa yakın Kinder-Morgan’ın dağ-aşırı boru hattını yedi milyon dolara satın alarak fosil yakıt oligarşisine bağlılığın devam ettiğini göstermektedir (21). 

Ne Yapılmalı?

Sürdürülebilir bir gelecek yaratmak için, öncelikle geçmişten ders çıkarmalıyız. Ve arkeolojik araştırmanın bize gösterdiği şey şu ki, tarih boyunca oligarşik bir elitin menfaatlerine esir olan medeniyetlerin hepsi çökmüştür (22) Günümüzün sanayi üretimine dayalı kapitalist medeniyeti de aynı ölümcül döngü içinde kısılıp kalmıştır.

Kendi menfaatlerini peşinde giden elitler çağdaş devletlerde karar alma mekanizmalarını kontrol ettikçe, giderek daralmakta olan ekolojik sınırların etkilerinden kaçınmak da bir o kadar zorlaşacak. Buna ilaveten, iktisadi krizle yokuş aşağı gitmekten başka bir çaremiz olmayacağı gibi, bir taraftan da oligarklar ınzenginliklerini ve iktidarlarını ayakta tutmak için birbirlerini yedikleri sırada kaynaklar azalır ve kriz tırmanırken atarken çatışma ve savaşlar meydana gelecek (23)

Bu yok oluşa götüren döngüden kurtulmak için, siyasi ve iktisadi iktidarı 1%'den geri alıp vatandaşların eline teslim etmemiz gerekecek. Bunun anlamı ekolojik sürdürülebilirlik savunucularının bireysel eylemlerin, lobi faaliyetlerinin, var olan siyasi ve iktisadi kurumları reforma uğratmanın bir adım ötesine geçmeleri anlamına demektir. Eğer bir şansımız olacak ise, hükümetlerin şahsi kârı değil kamusal yararı düşünerek karar almalarını sağlamalıyız.

Sanayi üretimine dayanan kapitalist medeniyeti kökten değiştirmek şüphesiz ki kolay olmayacak. Çevresel sürdürülebilirlik, toplumsal adalet ve iktisadi hakkaniyet hareketlerinin bir araya gelmesi gerekecek. Ancak ondan sonra oligarşinin sistemini parçalayarak demokratik ve eko-sosyalist bir toplum yaratıp, ortak menfaatlerini gerçekleştirebilecekler (24). Bu "hareketlerin hareketi" sekter ağız dalaşlarını bir kenara bırakmalı ve nihayetinde iktisadi hakkaniyet, insan hakları ve ekolojik sürdürülebilirliğin hedeflerinin gerçekleşmesinin birbirlerine bağlı olduğunun farkına varmalıdır.

Bu tür değişimler meşakkatli gibi görünebilir, ancak nadir ekosistemleri korumak için başlatılan ve giderek derinleşen mücadelede umut bulunabilir. İlk Ulus toplulukları (First Nations groups) bu taarruzun başında olmakla beraber bazı önemli zaferler de elde etmeye başlamış vaziyetteler. Standing Rock'ın Su Muhafızları yoğun hükümet baskısı karşısında direnerek Dakota Access Boru Hattını önlemeyi başarıp, hepimize ilham kaynağı oldular (25). Kanada, British Columbia'daki birçok İlk Ulus topluluğu Trans-Mountain boru hattına gösterdikleri direnç ile takdire şayan bir hukuksal zafere imza attılar (26).

Eğer tabandan gelen başarılı mücadeleler gerçek siyasi değişim için umut vadeden hareketlerle bağ kurabilirlerse, ancak o zaman gelecek adına umut olabilir. Ne var ki, eğer "böyle gelmiş böyle gidecek" felsefesiyle devam edip, değişimin yaşam tarzı ilişkin seçimlerden ve her biri bir diğerini aynı olan siyasi parti elitlerinden geleceğini umuyorsak, o zaman gelecek hakikaten de pek bir umutsuz gözüküyor.

Kevin MacKay Kanadalı bir sosyal bilimler profesörü, emek eylemcisi, kar amacı gütmeyen bir sürdürülebilir gelişim örgütünün müdürü ve Radikal Dönüşüm: Oligarşi, Çöküş ve Medeniyetin Buhranı (Radical Transformation: Oligarchy, Collapse, and the Crisis of Civilization) adlı eserin yazarı. Kendisine aşağıdaki bu adresten ulaşabilirsiniz.

 

Çeviri: Murat Devres

Çeviri Editörü: H. İlksen Mavituna

Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.