Chris Hedges: Direnişin bedeli

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Direnişin, gerçek direnişin bedeli çok, ama çok ağırdır. Varoluş tehdidiyle karşılaştıklarında muktedirler sözde adaleti dahi ortadan kaldırırlar. 

İllüstrasyon: Mr. Fish

(22 Eylül 2020'de yayınlanan Chris Hadges'ın bu makalesi Scheerpost'tan alınarak Türkçeleştirilmiştir.)

En gıpta ettiğim iki isyancı, WikiLeaks yayıncısı Julian Assange ve Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) kurucu ortağı Roger Hallam, Britanya’da hapiste. Bu çok da şaşırtıcı olmamalı. Direnişin etkililiğini, verilen yanıtın hiddetinden ölçebilirsiniz. Julian, hükümran emperyal elitin yalanlarını, hilelerini, savaş suçlarını ve yolsuzluklarını cesurca ortaya çıkardı. Roger, iklim acil durumunu ve kitlesel yok oluşa doğru ölüm yürüyüşümüzü durdurmak için hiçbir şey yapmayan ve yapmayacak olan egemen sınıfın gücünü onun elinden söküp alma girişimi kapsamında, Londra’nın bazı kesimlerini haftalarca kapatarak Britanya tarihinin en büyük toplu sivil itaatsizlik hareketlerini organize etti.  

Yöneten elitler, gerçekten tehdit edildiklerinde, hukukun üstünlüğünü maskaralığa çevirirler. Muhaliflik ihanete sayılmaya başlar. Hapishanelerle birlikte devletin kontrol mekanizmaları olan, istihbarat kurumları, polis, mahkemeler, kara propaganda ve kendilerinin yankı odası görevini gören itaatkâr basını sadece isyancıları önemsizleştirmek ve tecrit etmek için değil, ayrıca isyancıları psikolojik ve fiziksel olarak yok etmek için kullanırlar. Yöneten elitler tarafından susturulan veya öldürülen isyancıların listesi, Sokrates’ten, insanlık tarihinin yegâne başarılı köle isyanını gerçekleştiren, ardından da buz gibi bir Fransız hücresinde açlıktan ve bitkinlikten ölen Haitili direniş lideri Toussaint L’Ouverture’a, oradan da sağlığı bir federal hapishanede mahvolan sosyalist Eugene V. Debs’e kadar sıralanabilir. Aralarında Mumia Abu Jamal, Sundiata Acoli, Kojo Bomani Sababu, Mutulu Shakur ve Leonard Peltier’nin de bulunduğu 1960’ların isyancı liderleri, on yıllardır ABD hapishanelerinde ömür tüketmeye devam ediyorlar. The Holy Land Foundation (Kutsal Topraklar Vakfı) hayır kurumuna önderlik edenler dahil olmak üzere Müslüman aktivistler ve Syed Fahad Hashmi, 11 Eylül histerisinin ardından çoğunlukla İsrail’in talebi üzerine tutuklanıp, ucuz ve göstermelik duruşmalara çıkarıldılar. Onlar da halen hapishanede ömür çürütmekteler.

Direnişin, gerçek direnişin bedeli çok, ama çok ağırdır. Varoluş tehdidiyle karşılaştıklarında muktedirler sözde adaleti dahi ortadan kaldırırlar. Ernesto “Che” Guevara gibi birçok isyancı ve ABD tarafından kaçırılan daha on binlercesi, Amerikan tarihi boyunca ortadan kaybedilmiş ve vahşice işkence edilerek öldürülmüş, şehit mertebesine erişmişlerdir.  

İsyancı bir kez kafese kıstırıldığında, devlet mutlak hakimiyetini ve elindeki kara büyülerin hepsini isyancıyı sindirmek için kullanır. Londra’daki Ekvador Başkonsolosluğunda siyasi tutuklu olarak yedi yıl boyunca kapanda kıstırılan, şimdilerde de ABD’ye iadesiyle ilgili duruşması yapılan Julian, tutulduğu yüksek güvenlikli Belmarsh Hapishanesinden sabahın beşinde alınıyor.  Elleri kelepçeli, bekleme hücresine konuyor, orada çırılçıplak soyuluyor, röntgen filmleri çekiliyor. Tekerlekli köpek kafesine benzer bir polis aracında gidiş geliş birer buçuk saat süren bir yolculukla mahkemeye götürülüp getiriliyor. Duruşmalar sırasında, çoğunlukla avukatlarıyla görüşmesine izin verilmeden, mahkeme salonunun en arka tarafında bir cam kutu içinde tutuluyor. Duruşmalarda söylenenleri duymakta zorluk çekiyor.  Dava kapsamındaki belgelere erişimi rutin olarak engelleniyor ve kendisi mahkemede hakim tarafından alenen azarlanıp aşağılanıyor.

ABD’nin 1917 tarihli Casusluk Yasası kapsamında yargılanan Julian’ın ABD vatandaşı olmadığı gerçeğinin herhangi bir önemi yok. Kendisinin kurduğu ve yayıncısı olduğu WikiLeaks’in ABD merkezli bir yayın kuruluşu olmadığı gerçeğinin de bir önemi yok. ABD hükümetinin gönderdiği meş’um mesaj apaçık: Kim olursan ol, her nerede olursan ol, imparatorluğun iç işleyişini açık edersen, yakalanıncaya kadar peşini bırakmazlar; kaçırılırsın, casus olarak yargılanmak ve ömür boyu hapse atılmak üzere ABD’ye getirtilirsin. İmparatorluk hesap vermez, dokunulmaz ve sorgulanmaz olma konusunda kararlıdır.

ABD, muhaliflerin ve isyancıların hapsi boylaması için, sözde “terörle savaş” kapsamında birbirine paralel yasal ve cezai hükümler yaratmıştır. Bu isyancılar upuzun hücre hapislerinde tutularak derin psikolojik sıkıntıya maruz bırakılırlar. Soruşturma ve yargılanmaları özel idari tedbirler kapsamında yapılır: diğer tutuklularla, avukatlarıyla, aileleriyle, medya ile ve hapishane dışındaki kişilerle iletişimleri engellenir veya ciddi şekilde sınırlanır. Haberlere veya diğer okuma malzemesine erişimleri engellenir. Hapishanede eğitim ve dini faaliyetlere katılımları yasaktır. 24 saat elektronik gözetim ve 23 saat kilit altında tutulurlar. Duş yaparken ve tuvalete girerken kamera gözetimi altındadırlar. Haftada bir ailelerinden ancak tek bir kişiye mektup yazma izinleri vardır, ne var ki mektup üç sayfayı geçemez. Çoğunlukla temiz havaya çıkamazlar ve bir saatlik dinlenme zamanlarını dev bir hamster tekerleğine benzeyen kocaman bir kafeste geçirmek zorundadırlar.

ABD, Indiana eyaletindeki Terre Haute federal hapishanesinde, İletişim Yönetim Birimi adı altında ayrı bir tesis kurdu. Terre Haute’a transfer edilen mahkûmların neredeyse tamamı Müslümandır. Illinois’daki Marion’da kurulan ikinci tesiste ise yine mahkûmlar çoğunlukla Müslüman olmakla birlikte içlerinde hayvan hakları ve çevre aktivistleri de bulunur. Cezaları, Yurtseverlik Yasası’nın (Patriot Act) “terörizmle bağlantılı ceza artırımları” maddesi uyarınca keyfî olarak uzatılır. Uluslararası Af Örgütü, Marion hapishanesini “insanlık dışı” olarak tanımlamıştır. Hapishane görevlilerinin ve gardiyanların mahpus ve mahkûmların iletişim ve haberleşmesini izlemesi geleneksel olarak yasak olsa da, tüm telefon aramaları ve mektuplar bu iki İletişim Yönetim Birimi tarafından sürekli denetlenir. Mahkûm ve mahpusların kendi aralarında sadece İngilizce iletişim kurmalarına izin verilir. En üst seviye “teröristler” ise Colorado’nun Florence şehrindeki Maksimum İdari Ceza ve Islahevi Binasına yerleştirilmiştir: Supermax olarak bilinen bu yerde mahkûm ve mahpusların neredeyse hiçbir insan etkileşimi, fiziksel egzersiz veya zihinsel uyarım olanağı yoktur. Burası, Guantánamo mahpusanesi koşullarının daha soğuk havadaki bir versiyonu gibidir.

Julian zaten son derece kırılgan halde. Ciddi kilo kaybı, ağır solunum sorunları, eklem sorunları, diş çürümesi, kronik anksiyete, rahatlamayı ve odaklanmayı imkânsızlaştıran yoğun ve daimi stres hali ve zihin bulanıklığı nöbetleri gibi psikolojik ve fiziksel ıstırapları bulunuyor. Birleşmiş Milletlerin işkence konusundaki özel raportörü Nils Melzer’in kendisini hapishanede ziyaret ve muayene ettikten sonra söylediği gibi bu semptomlar, Julian’ın uzun süreli psikolojik işkence görmüş olduğunu gösteriyor. 

Şayet Julian ABD’ye iade edilerek Casusluk Yasası kapsamında, her biri muhtemelen 10 yıl olan 17 ayrı suçtan hüküm giyerse, ki bu muhtemel görünüyor, onu çökertmek için bu psikolojik ve fiziksel tacizlere devam edilecek. Devlet adına çalışan özel bir güvenlik şirketinin, Ulusal Güvenlik Bakanlığının ve Dow Chemical gibi şirketlerin bilgisayarlarını hackleyerek e-postalarını kamuya açan ve bu nedenle 10 yıl hüküm giyen Jeremy Hammond gibi isyancılara ve Siyah ve Müslüman radikallere çok da yabancı olmayan, düzmece bir mahkemenin vodvil tiyatrosunda “gizli” delillerle yargılanacak.

Roger ise, 1842 yılında inşa edilen ve halen harap halde bulunan Pentonville Hapishanesinde tutuluyor. Kefalet koşullarını ihlal etmekle suçlanıyor. Suçlandığı eylem, aktivistlerin dört ana siyasi partinin duvarlarına boya atmak ve cezaî hasara yol açacak şekilde komplo kurmak. Yeşiller Partisi’nin bir üyesi bir Zoom görüşmesi kaydını Britanya polisine sızdırmış: Bu zoom kaydında, Roger’ın iktidarın yönetim kurumlarını değiştirmek için yurttaş meclislerini organize eden siyaset karşıtı bir parti olan Burning Pink’in diğer üç üyesi ile birlikte yaklaşan eylemleri tartışıyor. Zoom görüşmesindeki aktivistlerin –Roger Hallam, Blyth Brentnall, Diana Warner, Ferhat Ulusu ve Anglikan rahibi Steven Nunn– dördünün evleri 25 Ağustos’ta basıldı. Bu kişiler gözaltına alındı, elektronik cihazlarına da polis tarafından el konuldu.

Roger, kirli, haşeratla dolu bir hücrede tutuluyor, kendisine kitap verilmiyor, kimsenin kendisini ziyaret etmesine izin verilmiyor. Bir vegan olarak sadece soğuk tahıl bulamacı ve ekmekten ibaret bir beslenme rejimine zorlanıyor. Hapishanede çoğu kez sıcak yemek verilmiyor. Hapishanede şiddet içerikli kavgalar ve ağız dalaşları vak’a-i âdiyeden sayılıyor. Tıklım tıkış hücreler genellikle aydınlatma ve ısınmadan yoksun. Roger’ın yedek elbisesi yok ve üstünde haftalardır giydiği giysileri yıkama imkânına da sahip değil. Farelerle ve hamam böceklerinin içeri girmesini engellemek için hücre kapısındaki çatlak ve yarıklara yatak çarşafları ve kâğıt parçaları tıkıştırıyor. Hücresindeki tuvaletin klozet kapağı ve oturma yeri yok, tuvalet dışkıya bulanmış durumda, sifon da düzgün çalışmıyor. Roger dış dünyayla hiç bağlantısız günler geçiriyor. Okuma gözlüğü kırık; onu yapıştırmak için yaptığı bant talebi de bekleme listesinde. COVID-19 pandemisi de hapishaneye uğramış durumda. Görevlilerden ikisi virüs nedeniyle ölmüş. Salı günü yapılacak olan duruşmasında kefalet talebi reddedilirse, Roger Şubat’a kadar bu koşullarda tutulmaya devam edebilir. (Not: Roger Hallam, “ağır şartlarda” geçirdiği dört haftalık mahpusluktan sonra, diğer dört aktivistle birlikte 1 Ekim 2020 tarihinde tahliye edildi. Tümünün davaları devam ediyor. Hallam ve iki aktivist arkadaşı Diana Warner ile Ferhat Ulusu 27 Kasım’da, geriye kalan iki aktivist ise 6 Kasım’da yeniden mahkeme önüne çıkacak. Bkz.: https://morningstaronline.co.uk/article/b/xr-co-founder-hallam-released-from-dire-jail). 

Roger’ın tutuklanması Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) hareketinin The Times, Sun on Sunday, Sunday Times, The Daily Mail ve The London Evening Standard gazetelerini basan News Corps Printworks’ın matbaa makine ve tesislerini ablukaya almayı planladığı sırada oldu. Yayın organlarının iklim ve ekoloji acil durumunu doğru dürüst haberleştirme konusunda âciz kalmalarını protesto etmek üzere girişilen söz konusu abluka 4 Eylül’de gerçekleşti. Abluka sözkonusu gazetelerin dağıtımını saatlerce geciktirdi. 

“Tiranlara karşı ayağa kalkmak çoktandır unutuldu,” diye yazıyor Roger hapishaneden. “Hitler’e ve ve faşizme karşı yürütülen ölüm-kalım mücadelesi tarih kitaplarında kaldı. Günümüzün liberal sınıfları sadece bir şeye, ayrıcalıklarını koruyup sürdürmeye inanıyor. Onların tek önceliği güç ve iktidar. İlk kural, her ne pahasına olursa olsun, kariyerlerimizi ve kurumlarımızı korumak. Kötülükle savaşmanın öncelikli tarihî kuralı kariyerini kaybetmeye hazır olmak ve içinde yer aldığın kurumun kapatılması riskini göze almaktır. Ölüm ve yıkım olasılığı postmodernist bir sis- pusun içinde görünmez oldu. Liderlik, bir masanın arkasında oturarak halkla ilişkiler protokollerini (diğer bir deyişle yalanları) yürürlüğe koymaya dönüştü. En önde liderlik yapmak, hapse Martin Luther King tarzı herkesin önünde girmek, İkinci Dünya Savaşı jenerasyonunun geçip gitmesiyle birlikte öldü.”

“Oyun bitti” diyerek devam ediyor Roger. “Liberal sınıflarla olan o eski ittifak öldü. Devrimci inisiyatiflerin ve liderliğin yeni biçimleri yükseliyor artık. Yeni bir siyasi parti olan Burning Pink (Yanar Pembe), açık diyalog ve kamusal tartışma çağrısında bulunmak için STK’ların ve siyasi partilerin kapılarına boya attı. Yanıt, beklendiği gibi ölümcül ve sağır edici bir sessizlik oldu. Bir Yeşiller Partisi üyesinin Zoom görüşmesini kaydederek polise vermesi üzerine şu anda bu yazıyı yazdığım hapishaneye atılmış durumdayız. İlk beş gün boyunca hareket etmek için dışarıya dahi çıkartılmadık. Su ısıtıcımız, yastığımız ve ziyaretçimiz yok. Hiç de umurumuzda değil. Biz Kötülüğe karşı mücadele ediyoruz.”

 

Çeviri: Özge Atılgan

Çeviri Editörü: Ömer Madra