Boğaziçili akademisyenler kabul etmiyorlar, vazgeçmiyorlar

Editörden
-
Aa
+
a
a
a

Menekşe Tokyay'ın 17 Ağustos 2022 tarihinde Gazete Duvar'da yayımlanan yazısını paylaşıyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi

(Bu yazı 17 Ağustos 2022 tarihinde Gazete Duvar'da yayımlanmıştır.)  

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, "Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz" diyerek rektörlük binası önündeki nöbetlerinin 400'üncü gününe girdiler. Dile kolay: dört yüz gün. Yağmur, çamur, kar, fırtına, sıcak, rüzgar, aşırı nem, polis baskısı altında hayatlarının dört yüz gününü bu hedef doğrultusunda, adalet arayışıyla, titizlikle yazılan basın bildirilerini rektörlüğe sırtlarını dönerek okuyarak geçirdiler.

Kendileri için değil, çoraklaşan düşün, yazın, üretim iklimimiz için…

Anayasayla güvence altına alınmış olan akademik özerklik ve özgürlük savunusu için…

Bir aydın sorumluluğuyla… Konuları politize etmeden, akademik özgürlüğün kullanılması ve korunmasına yönelik sessiz ve vakur bir direnişle…

Her şeyi ani bir kararla dayatıldığı şekilde kabullenmemek, üniversitede çeşitliliği ve kapsayıcılığı yüceltmek adına… 

Başka ve gerçek bir üniversite tahayyülüyle…

Kurullar üzerinden demokratik şekilde karar alan bir yönetişim modelini anımsatmak adına…

Ve tüm bunların Boğaziçi Üniversitesi’ne özgü mücadeleler olmadığını, ülkedeki tüm üniversitelerin de derdi olduğunu, olması gerektiğini ve bir noktada da olacağını göstermek uğruna…

Çünkü Sait Faik’in o ünlü sözünü (“Bir insanı sevmekle başlar her şey”) uyarlarsak, bir üniversiteyi sevmekle başlar her şey… Demokrasilerdeki itiraz kültürünün halen olduğunu kanıtlamak, bilimsel ve özgür düşüncenin, katılımcı yönetim anlayışının yuvası olması gereken üniversitelerden yükselen bir itirazın demokratik işleyişte dikkate alınması gerektiğini anımsatmakla da devam eder.  

Yeni akademik yıl yaklaşırken Boğaziçi Üniversitesi akademik kadrosuna müdahaleler devam ediyor.

Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Film Çalışmaları Programı öğretim görevlisi ve belgesel sinemacı Can Candan, ikinci defa işten çıkarılmasını, üniversiteye girişinin engellenmesini ve kendisine yönelik hukuksuz disiplin cezasını geçtiğimiz hafta yargıya taşıdı. Benzer şekilde, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine destek veren akademisyen Feyzi Erçin’in de derslerine geçtiğimiz yıl son verilmişti. Benzer bir durum, Seda Binbaşgil (Caz) ve Özcan Vardar’ın (Film sertifikası - Film kurgulama dersi) dersleri için de yaşandı. Matematik bölümü öğretim üyesi Mohan Ravichandran'ın sözleşmesi, YÖK'ün bir yıllık uzatma kararının üzerinden bir ay geçmeden rektörlük ve YÖK tarafından iptal edildi.

Bir yandan da, üniversiteye on yıllarını vermiş, Türkiye ve yurtdışında oldukça saygın bir yeri olan, isimleri adeta okulla özdeşleşmiş birçok kıdemli akademisyenin dersleri iptal ediliyor, sözleşmeleri yenilenmiyor.

Albert Einstein’ın “Akademik özgürlük, hakikati arama, onu yayınlama ve onu öğretme hakkıdır. Bu aynı zamanda bir görevdir. Akademik özgürlük üzerindeki herhangi bir kısıtlama, insanlar arasında bilginin yayılmasını engeller ve ulusal düzeyde karar verme yetisi ve eyleme zarar verir” sözü bir kez daha haklılığını gösteriyor.

Boğaziçi Üniversitesi fizik bölümünden emeritus Profesör Alpar Sevgen, önümüzdeki yıl akademideki 50'nci yılını kutlamaya hazırlanırken, rektörlük kısa süre önce Boğaziçi’nde ders vermesine onay vermedi.

Ömrünü bu üniversite kampüsünde binlerce öğrenciyi yetiştirmekle, akademik ve bilimsel yayın üretmekle, sempozyumlara katılmakla, idari görevleri ve akademiye değer katmakla geçiren, emekliliğine rağmen bugüne dek ders vermekten bir an olsun vazgeçmeyen Alpar hoca, bu yaşananları “mıntıka temizliği” olarak nitelendiriyor.

Alpar Sevgen, Cevza Sevgen, "Vazgeçmiyorlar".

 
Alpar hoca, nükleer fizik ve müzik akustiği alanlarında uzman. T.C. Atom Enerjisi Komisyonu Danışma Kurulu üyeliğinden, İsveç Kraliyet Akademisi’nin fizikte Nobel adayı belirleme sürecinde danışmanlığa, ABD’de MIT, Almanya’da Freiburg Üniversitesi ve Max-Planck Nükleer Fizik Enstitüsü’ndeki görevlere dek uzmanlık alanında Türkiye ve dünyaya değer katmış bir akademisyen, 1974 Tübitak Teşvik ödülü sahibi, gerçek bir bilim insanı.

Kendisi ayrıca idari görevleriyle de üniversitesine hizmet etmiş biri. Pelin Batu eşliğinde herkesin anlayabileceği kozmoloji videoları da YouTube’da ülke gençliğine sunulmuş. Eşiyle birlikte çok iyi birer klasik müzik dinleyicisi.

Fakültesine ve dolaylı olarak da 150 yılı aşkın geçmişi olan üniversitesine o kadar büyük bir önem vermiş ki, bütün Boğaziçi öğrencilerinin daha ilk sınıflarda toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilincinin artması için seçmeli olarak bu konuda bir dönemlik “kitle dersi” konmasını bile sağlamış.

Alpar hoca, Robert Kolej Yüksek Okulu Fizik Bölümü’nden mezun olup Yale Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora yaptıktan ve Almanya’da doktora sonrası araştırmalardan sonra 1973 güz döneminden beri Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışmalarına devam ediyordu.

Ta ki “vazgeçmiyoruz” deyip, eğriye eğri diyene kadar…

Pandeminin en zorlu dönemlerinde bile maskesini takıp kendisi gibi emeritus profesör olan eşiyle kol kola girip, kendini adadığı, varlığını anlamlandırdığı üniversitesinin çimlerinde itirazını ortaya koyana dek…

“Gökte bir yıldız kayarsa eğer, sen yıldızı tut çocuk... Umut dile, sevgi dile, barış dile” diyen Can Yücel misali akademide ve ülkede barış ve özgürlük dileyene dek…

Alpar hoca için verilen karar başka çok değerli hocaları da kapsıyor: İngiliz edebiyatı hocası ve on iki sene Sosyal Bilimler Enstitüsü direktörlüğü yapmış olan, Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünün kuruluşundan bu güne dek bölümle ismi özdeşleşen Cevza Sevgen, kimya mühendisliği bölümünden ve daha önce Mühendislik Fakültesi Dekanlığı ve Rektör yardımcılığı da yapmış olan emeritus profesör Zeynep İlsen Önsan, uzun uğraşlardan sonra Dilbilim bölümünü kurmak gibi üniversiteye önemli katkılar yapmış olan emeritus profesör Sumru Özsoy ve endüstri mühendisliğinden geçen yıl YÖK tarafından emekli edilip kısa süre önce Uluslararası Sistem Dinamiği Derneği (System Dynamics Society) Yaşam Boyu Başarı 2022 Ödülünü kazanan, Boğaziçi Üniversitesi’nde de beş kez ‘eğitimde üstün başarı ödülü’ almış olan profesör Yaman Barlas...

Birçoğu yıllar önce emekli olmalarına rağmen, emekli olduklarını unutturan, pandemi öncesi ve pandemi döneminde derslerine çok cüzi bir ücret karşılığında azimle devam eden hem akademik hem de gündelik yaşantıda öğrencilerine kol kanat geren isimler…

En son Atatürk Enstitüsü müdürü Prof. Cengiz Kırlı gerekçesiz ve hukuk-dışı bir biçimde görevden alındı. Hemen ardından, Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde Türkiye’de sinema sanatı ve kültürüne farklı projelerle değerli katkılar veren Mithat Alam Film Merkezi’ni yıllardır büyük özveriyle yöneten, Zeynep Ünal ve Elif Ergezen’in, Sosyoloji bölümü emekli hocası Nükhet Sirman'ın görevlerine, Rektör Naci İnci tarafından son verildi.

Bu süreçte, misafir öğretim üyeleri, emeritüs profesörler, emekliler, yarı zamanlı ders veren diğer hocalar, yani ders vermesi rektörlük onayına tabi olanlar da hedefe yerleştirilmiş.

Sizce bu akademisyenler, üniversiteye değer katan unsurlar mı yoksa özgür ve özerk üniversiteyi savundukları için öğrenciyle teması kesilmesi gereken tehdit unsurları mı?

Alpar hocanın ifadeleriyle, “Konu aslında üniversitenin bir meslektaşlar topluluğu (collegial) niteliği ile ilgili: yani yetki ve sorumlulukların genişçe paylaşılması, kararların aşağıdan yukarı etkileşimli süzülmesi. Rektörden şayet zat-ı üniversite yaratırsanız üniversite ortadan kalkıyor, diploma matbaasına dönüyor.  Toplumun ve onu temsil eden TBMM’nin tercihini yapması lazım. Hangisini istiyoruz?”

Tüm bu öğretim görevlileri aslında Edward Said’in tanımladığı modern entelektüel kapsamında görülebilir. “Sürgün, marjinal, yabancı, amatör olarak iktidara karşı hakikati söylemeye çalışan bir dilin müellifi” çünkü onlar…

Entelektüelliği bir sürgünlük hali olarak gören Said, “Sürgün içinde yaşadığı toplumun (ve hatta dünyanın) yerlilerinden olmamayı, orada hep tedirgin, rahatsız ve başkalarını da rahatsız eden bir yabancı olmayı içeren bir konum” der.

Tıpkı Boğaziçi’nde gördüğümüz gibi entelektüel kişi, her türlü baskıya karşı çıkar, adeta meydan okur ve bağımsızlığını korumayı öncelikli görür.

Yaman Barlas

Prof. Yaman Barlas’la bu konuda yaptığım söyleşide, “Boğaziçi öğretim üyesi, bu bağımsız ve özgür tavrını korumayı aynı zamanda ülkeye, halka olan sorumluluğu ve borcu olarak görür. Çünkü özerk ve özgür bir kamu üniversitesi, aynı zamanda geniş halk yığınlarını, onların çıkarlarını kollayan ve gözeten sağlıklı bir demokrasinin de ön koşullarındandır” dedi.

Prof. Barlas, “Yapılmış olan müdahaleye salt öğretim elemanlarının değil, öğrencilerin, mezunların ve çalışanlar sendikasının da tavizsiz karşı çıkmasının nedeni budur. Özerk ve özgür üniversite, sağlıklı demokrasinin lokomotiflerindendir” diyor.

“Bugünden yarına bir şey değişmez”, “Dünyayı siz mi kurtaracaksınız?” şeklindeki alaycı tavırlara karşı umutla, azimle değişim peşinde koşandır entelektüel…

Bu süreçte, düşünceleriyle kendisini zaman zaman yalnız hisseden entelektüelin en büyük kazanımı ise, bireysel özgürlüğünü koruması, bilgisini sürekli artırması ve çevresine bir referans olması, model teşkil etmesidir.

Said, "Entelektüel" adlı o müthiş kitabında bir entelektüelin ifade özgürlüğünden ödün vermemesi gerektiğini sık sık vurgular ve bu konuda herhangi bir taviz verilmesini, ideal ahlaki normlardan sapılmasını o entelektüel açısından işine ve varlığına ihanetle eşdeğer görür.

Bilim üretimimiz, akademimiz günbegün kuraklaşırken, küresel düzeyde sıralamalarda üniversitelerimiz ilk 100’e dahi giremezken, Boğaziçi Üniversitesi’ni “Boğaziçi” yapan değerler, yapı taşları, çınarlar birer birer ve kasıtlı biçimde yok ediliyor. Hak temelli bir mücadele için gösterilen kolektif duruş ise, ümit verici olmakla birlikte bilim insanlarının bilime ayırması gereken enerji ve zamanı adeta sömürüyor.

Alpar Sevgen, tüm bu kararlarla birlikte bölüm kurulu kararı ve fakülte yönetim kurulu kararının keyfi bir şekilde çiğnendiğine, bölümün akademik yetkinliği ve fakültenin idari yetkisinin yok sayıldığına işaret ediyor ve şu şekilde devam ediyor:

“Şikago Üniversitesi 2017 yılında 90'ıncı Nobel Ödülü'nü kazanınca rektörüne soruyorlar, bu işin sırrı nedir diye. Verdiği cevap şu: 'Fikrini ifade etmek, tartışmak ve başkasının fikrini körü körüne kabul etmemek'. Burada başkasını da otorite sahibi biri – kâh rektör, kâh politikacı, kâh iş insanı- olarak anlamak gerekiyor. Dikkat ederseniz büyük ve modern laboratuvarlar, rahat ofisler, büyük sınıflar falan demiyor. 'Düşündüğünü korkusuzca ifade edebilmek' diyor.”

Peki, üniversite bir yaşam, üretim ve tartışma alanı mı, yoksa ezberci, kopyacı, sorgulamayan, itaatkâr eğitimin yuvası mı? Bu seçenek, önümüzdeki kuşağın zihin yapısını ve beyin göçüne karar vermeye iten dinamikleri temelden belirleyecek.

Yaman Barlas’a göre, yaşanılan sorun salt Boğaziçi için değil, tüm üniversite sistemi, eğitim sistemi, hatta demokrasimiz için önemli:

“Ülkemizde gerçek, evrensel anlamda üniversite nadir bir çiçek gibidir, toplam üniversite sayımızın yüzde 10’u bile değil. 12 Eylül darbesi ve onun ardından kurulan YÖK ile birlikte, üniversiteler ‘hükümete bağlı daireler, öğretim üyeleri de onların memurları’ olarak algılandı. Bu algı ve uygulamalar, son 20 yılın tek parti iktidarı döneminde iyice tırmandı, üniversiteler YÖK ile, Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle, rektör ve Dekan atamalarıyla, hükümete tamamen bağımlı hale getirildi” diyor.

Prof. Barlas, Türkiye’de üniversitelerin yüzde 90’ının çeşitli atamalar ve görevden almalarla siyasi iktidara bağımlı kılındığını, ‘anayasal’ bir zorunluluk olan ‘özerkliğin’ ise bir başkaldırı olarak görüldüğünü belirtiyor.

“Yaşanılan aslında bir yandan dram, bir yandan kara komedi. Özerklik, her türlü siyasi iktidardan ve her türlü üniversite-dışı güç odağından bağımsızlık anlamına gelir” diye ekliyor.

Öte yandan, en son açıklanan Türkiye Üniversiteleri Memnuniyet Araştırmaları Raporu’na göre Boğaziçi Üniversitesi yönetiminden ve işleyişinden memnuniyet açısından 2016 yılında 199 üniversite arasında 10’uncu olan üniversite, geçtiğimiz sene 196’ıncı, bu sene ise 199’uncu sıraya geriledi.

Yaman Barlas, kendisinin önce tüm Kurul kararlarına karşın YÖK tarafından gerekçesiz emekli edilmesini, şimdi de rektörlükçe kısmi zamanlı ders vermesinin engellenmesini sadece “büyük resmin bir parçası” olarak görüyor ve “büyük resmi” şu şekilde açıklıyor:

“Özerk ve özgür üniversite mücadelesinde öne çıkmış hocalar çeşitli yollarla taciz ve tasfiye edilmeliler ki, itaatkâr üniversite için gerekli kadrolaşma, kan değişimi hızla gerçekleşebilsin. Oyunun özü budur. Bunu yaparken rektörlük ve YÖK farklı bahaneler ve yöntemler kullanıyor: kâh soruşturmalar açıyorlar, kâh anayasal ifade özgürlüğünü kriminalize edip suçlar icat ediyorlar, bazı hocaları görevden alıyorlar, işten uzaklaştırıyorlar, kâh emekli/kısmi zamanlı hocaların derslerini iptal ediyorlar.” 

Peki bu işin sonu ne olacak? Boğaziçi’nde akademisyenlerin “müdahale” olarak nitelendirdiği bu süreç sonunda “muradına erecek mi”?

Bu soruya Yaman Barlas iki yanıt veriyor:

“Sonunda müdahalenin emeline ulaşması olanaksız, çünkü Boğaziçi gibi bir kurumda ‘özerkliğin’ çok güçlü yapısal ve tarihsel kökleri vardır. 50 yıllık, 100 yıllık dinamikler ve uğraşlar sonucu büyümüştür o çınar. Kurumu tamamen yok etmeden, 50-100 yıllık özerk kültürü yok edemezsiniz; derindeki kökler özerklik ağacını sonunda yeniden yeşertir. Ama müdahale ‘ekibi’ bu ‘hayal peşinde’ üniversitede maalesef ağır yaralar açıyor, açacak. Sonunda, ‘teslim olmamış, ama ağır yaralar almış’ bir Boğaziçi ortaya çıkacak.”

Boğaziçi Üniversitesi, eğitim sistemimizin belki de en önemli kurumu. Üniversiteye giriş sınavlarında en yüksek puanları alan öğrencilerin birinci sıradaki gözde tercihlerinden. Dünya sıralamalarında Türkiye’deki üniversiteler arasında hep lider konumunda.

ABD merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu ve haber dergisi US News and World Report'un hazırladığı "Dünyanın En İyi Üniversiteleri 2022" sıralamasında Boğaziçi Üniversitesi Türkiye’de ilk, dünyada ise 287’nci sırada yer alırken, aynı listede en iyi dereceyi 97’ncilikle fizik alanında elde ederek dünyada ilk 100’de yer aldı.

Nazım Hikmet’in mutluluğun resmini çizmesini istediği, eşi Güzin Dino’ya yazdığı bir mektupta “Sensiz her şey renksiz” diyen Abidin Dino da Boğaziçi’nin öncülü Robert Koleji mezunu. Peki siz akademik özgürlüğün resmini çizebilir misiniz?

Her şeyin renksizleştiği bu ortama, aydın sorumluluğuyla, aidiyet hissiyle ve yılmaz bir cesaretle renk katar mısınız?

Tek taraflı bir kararla, akademiye özverili katkılarının artık “istenmediği” tebliğ edilen öğretim üye ve görevlilerinin hüzünle karışık öfkesini ve hem sessiz hem de kulakları ve kalpleri sağır etmesi gereken bir sesle verdikleri mücadeleyi resmedebilir misiniz?