Yer, Hafıza Ve Hafızalaştırma: Yassıada

-
Aa
+
a
a
a

Tuğçe Kaplan ile antroposen anıtı Yassıada’nın dönüşümünü, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden adanın Demokrasi ve Özgürlükler Adası adıyla müzeleştirilmesine kadar geçen süreci farklı aktörleriyle, adaya ilişkin söylemler ve stratejiler üzerinden konuştuk.

"Bırak Issız Kalsın" protestosundan bir kare
Yer, Hafıza Ve Hafızalaştırma: Yassıada
 

Yer, Hafıza Ve Hafızalaştırma: Yassıada

podcast servisi: iTunes / RSS

(17 Mayıs 2022 tarihinde Açık Radyo’da Dünya Mirası Adalar programında yayınlanmıştır.)

Derya Tolgay: Herkese merhaba. Bir Dünya Mirası Adalar Programı’nda, Açık Radyo’da beraberiz. Ben programcılardan Derya Tolgay, teknik masada Selahattin Çolak ile beraber yapıyoruz programı. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk askerî darbesinin altmış ikinci yıldönümüne az kaldığı için, 27 Mayıs 1960’ı konuşmak istiyoruz ve Yassıada’da radikal bir şekilde yapılan mekânsal dönüşüm konu başlığımız olacak. Burada bir zamanlar 300 metre uzunluğunda, 190 metre genişliğinde, üzerinde tarihi kalıntıların, zindanların ve şatonun olduğu, hatta Ernest Mamboury’nin 1943’de yayınladığı rehberinde söz ettiği 9. yüzyıldan kalma manastır kalıntıları filan da var. Ama aynı zamanda kuş göç yolu üzerinde. Altında ise mercan kolonilerinin yaşadığı, yaşayan bir varlıktı Yassıada. Şimdi sanırım 103.700 metre kare büyüklüğünde, mercanları yok edilmiş, kuşların olmadığı, tüm vejetasyonun yok edildiği ve tüm yaşayan canlıların da ortadan dolayısıyla yok olduğu bir antroposen anıt Yassıada. Konuğumuz Tuğçe Kaplan. Kendisi Temmuz 2021 senesinde hazırladığı tezi, ‘Yer, Hafıza ve Hafızalaştırma: İlerici Bir Yer Anlayışı Merceğinden Yassıada Tartışması’nı bizimle paylaşacak. Tuğçecim hoş geldin.

Tuğçe Kaplan: Merhaba Derya. Çok teşekkürler takdimin için.

DT: Emeklerine sağlık. Kısacık ben senin bilgilerini paylaşayım. Tuğçe Kaplan, lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde yaptı. Yüksek lisans eğitmini de Kadir Has Üniversitesi Mimarlık ve Kent Çalışmaları programında tamamladı. Ve “Place, memory and memorialization: A discussion on Yassıada through the lens of a progressive sense of place” başlıklı tezle tamamladı. 2019 yılından bu yana da SALT Araştırma ve Programlar’da çalışmakta. Tuğçe’yi neredeyse sekiz sene önceye götüreceğim. Dünya Mirası Adalar oluşumuna katkı vermiştin o zaman da. Hâlâ da ara ara veriyorsun. O zaman öğrenciydin değil mi?

TK: Evet, lisans öğrencisiydim.

DT: Tabii, ilk sorum sana bununla ilgili olacak hâliyle. Acaba o günlerdeki Adalar’a olan geliş gidişlerin sana bu tezi çalışmanda bir kapı araladı mı, diye soracağım. Ama sözü sana bırakmadan önce bir girizgâh yapmak istiyorum, iznin olursa. Çünkü Adalar’da 1980’li yıllarda hız kazanan kaçak yapılaşmanın, kent ve doğa kıyımının tekrar hatırlanması için geçenlerde bir program yaptık ve bu dönüşümü aktardık. Bu programı da onunla birlikte dinlemenizi öneririm. Podcasti hazır, sosyal mecralarımızdan takip edebilirsiniz; Dünya Mirası Adalar Instagram, Twitter, Facebook sayfalarından ve tabii ki Açık Radyo arşivinden podcastlerimizin hepsini bulabilirsiniz. Şimdi 1984’te ANAP’lı belediye başkanı 2001’e kadar görevde kalıyor ve imar yüzünden de o tarihte çıkan bir tartışma sonucunda öldürülüyor. Bunu anlatmıştık. O dönem adadaki neredeyse her boşluğa inşaat yapılıyor. Daha sonra, 2001 yılında dönemin ANAP’lı, daha sonra AKP’li, daha sonra da DSP’li olan Adalar belediye başkanı tarafından “Yassıada ve Sivriada ekonomiye kazandırılmalıdır” sözünü ilk defa duymaya başlıyoruz. Ve sonra da göreve CHP’li belediye başkanı seçiliyor. O da turizme açılmasının iyi olacağını söylüyor ama bir taraftan da imara açılmasın diyor. Tüm bu sürece baktığımızda bu kamu otoritelerinden hiçbiri “bırakın Yassıada ıssız kalsın” demiyor. Ama halk, sivil inisiyatifler bunu söylüyor, “ıssız kalsın” diyor. Günümüzde de aynı anlayış böyle devam ediyor. Adalar motorize olup yaya bölgesi statüsünden çıkarıldı biliyorsunuz. Ve aynı anlayışla yürünebilir Adalar bugün arabalı Adalar’a dönüştürüldü. Bunda spekülasyon olduğunu düşünmüyorum. Özellikle Büyükada’nın arka tarafında çok büyük, kişilere ait arazilerin imara açılmasına dair çalışmalar yapıldığını duyuyoruz. Zaten 1984’ten beri talep edilen de bu. Arabalarla ulaşım olmadığı için sadece ranta açık değildi. Sivilin direnci de çok daha fazlaydı ve bunlara dava açan dernek falan da vardı o zaman. Şimdi arabalarla rahatlıkla ulaşılan bu parseller pek kıymetli hâle geldi diyorum ve sözü sana bırakayım Tuğçe.

Yassıada’nın "zor" geçmişi

TK: Tabii Derya. Tekrar teşekkürler girişin için. Evet, Yassıada’nın tarihi ve doğal mirası, peyzajı yok edildi. Topoğrafyası değiştirildi, yemyeşil bitki örtüsü yok oldu, yerine bir beton yığını geldi. Sizin de hep vurguladığınız şekilde Yassıada’ya bir antroposen anıtı demek yanlış olmayacaktır herhâlde.

Benim Yassıada ile olan ilişkim belirttiğin üzere yüksek lisans tezim aracılığıyla başlamıştı. Yassıada’ya farklı dönemlerde yüklenen anlamlara, farklı toplumsal grupların adaya ilişkin sembolize ettiği değerlere ve adayı sahiplenmeye yönelik pratiklerine yer vererek adanın farklı mekânsal, toplumsal niteliklerini bir bütün içinde anlayıp değerlendirmeye ve yerin ilişkisel bir anlayışını sunmaya yönelik bir çalışmaydı. Yer, hafıza ve hafızalaştırma kavramları etrafında şekillenen bu çalışmada Yassıada’nın doğal, tarihî, kültürel zenginliklerini korurken aynı zamanda Türkiye’nin darbe dönemiyle yüzleşmesine olanak tanıyacak bir yer olma konusunda başarısız olduğunu iddia ediyorum. Ve yine bu başarısızlığın nedenlerini temel olarak coğrafyacı Doreen Massey’nin yere dair “ilerici bir yer anlayışı” tanımıyla önerdiği kavramsallaştırma biçiminden faydalanarak analiz etmeye çalışıyorum. Tez danışmanım sevgili Didem Kılıçkıran’a da teşekkür etmiş olayım buradan.

Tabii bu çalışma adanın yakın zamanlı mekânsal dönüşümüne dair bir sorgulama alanı da açtı benim için. Şimdi dilersen adanın bu dönüşüm sürecini irdeleyebiliriz beraber.

İlk olarak Yassıada’nın zor geçmişi üzerinde durmak önemli. 27 Mayıs 1960 askerî darbesi ve hemen ardından vuku bulan Yassıada yargılamaları bildiğimiz üzere Cumhuriyet’in kurulmasından sonraki siyasal ve sosyal tarihin önemli dönemeçlerinden. Ada, darbe sonrası dönemin iktidar partisi olan Demokrat Parti’nin yöneticilerinin ve milletvekilllerinin yargılandığı dava sırasında mahkeme salonu ve hapishane olarak kullanılıyor. Sanıklar yargı süreci boyunca adada hapis tutuluyor ve yargılanmaları için adadaki Deniz Kuvvetleri’ne ait spor salonunda bir mahkeme kuruluyor. Adil yargılanma hakkının birçok bakımdan hiçe sayıldığı bu uzun davaların sonucunda da Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Başbakan Adnan Menderes, İmralı Adası’nda idam ediliyor.

1963 yılında 27 Mayıs, Hürriyet ve Anayasa Bayramı adı altında resmî bir bayram olarak ilan ediliyor ve 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girmesine kadar da Türkiye’nin resmî bayramlarından biri olarak kutlanıyor. Bu süreçte Türkiye solunun da 27 Mayıs’a tanıdığı ayrıcalıkla beraber neredeyse 2000’li yıllara kadar darbenin ve yargılamaların toplumun hafızasındaki yerinin bastırıldığını söylemek mümkün. Nitekim tez çalışmamda da bu bastırılmanın Yassıada’nın işaret ettiği hafıza üzerine gelişen sembolik çatışmayı ve yakın zamanlı mekânsal dönüşümüne dair alınan pozisyonları, söylemleri beslediğini ileri sürüyorum.

Daha sonra 2000’li yılların başında Yassıada’yı müzeleştirme fikri gündeme getiriliyor. Tabii o yıllar Türkiye’nin darbe dönemiyle yüzleşme pratiklerinin, darbe sonrası demokratikleşme söylemlerinin hat safhada olduğu bir dönem ve bir anlamda Türkiye’nin “hafıza patlaması” yaşanıyor diyebiliriz. Böyle bir politik atmosferde ortaya çıkan Genç Siviller de “Bir Daha Asla” sloganıyla “Yassıada Demokrasi Adası Olsun” fikrini ortaya atıyorlar ve bir anlamda kendi deyimleriyle Yassıada’yı Türkiye’ye hatırlatıyorlar. Genç Siviller’in Yassıada üzerine geliştirdikleri düşünsel çerçeve ibret anıtı başlığıyla örtüşüyor ve 2008 yılından başlayarak 2013’e kadar her 27 Mayıs’ta adaya geziler düzenliyorlar.

DT: Bununla ilgili birçok görsel de var esasında. Bu görseller de bir taraftan paylaşılıyor olacak bizim sosyal mecralardan. Belki dinleyecilerimiz göz atabilirler. Senin de yolladığın fotoğraflar vardı onu da hatırlatmış olalım.

Yassıada'dan Demokrasi ve Özgürlükler Adası'na

TK: Tabii. Aynı dönemde ada, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gündemine de giriyor. Yine bu dönemde zaten Türkiye’nin pek çok şiddet mahali de partinin gündeminde ve çeşitli müzeleştirme projelerine konu oluyorlar. Söz gelimi bu mahaller arasında Diyarbakır Cezaevi, Ulucanlar Cezaevi, Madımak Oteli gibi alanlar bulunuyor. Tabii bu gibi mahallerin devlet tarafından sistematik şiddete maruz kalmış grupların hafızasına sahip çıktığı ve üzerinde hak talep ettiği yerler olduğu söylenebilir. Yassıada’nın bu mahallerden farkı ise işaret ettiği hafızaya bizzat Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sahip çıkması. AKP, Menderes’in siyasi mirasını doğrudan sahipleniyor ve adayla ilgili nerdeyse bütün söylemlerine Adnan Menderes’in sembolik değeri damga vuruyor. Diğer yandan yine bu süreçte partinin müzeleştirmek edimini hafızalaştırmanın olmazsa olmazı olarak ön plana çıkardığını söyleyebiliriz.

DT: Evet, bir soluklanalım ister misin, yoksa devam edelim mi?

TK: Tabii, iyi olur.

DT: Senin seçtiğin bir parça var, onu anons eder misin? Çok da bugüne uygun ve anlattığın konuyla da çok iyi örtüşüyor.

TK: Haklısın. Sergey Rahmaninov’dan “The Isle of the Dead”, Ölüler Adası’nı dinleyebiliriz.

DT: Çok teşekkürler Tuğçe, harika bir parça seçmişsin.

Ben sözü sana bırakayım, kaldığın yerden devam et lütfen.

TK: Tabii. Söylemler bilhassa Menderes’in anısı, mirası ve yüzleşme üzerinde yoğunlaşırken, 2011 yılından başlayarak Yassıada adım adım, bir nevi hukuksal ayak bağından kurtarılarak, türlü SİT statüsü ve plan değişiklikleriyle tüm itirazlara rağmen inşaata açılıyor. Bu süreci özetlemek gerekirse, ada Hazine mülkiyetinde ve Askeri alan olarak belirlenmişken 2011 yılında müze olarak kullanılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis ediliyor. 2011 yılının 1/5000 ölçekli planında Yassıada I. Derece Doğal SİT, Tarihi Sit ve üçüncü Derece Arkeolojik SİT alanı olarak gösterilirken, 2012 yılında Doğal ve Tarihi SİT statüleri kaldırılıyor ve ada Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı olarak belirleniyor. 2013 yılında da yapılan plan revizyonlarıyla turizm ve kongre merkezi üst başlıklı her türden kullanıma açık hâle geliyor ve adanın ismi de resmen Demokrasi ve Özgürlükler Adası olarak değiştiriliyor. Nitekim 2015 yılında da dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Mimar Çiğdem Karaaslan tarafından adayı restoran, otel, müze, konferans salonu gibi yapılarla bir kongre ve turizm merkezi olarak işlevlendirmeye yönelik hazırlanan ve MESA Holding tarafından yürütülen projenin temel atma töreni gerçekleştiriliyor. Darbenin 60. yıldönümü olan 27 Mayıs 2020 tarihinde de Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nın açılışı yapılıyor. Ve ada, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin neoliberal hat üzerinden ilerleyen kentsel siyasetinin canlı bir örneği hâline geliyor.

Bu süreçte özellikle Adalı ve Yassıada’yı doğal, tarihi ve kültürel nitelikleriyle bir miras alanı olarak addeden aktivistler, süreci -senin de girişte belirttiğin gibi- basın açıklamalarıyla, adaya düzenledikleri gezilerle ve düzenledikleri forumlarla protesto ediyorlar.

DT: Burada küçük bir ekleme yapalım mı, dinleyicilerin, hepimizin hafızası tazelensin. 2011’de başlayan bu süreçte kimler vardı? Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Valisi Hüseyin Avni, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürü Ahmet Emre Bilgili, Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, senin de dediğin gibi Samsun Ak Parti Milletvekili Çiğdem Karaaslan ve 2013 yılı Nisan ayında beş yıldızlı otel olması için ilk kazmayı da dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun attığını biliyoruz. Böyle bir not düştüm.

"Adayı Türkiye’deki 'hafıza savaşları' bağlamında ele almak mümkün"

TK: Tabii, iyi oldu. Bu dönemde aktivistler, Adalar Savunması, Arkeologlar Derneği, Şehir Plancıları Odası gibi gruplar tüm yaşam savunucularını “Bırak Issız Kalsın” demeye çağırıyorlar. Bu süreci İstanbul Adaları’nın, yine senin girişte değindiğin üzere, 80’li yıllarda hız kazanan neoliberal dönüşüm süreciyle paralel okumak önemli. Adalar’ın doğal ve kültürel zenginlikleri ne vakit hatırlanmaya başladı diye sorarak bu süreci anlayabiliriz. İnşaat dalgasının önünün açıldığı, kıyıların doldurulduğu döneme dair konuşabiliriz.

DT: Burada ben bölmüyorsam bir ek yapabilir miyim? Bu Yassıada hafriyatı tabii çok problem yaratmıştı, çünkü bu hafriyatı, inşaatı ve yıkıntı atıkları kontrol yönetmeliğine uygun olarak da nakledilmediği için -zaten bir de dolgu alanı yapılacağı için- bütün bunlar denize boca edildi, bütün mercanlar öldü. Burada mercanları inceleyen, oraya dalış yapan bilim insanı Nur Eda Topçu konuğumuz da olmuştu. Gözyaşlarıyla anlatmıştı denizin altındaki ölümü. Tabii senle konuşurken Yassıada üzerine karanlık bir mirastan bahsettik. Esasında Yassıada’nın üstü de altı da çok karanlık. Bunu da istersen biraz irdeleyerek kalan son kısımları tamamlayalım.

TK: Tabii, o zaman ben adanın bugünkü hâline, Demokrasi ve Özgürlükler Adası’na değinebilirim kısaca. Öncelikle ada bugün nasıl bir politik tahayyülün ürünü diye baktığımızda, adayı Türkiye’deki hafıza savaşları bağlamında ele almak mümkün. 27 Mayıs’ın ilk kurucu darbe olarak mevcut iktidar için Kemalist ideolojinin ebedi darbe tehdidini temsil ettiğini düşünürsek, bugünkü müzeleşmiş ada için sunduğu anlatılarla, tarih yazımıyla, estetiğiyle iktidar partisinin karşı-hafızasının somutlaşmış hali diyebiliriz. Diğer yandan Yassıada’nın -veya yine partinin kendi söylemiyle ‘Yaslı Ada’- bir duygusal yatırım nesnesi olarak sembolik değeri o kadar yüksekken, adadaki projenin, Yassıada’nın tanık olduğu olayların son maddi izlerini de silmeye, unutmaya davet ettiğini görüyoruz. Yassıada’nın bütün sosyo-politik önemi temiz ve yepyeni yapılara, yeni boyanmış duvarlara, balmumu heykellere ve nesnelerin replikalarına indirgenmiş. İnşaat çalışmaları sırasında adadaki askeri garnizon, mahkeme salonu, iskele, sanıkların kaldığı bina gibi birçok yapı adanın hafızasına tanıklık etmelerine rağmen yıkılmış.

Ben adayı geçtiğimiz sene 12 Eylül tarihinde ziyaret etme fırsatı yakalamıştım. Ada gezisi, yıkılıp yeniden yapılmış, yargılamaların gerçekleştirildiği spor salonundan başlıyor, yeni adıyla 27 Mayıs Müzesi. Bu salonda Demokrat Partililer’in ve mahkeme heyetinin hareketli balmumu heykellerini ve darbe ve yargılama sürecine ilişkin Japon animeleri tarzında bir animasyon görüyoruz. Daha sonra Adnan Menderes Müzesi’ne geçiliyor. Bu müze Menderes’in çocukluğunu geçirdiği, babannesine ait evin bir replikasıyla başlıyor. Yine bu katta “Sessizlik ve İntihar”, “Çaresizlik ve Halisünasyon”, “Ölüm Korkusu” gibi adları olan odalarda Menderes’in yargılama dönemindeki iç dünyasının tasvir edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Burada anlatılan hikâyeler de balmumu heykellerle destekleniyor. Zaten adadaki tüm sergi alanlarının balmumu heykeller ve birtakım objelerin replikalarından oluştuğunu söyleyebiliriz. Hiper-gerçekçi birtakım canlandırmalar da bulunuyor. Ve son derece didaktik ve belgesel nitelikte, soyut imgeler çok istisnai. Adadaki tüm temsilleri, muhatabının katılımına izin vermeyen, kapalı bir sürecin ürünleri olarak okumak mümkün.

Tabii, adanın içindeki en tartışmalı mekânsa şüphesiz Katre Island Hotel; 123 odasıyla adanın en büyük yapısı. İnternet sitesinde yer aldığı üzere “Prens Adaları’nın nefes kesen manzarası”, “romantik bir akşam yemeği” gibi vaatler sunuyor.

DT: Vaktimiz dolmuş maalesef. Ama şöyle yapabiliriz; biliyorsun, 27 Mayıs’ta Adalar’da böyle bir söyleşi yapabilir miyiz diye bir planlama yapıyoruz, bizi takipte kalın. Tuğçe de gelecek ve daha ayrıntılı olarak sohbet edebiliriz. Biz de 27 Mayıs için tarihi, zamanı, yeri ilan ederiz. Oldu mu Tuğçecim? Öyle yapalım, çünkü üzerine konuşacak daha çok şey var değil mi?

TK: Evet.

DT: Peki. Çok çok teşekkür ediyoruz bizi dinlediğiniz için. Tuğçe çok teşekkürler tekrardan. Tuğçe Kaplan ile bugün, vaktimiz yettiğince antroposen anıtı Yassıada’nın dönüşümünü, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden adanın Demokrasi ve Özgürlükler Adası adıyla müzeleştirilmesine kadar geçen süreci farklı aktörleriyle, adaya ilişkin söylemler ve stratejiler üzerinden konuşmaya çalıştık.

Adalar hepimizin, görüşmek üzere.