Yaşar Kemal’in eserlerinde Prens Adaları

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar’ın 2 Mart 2021 tarihli nüshasının konuğu Cihan Erdönmez’di.

Dünya Mirası Adalar: 2 Şubat 2021
 

Dünya Mirası Adalar: 2 Şubat 2021

podcast servisi: iTunes / RSS

DMA: Yaşama, tüm canlılara duyduğu sevgiyi, yazar, şair, filozof, botanikçi, aktivist, ekososyolog ve daha sayamadığımız birçok müstesna özelliği ile Yaşar Kemal’i saygı ve sevgiyle anıyoruz. Her gün anıyoruz esasında. Belleğimizde sözleri, yazdıkları hep tazeliğini koruyor. Değil mi Cihan?

CE: Benim için kesinlikle öyle. Merhaba herkese bu arada.

DMA: Merhaba, ben böyle bir giriş yaptım ama önce konuğumuzu takdim edeyim, Cihan Erdönmez, Cihan Hoca daha öncede programlarımıza konuk olmuştu. Ben kendisini hemen tanıtayım; İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinde öğretim elemanı olarak görev yapmakta. İZ TV'de “Orman Yolu” adlı bir belgeseli vardı. Ormancılık, çevre koruma, kırsal kalkınma ve korunan alanlar gibi konularda yayımlanmış kitapların, uluslararası makalelerin var. Özellikle bu konularda çalışan sivil inisiyatiflere destek vermektesin. Pazar günü Yaşar Kemal Vakfının davetlisi olarak “Yaşar Kemal anlatı coğrafyasında doğa, insan, çevre” panelinde konuşmacıydın. Ayrıca birkaç gün önce Yeşil gazetede Yaşar Kemal ile ilgili bir yazın çıktı. Bir de bizim de hayranlıkla yakından takip ettiğimiz, Yaşar Kemal’in romanlarında geçen bitkiler üzerine, görselleri ve metinleriyle hazırlayıp, paylaştığın” Yaşar Kemal’in Bitkileri Sözlüğü” çalışman var. Yaklaşık 60 bitkiyi hazırladın. Fakat tespit ettiğin 150 civarında bitkisi var. Şu soruyla başlamak istiyorum. Sendeki Yaşar Kemal’i anlatır mısın? Yaşar Kemal senin için ne ifade ediyor?

CE: Teşekkür Derya, önce davetiniz için. En zor soruyla başladık. Çünkü bendeki Yaşar Kemal’i anlatmak o kadar kolay değil. Hiçbir zaman tam anlatabildiğimi düşünmüyorum. Geçenlerde bir arkadaşım benimle İngiliz şair William Blake ile ilgili bir şey paylaştı. Şöyle bir şeydi aşağı yukarı Türkçesi; Bazılarını sevinç gözyaşlarına sürükleyen ağaç, diğerlerinin gözünde sadece yoluna çıkan yeşil bir şeydir.” Gerçekten çok güzel bir söz. Herkes için orman, toprak, doğa değerlidir. Hayır benim için bir anlamı yoktur diyen görmedim bugüne kadar ama başka bazı insanlar için gerçekten bir ağaç, bir orman, peyzaj insana mutluluk gözyaşlarına sürükleyen bir gerekçe, bir varlık nedeni oluyor. Yaşar Kemal benim için öyle. Elbette herkes Yaşar Kemal hayranı olmak zorunda değil. Yaşar Kemal beni sevinç gözyaşlarına sürükleyen, bir romanını, makalesini elime alıp okuduğum zaman gerçekten bana umut aşılayan, mutluluk veren, mutluluktan ağlatan bir kahraman, bir anıt ağaç benim için. Hatta bir ara yazmıştım. Edebiyatı seviyorum, dünya edebiyatından, Türk edebiyatından da okumalar yapıyorum. Yaşar Kemal yanında Tolstoy’u söylerim, bütün edebiyatçılar benim birer sevgilimse eğer, Tolstoy en gözde sevgilimdir, Yaşar Kemal ise benim için anne kucağı gibidir çünkü onda ben huzuru, mutluluğu, sevgiyi ve şefkati buluyorum. Kısaca Yaşar Kemal bu ama içimdeki Yaşar Kemal’in çok az bir bölümünü anlatabildim.

DMA: Yaşar Kemal anlatılarında doğaya çokça yer veriyor. Eserlerinde doğayı çok kullanıyor. Tüm canlılara karşı bir coşkusu var. Buradan motive oluyor adete. Neden bu kadar çok doğayla ilgili yazıyor sence?

C: Bunun bir, görünen nedenleri var. Bir de kimsenin saptayamayacağı Yaşar Kemal’in kendi içindeki nedenleri var. Bir şeyi herkesten daha fazla neden sevdiğini o insana sorduğunuzda, biraz önce bana sorduğun gibi açıklamak zorlaşır. Ama bazı nesnel nedenlerde var. Bunlardan bir tanesi, Yaşar Kemal’in çocukluğu ve ilk gençlik yılları ile alakalı. Zaten Yaşar Kemal kendisi de anlatıyor. Mesela Savrun kıyısında çayırında geçirdiği yıllara Yaşar Kemal kendi yazılarında ve sohbetlerinde özel bir yer veriyor. Örneğin; Abidin Dino ile Yaşar Kemal’in arasındaki sohbetlerden, konuşmaların kitaplaştırıldığı “Yüzler” isimli bir eser vardır. Orada Yaşar Kemal diyor ki; Savrun kıyılarında su bekçiliği yaparken ilginç şeyler görmüştüm. O sıralar size gelip demiştim ki diyor, Toroslardan ovaya 20’den fazla su akıyor, hiçbir tanesi de öbürüne benzemiyor. Birkaç yıl sonra Savrun çayı ile içli dışlı olunca anlamıştım. Bundan sonra orada doğaya bakmasını yavaş yavaş öğrendim. Hiçbir çiçek aynı dalda da olsa, aynı ağaçta da olsa, hiçbir kök aynı toprakta da olsa hiçbir çimen, hiçbir pınar, hiçbir ağaç, çalı, hiçbir yüz, doğanın hiçbir ayrıntısı birbirine benzemiyor. Savrun’a atıf yapıyor burada. Orada geçirdiği hatta İnce Memet 1’in New York Review baskısı için yazdığı önsözde aynı şeyi diyor. Diyor ki açık açık; Savrun’u tanımamış olsaydım, doğayı bu kadar güçlü bir şekilde içimde hissedemezdim. Yıllarca Savrun’un kıyıları boyunca dağlarda yürürken doğa ile bir yaşadım. Şimdi bu çocukluğu Yaşar Kemal’le birlikte başka çocuklar da yaşadı. Savrun kıyılarında su bekçiliği yapan o köylerde, o dağlarda o ovalarda dolaşan tek kişi değildi. Bundan sonrası Yaşar Kemal’in o içinden fışkıran insan sevgisi, doğa sevgisi, o biraz romantik ama gerçekçi bir romantizm tabii ki. O iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, adalete duyulan, içinden gelen özlemin karşılığı. Doğa zaten bunları başlı başına ifade edebiliyor. Söylenecek burada da çok söz var ama...

DMA: Yaşamı gerçekten çok zorluklarla geçti. Belki, biraz öncede söyledin “doğaya bakmayı öğrenmek” belki bu yaralarını, zorluklarını doğaya bakarak öğrendi, kendine pansuman yaptı, iyileşti, bilmiyorum. Eserlerinde doğayı ve bitkileri nasıl ele alıyor?

C: Yaşar Kemal’i yakından tanımayan dinleyiciler, ya okuduğum bütün romanlarda bitkiler, doğa var hasbelkader diyebilir.

Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası’nda, millet bahçesi dediğimiz İstanbullular bilir. Çamlıca’nın eteklerinde adı “millet bahçesi” olan, yani bugünkü millet bahçesi değil. O zamanlar millet bahçesi deniyormuş.

Millet bahçesini, oradaki peyzajı anlatır. Recaizade Mahmud Ekrem bile anlatıyordu. İşte Tolstoy’da anlatıyordu, Fransız klasikçiler de anlatıyorlar. Ama Yaşar Kemal’in bir farkı var. Eserlerinde doğayı ve benim özel ilgi alanım ilan bitkileri ele alırken bir dekor, hikâyenin geliştiği bir sahne olarak anlatmıyor. Arada çok ciddi bir fark var. Yaşar Kemal eserlerinde doğayı ve bitkileri anlattığı hikayelerin baş kahramanlarından biri olarak anlatıyor ve bundan daha önemlisi doğaya verilen zararları insan tarafından doğaya verilen zararları insanın insana verdiği zararlarla eş tutarak, bütün eserlerinde bu ikisi ile mücadele ediyor.

1973 yılında yazdığı “Doğanın Öldürülmesi” romanında Cumhuriyet’te yayınlanmış; Tarihi özellikle bildiriyorum, 70’li yıllarda kimse böyle şeyler söylemezdi. Diyor ki; Sömürü bir bütündür. Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle, azgelişmiş bir ülkede, doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi bir arada gidiyor… Türkiye toprakları yıkıma uğratılıyor, hopur ediliyor. Biz Türkiye üstünde mirasyedileriz. Yıkımımızdan Türkiyenin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor…”

50 yıl önce Yaşar Kemal bunları söylüyor. O kadar güzel bağdaştırıyor ki, insanın insanı sömürmesiyle, insanın doğayı sömürmesinin aslında aynı şey olduğunu, sorunun buradan geldiğini söylüyor. Öbür taraftan mesela ekokritizm denilince; Çevreci eleştiri 1990’lardan sonra dünyada boy göstermeye başlarken Yaşar Kemal bunu 1950’lerden itibaren yapıyor.

Örnek vereyim; Eserlerinde nasıl doğanın sömürülmesine yer veriyor? “Hüyükteki Nar Ağacında” şöyle diyor; Hiç ağaç kalmadı ovada. Çukurova’yı kastediyor. Bütün ağaçları kökünden söktüler. Şimdi ne nar, ne meşe, ne karaçalı, ne çam! hiçbir ağaç kalmadı Çukurova’da. Yok! Şu ovada kutsal hiçbir şey kalmadı ki nar ağacı kalsın.

1977’de, bir sene sonra “Kuşlar Da Gitti” yayınlanıyor. Senin burayı çok anlamlı bulduğunu biliyorum, Kuşlar Da Gitti” bir İstanbul romanıdır. Yaşar Kemal’in uzun yıllar yaşadığı Avrupa yakasında Basınköy, Menekşe, Florya bölgelerinde geçer. Oradaki doğal alanların giderek betonlaşmaya dönüşmesine karşı oluşan tepkiye, “Kuşlar Da Gitti” de şöyle dile getiriyor. 1978’de “Bir karış arsa için İstanbul’un bu açgözlü canavarları birbirlerinin gözlerini oyacak, birbirlerinin ırzlarına geçecek, birbirlerini boğazlayacak, kıtır kıtır kesecekler. Bir avuçluk arsa toprağı için. Görüyorsun işte Derya, tepki ne derece güçlü. Yaşar Kemal bitkileri anlatırken de, demin söylediğim gibi, onlardan dekor filan olarak bahsetmez. Mesela Çakır dikenini nasıl anlattığını herkes bilir ama, örneğin İnce Memed 2 de Karaçalı’yu anlatır. Karaçalı İsa’nın çarmıha gerildiğinde başına taç yapılan bir bitkidir. Dikenli bir bitkidir. Latincesinde Paliurus spina-christi’dir. İsa’yı ifade eder. Diyor ki; Karaçalı en sert dikenli ağaçtır. Bütün gövde tepeden tırnağa en ince dallara kısa üç köşe dikenlerle çevrilidir. Karaçalı bal renginden karaya çalarken dikenleri de sertleşir, demir gibi olur, yapışmıştır toprağa ayrılmaz. Karaçalılıkta atlar, eşekler, sığırlar, domuzlar, kurtlar dolaşamazlar. Köpekler giremezler. Yanılıp da girenler karaçalılıktan çıktıklarında kan revandırlar.

Atlayarak anlatıyorum. Kovanlarından dışarı uğramış bal arıları karaçalılığın dallarında sert dikenlere tutturulmuş binlerce sarıca arı peteği, boncuklu, kara arı, eşekarısı peteği... Ve kovanlarından dışarı uğramış balarıları karaçalılığın üstünde oğul verir gibi binlerce, milyonlarca ipiltiyle ipildeşir, savrulurlar. Örümcekler de karaçalılığa ağ gererler. Sabahları, gün doğarken, karaçalılık incecik ak bir örtüyle bürünmüş gibi olur. Esen seher yelinde, büyük, çalıdan çalıya gerilmiş ağlar sallanırlar, diyor. Yaşar Kemal doğayı ve bitkileri ele alırken, ne kadar derin bir anlayışı var.

DMA: Buradan kırılgan ekosistemi ile Prens Adaları’na gelelim. Demin de bahsettiğin gibi, Çukurova’da bir tek ağaç bırakmadılar diyecek kadar durum vahim! Diğer taraftan İstanbul için söyledikleri çok çarpıcı. Biz bunların, her kelimesini yaşadık bugün. Şimdi Yaşar Kemal ve Prens Adaları arasında bir bağ kurabilir miyiz?

CE: Tabii var ama doğrudan Prens Adalarında geçen bir eseri bulunmuyor. Ama Sait Faik Abasıyanık ile çok özel ilişkisi var. Sait Faik neden önemli; Bir Burgazadalı. Prens Adalarından dünya çapında değer kazanmış bir edebiyatçı. Diğer taraftan da Türk edebiyatında çevreci eser olarak bilinen “Son Kuşlar” öyküsünü 1952’de yazmış. Bir alıntı yapayım; dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.” diyor. Benden söylemesi demiyor da. Yaşar Kemal ile Sait Faik’in tanışıklıkları var. Yaşar Kemal Cumhuriyet gazetesinde yazılar yazar, röportajlar yaparken Sait Faik’le de yapmak istemiş. Onu çok aramış, bir gün Kadıköy iskelesinde yakalamış. Muhtemelen, o sırada Sait Faik vapura binip, Burgazada’ya gidecekmiş. Yıl 1952 Son Kuşlar kitabını yazmasından bir sene sonra maalesef vefatından bir sene öncesine denk geliyor.

Karşılaştıklarında; Ne var ne yok Sait?” dedim. “Hikâye yazıyor musun?” “Yok,” dedi, “yaşıyorum.” Hüzünlü, ılık, insan sevgisi dolu hikayelerini Sait yazmaz, yaşar. Sait bir dertli, kötülüklerden, aşağılıklardan, dünyadaki cümle bayağılıklardan, kirden iğrenen bir ademoğludur. O daima iyiliği söylemiştir. Görüyorsun Derya, Sait Faik’le Yaşar Kemal’in yaklaşımları ne kadar birbirine benziyor. Burada söylemek istediğim başka bir nokta, Yaşar Kemal’le Prens Adaları’nı bağlayan başka bir noktada, Bir ada hikayesi dörtlemesi. Dinleyiciler bilir, Yaşar Kemal’in üçlemesi, dörtlemeleri vardır. İnce Memed başlı başına dört ciltten oluşur. Üçlemesi, Orta Direk’le başlar, Ölmez Otu ile biter. İkincisi de Yer Demir Gök bakır. Yaşar Kemal Bir Ada Hikayesi ‘Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana' romanı ile başlayan, 'Karıncanın Su İçtiği' ve 'Tanyeri Horozları' kitaplarıyla devam eden Bir Ada Hikayesi dörtlemesi, son kitabı 'Çıplak Deniz Çıplak Ada' ile sonlanır.

Bu dört romanın dördünde de ana tema, topraklarından göç etmek zorunda bırakılan insanların dramını anlatır. Topraklarından göç etmek zorunda bırakılan insanlar dediğimizde Prens Adaları’nın aklımıza gelmemesi mümkün değil. Sen de biliyorsun 1850’lerde neredeyse hiç Türk yok. Rumlar, Ermeniler var. I Dünya savaşı, 6-7 Eylül, 1970’ler, göç etmek zorunda bırakılan, yerlerinden, yurtlarından edilen insanlar. Tırnak açıp “göçmen olmak suç değil, göç etmekte suç değil.” Belki konumuzun dışında ama insanlar göçmenliği tuhaf karşılıyorlar. Kim göçmen değil ki Allah aşkına? Hangi halk, hangi millet olduğu yerde çakılı kalmış?

Bu dünya üzerinde hepimiz göçmeniz. Herkes her yere göç edebilmeli. Ama buradaki sorun göç etmek zorunda bırakılmak. Zulümlerle, baskılarla göç etmek zorunda bırakılmak!

Bu da tabii Yaşar Kemal’i Prens Adalarına bağlayan bir unsur. Doğanın öldürülmesinde 1973’de diyor ki; insanın insanı sömürmesi ile doğayı sömürmesi aynıdır. Yaşar Kemal romanlarında, anlatılarında karşımıza çıkan birçok bitki, bir bölümü, net bir saptama yapmadım ama Prens Adaları’nda görmek mümkün. Hemen İstanbul’un güneyinde ama hemen kuzeyinde, Kuzey ormanları Karadeniz ekosistem özellikleri gösterirken, Prens Adaları Ege-Akdeniz ekosistem özelliklerini gösterir. Yaşar Kemal’in romanlarında neler varmış? Bu bitkileri nerede görebilirim diyen İstanbullular için en yakın yer Prens Adalarıdır. Ama bunu derken, dilimi ısırıyorum. Büyük tehdit altında. Adalar çok büyük değer, İstanbul’un bir parçası, kültürü, doğasıyla çok dikkatli korumamız lazım. Ve Yaşar Kemal’le, Prens Adaları arasında tekrar bir bağ kurmak gerekirse eğer o bağ, Yaşar Kemal’in eserlerinde geçen Pürenleri, Yarpuzları, Eşek Hıyarlarını, onlarca bitkiyi nerede görürüm derse dinleyiciler, ilk uğrak yerleri Prens Adaları olmalıdır.

DMA: Ben de senin vasıtanla her orman gezimde bu vejetasyonun korunması gerektiğini gözlemliyorum. Her zaman Yaşar Kemal gözlerimin önüne geliyor. Bitkileri görselleştirdiğin için tanımlayabiliyorum bitkileri, ağaçları bu gezilerimde. Ah diyorum, bu ağaç, bu bitki de bu! Senin Yaşar Kemal’in bitkilerinden derlediğim, metin ve görsellerle 60 bitki var. Bunları sosyal mecralarda da paylaştık. Bitkilerden 50’ye yakınını ben gördüm Adalar’da. Bahar bize ileride ılık, güzel günler vaadediyor. Birlikte belki böyle biz gezi, turu canlı online yayınla yapabiliriz.

CE: Yapmakta fayda var. Sait Faik’in dediği gibi; “biz bunları çok gördük, çocuklar göremeyecekler”, insan baskısı Adalar’ın üzerinde böyle sürerse. Bu ayrı bir programın konusu.

DMA: Çok teşekkür ederiz. Bugün konuğumuz, Orman Mühendisi Doç. Cihan Erdönmez’di. Suyu, havayı, toprağı dolayısıyla ekolojik denge ile ilgili bilgilerimizi daha da kuvvetlendirmek ve derin okumalara dalmak istersek Yaşar Kemal’i tekrar tavsiye edelim, böyle bitirelim.

CE: Her dünya vatandaşı Yaşar Kemal’den bir şeyler okumalı.