Dünya Mirası Adalar'da ‘Sağlıkta Hafıza Mekanları: Heybeliada Sanatoryumu’ belgeselini; yapım koordinatörü, uzman doktor, Cegerğun Polat ile konuşuyoruz.
Derya Tolgay: Herkese merhaba. Bugün ‘Sağlıkta Hafıza Mekanları: Heybeliada Sanatoryumu’ belgeselini; yapım koordinatörü, uzman doktor, Cegerğun Polat ile Dünya Mirası Adalar programında konuşacağız. Ben Derya Tolgay.
NS: Ben Nevin Sungur.
DT: Hoş geldiniz.
Cegerğun Polat: Hoş bulduk.
NS: Hoş geldiniz Cegerğun Bey.
CP: Hoş bulduk.
DT: Bir teşekkür de teknik masada Berke Akmeşe’ye ve destekçimiz Semra Muratoğlu'na. Öncelikle duyurularımız var; hava muhalefeti nedeniyle birçok kez ertelenen Kasım ayı içerisindeki etkinliklerden söz edeceğiz. Bunlardan biri Ersin Alok anısına düzenlenen ‘Adalar Foto Belge Yürüyüşü’ydü. Önceki iki rota son iki hafta boyunca iptal edilmek zorunda kaldı. Şimdi tekrar ilk etabı 3 Aralık Pazar günü gerçekleştirilecek. Bu etkinlik Burgazada'da olacak. Sonra da her hafta sırasıyla diğer adalara geçilecek. Bu etkinlik, Adalar Sivilİnisiyatifi tarafından düzenleniyor ve İFSAK, İstanbul Tabip Odası ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından da destekleniyor. Etkinlik tüm fotoğrafçılara açık. Adalı kişilerin rehberlik edeceği birçok rota var. Sadece kayıt yaptırmanız yeterli.Amacımız, gerek şu anda sürüp gitmekte olan bir çok inşai faaliyetler gerekse de gündemdeki İmar Planı ile kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz İstanbul Adaları’nın doğal ve kültürel mirasının bugünkü durumunu fotoğrafçıların duyarlılığı ile belgelemek. Bir kurul tarafından seçilen fotoğraflar bu yılın sonunda Mimarlar Odası İstanbul Şubesi salonunda sergilenecek. Gerek Dünya Miras Adalar sosyal mecralarında gerekse bahsettiğimiz diğer kurumların sosyal mecralarında da konuyla ilgili gerekli bilgilere ulaşabilirsiniz. Bu ayın ikinci etkinliği olan Heybeliada Kütüphane Girişimi’nin, polisiye yazarı, senarist ve çevirmen Petros Markaris'in Heybeliada'da doğduğu ve büyüdüğü eve plaket asma merasimi geçtiğimiz Pazar günü gerçekleştirilebildi. Bu etkinliğe Markaris de konuk olacaktı. Ama maalesef hava muhalefeti nedeniyle katılamadı. Petros Markaris’in Türkiye'de yayınlanmış bir çok polisiye romanı var. Ayrıca kendisi dünyaca tanınmış Yunanlı yönetmen Theo Angelopoulos'un da senaristi olarak tanınıyor.
Ben sözü daha fazla uzatmadan konuğumuza ve Nevin’e bırakmadan önce, bir kere daha şu konuya dikkat çekmek istiyorum. Sizin Heybeliada Sanatoryumu ile ilgili belgesel gösteriminiz de, hava muhalefeti nedeniyle maalesef iptal edildi. Biz bugün, inanılmaz sallanarak, dalgalar içerisinde boğuşarak geldik stüdyoya ve bir aydır bütün etkinlikler erteleniyor ama hala iklim krizini inkar ediyoruz. Aslında bütün bu iklimle ilgili değişikler, suların yükselmesi, kutupların erimesi vb. bize afetler çağına girdiğimiz çok net gösteriyor. Buna rağmen örneğin Adalar’ın imar planlarını bunu göz önünde bulundurmadan yapıyoruz. Buna da tekrar bir dikkat çekelim istedik. Tekrar hoş geldiniz.
CP: Hoş bulduk.
NS: Derya’nın da dediği gibi bugün ‘Sağlıkta Hafıza Mekanları: Heybeliada Sanatoryumu’ belgeselini konuşacağız. Konuğumuz Doktor Cegerğun Polat Kardiyoloji Uzmanı, İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi, Galata Üniversitesi öğretim üyesi, Toplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu üyesi. Kendisi sağlık politikalarında, çocuk çalışmalarında ve demokratik eğitim alanlarında çalışıyor. Doktor Cegerğun Polat ‘Sağlıkta Hafıza Mekanları: Heybeliada Sanatoryumu’ belgeselinin yapım koordinatörü. Cegerğun Bey, Heybeliada Sanatoryumu gibi çok önemli bir binadan söz ediyoruz. Siz bu belgeselin tanıtım fragmanlarında şöyle tanımlamışsınız: İstanbul'un ve Adaların kültürel tarihi açısından ve Türkiye'nin bir dönemine damga vuran en önemli halk sağlığı sorunu tüberkülozla ilgili bütün hatıraları, anıları, hastayı, hasta yakınlarını, sağlık çalışanlarını içine alan bir toplumsal bellek mekanı. Belgesele geçmeden önce biraz sanatoryumun kendisinden bahsedebilir miyiz? Sanırım bina 4 ay gibi çok kısa bir sürede inşa edilmiş. 1924 yılı Ağustos ayında ilk Doktor Tevfik İsmail Gökçe ve Doktor Server Kamil Tokgöz yer arayışı için gidiyorlar Heybeliada’ya. 1 Kasım 1924’te ise sanatoryumun açılışı yapılıyor. Şimdi öncelikle Heybeliada Sanatoryumu’nun o dönemde asıl bir görev üstlendiğini anlatmanızı isteyeceğim. Açık olduğu dönemlerdeki önemini ve görevini nasıl tanımlarsınız?
CP: Heybeliada Sanatoryumu yeni kurulmuş Cumhuriyet’in ilk kurumsal yapılarından birisi. 1924 yılında numune hastaneleriyle beraber bu sanatoryum da hizmete giriyor. Kamusal alanda sağlık hizmetinin üretilmesinin simgelerinden ve ilk sağlık tesislerinden birisi ve o yüzden de çok kıymetli. O yıllarda tüm dünyada, farklı türde salgınların kitlesel kayıplara yol açtığı bir salgınlar dönemi yaşanıyor. Verem de salgınlara neden olan hastalıklardan birisi. Günümüzde verem konusunda güçlü ilaçlar ve farklı tedavi yöntemleri gelişmiş durumda. O dönem de bazı ilaçlar var ama yine de çok uzun yıllar bakım ve tedavi gerektiren ağır bir hastalık ve ciddi kayıplara yol açıyor.
NS: Heybeliada Sanatoryumu Türkiye’nin ilk pandemi hastanesi aynı zamanda değil mi?
CP: Evet, ülkenin ilk pandemi hastanesi ama aynı zamanda, 1924 yılında kurulan diğer sağlık tesisleriyle beraber ülkenin ilk hastanelerinden birisi. Daha sonra gelişme aşaması ve sivil alanda verem savaş dernekleriyle beraber tarzı üslubu ile tüberkülozla mücadelede çok özel bir yere sahip. Tüm Türkiye'de veremle mücadelede bir yanı sivil bir yanı devlet tarafından yürütülen bir çalışmanın eseri ve ilk örneği.
NS: 2005 yılına kadar açık kalıyor ve o zamana kadar da hizmet vermeye devam ediyor, değil mi?
CP: Evet. Aslında sanatoryum bir İsviçre tedavi yaklaşımı, O dönem yurt dışında tahsil görmüş ve deneyim edilmiş bir hekim grubu tarafından ‘Türkiye’de de böyle bir şey yapabilir miyiz?’ diye Heybeliada’da hava koşulları, mevsim güneş ve nem oranıyla ilgili bir takım gözlemler ve tespitler yapılıyor ve ilk başta16 yataklı küçük bir birim olarak kuruluyor. Sonrasında yeni yataklı ünitelerin eklenmesiyle gelişiyor 50’li yıllarda 630 yatağa kadar çıkan büyük bir hastane halini alıyor.
DT: 1924 ‘te Atatürk’ün talimatıyla kuruluyor ve 2005 yılında, yani kapatılmadan önce 100’ü doktor ve hemşire olmak üzere 250 personeli ve 660 yatak kapasitesine ulaşıyor. Doktor Tevfik İsmail Gökçe’nin ‘Heybeliada Sanatoryumu’nun Kuruluş ve Gelişmesi’ adlı kitabı var elimizde.
CP: Çok kıymetli bir eser.
DT: Sevgili arkadaşımız Fatih Artvinli’yle de bu kitap yeniden hazırlanıp basıldıktan sonra bir program yapmıştık. İçinde inanılmaz veriler var. Belgeselinizde küçük fragmanlar var, orada da görüyoruz. Öyle bir arşiv, böyle bir envanter ve bütün bu belgeler hepsi yerlerde kimi yanmış, kimisi yok olmuş, kimisi kemirilmiş. Kısacası böyle muazzam bir mirasın yok edilmesi söz konusu. Bu belgeselde bir hafıza! Unutmayalım biz bunları. Bundan sonrasının devamı var mı? Bu envanter nerede, ne şekilde tutuluyor? Kapandıktan sonra nereye gitti bunlar?
CP: Şöyle, Sağlık Bakanlığı’nın türlü veri toplama yöntemleri var. Bunları rapor olarak da yayınlıyor. Oralarda verem savaşla ilgili diğer verilerle beraber, buradaki verilerin de bir kısmına ulaşmak mümkün. Tabii, belgeselde gördüklerimizde belki bilgiler de vardı. Hani, saygısız ve özensizce davranıldığını gördüğümüz yerlere saçılmış o belgelerden bahsediyorum. Onların önemli bir bölümü hasta takipleriyle ilgili belgeler ve filmler.
DT: Yani röntgen filmleri değil mi?
CP: Evet. Onlar bu binada bırakılıp, bu şekilde terkedilecek belgeler değil tabii ki. Her şeyi dışında hastalara ait bilgiler içeriyor. Tanzim ve tasnifinin yapılıp kayda geçirilecek ve belli bir süre sonrasında da, imha edilebilecek nitelikte olabilecek belgeler de var orada. Yani bütün bunlar bir hastanenin nasıl apar topar ve özensizce kapatıldığının, kanıtları. Terk edilmişlik duygusunun o hastaneye ve bütün Ada’ya verilmek istenmiş sanki. Biz de belgeselde bunu çokça işledik. Bu kadar tarihsel önemi olan bir yeri, böyle görmek ayrı bir keder veriyor.
Bizim için salgınlar, bulaşıcı hastalıklar çok önemli. Biz toplum sağlığı meselesinde, bulaşıcı hastalıkların toplumun genel sağlığını koruyacak şekilde tedavi edilmesi, o tedavide ısrar edilmesi konusunda çokça cümle kuruyoruz. Verem hem bir dönemi, o savaş dönemini, zor yaşam koşullarını, kötü şartlarda ve toplu yaşayan insanların dirençlerinin düştüğü bir dönemi ifade ediyor. Ama bugün de benzer bir çağı yaşıyoruz. Yani verem bitmiş bir hastalık değil. Şimdi daha dirençli vakalar görüyoruz. Hâlâ ülkemizde ve yaşam standartları kötü olan dünyanın birçok ülkesinde, ciddi bir sağlık sorunu olarak devam ediyor.
DT: Pandemiyle de gördük bunu.
CP: Evet pandemiyle birlikte, pandemi türü hastanelerin varlığına ne kadar çok ihtiyacımız var, bunu gördük. O dönem Heybeliada Sanatoryumu’nun pandemi hastanesi formatıyla tekrar canlanabileceğine dair bir şeyler söylemiştik. Ancak bugün baktığımızda, o hastanenin çok ciddi bir biçimde elden geçmeye, toparlanmaya ihtiyacı var. Çünkü çok bilinçli bir şekilde terk edilmiş, kapısı, penceresi, duvarları anlam verilemeyen yangınlarla tahrip edilmiş. Sanki belli şeylere koşullar hazırlamak için birileri oraları yakmış gibi.
DT: 5-6 sene içerisinde o bölgede çam limanı ormanları da üç kez yakıldı. Bir tanesinin sabotaj olduğu belirtildi ve yapan kişi yakalandı ama sonra ne oldu bilmiyorum. Bununla ilişkilendirmek doğru mu onu da bilmiyorum. Şimdi siz söyleyince aklıma geldi. Ben de 2020 senesinde ‘Sanatoryumu fotoğraflayıp, belgeleyelim, kaybın karşısında bir arşiv olsun’ diye girdiğimde yerlerde onlarca tez çalışması gördüm. Aralarında yakın tarihli olanlar da vardı, eski tarihli de. O tezlerde neler vardı bilmiyorum maalesef. Şimdi sizden Doktor Tevfik İsmail Gökçe’nin kitabında da bahsettiği bir konuyu anlatmanızı isteyeceğim. Heybeliada Sanatoryumu’nun ekosistemi yani mikroklimasının, kıymeti harbiyesi muazzam. Davos’un eş değerinde, hatta üstünde olduğu söyleniyor. Bütün Avrupa'nın sanatoryumlarıyla karşılaştırmalar yapılmış, değerleri ölçülmüş. Burasının nem oranı, kuruluğu ve güneşi aldığı gün sayısı çok değerli olduğu bulunmuş. Bütün bunları siz benden daha iyi biliyorsunuz. Biraz buradaki ‘nefes koridoru’ nun kıymeti konusuna değinir misiniz?
CP: Dünya Sağlık Örgütü tarafından burası değerlendirilmiş ve tüberküloz için bir eğitim araştırma hastanesi olarak onaylamış.Yani ne demek bu? Dünyanın herhangi bir yerinden bir hastanın, buraya tüberküloz tedavisi için gitmesini, Dünya Sağlık Örgütü tavsiye ediyor anlamına geliyor. Evet, burası böyle bir hastane. Bugünün koşullarında tüberküloz tedavisi için daha etkili ilaçlar ve yöntemlerimiz var. Ama o günün koşullarında düşünürsek, ve klimatizasyonun, bu hastalığın basillerin üremesini engelleyecek kalitede olması, temiz hava, güneş ve oksijen miktarı. O dönemlerin fotoğraf ve kayıtlardan biliyoruz. Hastalar o sanatoryumun balkonunda yan yana yatarak güneşlenip, gün boyuncan vücutlarının oksijen ihtiyaçlarını karşılayabilecek bakımı görmüşler. Bugün oksijene ulaşmamız, burundan yada ağızdan oksijen vermemiz daha kolay. Ama 80-100 yıl öncesini düşünürseniz, bir oksijen tüpünün oralara ulaşması gibi şeyler yoktu. O nedenle bunlar çok önemliydi. Evet bugün tüberküloz hala devam ediyor, oranın olumlu hava koşulları da devam ediyor. Ayrıca Heybeliada Sanatoryumu’nun olumlu hava koşullarına, yalnızca tüberküloz hastalarının değil, sağlıklı bir yaşam için hepimizin ihtiyacıvar.
DT: Özellikle reçineli kızıl çamların kıymetinden bahsediliyor Doktor Gökçe’nin Heybeliada’nın ‘Heybeliada Sanatoryumu’nun Kuruluş ve Gelişimi 1924-1955' adını taşıyan 626 sayfalık kitabında.
CP: Tevfik Bey yazacak epey şey bulmuş, çünkü gerçekten yazacak çok şey var.
NS: Cegerğun Bey belgesele dönecek olursa, nasıl karar verildi bu projeye ve neye dikkat çekmek istediniz? Sizce bu belgeselin işlevi ne olacak?
CP: 2005 yılında kapandığından beri Heybeliada dertlerimizden, göğsümüzün üzerine oturan konulardan birisi. Çünkü bir hastane, bir kültür tasfiye edilmiş oldu. Kapatılmasıyla ilgili gerekçeler ikna edici değildi. Sonraki dönemlerde buraya dair yapılan planlar da, çok kaygı verici boyutta oldu. Sürekli takip ettik. En son, arazinin Diyanet’e devri söz konusu oldu. Buna dair, diğer meslek örgütleriyle beraber ve Ada halkın inisiyatifiyle bir dava açıldı ve yürütmeyi durdurma kararı alındı. Yine takip ettiğimiz dönem içinde, biraz önce Derya Hanımın da bahsettiği gibi, bilinçli yakmalar vesaire ile bir alan rantı bağlamında böyle adrese teslim işlerin buralarda döneceği kaygısını Ada halkıyla beraber de paylaşmış olduk. Türkiye'de en çok çarpıtılan şey tarih, buradan da hafızaya çıkıyor. Bir kere kendimize de iyi gelecek bir iş yapmak istedik. Öncelikle buranın önemini hissedelim istedik. Köksüz olmadığımızı, günümüzde kamusal sağlık hizmetinin dayandığı dayanakları, geçmişteki fedakarlıkları, çabaları görmek ve anlatmak istedik. Bu işin bir boyutu. Diğer boyutu, toplum sağlığı çalışmalarında, bunun ne kadar önemli olduğunu topluma anlatmak istedik. Kamusal sağlık hizmetinin tekrar insanların gündeminde, merkeze oturacağı bir kültürü, insanlara aşılamak istedik. Çünkü işte seksenlerden sonra neoliberal sağlık politikaları ve son 20 yıl içinde bunların AKP marifetiyle iyice oturması, şehir hastaneleri kültürleriyle aylarca biriken randevular, kaynak aktarımları, özel hastanelerin patır patır açılmasıyla beraber, aslında sağlığın ulaşılabilir olmaktan neredeyse fiili olarak çıktığı bir ortamda, yeniden kamusal sağlık hizmetinin önemini, o fedakarlığı ve gereksinimleri hatırlatmak derdiyle bu hafıza mekanını işlemek istedik. Bir diğer amaç da Ada’nın bu konudaki avantajını hatırlatmak ve ona haksızlık yapılmasını engellemekti. Hem Ada halkının, hem Türkiye toplumunun, hekimlerin, diğer sağlık çalışanlarının, sağlık kamuoyunun dikkatini çekerek, konuya dair duyarlılıkları arttırabilmek ve orada daha sağlıklı sonuçlanabilecek bir tercihin ortaya çıkmasını sağlamak istedik
DT: Esasında başlık bütün İstanbulluların dikkatini çekmek olmalı. Çünkü orası bütün İstanbul'un yutak alanı. 200 dönümlük bir arazinin Diyanet’e devredilmesi filan. Şu anda imar planlarında da burası bir kahverengi çember içerisine çekilmiş muğlak bir alan olarak gözüküyor. Yani bu imar planlarına nasıl bakmamız gerektiği konusunda bizim çok çok dikkatli olmamız lazım. Çünkü bizim programa davet ettiğimiz orman mühendisi, doktor vb, tüm bilim insanları, bütün bu vejetasyonun olduğu gibi korunması gerektiğini söylüyor. Yani buraya ne başka bir ağaç cinsi ne bir meyve ağacı filan değil, o ormanın olduğu gibi canlılarıyla beraber korunması gerektiğnde ısrarlılar. Esasında bu Prens Adaları’nın hepsi için geçerli. Adalar’ın yüzde altmışından fazlası orman ve bunlardan tüm İstanbullular’ın gelseler de gelmeseler de istifade ediyor olması. Çünkü onlara yarayacak bir şey. Buraya yapılacak her türlü değişikliğe, imar iznine, daha çok yapılanmaya hayır, İnsanlar alacaklar sırt çantalarını ve bu ormanlara gelip şifalanıp geri dönecekler.
CP: Ne güzel söylediniz. Bizim de derdimiz cidden bu. Oraya geldiğimizde nefes alacağımız bir alan görmek istiyoruz. Tarihsel ve toplumsal hafıza konusu belirli sınırlar içinde tabii ki modifiye edilebilir. Biz bunları Ada halkıyla, öncesinde de konuştuk, sonrasında da konuşacağız. Heybeliada Sanatoryumu’nun bu halde kalmasını istemiyoruz. Bir kısmının müze olabileceği ama bir kısmının sağlık kurumu olarak işlevselleştireceği bir model üzerine çalışmak istiyoruz. Kamusal otoritenin, devletin, AKP nin karar sürecini, Ada halkıyla ve meslek örgütleriyle ortak götüreceği, yeniden bu mekanları dirilteceğimiz bir sonuca ulaşmak istiyoruz.
DT: Bir de belgesele katkıda bulunanlar ve gösterimi ile ilgili bilgileri aktarabilir misiniz? Bu arada Sosin’a bir selam yollayalım. Bizim Heybeliada'lı eski doktorumuzdu ve bu bağı kurmamıza da vesile oldu.
CP: Sosin benim için kişisel olarak da çok kıymetli birisi. Bu işin ana fikrini oluşturanlardan birisi aynı zamanda. Ada halkının da çok sevdiği hekim arkadaşımıza, Sosin Fisli’ye buradan selamlarımızı gönderelim.
Sosin başta olmak üzere, çok sayıda insan katkı sundu. Çünkü Heybeliada'da çalışıp da içi yanmayan insan yok. Biz birçok hekim, hemşire, sağlık çalışanı arkadaşımızla, orada görev almış insanlarla görüştük. Maalesef hepsini belgeselde gösteremedik . Çünkü formatı çok aşan paylaşımlar da oldu, ama çok sayıda insan katkı sundu. Onlara da toptan bir teşekkür etmiş olalım. Müzikte Develer Grubu’nun Heybeliada için yaptığı bir müzik vardı, onu kullandık onlara da teşekkür ediyoruz.
Tabii ki teknik kısmında yönetmenlik başta olmak üzere bu belgeselin tüm ağır yükünü kaldıran İstanbul Tabip Odası’nın iki değerli çalışanı var. Adnan ve Alaaddin. Bu işte teşekkürlerin aslan payı onlara ait. Ben koordinasyon ve işin akıl fikir kısmıyla uğraştım ama tüm emek sürecini, onlar götürdü. Her ikisine de buradan selam ve sevgilerimi iletiyorum.
DT: Evet uyarımız geldi. Süremiz bitiyor.
CP: Konuşacak çok şey var.Gösterimle ilgili bir şey söylemedik.17 Aralık’ta Ada’da bir gösterimiz olacak. 14 Mart Tıp Haftası, bizim için kamusal sağlık hizmetini tekrar anlattığımız, sorunlarımızı ifade ettiğimiz bir hafta. Bu belgeselin galası da o hafta etkinlikleri içinde yer alacak. Büyük bir salonda, büyük bir gösteri yapmayı planlıyoruz. Gelmek isteyen herkese açık olacak. Şimdiden davet etmiş olalım. Daha sonra bu belgesinin yaygınlaşması için yeni araştırmalar da üretmiş oluruz.
DT: Çok teşekkürler. Program konuğumuz Doktor Cigerğun Polat idi. İstanbul Tabipler Odası’na da bir selam yollayalım değil mi?
CP: Selamlar birazdan oraya gideceğim zaten.
NS: Çok teşekkürler
DT: O zaman hep birlikte kapatalım: Adalar hepimizin.
Fotoğraflar: Derya Tolgay.