Dünya Mirası Adalar’da Herkül Millas’la “devletin derin ajandasında” azınlıkları ve 6-7 Eylül’de yaşananları konuştuk.
Derya Tolgay: Merhabalar. Açık Radyo’da Dünya Mirası Adalar programında konuğumuz Herkül Millas’la birlikte bugün toplumsal tarihimizde çok önemli bir yere sahip olan 6-7 Eylül’ü konuşacağız. 6-7 Eylül’le mutlaka yüzleşmemiz, bir daha yaşamamak için analiz etmemiz gerekiyor. Sevgili Herkül Millas ile bu konuya siyasi ve ideolojik açıdan bakmak istiyoruz. Herkül Millas yazar, düşünür ve akademisyen. Aynı zamanda Türk Yunan ilişkileri uzmanı.
Herkül Millas: Merhabalar. Beni tanıtırken sıfatlarımı sıraladınız, bir tanesini daha ekleyeyim. Ben 6-7 Eylül olaylarının görgü şahidiyim. Bu ne demektir? Onları yaşadım demektir. Bu olayları yaşamış olan insanların sayısı şu an çok azaldı. Bu olayları insanların hatırlaması için belli bir yaşta olmaları gerekiyor. 1945’te doğmuş olanlar hatırlamaz veya hatırladıkları karmakarışıktır. Bunları hatırlamak için bu tarihten önce doğmuş olması gerekir. Ama 1935’ten de çok önce doğmaması gerekiyor. Çünkü onlar da şu anda 90 yaşlarına varmış olmalı. Bu durumda görgü şahitleri 1935-45 yılları arasında doğmuş olan küçük bir grup. Onlardan biriyle konuşuyorsunuz. On yıl sonra da bu olayların görgü şahidi neredeyse kalmayacak.
D.T.: Siz de, şahitliğiniz de bizim için gerçekten çok kıymetli. Biz her sene radyoda 6-7 Eylül olaylarına yer veriyoruz. Küçük bir etkinlik de yapıyoruz Büyükada’da. Bu sene yine 6 Eylül saat 18:00’de Büyükada Saat Meydanı'nda bir hatırlama buluşması yapacağız. Karanlığı biraz aydınlatmaya çalışacağız. Herkesi bekleriz.
Bu duyurudan sonra kısacık bir girizgah yapayım dinleyicilerimiz için. 1955 yılında Kıbrıs Türkleri’ne yapılan baskılar kamuoyunun ilk sırasında yer almaya başladığı zaman ve o dönem iktidardaki Menderes hükümetinin azınlıklara karşı benimsediği liberal politikaların, dolayısıyla ekonomik koşulların değişmesi ve zorlaşmasıyla Türk basınında Atatürk'ün Selanik'te doğduğu eve bomba atıldığı iddia edilen bir haber yayımlanıyor ve bu haber 6-7 Eylül olaylarını tetikliyor. Öyle ki, sonradan yakalanan bir Türk konsolosluk yetkilisi bomba olayını kurguladıklarını itiraf ediyor. Ancak Türk basını bunu görmezden gelerek bombanın Yunanlılar tarafından atıldığını iddia ediyor. Bunların üzerine büyük kalabalıklar Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu, Büyükada gib gayrimüslimlerin yaşadığı birçok semtte önce Rumların ardından Ermeni, Yahudi ve yanlışlıkla da bazı Türklerin dükkânlarına, evlerine saldırıyorlar ve kutsal mekanlarına, mezarlarına zarar veriyorlar. Ölümler, tecavüzler yaşanıyor. Nihayetinde 6 Eylül akşamı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yağma ve yıkım eylemi gerçekleşiyor.
Herkül Bey siz bunlar yaşanırken 15 yaşındaydınız. Diyorsunuz ki, “Türk Yunan tarihini yalnız şovenist tarih kitaplarından, fanatik bir dededen ya da öğretmenden öğrenmedim. Bizzat yaşadım. Ne çocukluk yıllarımı unutuyorum, ne de artık hayatta olmayan anne ve babamın çektiklerine karşı duyarsızım.” Evet, bu korkunç olay anılarınızda nasıl yer etti?
H.M.: Hemen şunu işaret edeyim. Biraz önce yaşananların Kıbrıs olayları üzerinden başladığını söylediniz, fakat araya Ermeniler ve Yahudiler de giriyor. Onlar Kıbrıs'la ilgili değildi. Azınlık karşıtı bir olaydı bu. Benim hikâyem, yani bizim ailenin hikâyesi iki eksende gelişiyor. Bir ev, bir de dükkân var. Ev Bomonti'de, Şişli'de bir apartmanda, o gece olaylar olacağını duyduk ailece, evde beklerken sokaktan kalabalıklar geçmeye başladı. Karşıda bir Rum'un küçücük bir bakkal dükkânı vardı. Onu beş dakika içinde yok ettiler, yağmaladılar. Ondan sonra bizim apartmana geldiler. Herhalde biliyorlardı apartmanda Rumların olduğunu. Fakat bizim kapıcımız Müslüman bir kadın, bizi korudu. “Bizim apartmanda gavur yok” diyerek direndi. Ve bizim apartmana girmediler. Evimiz kurtulmuş oldu. Bu arada biz her ihtimale karşı dördüncü kata, başka bir Rum komşumuzun dairesine çıktık, orada bekledik.
“Önce 6-7 Eylül olayının 'ne olmadığını' söylememiz gerekiyor”
Benim bir hava tüfeğim vardı. Hava tüfeğimi aldım. Kendimi korumaya hazırladım, güya koruyacaktım. Bu ev olayı böyle. Dükkân farklı. Dükkân babamın Beyoğlu'nda hacı okulu denen şu hâlâ var olan, yağmurluk, trençkot dikilen bir terzi dükkânı. İşin aksi yanı şu ki babam yalnız eylül, ekim, kasım aylarında çalışırdı. Trençkot, yağmurluk o aylarda satılır. O yüzden dükkân sezon için hazırlanmıştı. Pasaja girdiler ve her şeyi yağmaladılar. Kumaş toplarını kestiler. Çalabildiklerini çaldılar. Yani bile bile kötülük yapmak bu. Bir de tazminat olayı var. Bu olaylardan sonra devlet tazminat ödedi dendi ama göstermelikti, babamın uğradığı zararın bedelini karşılayacak bir meblağ değildi. Biz birkaç yıl ekonomik sıkıntılar içinde yaşadık. Ben pek bir şey anladığımı sanmıyorum. Yani bunu değerlendiremedim hiçbir zaman. Kötü bir olay olduğunu biliyorduk. Annem ve babam tabii ki çok sıkıldı. Ben pek ne olduğunu anlamış değildim. Yıllar geçtikçe inceledim, düşündüm, okudum ve ne olduğunu anlamaya çalıştım. Nihayetinde bir anlam verdim diyebilirim.
Bence önce 6-7 Eylül olayının “ne olmadığını” söylememiz gerekiyor. Bir zabıta olayı değil. Yani çapulcular sokaklara döküldü çaldı, kırdı olayı yahut bir polis meselesi değil. Bu planlıydı. Hükümetin ya da derin devletin yaptığı bir olay da değil. Çok daha geniş bir anlamı olan bir şeydi.
Biraz önce olaya dahil olan Ermeni ve Yahudilerden söz ettik. Yani kim bunlar? Bunlar Müslüman olmayan Türk vatandaşları. Türkiye'deki bu algı, yani bizden olmadıkları varsayılan bu Hristiyan kimselere karşı uzun vadeli bir anlayış. Buna toplum mühendisliği, ulus oluşturma projesi diyorlar. Bütün dünyada bütün milli devletlerde bir şekilde yapılmıştır bu. Bize benzemeyen, bizden biraz farklı olanları kendimize benzetmek, bizim gibi yapmak. Yani asimile etmek, entegre etmek bunu yapmak için de baskılar yapmak. Mesela bazı dilleri öne çıkarmak, bazı dilleri yasaklamak gibi. Bu işlemiyorsa, umut yoksa, o zaman kaçırtma başlıyor. Veya nüfus mübadelesi veya kırım. Yani bu olay baş belası azınlıklardan kurtulmanın bir aşaması. Biz yalnız bunu yaşamadık. Bundan önce de varlık vergisi, ihraçlar vardı. Türkiye’de hâlâ buna benzer olaylar yaşanıyor.
Mesela hangi dillerin konuşulamayacağı tartışılıyor. Yasak diller var Türkiye'de. Bu anlaşılır bir şey değil. Demokratik bir ülkede dili yasaklamak nefes almayı yasaklamak gibi bir şey. Dil konusu anayasa da gayet açık. Dil, din farkı gözetilmeden herkes vatandaştır deniyor, değil mi? Buna rağmen dil konusu büyük tartışmalara neden oluyor. Okullarda hangi dil okutulacak? Hangi dillerle kitap, dergi yayını olacak? Bütün bunları Türkiye'nin hâlâ içinde bulunduğu toplum mühendisliği sürecinin bir aşaması olarak görüyorum. İdeolojik bir olay. Örneğin o dönem Alman Dışişleri'nin bir raporuna göre 15 gün evvel muhalefeti kontrol amacıyla 7 Eylül 1955 günü İstanbul, Ankara ve İzmir'de sıkıyönetim ilan edilmesine karar verilmiş. Sonra general Sabri Yirmibeşoğlu'nun olayın Özel Harp Dairesi operasyonu olduğu yönünde açıklamalarını görüyoruz. O dönem 5.104 kişi tutuklanıyor ama hiçbir sonuç alınmıyor. Bu kişilerin isimleri belli. Bir kısmı yakalanıyor. Kısa bir süre sonra da salıveriliyor. Fakat aralarından Oktay Engin’in, 1978’de Beyazıt Emniyet Müdürü Yardımcısı olduğunu görüyoruz. Sonra Emniyet Genel Müdürlüğü Planlama Daire Başkanı oluyor. Ve nihayet Nevşehir Valiliği'ne kadar terfi ettiriliyor.
D.T.: Peki Türkiye ve Yunanistan'da nasıl ele alınıyor bu konu? Benzerlik var mı?
H.M.: Türkiye'de ve Yunanistan'da olaylar farklı ele alınıyor. Türkiye'de bir kesim bu olaya romantik bir açıdan yaklaşıyor. “Ne güzel birlikte yaşıyorduk. Bir aksilik oldu ne yazık,” vesaire gibi. Bir kaza süsü veriliyor. Savunma mekanizmaları var. Zaten görüyoruz. Bu olaylardan sonra kimse cezalandırılmadı. Hatta ödüllendirilenler var. Fakat Türkiye'de bir travma da var. Bazı insanlar bundan çok rahatsız oluyor ve bunu her yıl hatırlatıyor. Bir arayış ve geçmişle hesaplaşma ihtiyacı var. Yunanistan'da bu yok. Farklı bir şey var. Bu olaylar Yunanistan'da da her yıl hatırlatılır. Ama bir ritüel, merasim anlamında hatırlatılıyor gibi geliyor bana. Paskalya haftasında İsa'nın başına gelenler nasıl anlatılıyorsa, bu olaylar da her yıl aynı kelimelerle, aynı imajlarla anlatılıyor. Neden anlatılıyor? Yani her yıl aynı şeyi söylüyorlar? Sanıyorum bu bir kimlik tazelemesi. Kimliği bir mağduriyet üstüne kurma isteği. Ben bu olayların 50. yılında, 2005’te bir toplantı düzenledim.
Bir grup arkadaşlarımla bu konuyu konuştum. Biz bu olayların sosyal, tarihsel, psikolojik, ekonomik yanlarını işlemek yerine sürekli başımıza gelenleri konuşuyoruz diye düşündük. Sanıyorum biz ve öteki karşıtlığını tazeleyen bir söylem bu. Tabii aşırı ırkçı, milliyetçi bir yaklaşım. Yararlı da değil, çok zararlı. Burada olan, karşı tarafı ve kendimizi anlamak değil, biz ve öteki ikilimini ortaya çıkarmak, yeniden yaratmak. Bu karşıtlık milliyetçiliği, düşmanlığı, anlaşmazlığı, ırkçılığı besliyor. Tabii ki farklı düşünen insanlar her iki tarafta da var. Ben çoğunluğun düşünceleri üzerine genelleme yapıyorum.
D.T.: Çok haklısınız. Biz hem radyoda bu yayınları yapıyoruz hem de bir etkinlik yapıyoruz, daha önce bahsetmiştim. Etkinliğe gelen, camiadan Rum dostlarımızdan da geldi bu eleştiri. “Tekrar tekrar aynı şeyleri hatırlayıp duruyoruz,” diye. Umarım bu program bunlara bir cevap olur. Tam da sizin bahsettiğiniz gibi, bu olayda da insanlar bildikleri kişilere saldırmadı. Tanımadıklarına saldırdılar. Bu da milliyetçiliğin, o fobinin tezahürü değil mi? Bu ulus devlet modeli başka türlü inşa edilmiyor. Ne dersiniz?
Fahri Çoker'in arşivinden
“Geçmişi değil, geleceği nasıl inşa edeceğiz?”
H.M.: Evet, öyle. Aslında bu etkinlikleri ileriye dönük yapmak gerekiyor. Yani geçmişe bakarak bugünü anlamak ve bugünden yarını planlamak için. Biz bunu neden yaptık? Neden oldu bu olaylar? Bu sorulara yanıt bulursak bugün yapılmakta olan yanlışları da yapmayız. Yarına daha iyi bir ortam, daha iyi bir toplum yaratırız. Bizim burada, Atina'da yaptığımız etkinlik böyle bir etkinlik. Geçmişi değil, geleceği nasıl inşa edeceğiz? Neleri yapmayarak, bir daha tekrarlamadan, nasıl dersler çıkaracağız? diye düşünüyoruz. Yoksa yapılmış olan şeylerin kötü olduğunu hepimiz kabul ediyoruz zaten. Ama neden kötü olduğu konusunda uyum yok. Bu olayların devlet katında planlandığını, uzun vadeli projeler olduğunu ve bunu bu planın hâlâ sürmekte olduğunu pek azımız kabul edecektir.
D.T.: Evet, devletin derin ajandasında da zaten hep azınlıklar var. Ve azınlıklara tehlikeliymiş gibi bakılıyor. Ya da öyle gösteriliyor. 6-7 Eylül’de basın kanadındaki manipülasyonlar da olayların cezaladırma yerine ödüllendirme şekline sirayet etmesine hizmet etti. Bu durum günümüzde ne tür sonuçlara sebep oluyor? Önce bunun üstesinden gelmemiz gerekir, değil mi?
“Tarihimizde yüzleşmediğimiz için tekrar tekrar yaşadığımız çok olay var”
H.M.: Biliyoruz ki devlet bunları yapanları korudu. Bu işin arkasında devlet var ama devletin de arkasında Türkiye'deki egemen güçlerin dünya görüşü var. Bu görüş son bulmadı. Hâlâ azınlıklar eşit vatandaş değil. Bu kadar basit. Bir Ermeni subay olamaz. Bir Rum memur olamaz. Belki bir tek üniversitelerde hocalık yapabilirler. Biz bu devlet modelini tartışmalıyız.
D.T.: Çok haklısınız. Tarihimizde yüzleşmediğimiz ve yüzleşmediğimiz için tekrar tekrar yaşadığımız çok olay var.Sivas olaylarından başlasak saymakla bitiremeyiz. Bugünün Türkiye'sinde hâlâ her gün, farklı yerlerde, farklı ölçütlerde sorunlar yaşıyoruz. Öncelikle bu modeli tartışmak gerekir diyorsunuz.
H.M.: Davetiniz için size teşekkür ediyorum. Bu konuda bence en detaylı konuşmamı yaptım. Sorularınız, yaklaşımınız için teşekkür ediyorum.
D.T.: Biz de çok teşekkür ederiz. Bir soruyla bitirmek istiyorum. Bu konuda sizin gibi çalışmalar yapanlar bedelini ödüyorlar. Bu tür çalışmalar yapan insanlar her iki ülkenin milliyetçileri tarafından hem ağır eleştiriler, hem tehditler alıyorlar. Ama gerçekten takdir edilesi, önemli işler bunlar. Her şeye rağmen bunların devamının gelmesi dileğiyle.
H.M.: Bu insanlar için bir cümle söyleyeyim. Sayıları az da olsa bu suçlu, eksik, kabahatli milletin namusunu kurtaran insanlardır onlar.
D.T.: Sevgili dinleyicilerimiz, bugün konuğumuz Herkül Millas'tı. 6-7 Eylül olaylarını konuştuk. Dinleyicilerimize ve Herkül Bey’e çok teşekkür ediyoruz.