Adalar’ın başarılı ve rekortmen kadın yüzücülerinden Lale Kohen, Nur Pahiya Morer ve Laden Acarlı ile yüzmedeki başarılarının yanı sıra o dönemdeki Adalar’ın deniz kültürünü, Marmara Denizi ile olan bağlarını, Adalar’ın çok kültürlü yapısını ve dönüşen Ada kıyılarını konuşuyoruz.
Derya Tolgay: Merhabalar. Dünya Mirası Adalar programına hoşgeldiniz. Bugün program öncesi heyecanlı bir süreç yaşadık. Üç rekortmen Adalı yüzücü kadın arkadaşım, Lale Kohen, Nur Pahiya Morer ve Laden Acarlı konuğumuz. Hepsi farklı yerlerden, genellikle de deniz üzerinden bağlanıyorlar yayına. Ben de Büyükada’dan. Arkadaşlarım çeşitli etnik, milliyet ve dinlerden yüzücüler, yetiştikleri Prens Adaları’nda birlikte yüzmüşler. Onlarla yüzmedeki başarılarını, o dönemdeki Adalar’ın deniz kültürünü, Marmara Denizi ile olan bağlarını, Adalar’ın çok kültürlü yapısını ve tabii ki bu süreçte dönüşen kumsallarının değişimini ve kuşatılan sahilleri konuşmak istiyoruz. Sizler kendinizi tanıtmak ister misiniz?
Nur Pahiya Morer: 1958 yılında İstanbul’da doğdum. Yazları Burgazadaya giderdik. Ben 4 yaşındayken adaya taşındık. Hâlen aynı adada, aynı evde yaşıyoruz. Ben yüzmeyi hiç sevmezdim. Devamlı elimde kova ve oltayla balık yakalar, kedileri beslerdim. Ben 7-8 yaşındayken ASSK (Adalar Su Sporları Kulübü) yeni kurulmuştu, sporcular antrenman yaparken adını sonradan öğrendiğim ve hayatımı değiştiren Mösyo Golyo bana, “Sen de yüzmek ister misin?” diye sordu. Ben de “Evet” deyince, “Yarın gel” dedi, “Ama gelmeden bu uzun saçlarını kestirmen lazım” diye de ekledi. Ben de babamın berberi Ramazan’da saçlarımı kestirdim. Ramazan sağ, adada yaşıyor hâlen. Ertesi sabah erkenden Mösyo Golyo’nun yanına gittim. Beni karnımdan tutup yüz üstü suya tuttu, nasıl kulaç atacağımı ve suyun içinde nefesimi boşaltacağımı anlattı, yarım saat sonra da, “Tamam, yarın antrenmanlara gelmeye başla” dedi. Ve sonrası malum, gidiş o gidiş.
D.T.: Mütevazılık gösteriyorsun. 1970-1976 yılları arasında çok sayıda bireysel ve takım şampiyonaları kazandın. Türkiye şampiyonluğun ve kırdığın rekorlar var. Ayrıca millî takıma seçildin.
N.P.M.: 9 yaşında milli takıma seçildim. Akdeniz Oyunları’na, Belgrad Dünya Şampiyonası’na, Avrupa Gençler Şampiyonası’na katıldım. 120’den fazla Türkiye rekorum var. Yaşım küçük olduğu için yıldızlar kategorisinde yüzerdim ancak derecem gençler ve büyükler kategorisine kıyasla iyi olduğundan 1 rekorum 3 rekor yerine geçerdi. Unutamadığım ve hâlâ anlatırken duygulandığım yarışımı sizinle paylaşmak isterim. İstanbul’daki puanlı yüzme yarışlarının son günü ve son yarışı olan karışık bayrak yarışında alacağımız puan takımın derecesini belirleyecekti. Üçüncü sıradaydık fakat bayrak yarışında birinci olabilirsek takım olarak şampiyonluğu yaşayacaktık. Yarıştığımız takımların da rekortmen yüzücüleri vardı. Bayrak yarışı sırt, kurbağa, kelebek ve serbest kategorilerinde gerçekleşiyordu. Kelebek yüzen takım arkadaşım finişe geldiğinde Yüzme İhtisas ve Galatasaray takımı ile mesafem 45 ve 25 metre idi. Galatasaray takımını 75. metrede yakaladım ve bitişe 5 metre kala kulaç farkı ile Yüzme İhtisas takımını geçtim. Adada yaşanan çoşkuyu anlatamam. Ayağım yere değmeden eve kadar beni omuzlarda taşıdılar. Unutulmaz bir andı benim için. Rüya gibiydi. Ve 64 yaşında olmama rağmen hâlâ spora devam ediyorum. Bu bir yaşam tarzı oldu benim için.
D.T.: Şimdi sözü Lale’ye bırakayım.
Bir beton yığını hâline gelen Kumluk
Lale Kohen: Aşağı yukarı 11 yaşlarındayken ilk defa Burgazada’ya geldim. Adaya geldikten sonra hayatım sanki tamamıyla değişti. İstanbul’dayken kapının önüne bile çıkamazken, Burgazada’nın güvenli ortamında tek başıma bakkala, iskeleye, kulübe gidebilmeye başladım. O yıllarda Burgazada’da spor yapmayan çocuk yoktu. Herkes ya yüzüyor ya da basketbol, voleybol, tenis gibi sporlarla uğraşıyordu. Ben de Burgazada Deniz Kulübü’nde yüzmeye başladım. Meğerse, kurbağalama stiline özel bir kabiliyetim varmış. Muhteşem antrenör Golyo kabiliyetlileri hemen kaptığı için beni de yakaladı ve Adalar Su Sporları Kulübü’ne gelmemi söyledi. Artık ne kadar yüzeceğime, ne yiyeceğime ve neler yapacağıma Golyo karar veriyordu. Adelelerimiz gevşesin diye bize masaj bile yapıyordu. 2 sene sonra, Türkiye şampiyonu olmuş, rekorlar kırmış ve yüzme millî takımına girmiştim. Ağır bir antrenman tempom vardı ama çok mutluydum. Spor artık hayatımın vazgeçilmez bir öğesi hâline gelmişti. Akdeniz Oyunları, Balkan Şampiyonaları, RCD Kupası [yeni adıyla ECO Kupası] gibi şampiyonalar için değişik ülkelere ve şehirlere gidiyorduk. Boş zamanlarımda Burgazada’nın tepelerindeki ormanlarda yürüyor, oralarda ders çalışıyor ve doğanın güzelliklerini bütünüyle deneyimliyordum. Deniz tertemizdi. Önceleri antrenmanları denizde yapıyorduk. Düzenli olarak Burgazada’dan Heybeli’ye yüzüp, Kumluk dediğimiz yerde biraz oynayıp, dinlendikten sonra tekrar geri yüzüyorduk. Duyduğum kadarıyla bizim Kumluk dediğimiz yer bir beton yığını hâline gelmiş.
Yüzme hayatımla ilgili unutamadığım bazı komik anılarım da var. Örneğin, İstanbul Boğazı’nıgeçme yarışının ilkine sadece iki kız ve bir dolu erkek yüzücü katılmıştı. O sıralarda yarış Kanlıca’dan başlayıp Robert Koleji’nin önünde bir yerde bitiyordu. Yarışta yine antrenör Golyo bana rehberlik ediyordu. Başlarda onun beni yanlış istikamete doğru yönlendirdiğini düşünmüştüm ama ona karşı çıkamazdım. Meğer bana akıntıları kullandırtıyormuş. Sonuçta yarışta birinci oldum.O kadar yüzücü erkeği geçmiş olduğuma ben bile inanamadım. Başka bir anımdan daha bahsetmek isterim: Ayşegül Dinçkök, vakti zamanında benim kurbağalama dalında rakibimdi. Türkiye şampiyonalarından birinde kampta kalırken, Nur Pahiya yanıma gelmiş ve büyük bir gururla birkaç sineğin kanatlarını kopardığını ve Ayşegül iyi uyumasın diye gece yatakta onun ayaklarına koyduğunu söylemişti. Ne diyeceğimi bilememiştim.
Antrenörüm Golyo yüzmeden başka bir spor yapmama izin vermezdi. Bu yüzden yüzmeyi bırakmaya karar verdikten sonra diğer spor branşlarına atıldım. Kar kayağı, su kayağı ve tenis yeni tutkularımdı. 2003’te Haliç’te su kayağı gösterisi yaptım. 1994’te Hollanda’da, Maccabi Oyunları’nda ve Fransa’da 2004 Rencontre Roland Garros Turnuvası’nda Türkiye’yi temsil ettim. Teniste de millî oldum. Şu sıralarda Alaçatı’da düzenli olarak sörf yapıyorum ve 2018’den beri Uluslararası Masterlar Yüzme Şampiyonası’na katılıyorum. Şu anda kendi yaş grubumda 5 kilometrede, 3 kilometrede, 2 kilometrede ve 1.5 kilometrede Türkiye şampiyonuyum.
D.T.: Lale çok teşekkürler! Sözü şimdi de Laden’e bırakayım.
Adalı olma duygusu
Laden Acarlı: Doğma büyüme Kınalıadalıyım. 1930’larda Kınalıada’ya gelmiş bir ailenin üçüncü kuşak çocuğuyum. Çocuklarım da dördüncü kuşak Kınalıadalı. Babam Başar Acarlı sayesinde yüzmeye başladım. Kendisi de yüzücü ve sutopçuydu. Çok uzun yıllar bu sporlarla ilgilendi. 1968 yılında Kınalıada Su Sporları Kulübü’nü inşa etti ve 30 yıl başkanlığını yaptı. Dolayısıyla, 1972 doğumlu biri olarak zaten gözlerimi açtığım anda yüzmem gerektiği hissiyle havuza adım attım. Benim için yüzmek okula gitmek gibi bir şeydi. Sanki her çocuk zamanı gelince bunu yapmalıydı. 4 yaşımda babama “Kolluklarımı çıkar” diye yalvardığımı hatırlıyorum. Neyse ki 5 yaşımdayken çıkarmıştı kolluklarımı. Sonrasında Mösyo Golyo ile tanıştım. Tanışmamız 11 yaşıma denk geliyordu. Onun öncesinde ilk antrenörüm Kaspar Zakaryan’dı meşhur boksörümüz, merhum Garbis Zakaryan’ın oğlu. Mösyö Golyo benim eğitimimi 11 yaşımdayken devraldığında İstanbul’da bazı şampiyonluklar kazanmış ve yüzmede sivrilmeye başlamıştım. İyi derecede kurbağalama ve kelebek yüzüyordum. 12 yaşımda ilk kez millî formayı giydim. 13 yaşımda Balkan şampiyonu oldum. Ardından ilk rekorlarım geldi. Aynı Nur gibi ben de atladığım her yarışta 13-14, 15-17 ve açık yaş rekorlarını kırıyordum. 15 yaşımda Türkiye’nin Balkan Gençler Şampiyonası’ndaki ilk madalyamı aldığım an hayatımın en unutulmaz anı oldu. 17-18 yaşlarımda artık yüzme benim için devrini tamamladı. Ama spor hayatından hiç çıkmadım. Antrenörlük yaptım, Kınalıada Su Sporları Kulübü’nün yönetim kuruluna girdim. Şimdi ise başkanımız Prof. Dr. Emre Burçkin, kardeşim Tolga Acarlı, kıdemli eski yüzücümüz Kutay Duman ve yine kulübümüzün kurucularından Manuel Tagaryan gibi çok değerli isimlerle spora ve sporcuya hizmet etmeye devam ediyorum.
Adalı olmak tabii ki değişik bir duygu. Dört tarafımız denizle çevrili. Bir bakıma mahrumiyet bölgesi gibi düşünülebilir. Dolayısıyla adalı insanlar birbirinin halinden anlıyor. Burada ne ırk, ne dil, ne din, ne de millet önemini kaybediyor. Biz yüzyıllardır iç içe geçmiş bir kültürle, bir olmuş bir kültürle yoğrulduk. Bunun güzelliklerini hem yemeklerimizde hem de şarkılarımızda adalılar olarak hissediyoruz. Deniz ise bizim için aslında her şey demek. Çünkü yemeğimiz, suyumuz denizden geliyor. Ben küçükken sularımız tankerlerle taşınırdı adaya, su tankeri beklenirdi. Gelince sarnıçlar dolardı. O zamanlar kanalizasyon bile yoktu adada. Dolayısıyla her şey denizden geliyordu. Deniz çok kutsal bir şeydi ve hâlâ da öyle bizim için.
D.T.: Biz de denizden geliyoruz ama bunu unutuyoruz. Senin çocukların da yüzücü. Her üçünüzün de antrenörü efsane Golyo Çalmof, nam-ı diğer Mösyö Golyo. Benim küçük kız kardeşimin de Kınalıada’da antrenörü oldu. Kızım da Galatasaray’da yüzdü. O da sekiz sene Türkiye şampiyonu olmuştu. Yüzmenin içinde olan bir ailedenim ben de. Kızım yüzmeye başladığında Mösyö Golyo hayattaydı. Nurlar içinde yatsın. Şimdi size bir sorum olacak: Adalardaki denizin güncel dönüşümünü, kıyılardaki bugünkü değişimi anlatır mısınız?
Adanın denizinde kirlilik
L.K.: Ben son senelerde adaya gelmedim ama adanın hâlini arkadaşlarımdan duydum. Artık denize girmek istemeyen, balık yemek istemeyen bir dolu insan var. Maalesef insanlarımız bu konuda duyarsız. Ben şu anda Çeşme’deyim. Maalesef Çeşme’nin denizinde de çok fazla naylon, plastik görüyorum. Adanın denizinden daha iyi durumda ama yine de bir hayli pis.
D.T.: Alaçatı Lagünü’nü mahvedip, kurutup, bir kısmını da kazmalarla kazıp liman olsun diye Venedik’teki kanal evleri gibi akıl tutulması yaratan inşaatlar için tekrar yapılandırdılar. Bu alana yakın yüzdüğün bir yer vardı, bize ordan bahsedebilir misin?
L.K.: Adalar Su Sporları Kulübü’nün önünden çıkıp yüzüyorduk. 30 kişi, çoluk çocuk yüzmeye gidiyorduk. 8-9 yaşındakiler bile geliyordu ve hep beraber karşıya yüzülüyordu. Orası 800 metre civarında bir yer. Vardığımız yerde çok güzel ağaçlarla çevrili bir kumsal vardı. O kumsalda biraz oyun oynayıp dinlenir, şarkılar söyler ve geri dönerdik. Ve geçenlerde kumsalın bugünkü hâlinin fotoğrafını gördüm, gözlerime inanamadım. Ağlamaklı oldum.
D.T.: Bu yerin Asaf Bey Plajı olduğunu tahmin ediyoruz. Buraya 50 ton beton döküldü, sonra bu konuda davalar açıldı, dava sonunda da kıyıların eski hâline dönüştürüleceği söylendi. Ama bu yapılmadı. Hemen yan tarafında Cevahir Aqua Heybeliada işletmesi var. Burayla ilgili söküm kararı alındı ama bu karar da uygulamaya geçmedi.
N.P.M.: Hoyratça kullanılmış bir deniz… Dünya görüşü olmayan idareciler… Bütün bunlara nasıl izin veriliyor, bilmiyorum. Adaya iskele yapıyorlar, asfalt döküyorlar… İnanın hiçbir şey yapmasalar, çivi bile çakmasalar çok daha iyi kalır.
Bizim adada öngörünüm diye bir şey kalmamış. Denizin kenarında oturuyorsunuz ama denizi göremiyorsunuz. Bu nasıl bir anlayış bilmiyorum. Deniz kültürü yok. Er ya da geç deniz onlardan intikamını alacak. Devlet bunları eski hâline getirmiyorsa doğa onları mutlaka eski hâline getirir.
L.A.: Nur ve Lale’ye tamamen katılıyorum. Üzülerek izliyoruz hem bu betonlaşmayı hem de denizin kirletilmesini. Bu noktada hepimizin gerçekten elini taşın altına koyup bir şeyler yapması lazım. Sadece söylenerek bir yere varamıyoruz, varamayacağız. Dolayısıyla hepimiz sivil toplum örgütlerinde yapabileceğimiz her şeyi yapmalıyız. Kendimiz dâhil herkesi bilinçlendirmeliyiz. “Denizimizi ve adalarımızı nasıl koruyacağız?” diye düşünmeliyiz.
N.P.M.: Burgazada’da Kent Konseyi Adalar Meclisi’ndeyim ben. Defalarca müracaat etmemize rağmen dediklerimiz bir kulaktan giriyor, bir kulaktan çıkıyor. Eğer onların ikna olacağı bir şey sunuyorsak uygun bulup gerçekleştiriyorlar. Ama eğer ki onların kafasında söylediğimiz şeyi yapmak yoksa, siz istediğiniz kadar konuşun, hiçbir şey olmuyor.
L.A.: Adalılardan ve devlet adamlarımızdan ziyade belki de kendi halkımızı bilinçlendirmeliyiz. Ben de senin gibi Adalar Çalışma Grubu’nda görev alıyorum. Bir şekilde sesimizi duyurmaya devam etmeliyiz.
D.T: Evet, “-mış” gibi yapılan katılımcılıkla olmuyor.