80'ler sonrası Adalar’a göç ve buradaki sosyolojik değişim

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, sosyolog, tarihçi Helin Su Kotan ile 1980'lerden sonra Anadolu'dan Adalar’a ekonomik ve sosyolojik göç ile Adalar’ın değişen nüfus yapısını ve sonuçlarını konuşuyorlar.

""
Adalar’a 80'lerden sonra gerçekleşen ekonomik ve sosyolojik göç
 

Adalar’a 80'lerden sonra gerçekleşen ekonomik ve sosyolojik göç

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Merhaba, Açık Radyo'da Dünya Mirası Adalar programını dinlemektesiniz. Ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.

D.T.: Öncelikle Açık Radyo'da yayının sizlere ulaşmasını sağlayan arkadaşlarımıza, destekçimize ve deşifrelerimizi yapan sevgili Nermin Sungur'a bir teşekkürle başlayalım istedik. Bugün daha önce hiç değinmediğimiz hayli ilginç bir konuyu konuşacağız: Göç.

Prens Adaları göç çalışmaları için de adeta bir laboratuvar alanı gibi. Özellikle Adalar kozmopolit yapısı düşünüldüğünde, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler gibi farklı etnik ve dini grupların birlikte yaşamış olduğu bir yer. 20. yüz yılın başındaki mübadeleler, gayrimüslimlerin Türkiye'den göçe zorlanması, Adalar’ın demografik yapısını önemli ölçüde değiştirdi. Halen mekansal olarak günümüze korunarak gelmesi açısından, göçler konusunda Adalar son derece kıymetli ve önemli bir alan. Bu tarihi süreçte de birçok kırılma yaşadı. 6-7 Eylül, Kıbrıs olayları, Türkiye'deki azınlık gruplarına yönelik olaylar sonucunda da büyük bir göç dalgası yaşandı. Son yıllarda ise Adalar, İstanbul'un yoğun kentleşmesinden nasibini aldı, beton şehirden kaçmak isteyenlerin tercih ettiği bir yer haline geldi. Adaların çok kırılgan olan yapısı muazzam bir turizm baskısı, ormanları, kıyıları yangınlar ve işgallerle tehdit altında.

Bu süreçte son göç ettirilenler ise atlarımız oldu. Bir gecede yaklaşık bin 800 at ahırlara hapsedildi ve sonra da Adalar’dan sürüldü. Bugün Dünya Mirası Adalar programında sosyolog, tarihçi Helin Su Kotan ile 1980'lerden sonra Anadolu'dan Adalar’a ekonomik ve sosyolojik göç ile Adalar’ın değişen nüfus yapısını ve sonuçlarını konuşacağız.

Uzun süredir hayli merakla Helin'in bu tez çalışmasını bekliyorduk. Hoş geldin Helin.

Helin Su Kotan: Merhabalar. Kaliforniya sabahından merhaba diyorum size. Öncelikle davetiniz için çok teşekkür ederim, çok mutluyum, heyecanlıyım çünkü tezimi yazarken benim için çok önemli bir arşiv olan bir programdı sizin programınız. Uzun zamandır da takipçinizim ve şu an burada olmak benim için çok mutluluk verici.

D.T.: Başlamadan önce Helin'i sizlere kısaca tanıtmak istiyorum; lisans derecesini ODTÜ Sosyoloji bölümünden, yüksek lisans derecesini ise Boğaziçi Üniversitesi Modern Türkiye Tarihi bölümünden aldı. Doktora eğitimine Kaliforniya Üniversitesi Bilinç Tarihi bölümünde devam ediyor. Sanırım üç sene kadar önce seninle buluşmuştuk ve o gün bana bu çalışmaya başladığını söylemiştin.  

Şimdi ben sözü Nevin’e bırakayım ve sonra da bu yolculuğunu bize anlatmanı heyecanla bekliyoruz. 



N.S.: Tezinizde şimdiye kadar yapılmamış, çok fazla konuşulmamış bir konuya değinmişsiniz; 80'ler sonrası Adalar’a göç ve buradaki sosyolojik değişim. Demin Derya'nın da bahsettiği gibi Adalar’ın yıllar içerisinde değişen bir sosyolojik yapısı var. Özellikle 80'lerden sonra bütün Türkiye’de, iç göçlerin başladığı dönemlerde o hareketlilik Adalar’a da geldi. Siz araştırmanızda da bahsetmişsiniz - bugün örneğin Van Erciş'ten gelen ve şu anda Adalar’da yerleşik olarak yaşayan bir nüfus var. Bu nüfusun orada var olan nüfusla etkileşimi var ve oradaki yaşam, var olma koşulları var. Ben de tezinizi çok merakla bekliyorum gerçekten. Öncelikle şunu öğrenmek istiyorum, bu konuya nasıl karar verdiniz? 

D.T.: Niye Ada?

H.S.K.: Benim Adalar ile iletişimim eskiye dayanıyor çünkü annem uzun yıllar Büyükada'da öğretmenlik yapmıştı.Küçüklüğümde arada kendi derslerimi asıp da annemin yanına gelir ve onun ders saatinin bitmesini beklerken, Büyükada sokaklarında dolaşırdım. Köşkleri, eski yapıları görmek, yapıların girişlerinde hangi mimarın, hangi kalfaların o binaların yapımında rol aldığını görmek çok ilgimi çekerdi. Annem halk eğitimde öğretmenlik yapıyordu. Sonra onun sınıfına girerdim, orada bambaşka da bir dünyayla karşılaşırdım. Okuma yazma bilmeyen öğrenciler vardı sınıfta. Emekçi bir sınıfın varlığını da ilk o zamanlarda görmeye başladım. Bir gün yine Ada’da gezerken, tesadüfen Lonca Sokağı’na girdim. Orada bambaşka bir dünya ile karşılaştım. İnsanların turizm amaçlı keyif almak için günlük olarak geldiği ya da orta sınıfın yazları geçirmek üzere kullandığı, restoranların, kafelerin olduğu alanlardan çok farklıydı burası. Bahsettiğim bütün bu yapıyı sağlayan, destekleyen insanların, bir sınıfın varlığını görmeye başladım.

Sonra yüksek lisansta ‘Acaba Ada ve göç ilişkisi nasıl, bu konuyu nasıl araştırabilirim?’ diye düşündüğümde ülkemizin en önemli sosyologlarından Mübeccel Kıray'ın 1984 yılında yaptığı bir araştırmaya denk geldim - ‘Adalar’ın Türk Turizmi ve Edebiyatındaki Yeri ve Önemi’ isimli bir panelden alınan bir konuşma metniydi bu. Mübeccel Kıray, Adalar’da göç ve gecekondular var diyor ve 1970'lerin ortasından itibaren Güneydoğu ve İç Anadolu'dan Adalar’a doğru göçün başladığını söylüyordu. Ben de saha çalışmamı buna göre kurguladım.

N.S.: Adalar’a ağırlıklı olarak bir Kürt nüfus göçü söz konusu. Bölgede yaşanan çatışmalar nedeniyle, daha sorasında batıya nüfus akışı çok artıyor ama İstanbul'a ve Adalar’a ilk göçler daha çok ekonomik nedenlerden mi kaynaklanıyor?

H.S.K.: Evet, kesinlikle öyle ve parantez içinde, ‘gönüllü göç’ olarak adlandırabiliriz bu göçü. Özellikle de 80'ler itibariyle ithal ikameci sanayileşmeden ihracata dayalı büyümenin bir sonucu olarak çok sayıda iş gücü devlet koruması olmaksızın bu piyasaya giriyor. Adalar da bundan nasibini alıyor çünkü Adalar o yıllarda belediye haline getiriliyor ve imarlaşma süreci başlıyor. 70'lerin sonunda, ilk başlarda aslında Van Erciş'in Karatavuk, Karlıyayla Köylerinden insanların mevsimlik olarak gelip, inşaat işçisi olarak Adalar’da çalışmaya başladığını görüyoruz ama zamanla akrabalarını, ailelerini de yanlarında getirerek burada yaşamaya başlıyorlar - tabi o süre çok sancılı.

Benim burada belki özetlediğim şey, şu an Adalar nüfusunun %15'ini oluşturan çok büyük bir kesimin bütün hayatını oluşturuyor. 10-13 yaşlarındaki çocukların İstanbul'a akrabalarının yanına geldiğinde, belki denizi ilk defa görüyorlar - daha önce Van gölünü görmüşler tabii ama denizi ilk kez görüyor - vapurla ilk defa tanışıyorlar. Ada’da ise onları bekleyen Lido Teras’ın inşaatı. Çok uzun bir süre Adalar’da inşaat işçiliği yapmış olan Vanlı Kürtlerin ilk ikamet yeri oluyor Lido Teras. Orada kalıp, gün içerisinde çalışıyorlar. Marjinal sektör işleri dediğimiz, ekonomik olarak hiçbir güvence sunmayan işlerde yıllar boyunca çalışarak hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.

Tezim için görüşme yaptığım biri bana çok dokunan bir anektod anlatmıştı; Adalılar genel olarak tavuk göğsü yemeği tercih ederlermiş ve bu yüzden de tavuk çevirme satan dükkanında kanatlar kullanılmaz, bir kenara konurmuş. İşte Lido Teras inşaatında çalışan işçiler bunu öğrenmiş ve dükkan sahibine o kanatları ücretsiz olarak alıp alamayacaklarını sormuş çünkü dertleri yemek giderlerini olabildiğince minimumda tutmak. Ama göçmenlerin bir noktadan sonra İstanbul'un belki diğer Kürt göçü alan mahallelerinden farklı olarak bu belirsizlik içerisinde kalmayı kabul etmeyip, güvence sağlamaya çalıştıklarını ve işlerini geliştirip ekonomik olarak mobilize olabildiklerini de görüyoruz.

N.S.: Demin söylediğinizle ilgili çok kısa bir şey söylemek istiyorum; Ada’ya gelen Kürt işçiler kötü koşullarda bir yaşam mücadelesini sürdürmek zorunda kalmışlar ama bu koşulları kabul ettikleri için orada var olmayı sürdürebilmişler.  

H.S.K.: Çünkü baktığınızda; Ümraniye, Beyoğlu, Sultanbeyli gibi semtler çok uzun yıllardan beridir göç alıyor. İstanbul'un diğer mahallelerinde ‘nöbetleşe yoksulluk’ dediğimiz, eski kuşak göçmenlerden kalan gecekonduları kiralayarak süren yoksulluğun devinimi, devamı durumu var ama Adalar, yapısal ve tarihsel olarak göç alan değil, orta ve orta üst sınıfın yazlık amaçlı kullandıkları yerler ola gelmiş yani gecekondu geçmişi yok. Gayrimüslim nüfusun sürdürmüş olduğu işler için yeni emek gücüne ihtiyaç var ve ayrıca özellikle 1980’lerin ortalarına kadar ulaşımın çok sık olmaması nedeniyle emek de çok kıymetli. Adalar, o yüzden yeni göçmüş olan insanlar için cazip bir yer olmuş. Bu arada ben onları göçmen olarak nitelendiriyorum ama benim görüşme yaptığım insanlar bundan şikayet etmişler, ‘Biz Kürdüz ama, bu toprakların kadim insanlarıyız, neden bize göçmen diyorsun?’ demişlerdi. Bu, sadece sosyolojik anlamda daha iyi açıklamak için kullandığım bir kavram, bunu da belirtmiş olayım.

D.T.: Senin bahsettiğin dönem tam da neoliberal politikaların başladığı Özal ve ANAP dönemi. 1980'den sonra seçilen belediye başkanı gelir gelmez diyor ki, ‘Seçmenlerimiz benden inşaat, imar istiyor’. Hakikaten hemen de işe girişiyor. Adalar’da en büyük kayıpların verildiği dönem işte bu dönem. O kadar çok bina yıkılıyor ki… Mesela bugün Büyükada'nın iskelesinden başlayıp kumsalı çevreleyen kilometrelerce alan yıkılan binaların molozlarıyla doldurulmuş yani molozlarla denizi doldurmuşlar. Tabii boş alanların da yeni inşaatlarla doldurulması lazım ve bu yüzden muazzam bir iş gücüne ihtiyaç var.

Türkiye'de özellikle 1950'lerden sonra kentleşme sürecinin hızlanmasıyla kırsaldan kentlere büyük bir göç dalgası yaşandı. Adalar’da da bir mülkiyet değişimi oldu ve burada az miktarda paralarla gelip kalabilecekleri bir çok boş bina da vardı. Ayrıca emeğe çok ihtiyaç var, burada iyi bir gelir de elde ediyorlardı. Böylece ilk gelenler yakınlarını, akrabalarını da çağırdı. Böylece burada büyük bir Van oluştu değil mi?

H.S.K.: İyi bir gelir, belki göreceli olabilir ama şunu da belki belirtmekte fayda var; gerçekten sizin söylediğinizle de bağlantılı olarak, 1984 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun verdiği karar ile Adalar sit alanı olarak ilan ediliyor ama buna rağmen geçiş dönemi sürecinde birçok yapı yıkılmış, bazı peyzaj alanları imara açılmış ve çok sayıda yeni bina yapılmış, Adalar bir rant alanı haline getirilmiş ve bu rant paylaşılmış. Ama şunun altını çizmek istiyorum; kendi koşulları başka şeylere el vermediği için bu sürece katılmak durumunda kalan bir işçi sınıfı söz konusu. Bu sınıfın yaşam koşulları, orta ve orta üst sınıfın yaşam koşulları ve Ada kültürünü yaşama biçiminden çok farklı - bunu ortaya koymak gerekiyor.

N.S.: Bu farklı iki sınıf arasında rol dağılımı nasıl oluyor?

H.S.K.: Belki de ilk ipi takip ettiğimizde başlangıç noktasını gerçekten ‘Leisure Class’ dediğimiz yaniorta sınıfa özgü, keyifli vakit geçirme olarak adlandırdığımız yaşam tarzı farklılıkları oluşturuyor. Adalı insanların özellikle yaşam kodlarında olan bir şey. Ada’da iki, üç kuşaktır yaşayan insanlar Ada kültürüne çok hakimdir ve bunu nostaljiyle hatırlarlar - şu köşede Rum balıkçı vardı, şurada bilmem ne bakkal amca vardı, Ada’da şu bayramı böyle kutlardık, beraber vakit geçirirdik, Adalar vapur iskelesinden indikten sonra hanımlar eşlerinin işten gelmesini beklerlerdi gibi hep dilden dile dolaşan böyle bir nostaljik anlatı var. Bu Ada’nın bir kesiminin benimsediği bir şey ama başka bir kesimin, özellikle de göçmen kesimin hayatında bütün bunlar hiçbir anlam ifade etmiyor neredeyse çünkü yaşamlarının çok büyük bir kısmını küçük yaştan itibaren, inşaat işçisi olarak çalışarak geçirmişler. Ailelerini, akrabalarını getirmişler, kendi işlerini kurmaya çalışmışlar ve bir şekilde Ada hayatında stabilize olmaya çalışmışlar. Konuştuğum kişilerin birçoğu ‘Hafta sonu ne yapıyorsunuz, nasıl vakit geçiriyorsunuz?’ diye sorduğumda, ‘Uyuyorum’ diye cevap verdi, ‘O kadar saat çalıştıktan sonra, hafta sonu hiçbir şey yapmaya haliniz olmuyor valla’ diye de eklediler. Zamanla elbette marjinal sektör işlerinden çıkıp, belki birazcık sermaye biriktirip kendi işlerini kurmaya başladıktan sonra durum birazcık daha değişiyor. Belki de, Adalı yaşamını taklit etmek değil, o yaşamı benimsemeye çalışma amacı da var. Çok da akademik bir yere çekmek istemiyorum konuşmayı ama, mülkiyet sadece bir şey sahip olarak edinilecek bir şey değildir, statü de bir mülkiyettir. Ada'nın nostaljik anlatısı, Adalı orta ve orta üst sınıfın statüsüyle çok ilişkilendirilebilecek bir şey. Göçmenler belki bir yerden sonra, bu anlatıları sahiplenme, bu yaşamı taklit edebilme yoluyla Adalı hissedebileceklerinin farkına varmışlar. Biraz buna uyum sağlama süreci bu çatışmayı yaratıyor.

N.S.: Ada’ya yerleşmek, bir süre sonra da oralı olmak bir süreç tabii, Göçmenlerin ya da farklı bir coğrafyada hayatlarını devam ettirmek durumunda kalan ailelerin çocukları, geldikleri yerin kültürü yerine, doğdukları coğrafyanın kültürüyle büyüyorlar. Dolayısıyla Ada’da doğmuş, büyümüş çocuklar da oranın sakini olarak hayatlarına devam ediyorlar ve öyle de devam edecekler. Böylelikle Adalar’daki kültür, kendi ahengi içerisinde belki de farklı bir biçime bürünecek. Bu da kaçınılmaz bir şey. Tarih aktığı ve insanlar yer değiştirdiği ya da yer değiştirmek zorunda kaldıkları sürece kaçınılmaz olarak böyle devam edecek ve buradan da yeni bir şey oluşacak. 

D.T.: Ben burada bir soru sormak istiyorum; bu göçler sonucunda şimdi herhalde üçüncü kuşak gelmek üzere değil mi? Gelen anne babalar ve çocuklardaki dönüşüm, değişimi ve Ada’ya adaptasyonlarını merak ediyorum. İkinci olarak da şu; göçün, Adalar’daki sosyal yapı ve kültürel miras üzerindeki etkilerini gözlemleyebildin mi?

H.S.K.: Aslında biraz benim araştırmamın dışına çıkıyor.

D.T.: Tamam, o zaman geri alalım.

H.S.K.: Ama elbette bu bir süreç ve Ada’nın tarihi hep birlikte yeniden, yeniden, yeniden yazılıyor. Ama ben araştımamı daha çok göçmenlerin Ada’da yaşamış olduğu ekonomik dönüşüm üzerinden kurguladım.

N.S.: Bu araştırma süresi içinde size göre en çarpıcı sonuç ne oldu?

H.S.K.: Ekonomik mobilizasyonun gerçekleşebilmiş olması benim çok ilgimi çekmişti. Gerçekten de ekonomik mobilizasyon, gönüllü ya da zorunlu göçle İstanbul'a gelmiş olan Kürtlerin, önceki yaşamlarında çok da karşılaşamayacağı bir şey belki de. Ada’nın bunu sağlayabilmiş olması, bence burayı çok özgün bir yer kılıyor. İnşaat işçisi olarak gelip, kendi işini kurmak aslında yıllara yayılan bir uğraşın sonucu. Rantla beraber böyle bir büyümenin söz konusu olduğunu söylüyoruz ama 90'ların sonuna doğru özellikle 99 depreminden sonra aslında Adalar’da inşaat sektörünün gelişimi de sekteye uğruyor. O zaman bu insanlar o günlere kadar biriktirmiş oldukları çeşitli sermayeyi Türkiye'nin çeşitli yerlerinde de uygulamaya başlamışlar - Yalova'ya gidip oradan ihale almışlar, işlerini büyütmüşler ve bir noktada tekrar Ada’ya dönüp. burada kendi işlerine devam etmişler. Ada’da kalmak göçmenlerin kendi bilinçli tercihi olmuş bir noktadan sonra ve bu aslında ‘Biz Adalıyız ve Ada’da olmaya kararlıyız’ demenin bir yoluymuş gibi benim karşılaştığım ilginç sonuçlardan bir tanesiydi açıkçası.

D.T.: Nüfus olarak bir veri var mı yani yüzde kaçına denk geliyor?

H.S.K.: Adalar nüfusunun %15'ine denk geliyor ama ne yazık ki adrese dayalı nüfus kayıt sistemine size tek tek Ada sonuçları vermiyor. O yüzden, sadece Adalar nüfusunun geneline vurulmuş bir yüzde söyleyebiliyorum. Ada’da toplamda bin 80 Vanlı Kürt göçmen bulunuyor yani doğum yerleri Van Erciş olup şu anda burada yaşamaya devam eden nüfus bu.

D.T.: Yani bunu çarpı iki buçuk falan mı yapmamız gerekiyor teknik olarak?

H.S.K.: Evet, çünkü çocukları var ve çocukları sayılmıyor.

D.T.: Bir de torunlar var.

H.S.K.: Çocuklar sayılmıyor, oy veren nüfus olarak görünmüyorlar ama onlar da Ada’da yaşıyorlar. Onun dışında yazları sahil, plaj işleten küçük restoranları, kafeleri olan Vanlı insanlar var ve onlar da yazları yanlarında çalışsın diye köylerinden akrabalarını çağırıyorlar çünkü akrabayla çalışmak onlar için her zaman daha güvenilir bir şey.

N.S.: Ellerinize sağlık, gerçekten bu tür veriler çok gerekli çünkü Adalar sadece nostaljik olarak bakılacak yerler değil; barındırdığı tarih, barındırdığı kültür çok kıymetli. Ama bu devinimin de devam ettiğini görmek ve kabul etmek gerekiyor, bu kadar tepki göstermemek gerekiyor.

H.S.K.: Kesinlikle. Belki son bir söz olarak Adalar Müzesi'ne gittiğimde 1980 itibariyle Ada’nın tarihine dair pek de bir verinin yansıtılmadığını görmüştüm. Aslına baktığınızda arada 40 yıl gibi kocaman bir süreç var. Adayı devam eden, yaşayan bir yer olarak ele almak gerektiğine inanıyorum ben.

D.T.: Çok önemli. Bu tezine ulaşmak mümkün mü? Merak edenler için bir bilgi bırakalım.

H.S.K.: Evet. YÖK’ün Tez Sitesi’nden adımı soyadımı girerek ulaşabilirler.

D.T.: Tamam. Helin çok çok teşekkür ediyoruz. Bugün sosyolog, tarihçi Helin Su Kotan bizimleydi ve 1980'lerden sonra Anadolu'dan Adalar’a ekonomik ve sosyolojik göçü konuştuk. Çok teşekkürler.

N.S.: Uzaklardan katıldınız, çok teşekkürler.

H.S.K.:Teşekkür ederim, sağ olun.

N.S.: Kolay gelsin. ‘Adalar hepimizin’.

D’T’: ‘Adalar hepimizin’. Bizi dinlediğiniz için teşekkür ederiz