Dünya Mirası Adalar'da 1984 yerel seçimleri ve dönemin neoliberal politikalarıyla Adalar’da başlayan inşaat dalgası konuşuldu.
(5 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da Dünya Mirası Adalar programında yayınlanmıştır.)
Derya Tolgay: Herkese merhaba, Açık Radyo’da Dünya Mirası Adalar programı başladı. Ben programcılardan Derya Tolgay.
Bugün sizlere Adaların işgal edilen, doldurulan kıyılarını, kamusal alanlarını, bu süreçteki inşaat faaliyetlerini ve tarihsel dönüşümünü anlatmaya çalışacağım. Yazılı kaynaklardan ve sözlü tarihi çalışmalardan derledim.
1984 yerel seçimlerine, dönemin neoliberal politikalarının Adalar’da inşaat dalgasının önünü açtığı döneme tarihi bir yolculuğa çıkıyoruz. Böylece bugün Adalar’ın işgal edilen, doldurulan kıyılarına tarihsel bir perspektiften bakıp neye dönüştüğünü anlamaya çalışacağız.
Özellikle 1980-1990 arasında Adalarda o zamana dek görülmemiş bir inşaat faaliyeti başlamıştı. Bütün bostanlar ve çayırlar, boş arsa ve bahçe kalmamacasına hemen her yere beton binalar inşa edilmişti. Tüm kıyılar inşaat molozlarıyla doldurularak Adalar’ın ekosistemine büyük zarar verilmişti.
Bu süreç nasıl başlamıştı?
En önemli kaynak Semiha Akpınar’ın “Büyükada: Bir Ada Öyküsü” kitabı, çünkü burada Semiha hanım sözlü tarih çalışmaları yapmış. Bu çalışmadaki kişilerden en önemlisi de 1923’te Büyükada’da doğup 2014’te ölen, Büyükada’ya gömülen avangardın ‘mademoiselle'i sanatçı, ressam Tiraje Dikmen.
Tiraje Dikmen’nin kendi ağzından okuyorum:
1983 yazıydı, Paris’ten gelmiştim. Muharrem Nuri Birgi bey ile Paris'i ve Büyükada’yı konuşuyorduk…Orada çalıştığım atölyenin bulunduğu yerin -sanatçı atölyelerinden oluşan, 1900’lerin Paris’inden kalma bu yerin (Cité Verte)- yıktırılmaktan kurtulması, tescil edilmesi, buraya dokunulmazlık kazandırılması için SİT alanı ilan edilmesini sağlamak üzere birkaç sanatçı komite kurup mücadele etmiş ve kazanmıştık.
Büyükada bütünüyle SİT alanı (Doğal ve Kentsel) olmalıydı. Ve dönemin turizm bakanına yazmaya karar verdik. Sırasıyla iki bakana, İlhan Evliyaoğlu ve Mükerrem Taşçıoğlu’na iki mektup yazdık.
Bütün bu yazışmalar ve çalışmalar sonucunda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Ankara, 31 Mart 1984 tarih ve 234 sayılı kararı ile ‘Marmara Takım Adaları (Sedef Adası dahil) bütünü ile doğal ve kentsel SİT alanı’ ilan edildi.
Şimdi ben buradan günümüze geliyorum. Tiraje Dikmen’nin Adalar’ın korunabilmesi için verdiği uğraş ve arkasında bırakmış olduğu mirası not olarak geçmek istiyorum. Vasiyetinde kime ne şekilde bırakılacağını tek tek yazmış, çünkü muazzam bir mal varlığı var; modern mimarlık mirası olan bir evi, büyük bahçesini ve tüm eserlerini, Paris’teki mal varlığını, hepsini İstanbul Üniversitesi’nde burslu okuyan kız öğrencilerine bırakıyor.
Fakat mirasına ne yazık ki sahip çıkılmıyor; çok kıymetli nadide eşyaları kayboluyor, kaçırılıyor. Hatta Büyükada’daki koruma altında olan art deco Dikmen Evi bile balıkçı lokantası ve otel yapılmak üzere kiraya verilmiş durumda.
Bir diğer Adalı, 1916 doğumlu sinema yönetmeni Şakir Sırmalı’yı dinleyelim:
Vapurdan çıkanlar kulaklarına inanamadılar, durup dikkat kesildiler. Evet, duydukları yanlış değildir, Büyükada İskelesi’nin hoparlörü bangır bangır bağırıyordu: ‘Adalar’da şortla dolaşmak yasaktır’. Olay 1984 yılının yaz mevsimine doğru geçiyordu. Yeni uygulamaya başlayan Mahalli İdareler Mevzuatı gereğince iş başına gelmiş olan ilk Adalar Mahalli Belediyesi, ayağının tozuyla ilk uygulama olarak Adalar’da şortu yasaklamaktaydı. Bunda bir yanlışlık olacaktı, çünkü Adalar bir bakıma şortla dolaşılabilecek yer demekti. Böyle aykırı bir yasağın gerçekten konup konmadığı Araba Meydanı’nın başındaki Belediye Zabıtası noktasında öğrenilebilirdi.
Vapurdan çıkanlar o yöne doğru gitti. Adalar Mahalli Belediyesi faytonlar zabıta noktasının oradan kaldırıldığını gördüler. Belediye, Araba Meydanı’na bir cami yaptırmak hevesine kapılmıştı.
Sözü geçen Adalar Belediyesi’ni oluşturanların tümü gerçek Adalı değildi. Adalar’da şortla dolaşmak caiz miydi, değil miydi? Bu şort yasağı konusunda Adalar Mahalli Belediyesi ile Adalı aydınlar arasında kapışma süredursun, bir akşam Adalılar kıyasıya bir davul ve zurna sesi ile evlerinden sokağa fırladılar.
Sonunda anlaşıldı ki Adalar Belediyesi, Ada Çamlıkları’nda güreş tutturma kararı almış, davul zurna ise bu kararı müjdeliyormuş.
Adalılar’ın aydın kesimi, Anayasa’ya sarılarak sonunda şort yasağını savabildi ama bu Ada Çamlıkları’nı Edirne Panayırları’na çevirme hevesine mani olamadılar. Pehlivanlar tepeden tırnağa zeytinyağına bulanarak romantik Ada Çamlıkları’nda el ense güreşe tutuşuyorlar. Çamlıklara bir de Koca Yusuf heykeli yapılıp konuluyor.
Bugün Hristos tepesine giderken sağ tarafta futbol sahasının alanında görebilirsiniz. Koca Yusuf hayatında hiç Ada’ya falan gelmemiş. Ada ile bir bağı yok ama öyle uygun görmüşler. Koca Yusuf orada bir heykel olarak duruyor.
Şöyle devam ediyor:
Portresini çizmeye çalıştığımız bu ankronik grup nasıl olmuştu da Adalar gibi Türkiye’nin en ileri bölgelerinden birinin başına “Belediye” olarak gelebilmişti?
Adalar’ın yazlık profilini oluşturan yazlıkçılar, seçimler onlar kentte iken yapıldığı ve oylarını yılın dokuz ayını yaşadıkları kışlık bölgelerinde kullanmayı yeğledikleri için 1984 seçimlerinde de tüm seçimlerde olduğu gibi Adalar’ın yerli halkına kalmıştı. Bu yerli halk, yap-satçılardan, müteahhitlerden, emlak komisyoncularından, esnaftan oluşan Adalar mütegallibesi ile o mütegallibenin ailelerinden, ayrıca yurdun çeşitli bölgelerinden Adalar’a doluşmuş bu mütegallibenin yanında ekmek yiyen işçilerden karmadır. Bu seçmen kitlesinin çıkarları birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Yap-satçı, Adalar’da bina sayısını ne kadar arttırır, müteahhit ne kadar çok iş alanı açarsa emlak komisyoncusuna, esnafa, işçiye o kadar çok iş olasılığı doğar.
Bu arada mütegallibeye açıklık getirirsek; Osmanlıca üstünlük taslayan zorba ağalar, gücüne güvenerek hükmü altında bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımayan kimse anlamında kullanılıyor.
Velhasıl Adalar Belediyesi’nin başkanlık koltuğuna Bafra ilçesinden Büyükada’ya göç edip Büyükada’da açtığı muhasebe bürosunda mütegallibenin defterlerini tutmuş olan kendi muhasebecileri uygun görülmüş. Meclis Üyelikleri de gene kendi esnaf kardeşleriyle kendi adamları arasında paylaştırılmış, belediyenin memur kadrosuna da yine kendi adamları yerleştirilmişti. Yeni seçilmiş olan belediye bu koşullarda oluşturuluyordu.
Şimdi onun kasasında harcanmak için bekleyen (1984’ün değerleri ile) altı milyar lirayı aşkın para vardı.
Şort, Koca Yusuf, güreşler falan her şey birdenbire olur hale geliyor Adalar’da. Bir sabah ansızın romantik Ada yollarında müteahhitin buldozerleri, yüksek tonajlı kamyonları, kepçeleri tozu toprağa katarak beliriyor. Öğreniliyor ki Beldiye Büyükada’da kanalizasyon yapım işine girişmiş. Ortalık o kadar toz toprakla kaos haline dönüşüyor ki halk sokağa çıkamaz, faytonlar çalışamaz hale geliyor.
“İmar” deniyor ama bu bir imar değil, Büyükada’ya bir saldırı olarak algılanıyor. Zaten kanalizasyon tesisatı yapmak Belediye’nin görevi değil, İSKİ’nin işi. Sonra uluslararası kürsüler, Prens Adaları’da kanalizasyonun mümkün olamayacağına dikkat çekiyor, buralara şimdiye dek olduğu gibi foseptik öneriyordu. Gerçekten de Adalar’a kanalizasyon yapılamaz, çünkü deniz dibine verilecek atıkları alıp götürecek belirli ve devamlı bir akıntı Adalar’da yoktur. Olsa bile tuzlu deniz suyu ile atık suların arasındaki yoğunluk farkı ve ayrıca iki su arasındaki sıcaklık farkları nedeniyle atık sular dip cereyanından derhal kurtularak denizin yüzeyine fırlayacak ve kıyıya gelip orada denize giren kişiyi bulacaktı.
Ne bilim ne de kürsülerle başı hoş olmayan Adalar Belediyesi bu işi engele rastlamadan bitirmek telaşındaydı. İşler büyük bir acele ile yapıldığı İçin her şey üstünkörüydü. En kötüsü, ortada bir plan yoktu.
Böylesine uydurma, çürük çarık bir kanalizasyon şebekesinin halka hizmet etmek için yapıldığı söylenemezdi. Peki niçin yapılıyordu? Bu kanalizasyon işinin altında bir bit yeniği olduğunu düşünüyordu Adalılar. Ve nihayet kanalizasyon koşar adım yapıp bitiriliyor.
Ve bir yaz akşamı vapurdan Büyükada İskelesine çıkanlar, şort yasağı misali, gene kulaklarına inanamadılar. İskele hoparlörü bu kez “Büyükada’da denize girmek yasaktır” anonsu yapıyordu.
Kanalizasyonun sonrası denize girenler birer hasta olarak Belediye hekiminin kapısına yığılınca deniz suyu tahlil edilmiş, bu sudaki kolibasili oranının limitlerinin kat kat aştığı görülmüştü.
Ne var ki Büyükada kanalizasyonunun zararları yalnız denize değildi, karada da problem olmuştu. Pis sular, yollardaki kanalizasyon bacalarından artezyen kuyusu misali havalara fışkırıp yolları pislik deryasına çeviriyor, sarnıçlarda evlerin bodrum katlarını lağım suları basıyor, ayrıca gene o bacalardan yaz mevsiminin güzel sıcak günlerinde çevreye hazin kokular yayılıyordu.
Denize girilmez hale getirilen Büyükada’da çam ve ladin kokusunun yerini de şimdi lağım kokusu almıştı.
Tüm Adalar inşaat arenasına dönmüştü. Adalı nereye adım atsa yeni bir yapı, yeni bir inşaat levhası ile karşılaşıyor, bu levhada binanın mimarı olarak çoğu kez Adalar Belediyesi meclis üyelerinden birinin adını okuyordu.
Herkesin gördüğü bu kaçak binaları belediye nedense görmüyordu. Mevzuata bakılınca Adalar’da bina yüksekliği en cok 6.5 metre yani iki katı geçmez iken devasa katlarda inşaatlar yapılmaya başlanıyor ve bu şekilde Büyükada uluslararası ününü, 19. yüzyıl Büyükada Osmanlı mimarisinin bir açık hava sergisi olma niteliğini de yitiriyordu.
Mart 1985’de Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan okur mektubuna beraberce göz gezdirelim:
Adımı saklı tutun ki şu emekli yıllarımda başıma dert açılmasın. Şu anda Büyükad’da herkesin gözü önünde yirmiye yakın kaçak inşaat sürdürülmektedir. Dedikodu almış yürümüş. Bir güzelleştirme derneği adına bankaya hesap açılmış. Parayı koy cebine, git başkana pazarlığını yap, anlaşma olursa dernek adına parayı yatır, sonra da ne istersen yap.
Evet, dedikodular ve ayyuka çıkınca, kötü duruma düşen Adalar Belediyesi, gemisini kazasız belasız yürütebilmek için döner sermayeli bir üniversiteye, Mimar Sinan Üniversitesi’ne sığınıyor. Sözüm ona bir “Adalar’ı Koruma Planı” yaptırmak istiyor.
Üniversite sözcüğü Adalar’ın bilinçli kesiminde önce umut yaratıyor. Ne var ki bu umut üniversite ile belediye arasında anlaşma imzalandığı gün kuşkuya dönüşüyor, çünkü Üniversite yetkilileriyle Adalar Belediyesi ileri gelenlerinin kırk yıllık eski dostlar gibi sarmaş dolaş, şapır şupur öpüştükleri görülüyor.
Bu arada bir taraftan Adalar’daki saltanat süredursun, arada yapsatçı da Ankara’da bir zafer kazanıyor. Resmî Gazeteye göre Adalar’dan Büyükada ve Heybeliada’nın “Doğal SİT alanı” olan en gözde yerler, Heybeliada Çam Limanı, Büyükada Dilburnu, Yörükali Plajı, Fethi Okyar arazisi, Aya Nicola Bahçesi, Orman Kampı’nın sonuna kadar turistik bölge ilan ediliyor ve imara açılıyor. Bir doğa parçası, İstanbullunun elinden alınıp yapsatçılara veriliyordu. Ve turistik olarak bu demekti ki yapsatçı bankaya gidecek, “turistik tesis yapıyorum” bahanesiyle ucuz kredi alacak, yapılarını çıkacak, sonra “Büyükada’da turizm olmuyor, bankadan aldığım parayı ödeyemiyorum” diye bastırıp değişiklik izni alacak ve evvelden böyle bir sonuca göre hazırladığı tesislerini kolayca dairelere çevirmek suretiyle sayfiyelik olarak satacak ve rizikosuz global kârlara konacak.
Döner sermayeli üniversitenin Adalar’ı Koruma Planını üstlenen sayın Profesör Mehmet Çubuk beyin hazırlamış olduğu planın son aşamasında Adalar halkına sunulmak üzere Heybeliada’da Halki Palas Otel’inde bir toplantı yapılıyor, fakat toplantı halka duyurulmuyor. Salonu yapsatçı, müteahhit vb. mütegallibe dolduruyor. Sayın Profesör Çubuk bey, bir yandan elindeki bageti duvarda asılı duran Büyükada haritasının üstünde dolaştırıyor, beri yandan da anlatıyor:
Adalar’da meskun bölgelerden doğal sit bölgelerinin içine doğru uzanan bir yapılaşma uygun görülmekte, tekemmül etmiş plan üniversiteden çıkıncaya kadar imar işleri geçici yapılaşma koşulları çerçevesinde Adalar Belediyesi takdirine bırakılmaktadır. Ayrıca Büyükada’ya elektrikle çalışan lastik tekerlekli çift vagonlu araçlar konulması da uygundur.
Bunları anlattıktan sonra sayın Çubuk’un bageti duvardaki Büyükada haritasının Büyük Tur’u çevresinde dönmeye başlamıştı. Eh, Büyükada’ya konmuşken bu elektrikle çalışan lastik tekerlekli çift vagonlu araçlar Büyük Tur’a da pekala gidebilirdi di mi?
Sözün burasında, salonda bulunan yapsatçıların zevkten titredikleri gözle görüldü, çünkü Profesör Çubuk bey aldığı bu kararla Büyük Tur’a yapılacak inşaatın değerini düşüren en büyük sakıncayı ortadan kaldırmış oluyordu. Nitekim Büyük Tur yapsatçıları ihya edecek bir doğa cenneti olmasına karşın, buranın yapılacak inşaatı değerden düşürecek bir büyük sakıncası vardı: Büyük Tur, Büyükada’nın çarşısından, pazarından, piyasa yeri olan Vapur İskelesinden ve eğlence yerinden oldukça uzaktı.
Üniversitenin troleybüs koyması ile bu düşündürücü uzaklık sakıncası ortadan böylece kalkmış oluyordu.
Adalılar’ın gıyabında yapılan bu toplantıdan sonra Adalar’da imar işleri büsbütün şirazesinden çıkıp bir rezalet halini alıyor, “plan çıkıp onaylanmadan işimi bitireyim” gayreti içinde inşaat öylesine artıyor ki artık belediye arsaları da peşkeş çekilmeye başlanıyor. Önüne gelen herkes, önüne gelen her yerde bir yapı yapıyor, bu arada bu furyanın çekiciliğine kapılanlar, Adalar Belediyesinin başında bulunanların yakınları yapsatçılığa soyunuyor, bu kargaşa içinde Koca Yusuf heykeli, İskele Meydanındaki cami falan her şey unutuluyor. Adalar’ın doğasını, kültür mirasını harcayıp Adalar SİT’ini bir beton yığınına çeviren inşaat bir rezalet halini alıyor.
Ama baş döndürücü bir hızla da peşi sıra tezgahlanan yüzlerce yapıdan çıkan hafriyat toprakları da bir başka sorunu getiriyor. Büyükada’da bu topraklar artık kaldırılamıyor, yer kalmıyor. Tek çare var, o da toprakları denize dökmek.
Ve Büyükada İskelesindeki Belediye Gazinosu rıhtımından eski Deniz Hamamı tesislerinin bulunduğu yerden deniz doldurulmaya başlanıyor. Molozlar falezlerden aşağı dökülüyor ve şimdi bir kez daha belediye kasası işlemeye başlıyor, çünkü bunun “mevcut rıhtımı büyütmek” amaçlı yapıldığı söyleniyor.
Böylece normal bir belediyenin başına bela olacak hafriyat toprakları Adalar Belediyesinin elinde bir nimet oluyor. Müteahhit memnun, malzemeci, belediyedekiler, mütegallibe memnun, herkes memnun. En önemlisi yapılmakta olan dolgunun kıyısındaki Lido inşaatı çok memnun. Çünkü Lido inşaatı imar mevzuatına göre Adalar’da bir binanın yapılabilmesi için o binanın deniz kıyısına en az 30 metre içerde olmasını şart koşuyor. Oysa Lido inşaatı denize sıfır. Vapur İskelesinin tam karşısında bulunması nedeniyle de her gün göze çarpan bu kaçak yapı konusunda dedikodular almış yürümüş, durum basına yansımış ve inşaat durdurulmak zorunda kalınmış. Yapılmakta olan bu dolgu ise işte bu şaibeli yapının deniz kıyısından otuz metre içeride kalmasını sağlıyor.
Ne bir plana, ne de bir şehircilik anlayışına dayanmayan Büyükada’nın o eski Banyolar Kıyısının pastoral görünümünü öldürüp buraya bir banliyönün tatsız görünümünü getiren bu uydurma dolgu sonunda bitiyor. Ama hafriyat toprakları bitecek gibi değil.
Bu kez Kumsal semtine doğru dolgu doldurulmaya başlanıyor. Kıyı dantelası, çakılları, yosunların, kumlukların, kayalıkların, minik çıkıntıların, minik koycukları ile tüm kıyı peyzajı yok ediliyor. Doğanın çizdiği kıyı artık yok!
Adalar Belediyesi şimdi üniversiteden çıkan planın yetkililerce onaylanmasını beklemeye bile lüzum görmeden Büyük Tur’daki inşaat ve troleybüs işine kalkışıyor; direkleri tur boyunca dikmeye başlıyor, Büyük Tur’un doğasına taban tabana ters düşen yüksek, kaba görünümlü direkler korkunç bir görüntüye sebep oluyor.
Adalar’ın vur abalıya harcanması büyük bir tepki getiriyor ve sonunda Çelik Gülersoy’un başkanlığı altında Ada Dostları Derneği kurularak bu insafsız çıkarıcıların karşısında durmaya çalışılıyor.
Bir taraftan sayın Çubuk bey planında troleybüsün yanı sıra Adalar’a akülü araç sokulmasının, yeni dolgu alanları yapılmasını salık veriyor. Ve 19. yüzyıl Osmanlı Büyükada mimarisinin baş yapıtı olan koruma altındaki eski binalarına, köşklerin bahçelerine beton bir bina çıkılmasını da uygun buluyor. Orman içindeki kaçak yapıları yasallaştırıyor ve Adalar’ın altından girip üstünden çıkıyor.
Ada Dostları’nın önlemeye çalıştığı bu planlar büyük bir şaşkınlıkla gözlemleniyor. Sayın Çubuk bey Adalar’ı Şile ile Çatalca ile, hatta Silivri, Bakırköy, Kartal’la aynı kefeye koyuyor. Daha da garibi bunu rahatça açıklıyor.
Geldik günümüze, ne değişti?
1984’den bahsettik ama 2022’de yine aynı şeyleri konuşuyoruz.
Sular ne yana akacak?
İşin sonu nereye varacak?
Adalar kurtulabilecek mi, yoksa çıkarcının elinde sönüp gidecek mi?
Şimdilik ancak bu canlı belgeyi Adalar tarihine bırakmakla yetiniyoruz. Ama ben burada günümüzden size bir iki örnek vereyim:
Şu anda da Heybeliada Sadık bey plajında tüm yasalar çiğnenerek bir Aquapark inşaa ediliyor.
Bunların bütün görsellerine, bilgi ve linklerine Dünya Mirası Adalar’ın sosyal mecralarından, Facebook, Instagram ve Twitter hesaplarından ulaşabilirsiniz.
Hemen yanıbaşında, doğal SİT alanı olan Heybeliada’da Asaf Plajı’na Orman Bakanlığı’nın izni ve ruhsatı ile 50 ton beton dökülmüş durumda. Bu usulsüzlüklerin hepsi devam ediyor.
Bir yandan da Büyükşehir Belediyesi tarafından Burgazada’da ve Heybeliada’da denize sıfır tuvaletler yapılmaya çalışılıyor, halkın bütün itirazlarına rağmen.
Son olarak, Burgazada’da İndos mevki, 6 numaralı plajda kıyı kenar çizgileri, topografyası değiştirildi. Kaçak iskele yapıldı. İnşaattan çıkan molozlar denize, Burgaz’ın doğal kıyılarına döküldü.
Adalar’ın doğal sahil şeridine, denize kadar asfalt döküldü. Kıyıya dökülen bu asfaltları deniz geri aldı. Tekrar asfaltlandı, deniz tekrar geri aldı, tekrar asfaltlandı, deniz aldı. Defalarca tekrarlanmakta. İnanılmaz bir akılsızlıkla halen devam ediyor.
Adalar’da artık işgal altında olmayan kıyı şeridi yok! Karşımızda bir kamu falan da yok, kamu imkanlarını, gücünü kullanan imtiyazlı çıkar grupları var.
Peki buraya nasıl gelindi ?
Aynen başa dönüyoruz; beoliberal politikalarının başladığı, Adalar’daki yerel seçimlere, 1984’e…
Ve günümüzde de aynı.
Bu arada belediye başkanı ikinci dönem, ikinci kez, yeniden seçiliyor. 1994’te ne yazık ki iskelede vapur beklediği sırada Büyükadalı bir esnaf tarafından sekiz el kurşun sıkılarak öldürülüyor. Kaçak kat yapmak isteyen Büyükadalı esnafın yaptığı kaçak eklentinin belediye tarafından yıkılması sonucu “herkesinkine göz yumdun da benimkine neden yummadın” diyerek bu ölümü gerçekleştirdiği biliniyor.
Sürem bitti, beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Adalar hepimizin, hoşçakalın.