Umutsuzlar Parkı

-
Aa
+
a
a
a

Ben Buradan Okuyorum’un bu bölümünde Sevinç Çalhanoğlu, Murat Çelik, Selcan Peksan ve Gökhan Bakar, Edip Cansever’in “Umutsuzlar Parkı” şiirini okudu.

Edip Cansever
Umutsuzlar Parkı
 

Umutsuzlar Parkı

podcast servisi: iTunes / RSS

Umutsuzlar Parkı Edip Cansever’in dördüncü kitabı. İlk baskısını 1958’de Yeditepe Yayınları’ndan yapan kitabı, esasında İkinci Yeni hareketinin Türk şiirinde güçlenme eğilimi gösterdiği bir dönemin en etkili örneklerinden biri olarak düşünebiliriz. Cansever’in İkinci Yeni bağlamında yazdığı ilk metin olan Yerçekimli Karanfil’den bir yıl sonra yayımlanan bir metinden söz ediyoruz. Hakeza aynı yıl Cemal Süreya’nın Üvercinka’sı, İlhan Berk’in Galile Denizive bir yıl sonra da Turgut Uyar’ın Dünyanın En Güzel Arabistan’ı, Sezai Karakoç’un Körfez ve Ece Ayhan’ın Kınar Hanım’ın Denizleri isimli kitapları da yayımlanacaktır. Peş peşe çıkan bu kitaplar İkinci Yeni’nin doğuşunu hazırlayan sembolik metinlerdir diyebiliriz. Dolayısıyla Umutsuzlar Parkı’nı da üretildiği bu tarihsel momentumu geri plana iterek konumlandıramayız. Kitap 1958’de yayımlandıktan bir yıl sonra dönemin en tanınan eleştirmenlerinden biri olan Asım Bezirci’nin de radarına girmiştir nitekim. Bezirci, Yeditepe dergisi için Edip Cansever’le bir söyleşi gerçekleştirir. Bu söyleşi önemlidir çünkü İkinci Yeni’nin söz konusu dönemde nasıl alımlandığına dair de bariz işaretler sunar. İkinci Yeni şiirini, daha sonra İkinci Yeni Olayı isimli kitabında sert şekilde eleştirecek olan Asım Bezirci’nin Cansever’e yönelttiği sorular, aslında Türk şiirinde yeni bir fenomenle karşı karşı olduğumuzun da işareti gibidir. Bu söyleşide Bezirci, Cansever’e “Neden Umutsuzlar Parkı?” diye sorar ilk etapta. Cansever’in yanıtıysa şöyledir:

Bir toplumu anlamak için, en önce o toplumda yazılmış şiirlere bakmalı. Baskının ya da özgürlüğün, ilginin ya da ilgisizliğin, mutluluğun ya da mutsuzluğun bunca etkisini görebilirsiniz o şiirlerde. Eğer bir topluma insan olarak sokulmuşsak, sanatçı olarak da sokulmuşuz demektir. Umutsuzlar Parkı böyle bir alanda gelişiyor. Çevresinden başlayıp evrensel konulara el atıyor. Geleneklerinden silkinmiş, bağlantılarını yitirmiş insanlara yanıtlar hazırlıyor bir bakıma. Onlara karşı çıkarak değil, aynı durum içinde onlara katılarak. 

AsımBezirci başka bir sorudaysa şu tespiti yöneltecektir Edip Cansever’e: Umutsuzlar Parkı’nı günümüzün çoğu mutsuz, bunaltılı, tedirgin insanının serüveni sayıyorum ben. Buna kahramanı “Çağdaş İnsan” olan bir öykü de diyebilirim. Cansever, bu tespit karşısındaysa şunları ifade edecektir:

Bunaltı, mutsuzluk, tedirginlik sözcükleri tek başına düşünülürse, bir eksikliği, güçsüzlüğü, yüreksizliği işaret ediyor sanki. Öyle ya günümüz insanı sadece bu kavramların kölesi midir? Rahatlarına düşkün insanların barınağı mıdır dünyamız? Buna evet demek zor. Yoksa kişinin kötülüğe, baskıya, bağnazlığa karşı duruşunu nasıl yorumlardık? Demek hesapta başka şeyler de var. Varlığımızın koruyucusu olmaktan vazgeçemiyoruz bir türlü. Daha doğrusu bütün yönelişlerimizin, bütün çabalarımızın anlamı bu. Bunaltılar, mutsuzluklar, tedirginlikler de aynı oranda artıyor. Umutsuzlar Parkı’ndaki kişileri umutlarına yön arayan kişiler olarak bellemek daha doğru olur. 

Buradan bakıldığında  Cansever’in yanıtlarında bir tersine çevirme tavrının baskın olduğunu söyleyebiliriz kolaylıkla. Umutsuzlar Parkı’ndaki insanların toplum nezdinde tekinsiz, daha önce farkına varılmamış ve tanınmamış olduklarından söz ediyordur şair. Cansever’in, kendisini de bu insanlardan biri olarak gördüğünü savunabiliriz ayrıca. Zira Bezirci’ye verdiği yanıtlarda bu insanlara karşı olmadığını, tam aksine pek çok konuda onlara katıldığını söyleyen de odur. Bezirci’nin umutsuzluk tespitine muhalefet eden Cansever, umutsuzluğu değil, esasında umudu işlediğini, onu toplumda yeniden canlandırmak istediğini belirtir ısrarla. Umutsuzlar Parkı, umutsuzluğun egemen olduğu bir yer değildir, sonsuz bir umut arayışının, onca tedirginlik, bunaltı ve mutsuzluğa rağmen umuttan vazgeçmemenin, onu diri tutma talebenin mekânıdır şaire göre. Yılgınlığın, kendi kabuğuna çekilmenin, sinikliğin değil, dirimin, açıklığın ve kamusallığın mekânı. Umudu büyütecek olanlar da yine umutsuzlardan çıkacaktır Cansever’e göre. Zaten kitabın, “insan sana güveniyorum, saygılarımla” dizesiyle bitmesi bu bakımdan oldukça manidardır. 1958’de yayımlanan Umutsuzlar Parkı’nın herkese hatırlattığı çok önemli şeyler vardır. Cansever’in vaadini sadece kitabın üretildiği döneme hapsedemeyiz, yaşam var oldukça mesajını sunmaya devam edecek bir vaatten söz ediyoruz. Bugünlerde insanın, toplumun ve en önemlisi kozmosun yara aldığı bir eşikten geçiyoruz ancak umut arayışımız da kesintisiz şekilde devam ediyor. Kozmosu titretecek eyleme ulaşmaya çalışıyoruz hâlâ. Umuttan vazgeçmenin kendimizden vazgeçmek anlamına geldiğini çok iyi öğrendik. Bugün Dünya Şiir Günü’nde umudu hatırlatan, çoğaltan ve ötekilere bulaştırmaya çalışan bir kitabı seçmemiz de biraz bundan. Şiir iyi ki var, iyi ki umudu diri tutmak için şiire ihtiyaç duyuyoruz. 

 

UMUTSUZLAR PARKI

Biliyorsunuz parkların
Sizi çağıran tarafları
İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı
Orada saklanıyor onlar
Çünkü her türlü saklanıyorlar orada
Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla
Dağınık mavisiyle gözlerinin
Sevgi vermez kadın uçlarıyla
Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak
Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin
Yalvaran bakışlarıyla - nasıl da sevimsiz -
En kötüsü, belki de en kötüsü
Bir duygu açlığıyla soluyarak
Parklara yerleşiyorlar, parkların
Onları çağıran köşelerine
Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah
Bacak aralarından
Çömelmiş, öyle sakin
Selamlıyorlar
"Günaydın" diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına
Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından
Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor
Acılar alıp veriyor dünyadan
Dillerini gösteriyorlar, dizkapaklarını
Bir sıkıntı şiiri gibi
Sıkıntı
İşte
Tam orada duruyorlar.

II

Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde
Her cümlede iki tek göz, bu kimin
Ya da kim korkuttu bu kadar sizi
Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı
Ya da tam tersine
Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere
Sulardan ürpermek gibi dokununca,
Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla
Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi
Denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben
İş edinmişim öyle kimsesizliği
Kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi -
Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi
Konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da
Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.

Ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla
Unutmak, belki de unutmak olsun diye mi? 
Onu da tatmak gibi
Oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek
Ama gitmenin saati geldi
Kirli bir gömleği çıkarıp asmak
Yıkayıp kurutmak ister ellerimi
Su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da
Açınca camları -diyelim camları açtık ya sonra?-
Sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim
Bilirim ama çok bilirim kapadığımı
Öyle iş olsun diye mi, hayır
Bilirim içerde kendimi bulacağımı
Dışarda görüldüysem inattan başka değil
Evet, çünkü bu karanlık işime en geleni
Kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi
Oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum
Ve açıyorum bütün muslukları
Diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı
Ne geldiği, ne de gittiği yer belli
Olmuyor, gene kendimi düşünüyorum
Alıştım istemiyorum.